TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI VE SOSYAL ADALET

Giriş

İktisat biliminin kıt kaynakların etkin dağılımı olarak tanımlanması doğal olarak bölüşüm sorunlarını gündem dışı bırakmakta ve eşitliğin ancak ve ancak etkinliğin azaltılması pahasına gerçekleşebileceği düşüncesini ortaya atmaktadır. Bu görüş etkinlik ve eşitliğin aynı anda gerçekleştirilemeyeceği ve daha eşitlikçi bir toplum politikası izlendiğinde genel olarak toplumun bütün kesimlerinin gelir ve yaşam standartlarının düşeceğini ima etmektedir. Pratikte, işsizlik oranının doğal işsizlik oranına yaklaştığı ve yüksek büyüme oranlarının gerçekleştiği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve 1980’li yıllarda, gelir dağılımı ve eşitsizlik sorunları gündeme gelmemiş; yeniden bölüşüm sürecinden ziyade büyüme ve istihdam politikalarının düşük gelirli kesime daha fazla fayda sağlayacağı ifade edilmiştir. 


Ancak 1990’lı yıllardan itibaren tüm dünyada artmakta olan gelir eşitsizliği, servet yoğunlaşması ve yoksulluk sebebiyle gelir bölüşümü problemlerinin tekrar gündeme gelmeye başladığına şahit olunmaktadır. Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana piyasa kapitalizmine olan güven 2007-2008 Finansal Krizi ile sarsılmış, ardından son yıllarda birçok ülkede artan gelir ve servet eşitsizliği gerçeği sisteme olan inancın sorgulanmasında en önemli potansiyel rolü oynamıştır. İktisadi kaygıların yanı sıra sosyal adaletin sağlanması konusunda duyulan endişeler iktisatçıları bu konu üzerinde çalışmaya yöneltmiş, gelir eşitsizliği ile ilgili çalışmalar 2000’li yıllardan itibaren giderek artmaya başlamış ve gelir dağılımı iktisadi modeller içerisine dahil edilerek ekonomik değişkenlerin gelir dağılımı üzerine etkileri incelenmeye başlanmıştır. 


Bu bölümde, bireylerin veya hanehalklarının iktisadi faaliyetleri ile ilgili olarak gerçekleşen ve söz konusu ülke para birimi bazında parasal büyüklüklerin eşitsizliğini ifade eden ve parasal eşitsizlikler kapsamında analiz edilen gelir, ücret ve servet bölüşümünün 2000 yılı sonrası seyri ve gelir yoksulluğu incelenmektedir. Eşitsizlikler ve sosyal adalet alanında son 20 yılda Türkiye’de yaşanan gelişmeler kabaca aşağıdaki gibi özetlenebilir: 


Türkiye’de gelir dağılımı adaleti ve yoksulluk oranında 2000’li yıllardan bu yana bir miktar iyileşmenin olduğu,


Ücretin toplam gelirden aldığı payın sürekli olarak azaldığı ve servet bölüşümünde kutuplaşmanın 2019 yılına kadar giderek arttığı, 


Gelirin emek piyasası politikaları, vergi ve transferler yoluyla yeniden bölüşümünün eşitsizlik ve yoksulluğun toplumda yarattığı gerilimi azaltmakta yetersiz kaldığı görülmektedir. 


Yukarıdaki gelişmeler ile karakterize olan bu tablonun ortaya konmasında farklı kanallardan elde edilen veri kaynaklarından faydalanılmaktadır. Türkiye’de gelir dağılımı ve yoksulluk alanında en fazla başvurulan veri kaynakları, TÜİK tarafından 2002-2005 yılları arasında uluslararası standartlara uygun şekilde her yıl hazırlanan Hanehalkı Bütçe Anketi (HBA), 2006’dan itibaren ise Avrupa Birliği’ne uyum çalışmaları kapsamında, Avrupa İstatistik Ofisi (EUROSTAT) anketleri yoluyla Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırılabilir şekilde her yıl düzenli olarak gerçekleştirdiği Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasıdır (GYKA). GYKA’dan gelir dağılımı, yaşam koşulları, göreli yoksulluk, sosyal dışlanma gibi konular incelenebilmekte ve Türkiye geneli, kent-kır ayrımı ve NUTS (Düzey) 1 temelinde tahminler yapılabilmektedir. 



Türkiye’de 2000 Yılı Sonrası Parasal Eşitsizliklerin Genel Eğilimi


Şekil 45. Eş Değer Hanehalkı Kullanılabilir Gelirin 20%’lik Gruplara Göre Dağılımı

Kaynak: TÜİK, Hanehalkı Bütçe Anketi (2002-2005) ve Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması (2006-2019)




Gelir, belli bir zaman diliminde elde edilen toplam net ödeme akımı olarak ifade edilebilir. GYKA sonuçlarına göre, 2019 yılında Türkiye’de yıllık ortalama hanehalkı kullanılabilir geliri bir önceki yıla göre %16,5 artarak 59.873 TL olmuş, eş değer hanehalkı kullanılabilir fert geliri ise %17,9 artarak 28.522 TL’ye yükselmiştir. Şekil 45, TÜİK tarafından gerçekleştirilen HBA ve GYKA verileri yardımıyla oluşturulan eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine göre sıralı %20’lik gruplar itibarıyla hanehalkı kullanılabilir gelirin dağılımının 2002-2019 yılları arasında gelişimini göstermektedir. Buna göre, 2002 yılında toplam kullanılabilir gelirin sırasıyla %5,2’lik ve %50’lik kısmını alan ilk %20’lik grup ile en zengin %20’lik grubun gelirden aldığı pay arasında yaklaşık 10 kat fark bulunmaktadır. 2019 yılına gelindiğinde bu fark 7 kata inmiş, ilk %20’lik grup ile en zengin %20’lik grup toplam kullanılabilir gelirin sırasıyla 6,5 ve 45,4’lük kısmını almıştır. Orta gelir gruplarını temsil eden ikinci, üçüncü ve dördüncü %20’lik grupların gelirden aldığı payın ise görece sabit kaldığı gözlemlenmektedir. 


Benzer şekilde, %10’luk gruplara göre sıralanmış eş değer hanehalkı kullanılabilir gelirin kümülatif değişimini gösteren Şekil 46’ya göre, 2006-2019 yıllar arasında en düşük gelirli %10’luk kesimin geliri %596 civarında kümülatif değişim gösterirken, en yüksek gelirli %10’luk kesimin geliri %392 civarında artış göstermiştir. Düşük gelirli kesimlerin geliri, en üst gelir grupları ile medyan gelirden daha hızlı gelişme gösterirken, orta gelirli kesimi kapsayan %40, 50, 60, ve 70’lik gelir gruplarının gelirlerinin en düşük ve en yüksek gelir gruplarına göre fazla değişmediği ve asıl değişmenin düşük gelirli grubun gelirindeki artıştan kaynaklandığı görülmektedir. 2008-2009 Finansal Krizi’nin özellikle en üst gelir grubunun gelirden aldığı payı olumsuz etkilemesi ayrıca dikkat çekmektedir.


Şekil 46. %10’luk Gruplara Göre Sıralanmış Eş Değer Hanehalkı Kullanılabilir Gelirin Zaman İçerisinde Değişimi (2006-2019)

Kaynak: TÜIK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması (2006-2019)



Şekil 47. Türkiye’de Gelir Eşitsizliği (2002-2019) ve Yoksulluk

Kaynak: TÜIİK, Hanehalkı Bütçe Anketi (2002-2005) ve Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması (2006-2019)



Şekil 47’de değeri sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı gösteren Gini katsayısının yıllar boyu gelişimini göstermektedir. 2002 yılında 0,44 olarak ölçülen Gini katsayısının 2007 ve 2019 yılları arasında ortalama değeri neredeyse aynı kalmış ve 0,395 olarak gerçekleşmiştir. En zengin %5’lik gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay 2002 yılında %24’ten 2019 yılında %21,1’e gerilerken, yoksulluk oranı %24’ten %21’e gerilemiştir. Ele alınan dönem boyunca en zengin kesimin gelirden aldığı payın değerinin düşüş eğilimi sergilemesi ve en alt gelir grubunun aldığı payın artması, Türkiye’de gelir dağılımının 2006 yılından sonra sınırlı bir iyileşme gösterdiğine işaret etmektedir. Buna göre, gelir dağılımının her iki ucunu temsil eden en alt ve en üst gelir gruplarındaki gelişmelerin gelir dağılımındaki iyileşmenin belirleyicisi olduğu dikkat çekmektedir.  


Bu tabloya paralel bir biçimde, Dünya Bankasının 2019 yılında hazırladığı raporda orta-yüksek gelirli ülkeler grubunda yer alan Türkiye’de eşitsizliklerin son 10 yılda daraldığı ifade edilmektedir. Ancak, uluslararası karşılaştırmalar doğrultusunda değerlendirildiğinde, Türkiye gelir eşitsizliği açısından birçok Avrupa ve OECD üyesi ülkenin gerisinde kalmaktadır. 165 ülke ve 8 bölge için en güncel Gini katsayısı verilerini gösteren Şekil 48’e göre, en düşük Gini değerine sahip ülkeler Batı ve Orta Avrupa, eski Doğu Bloku ve İskandinav ülkeleri iken, Avrupa Birliği ve OECD üyesi ülkelerinin ortalama Gini katsayısı değerleri sırasıyla 30,32 ve 32,28’dir. Türkiye için 41,9 olarak hesaplanan 2018 yılı Gini katsayısı değeri, ele alınan ülkeler için hesaplanan dünya ortalama Gini endeksi değerinin 3,9 puan üzerinde seyretmekte ve düşük ve orta gelirli ülkeler ile orta-yüksek gelirli ülkeler için gerçekleşen ortalama 40 değerini aşmaktadır. Bu çerçeveden değerlendirildiğinde, Türkiye Latin Amerika ve Karayip ülkeleri ile birlikte dünya sıralamasında yüksek Gini değerlerine sahip ülkeler arasında konumlandırılmaktadır. 


Şekil 48. En Güncel Verilerle 165 Ülke ve 8 Bölge için GINI Endeksi Değerlerinin Sıralaması

Kaynak: Dünya Bankası (2018)



Gini endeksi en yüksek ve en düşük gelir gruplarının gelirden aldığı payın ne kadar kutuplaştığını göstermediğinden, eşitsizliklerin gerçek boyutunu maskeleyebilmektedir. Farklı eşitsizlik ölçüleri kullanıldığında ortaya farklı bir hikâye çıkmaktadır. Örneğin, gelir dağılımı eşitsizliğinin en yüksek olduğu AB ülkelerinden Bulgaristan’ın Gini değeri Türkiye’den sadece 1,1 puan düşük iken, Türkiye 2019 yılında OECD ülkeleri arasında 13 değeri ile en yüksek P90/P10 oranına sahip ülkeler arasında yer almaktadır (OECD, 2019). Bu oran 2018 yılında Bulgaristan için 5,8 olarak ölçülmektedir. Benzer şekilde, Türkiye’de hanehalkı kullanılabilir gelirin dağılımına göre 2019 yılında ilk %20’lik ve son %20’luk grup arasında 7,4 kat fark bulunmakta, %5’lik gruplarda ise ilk ve son grup arasındaki oran yaklaşık 23,2 kata çıkmaktadır. P80/P20 oranı 2017 yılında ABD için 8,4, Almanya için 4,5, Şili için 10,3 ve 2016 yılında Meksika için 10,3 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Türkiye, hem Gini endeksi değerlerine göre hem de en zengin ve en yoksul kesimin gelir paylarına göre, AB ve OECD üyeleri ile karşılaştırıldığında en eşitsiz ve en büyük gelir uçurumuna sahip ülkelerden biri konumundadır. 



Düşen Ücret Payı Trendi  

Parasal eşitsizlikler kapsamında incelenen ücret, gelirin sadece bir kısmını ifade etmekte ve emeğin karşılığı olarak elde edilmektedir. Maaş ve aylıklar, personel sosyal yardımları, prim, tazminat ödemeleri ücrete dâhil olarak incelenmektedir. Tablo 12’ye göre, en yüksek yıllık ortalama iş geliri beklendiği gibi işveren kesimi için 95.495 TL olarak gerçekleşirken, ücretli veya maaşlılarda 34.286 TL, kendi hesabına çalışanlarda 27.127 TL ve yevmiyelilerde 14.769 TL olarak hesaplanmıştır. 2018 yılına göre ücretli ve maaşlıların geliri %13,9 artarken, işverenlerin geliri %8,2 artmıştır. Türkiye’de 2006-2019 yılları arasında istihdam edilenlerden ücret geliri elde edenlerin oranı %68,4’e yükselirken, işverenlerin oranı düşüş göstermiştir. Dolayısıyla ele alınan dönemde emeğin gelirden aldığı payın artması beklenmektedir. Ancak işverenlerin yıllık ortalama esas iş gelirleri 2006-2019 yılları arasında ücretli veya maaşlı kesimin gelirinden %89 daha fazla artarken, emeğin toplam gelir içerisindeki payı yaklaşık 6 puan azalmıştır. Bu da bir önceki kısımda ele alınan gelişmelere paralel olarak, düşük ücret payının yüksek derecede eşitsiz bireysel gelir dağılımına eşlik ettiğine işaret etmektedir. 


Tüm dünyada 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar emeğin gelirden aldığı payın görece sabit kalmasına rağmen 1990’lardan sonra bu sürecin tersine çevrildiği, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde emeğin gelirden aldığı payın azaldığı ve kârlarda artış görüldüğü bilinen bir trenddir. Türkiye’de 1990’lı yıllarda emeğin faktör maliyetleriyle hesaplanan GSYH’den aldığı pay ortalama %73,15 civarındayken, 2000’li yıllarda %53,34’e, 2010-2020 yılları arasında ise %52 civarına gerilemiştir (AMECO, 2021). Emek verimliliğinde yaşanan artışların reel ücretlerde iyileşmeye yol açmaması ücretlerin durgunlaşmasına ve ücret payının düşmesine yol açmış, bu durum özellikle gelirinin çok büyük bir kısmını ücret olarak elde eden gelir dağılımının düşük ve orta gelirli kesimlerini olumsuz etkilemiştir. Bu tablo sonucunda Türkiye, 2020 yılında Avrupa ülkeleri içinde en düşük ücret payına sahip ülkesi olarak konumlanmıştır.


Tablo 13. Türkiye’de 2019-2006 Yılları Arası İstihdam Edilenlerin İşteki Durumu, Yıllık Ortalama İş Gelirleri ve Toplam Gelirin Gelir Türlerine Göre Dağılımı




Servet Bölüşümünde Artan Kutuplaşma

1990’lı yıllardan bu yana emeğin kullanılabilir hanehalkı gelirinden aldığı pay düşerken sermaye geliri artmış ve bilindiği üzere tipik olarak gelirden daha eşitsiz bir görünüm sergileyen servet daha da yoğunlaşmıştır. Credit Suisse Küresel Zenginlik Raporları’na göre, 2019 yılında Türkiye’de yetişkin başına düşen medyan servetin değeri bir önceki yıla göre 1.251 ABD doları azalarak 6.722 ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Bu değerin Dünya ortalaması 7087, Avrupa ortalaması ise 24,742 ABD dolarıdır. Şekil 49, 2018 ve 2019 yılları için Türkiye’de ülke içi ve bireyler arası servet dağılımında eşitsizliklerin seyrini dünya ve farklı bölgelerin 2019 yılı ortalamalarıyla karşılaştırmalı olarak göstermektedir. 2019 yılında Türkiye’de servet piramidinin en altında yer alan ve bireysel serveti 10.000 doların altında olan yetişkin sayısının toplam yetişkin nüfusa oranı bir önceki yıla göre yaklaşık %20 azalırken, piramidin tepesinde bulunan ve bireysel serveti 1 milyon doların üstünde olan bireyler toplam yetişkin nüfusun %0,2’sine karşılık gelmektedir. Türkiye’de yetişkin başına ortalama servet değeri Dünya ortalamasının oldukça altında kalırken, Türkiye servet bölüşümü açısından daha çok Latin Amerika ülkeleriyle benzeşmekte, servet Gini değeri ise nispeten düşüş göstermektedir.


Şekil 49. Ülke İçi ve Bireyler Arası Servet Eşitsizliklerinin Seyri: Türkiye ve Ülke Gruplarıyla Bir Karşılaştırma

Kaynak: Credit Suisse Küresel Zenginlik Veri Kitabı (2018, 2019) 



2000 yılında en zengin %10’luk kesimin toplam servetten aldığı pay kalan %90’ın aldığı payın 2 katı iken, 2018 yılına gelindiğinde bu fark 4.3 kata çıkmış ve 2000-2018 yılları arasında sürekli olarak artış göstermiştir (Şekil 50). En zengin %10’luk kesim toplam servetin %81,2’sini alırken, kalan %18,8’lik servet, toplumun geri kalan %90’ı arasında paylaşılmıştır. Şekil 51’e  dikkat edilirse, en zengin %10’luk kesimin kendi içindeki eşitsizlikler de çarpıcı bir görünüm sergilemektedir. En zengin %1’lik kesim 2018 yılında toplam servetin yarısından fazlasına sahip olurken, kalan %26,8’lik servet en zengin %9’luk kesim tarafından paylaşılmaktadır. 2019 yılında bu durumun tersine çevrildiği görünmekte, en alt %50 ve orta %40’lık kesimlerin toplam servetten aldığı pay sırasıyla %2,2 ve %23,8 artarken, en dramatik düşüş yaklaşık %12 civarında azalışla en zengin %1’lik kesimin toplam servetten aldığı payda gerçekleşmiştir. 


Şekil 50. Türkiye’de Servetin En Zengin %10 ve Kalan %90 Arasında Bölüşümü (2000-2019)

Kaynak: Credit Suisse Küresel Zenginlik Veri Kitabı (2014, 2018, 2019)


Şekil 51. Türkiye’de Servetin Farklı Kesimler Arasında Bölüşümü (2018-2019)

Kaynak: Credit Suisse Küresel Zenginlik Veri Kitabı (2018, 2019)



Stabil Seyreden Gelir Yoksulluğu 

Gelir yoksulluğu Türkiye’de genellikle kişilerin ülke içerisindeki ortalama gelirin belirlenen bir oranının (çoğunlukla medyan gelirin %50’si ve %60’ı olarak) veya belirli ihtiyaçlar temelinde belirlenen bir eşiğin altında bir gelire sahip olmaları şeklinde tanımlanmaktadır (Candaş, 2010). Bir bireyin veya hanehalkının yoksul olarak tanımlanması için belirlenmesi gereken gelir sınırı özellikle Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) ile TÜİK tarafından gerçekleştirilen araştırmalarla belirlenmektedir. TÜRK-İŞ araştırmasının Kasım 2020 raporuna göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.516,67 TL, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı (yoksulluk sınırı) 8.197,62, bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti ise aylık 3.073,63 TL olarak hesaplanmıştır. Bu da dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 2020 yılı için belirlenen net asgari ücretin (2.324,70TL) üzerinde olduğu, asgari geçim maliyetiyle net asgari ücret arasındaki 192TL’lik fark nedeniyle asgari ücretlinin cebine yılda 2.300 TL eksik girdiği anlamına gelmektedir. 


Şekil 52. Hanehalkı Tipine ve Eğitim Durumuna Göre Yoksulluk Oranları (2018-2019)



Türkiye yoksulluğu azaltmada son 20 yılda büyük bir gelişme kaydetmiş, medyan gelirin %50’sine göre hesaplanan yoksulluk oranı 2019 yılında 2002 yılı değerinin üçte biri oranında azalmış, medyan gelirin %60’ına göre hesaplanan yoksulluk oranı ise %21 civarlarında gerçekleşmiştir (Şekil 52). Yoksulluk oranı en az bir çekirdek aile ve diğer kişilerden oluşan hanehalklarında en yüksek seyrederken, çekirdek aile bulunmayan birden fazla kişiden oluşan hanehalklarında ve tek kişilik hanehalklarında yoksulluk oranı daha düşüktür (Şekil 47). Tek çekirdek aileden oluşan hanehalklarının yoksulluk oranı bir önceki yıla göre 0,9 puan artarak %13,8 olurken, en dramatik artış 1,5 puan artışla %9,2’ye yükselen çekirdek aile bulunmayan birden fazla kişiden oluşan hanehalklarında görülmüştür. Eğitim durumuna göre yoksulluk oranları incelendiğinde, beklendiği üzere 2019 yılında en fazla yoksulluk %26,1 ile okuryazar olmayan fertler arasında görülürken, bir okul bitirmeyenlerin %22,4’ü, lise altı eğitimlilerin %13,4’ü, lise ve dengi okul mezunlarının %6,9’u, yükseköğretim mezunlarının ise %2,5’i yoksuldur (Şekil 52). 


Şekil 53. Yoksulluk Sınırı Yöntemlerine Göre Fert Yoksulluk Oranları (2002-2018)

Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması (2006-2019).



Eş değer hanehalkı kullanılabilir fert medyan gelirinin %60’ına göre, önceki üç yıldan en az ikisinde yoksul olan fertleri izleyerek oluşturulan dört yıllık panel veri kullanılan hesaplanan sürekli yoksulluk oranı bir önceki yıla göre değişmeyerek %12,7 olmuştur (TÜİK, 2020). Yoksulluğun derecesi hakkında bilgi veren ve değeri 100’e yaklaştıkça yoksulluğun derecesinin arttığını gösteren yoksulluk açığı değeri ise 2006 yılında 33,3 iken, 2019 yılında 27,6’ya düşmüştür. Şekil 53’te göre, Türkiye’de kişi başı günde 1.9 doların altında yaşayan kişi sayısı 2011 yılına gelindiğinde neredeyse sıfır iken, kişi başı günlük 3.20 ile 5.50 dolardan düşük gelir elde eden nüfus oranlarının yıllar içerisinde azaldığı ve 2018 yılında sırasıyla ortalama %1,4 ve %8,5 seviyesine gerilediği görülmektedir. 


Yoksulluk oranındaki düşüş trendinin 2014 yılına kadar sürdüğü, ancak sonra durgunlaştığı dikkat çekmektedir. 2019 yılı itibariyle medyan gelirin %50’sine göre hesaplanan yoksulluk sınırı olan 10.793 TL’nin altında gelir elde eden kişi sayısı hâlâ 11 milyon 640 bini bulmaktadır. Bu da bir önceki yıla göre yoksul sayısında %4,95’lik bir artışa denk gelmektedir. Eş değer fert başına gelirin medyan değerinin %50’si esas alınarak hesaplanan yoksulluk sınırına göre Türkiye 2011 yılında %18,6 civarında seyreden göreli gelir yoksulluğu ile OECD ülkeleri arasında en yüksek yoksulluk oranına sahip ülke konumunda iken, 2019 yılında gelindiğinde %14,4 değeri ile 9. sıraya düşmüştür. Yine de Türkiye’nin göreli yoksulluk oranı, %13,5 değeri ile en düşük olduğu 2017 yılında bile tüm AB ülkelerinden daha yüksektir. 


Sosyal Transferler, Vergi Politikaları ve Gelir Dağılımı


Şekil 54. 2018 Yılı Vergi ve Transferler Öncesi Ve Sonrası Gini Katsayısı Ve Yoksulluk Oranı (%50

Kaynak: OECD income distribution database, https://stats.oecd.org/Index.aspx?Data-SetCode=IDD

Not: Şili, Almanya, İzlanda, İrlanda, İtalya ve ABD için 2017 yılı, Meksika ve Hollanda için 2016 yılı, Türkiye için ise 2015 yılı verileri kullanılmıştır. Meksika ve Türkiye için piyasa geliri vergi sonrası ve transfer öncesi gelirleri yansıtmaktadır.



Gelirin emek piyasası politikaları, vergi ve transferler yoluyla yeniden bölüşümü eşitsizliğin toplumda yarattığı gerilimi ve yoksulluğu büyük ölçüde azaltabilmekte ve böylelikle ekonomiyi güçlendirerek sosyal refahın artmasında ve toplumsal sözleşmenin sürdürülebilir kılınmasında önemli rol oynamaktadır. Şekil 54, seçili AB ve OECD ülkeleri için piyasa gelirine göre hesaplanan Gini ile harcanabilir gelire göre hesaplanan Gini değeri arasındaki farkı göstermektedir. Vergi ve transferler öncesi ve sonrası gelir karşılaştırıldığında, ele alınan ülkeler için gelir eşitsizliği ortalama 0,14 puan düşmektedir. Sosyal sigorta prim ödemeleri, emeklilik ödemeleri, sosyal yardım transferleri ve diğer sigorta ödemeleri vb. ile vergiler yoluyla yeniden dağıtım politikaları 0,24 puan ile en çok İrlanda’da gelir eşitsizliğini azaltmada etkin iken, Türkiye’de ve Meksika’da eşitsizlik 0,03 puandan daha az değişmektedir. Ancak Türkiye için yukarıdaki tabloda sunulan piyasa geliri verilerinin vergi sonrası ve transfer öncesi gelirleri yansıttığı unutulmamalıdır. Ayrıca AB ülkeleri ABD, Avustralya ve Kore gibi yüksek gelirli ülkelerle karşılaştırıldığında, dünyada vergi oranı en yüksek olan ve sosyal güvenlik sistemine en fazla kamu harcaması yapan ülkelerdendir. 2019 yılı itibariyle Türkiye’de kamu harcamalarının GSYH’ye oranı %12 iken, Fransa, İtalya ve Yunanistan’da sırasıyla %31, 28.2, ve 25, ABD’de ise bu oran 18,7, Avustralya’da ise 2017 yılında 16,7 olarak gerçekleşmiştir (OECD, 2019). Buna göre, Türkiye’de AB ülkelerine kıyasla kamu harcamalarının düşük ve yeniden bölüşüm mekânizmalarının kısıtlı olduğu söylenebilir.


Türkiye’de sosyal transferler ve vergi sistemine yakından bakıldığında, Cuevas vd. merkezi bütçenin temel gelir kaynağının ağırlıklı olarak gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYH) %10,3’ünü oluşturan dolaylı vergilerden karşılandığını, sosyal harcamaların 2016 yılı itibariyle toplam GSYH’nin %18’ini oluşturduğu ve bu harcamaların %16’sının eğitim ve sağlık alanında gerçekleştirildiğini ifade etmektedir (2020). Vergi ve sosyal transferlerin gelir eşitsizliği ve yoksulluk üzerindeki etkisini analiz eden raporlarında, maliye politikasının gelir eşitsizliğini azaltmada özellikle eğitim ve sağlık harcamalarının gelir eşitsizliğini düzeltici etkisi sayesinde başarılı olduğunu ve 0.48 olarak ölçülen piyasa Gini değerinin vergi ve transferler sonrası 0,38’e düştüğünü, ancak dolaylı vergilerin yoksul kesimi orantısız bir vergi yükü altına sokması nedeniyle yoksulluk açığı oranının 2,7’den 5,3’e yükseldiğini iddia etmektedirler. Bu açıdan bakıldığında, vergi sisteminde yeniden yapılanma ile dolaylı vergilerin oranının azaltılmasının Türkiye’de gelir dağılımı adaletinin sağlanması ve yoksulluğun azaltılmasına katkı yapacağı açıktır. 



Sonuç Yerine

Bu raporda bireysel ve fonksiyonel gelir dağılımı, servet bölüşümü ve yoksulluk alanlarında Türkiye’de 2019 yılında var olan parasal eşitsizliklerin boyutunun ve gelişiminin 2000 yılı sonrası veri setleri yardımıyla fotoğrafı çekilmeye çalışmıştır. Raporda öne çıkan parasal eşitsizliklere göre, uluslararası düzeyde önemli bir gelir dağılımı açıklayıcısı olan Gini katsayısının değeri 2002 yılında 0,44 iken yıllar içinde düşüş eğilimi göstererek 2019 yılında 0,368 düzeyinde gerçekleşmiş, %5’lik, 10’luk ve 20’lik gelir gruplarına göre hanehalkı toplam gelirinin dağılımı olumlu yönde ancak sınırlı düzeyde gelişim göstermiştir. Ancak son 10 yılda daralan gelir eşitsizliğine rağmen Türkiye 2019 yılında Latin Amerika ve Karayip ülkeleri ile birlikte dünya sıralamasında yüksek Gini değerlerine sahip ülkeler arasında iken, OECD ülkeleri arasında ise ABD, Meksika ve Şili’den sonra sonra gelir dağılımı en adaletsiz ülke konumundadır. 2019 yılında Türkiye’de en zengin %20’lik nüfusun geliri, en yoksul %20’lik nüfusun gelirinin 7 katı fazladır ve bu oran tüm batı Avrupa ülkeleri ile birçok AB üyesi ülkeden yüksektir. 


Reel ücretlerdeki düşüşle birlikte gerçekleşen ücret payındaki azalış ve dolayısıyla kâr payındaki artış trendi 2020 yılında da devam etmiş, kendi hesabına çalışanlara göre düzeltilmiş ücret payı bir önceki yıla göre %2,9 azalarak %54,5’ten %51,6’ya düşmüştür (AMECO, 2021). 2020 yılında Türkiye’de 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 2.516,67 TL iken net asgari ücret 2.324,70 TL olarak belirlenmiştir. SGK’nin asgari ücretli sayısını 2014 yılından bu yana açıklamamakta, ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2014 verilerine göre Türkiye’deki kayıtlı işçilerin %40’tan fazlası asgari ücretle geçinmektedir. DİSK Araştırma Merkezine göre (DİSK-AR) 2020 yılında 7,5 milyon civarında işçi geçimini asgari ücret ve altında bir ücretle yaşamını sürdürmek zorunda, bu da bütün ücretli çalışanların %38,3’üne tekabül etmektedir. Kayıt dışı çalışanlar da hesaba katıldığında, Türkiye’de açlık sınırının altında yaşayanların toplam nüfusun en az %10’una denk geldiğini söylemek mümkündür. 


Gıda yoksulluğu sınırı ve göreli yoksulluk sınırı kullanılarak yapılan hesaplamalara göre yoksulluk oranı düzenli olarak düşüş eğilimi göstermiş, ancak 2019 yılında bir önceki yıla göre artış yaşanmıştır. Dünya Bankası tarafından global ölçekte günde 5,5 ABD doları olarak belirlenen yoksulluk sınırına göre 2002 yılında 33,7 olarak hesaplanan yoksulluk oranı 2018 yılında 8,5 düzeyine dramatik bir şekilde gerilemesine rağmen ulusal yoksulluk sınırına göre hesaplanan yoksulluk oranı sadece %4,2 oranında değişme göstererek, 2005 yılında 18,6 düzeyinden 2018 yılında 14,4 düzeyine düşmüştür. 2019 yılında servet eşitsizliğinde kutuplaşmanın azalması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak en zengin %10’luk kesimin toplam servetten aldığı pay %70’i aşmaktadır. 


Genel Değerlendirme


Yukarıdaki gelişmelerle birlikte, son zamanlarda ücret payındaki düşüş trendi ve azalan bireysel gelir eşitsizliğine rağmen yüksek derecede seyreden gelir uçurumu dikkate alındığında, iktisadi eşitsizliklerin yakın gelecekte devam edeceği söylenebilir. 2020 yılında gerçekleşen COVID-19 salgınının, gelir dağılımı üzerinde yol açtığı etki gelir ve yaşam koşulları araştırması sonuçlarının yaklaşık bir yıl gecikme ile açıklanması nedeniyle en erken 2021 yılı sonunda görülebilecektir. Ancak kriz dönemlerinde genellikle gelir dağılımının bozulduğu, bu bozulmanın genellikle en yoksul %50’lik gelir grubunun gelirden aldığı payın azalmasından kaynaklandığı, gelir dağılımına yönelik vergi, sosyal transferler ve emek piyasası politikalarının etkinsiz olduğu ve özellikle 2020 yılında salgına karşı uygulanan mali önlemlerin yetersizliği düşünülürse, gelir dağılımı eşitsizliğinin ve yoksulluğun 2020 yılında artacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Bu durumdan en çok etkilenen kesimin KOBİ’ler ile perakende, konaklama ve gıda, ulaştırma ve inşaat gibi sektörlerde çalışan düşük gelirli hanehalklarının olacağı söylenebilir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından sağlanan COVID-19 sosyal ve ekonomik destek ile sosyal yardım hizmeti ile ücret desteği resmî çalışanları hedeflerken sosyal güvenlik sisteminden faydalanmayan ve kayıt dışı çalışanların bu yardımlardan muaf olması, 2020 yılında yoksulluğun büyük oranda artış göstereceği beklentisini yaratmaktadır.