Uluslararası Hukuk


Küreselleşmenin doğal bir sonucu olarak hukuk artık ülke sınırlarını aşan boyutta daha fazla gündeme gelmektedir. Devlet ekonomilerinden daha büyük uluslararası şirketlerin küresel piyasada faaliyete girişmesi, devletlerin faaliyetlerini uluslararası sermayenin de katılımıyla yapmaya girişmesi gibi durumlar, uluslararası hukuk alanındaki tartışmaları eskisine oranla daha fazla yapmayı doğurmuştur. Dünyanın her yerinde aynı hukuki statüde ekonomik faaliyette bulunmayı arzulayan küresel şirketler, dünyanın kuruluşundan bu yana bitmeyen bir devletin başka devlet üzerindeki insan hakkı ihlalleri gibi durumlar, uluslararası hukukun çözümlemesini beklediği meselelerdendir.


Türkiye’nin Taraf Olduğu Öne Çıkan Uluslararası Davalar


Türkiye’nin hukukunu izlerken uluslararası yansıması görmezden gelinmemelidir. Nasıl ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye hakkında verdiği ihlal kararları, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru gibi etkin bir yolun oluşturulmasına katkıda bulundu ise de ulusal üstü ve uluslararası diğer problemli hukuk alanlarımızın tespiti, izlenmesi ve ona göre tedbire gidilmesi de önem arz etmektedir. Yine uluslararası tahkim kurullarının verdiği ve ülkemizi ilgilendiren kararlar, küreselleşmenin bir sonucudur. İzlenmesi ve değerlendirme altına alınması, gelecek vizyonu için elzemdir.

ICSID/Westwater Resources, Inc.-Türkiye (Dava No. ARB / 18/46)-01.05.2019

2007 yılından bu yana Yozgat’ta uranyumun keşfi ve geliştirilmesi için faaliyette bulunan ve münhasır haklara sahip olan Adur Madencilik, Kasım 2015’te Westwater tarafından satın alınmıştı. Westwater’ın iddiasına göre Adur, uzun yıllar Türk yetkililer ile yakın iş birliği içinde çalışmış ve Westwater’ın uranyum madenciliği konusundaki teknik uzmanlıklarını paylaşmıştı. Ancak Haziran 2018’de Türk hükûmeti, Adur’un tüm arama ve işletme lisanslarını geriye dönük olarak iptal etti. Hükûmet, lisansların iptali konusunda, uranyum madencilik faaliyetinin devlet tekelinde olduğunu gerekçe göstermiş ve daha önce verilen lisansların MİGEM’in hatası nedeniyle verildiğini ileri sürmüştü. Lisansların geriye dönük olarak iptal edilmesiyle bütün yatırımlarının değersizleştiğini ileri süren Westwater, yatırım anlaşmazlıklarının çözümünden sorumlu uluslararası tahkim kurumu olan ICSID’e 2018’de başvurmuştu. 1 Mayıs 2019’da tahkim yargılaması için mahkeme kuruldu. 


CAS/Trabzonspor Kararı- 30.07.2019

Türkiye Süper Lig’inin 2010-2011 sezonunda Trabzonspor ikinci olmuştu. Trabzonspor, Fenerbahçe’nin şike yaptığı iddiasını öne sürerek şampiyonluğun kendilerine verilmesi için TFF ve FIFA’ya başvurularda bulundu. TFF’nin kulüplere yaptırım uygulayamadığı, FIFA Disiplin Kurulu’nun konuya müdahale edecek konumda olmadığı gerekçesiyle Trabzonspor’un yaptırım talebi karşılık bulmadı. 8 Mayıs 2018 tarihinde Trabzonspor; FIFA, Türkiye Futbol Federasyonu ve Fenerbahçe’ye karşı CAS’a (Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi) başvuruda bulundu. 2010-2011 Süper Lig sezonu şampiyonluğunun kendilerine verilmesi için Trabzonspor’un CAS’a yaptığı başvuru; Fenerbahçe’nin şike yapması sebebiyle Trabzonspor’un doğrudan, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın şampiyon ilan edilmesini sağlayan bir düzenleme bulunmadığı, Trabzonspor’un sürecin tarafı olmadığı, kurumların verdiği kararlardan doğrudan etkilenmediği bu sebeple de Trabzonspor’un TFF ve Fenerbahçe’nin cezalandırılması için FIFA’ya başvurmasında hukuki yararı olmadığı gerekçesi ile reddedildi.


Halkbank Davası-26.12.2019

ABD’de, İran’ın yaptırımlarına uymamak ve delmekle suçlanan Halk Bankası’nın davası ertelendi. Bankaya toplamda 6 suç yüklenirken banka avukatları, mahkemenin yargı yetkisi olmadığı gerekçesiyle davanın düşmesi talebiyle temyiz mahkemesine başvurdu.


Kanal İstanbul Tartışmaları 


Kısmen ve bazen mahallî bir problem olarak lanse edilse de Kanal İstanbul Projesi 2019 yılında önemli tartışmalara sebep oldu. Ancak konunun kamuoyunda fazlaca yer etmeyen önemli bir boyutu uluslararası hukuktur.


Marmara Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlayan bir doğal suyolu olan İstanbul Boğazı’na alternatif olarak yapay bir suyolu açılmasını öngören Kanal İstanbul Projesi, 2011 yılında “çılgın proje” olarak gündeme gelmiş ve o günden beri de hukuki tartışmalara konu olmuştur. Boğaz’daki ticari hareketliliğin meydana getirdiği kaza ve çevre problemleri gibi sorunları azaltmayı amaçlayan Proje’nin, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Antlaşması’nın maddelerinin ihlali anlamına geldiğine dair iddialar tartışılmaktadır. Bunun yanı sıra projenin tamamlanmasıyla birlikte Montrö Boğazlar Antlaşması sebebiyle Türkiye’nin İstanbul Boğazı’ndan yabancı gemilerin geçişinde elde edemediği geçiş ücretinin talep edilebileceği, Proje’nin ticari açıdan Türkiye’ye sağlayabileceği katkıları, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye’ye sağladığı haklar ya da kısıtlamalar da hukuki tartışmalara yön vermektedir.


Öncelikle inşa edilecek olan kanalın hukuki statüsünün tartışılması gereklidir. Kanallar, insan yapımı suyolu oldukları için rejim olarak doğal suyolu olan boğazlardan ayrılmaktadır. Zira kanallar, bir devletin yetki alanı ve sınırı içerisinde yer almakta ve bu devletin düzenlemesine tabi olmaktadır. Bu çerçevede Kanal İstanbul’un hukuki statüsünün Türk hukukuna göre düzenlenmesi gerektiği söylenebilir.


Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde tanımlanan “Boğazlar” kavramı, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazı’nı kapsamaktadır. Sözleşmenin birinci maddesiyle, bu boğazlarda denizlerden geçiş özgürlüğü benimsenmiştir. Statüsü Türk hukukuna göre belirlenecek olan Kanal İstanbul’un bu kapsamda Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olmadığı söylenmelidir. Kanal İstanbul’dan geçiş, tamamen isteğe bağlı olarak yapılacaktır. Türkiye, gemileri yapılacak olan kanaldan geçmeye zorlamayacak, gemilerin boğazdan ücretsiz geçiş özgürlüğünü Montrö’deki tonaj kısıtlamalarına bağlı olarak korumaya devam edecektir. Boğaza alternatif olan kanal, ücret karşılığı kullanılabilecek ve gemiler, herhangi bir bekleme süresine tabi olmaksızın İstanbul’dan geçebileceklerdir.


Ancak Montrö Sözleşmesi’nin 6. maddesine göre Türkiye’nin kendisini bir savaş tehlikesi altında görmesi durumunda, gemilerin boğazdan geçişi, Türk makamlarının gösterecekleri yoldan yapılacaktır. Sözleşme’nin 20. maddesine göre ise Türkiye, savaş zamanında savaşan ülke konumunda olursa savaş gemilerinin geçişi konusunda dilediği gibi davranabilecektir. Bu durumda Türkiye’nin kendisini yakın bir savaş tehdidi altında hissettiği gerekçesiyle boğazları kapatıp gemileri Kanal’dan geçişe zorlayıp zorlayamayacağı tartışılmaktadır. Ancak Montrö’ye aykırı olmaması açısından kanalın hukuki rejimine ilişkin düzenleme yapılırken Montrö’deki tonaj kısıtlamaları ve savaş-barış durumlarında gemilerin geçiş hakkını düzenleyen maddeleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu çerçevede Kanal İstanbul Projesi’nin uluslararası hukuk bağlamında herhangi bir aykırılık teşkil etmediği söylenmelidir.


İstanbul Sözleşmesi


2019 yılı “aile” başlığının çokça zikredildiği bir yıl oldu. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi gibi bir olgu üzerinden hareketle bir düzenleme ihtiyacı hasıl olduğundan 2011 yılında “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” imzaya açıldı. Sözleşme Türkçeye “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak çevrildi. Esasında bu çeviri farklılığı ile sözleşme imzalanırken bir politik tercih belirlemesinde bulunulduğu ifade edilebilir.


11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi ismini alan sözleşme, TBMM tarafından 14 Mart 2012’de kabul edilerek 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olan Türkiye tarafından sözleşmeye herhangi bir çekince konulmamıştır. Sözleşmenin iç hukuk ile uyumunun sağlanması adına sözleşmedeki hükümlere uygun şekilde hazırlanan 6284 sayılı Ailenin Korunması Hakkında Kanun, 20.03.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti insan hakları çerçevesinde ele alan, bağlayıcılığı ve yaptırım gücü olan ilk sözleşme olma özelliğini taşımaktadır.


Toplumda tartışma konusu edilen sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitliğini düzenleyen 3. ve 4. maddelerine yönelik eleştiri söz konusudur. Yapılan eleştirilerde bu maddelerin eş cinsel birliktelikleri yasal teminat altına aldığı ve bu durumun toplum yapısını bozduğu dile getirilmektedir. Bir diğer itiraz ise kadının beyanı esas alınarak erkekler için verilen evden uzaklaştırma kararlarının aileleri parçaladığı iddiasıdır. Yine İstanbul Sözleşmesi’nin, taraflar arasında şiddete ilişkin arabuluculuk ve uzlaştırma süreçlerinin yasaklanmasını düzenleyen 48. maddesi de eleştirilmektedir.


Anayasa’nın 90/5 hükmü gereğince kanun hükmünde olan sözleşmeye çekince konulmamıştır. Esas itibarıyla sözleşmede çekince konulabilecek maddeler de toplumda tartışma konusu olan maddeler değildir.  Diğer taraftan sözleşme üzerindeki değişikliği Avrupa Konseyi’nin yapması mümkün olabilir. Türkiye’nin önünde ise çeşitli senaryolar bulunmaktadır. Sözleşmeden çekilme gibi siyaseten de tartışmalı yolun yanı sıra sözleşmeye ülkenin verdiği anlamı içerecek bir yorum beyanı konulması, makul bir hukuki çare olarak kabul edilebilir.