08 Temmuz 2019

Tekillik Çağı İçin Eğitim

İçinde bulunduğumuz çağın dinamikleri, gündelik hayatı oluşturan her bir parçayı derinlemesine etkilemektedir. Gündelik hayatımızda kullandığımız en küçük aygıtlardan bizi dünyaya saniyede bağlayan güçlü mekanizmalara kadar bu etkinin izini sürmek mümkündür. Öyle ki dünyada ”en ücra” diyebileceğimiz bir köşe bırakmayan bu çağ; “yakın uzaklıklar”, “sanal yakınlıklar” gibi insanın dünya ile irtibatına yeni bir form getirmiştir. Bu yeni form, her toplum çeşidinde farklı bir kabul ya da karşı koyuş ortaya çıkarmıştır. Yerel değerlerin küresel değerlerle karşı karşıya kalabildiği bu değişim dalgası, sadece toplumsal etkileşimleri değil insan-çevre ilişkisini hatta insanın hayata dair anlam arayışını da derinden etkilemiştir.


Fütürist Ray Kurzweil’in “tekillik çağı” olarak adlandırdığı bu çağ, insanın kendi varlığı başta olmak üzere şimdiye kadar yapılan tüm varlık hiyerarşisi tanımlarının, oluş anlatılarının yeniden düşünülüp tartışılmasına güçlü bir zemin oluşturacağa benziyor. Kurzweil’e göre tekillik çağı ile birlikte makine zekâsı, tümleşik insan zekâsından daha güçlü olacak, yapay zekâ bilinçli bir şekilde olaylara karşı fikir yürütecek ve istekte bulunabilecek. Yakın gelecekte bu biyolojik olmayan zekânın kendi tasarımına erişmesi ve yeniden tasarım döngüsünde kendisini geliştirmesi bekleniyor. Yapay zekâ, insan zekâsının ötesine geçerek insan doğasının ve insan üretimi olan her şeyin radikal bir dönüşüm geçireceğine dair işaretler veriyor. Bugün yapay zekânın geldiği nokta dikkate alındığında bunun çok da uzun sürmeyeceği söylenebilir.


İnsana dair şimdiye kadar yapılan tartışmalardan farklı olarak tekillik çağı, insan zekâsından ayırt edilmeyecek kadar gelişen ve insan zekâsıyla bütünleşecek olan yapay zekâ evresine erişilmesiyle yeni bir insanın ortaya çıkışından söz ediyor. Bu yeni insan, yeni bir tarzda dünyada varlık gösterecek, insanın bilmesi, öğrenmesi ve üretmesi üzerine yeni bir yaklaşım ortaya koyacaktır. Dolayısıyla insanın etkileşimde olduğu her şey gibi tarihi, insanlık tarihi kadar eski olan, yüz yıllardır çeşitli form ve uygulamalarla önemli bir birikimi barındıran eğitim sisteminin organizasyonunda rol alan kişi ve kurumların tamamının tekillik çağının gerektirdiği değişikliklerden etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır. Alışılagelen ilişki biçimleri, davranış türleri, kurumsal yapı ve alışkanlıklar, yeni insanın tasarımında farklı form ve yapılarda kendini gösterecektir. Bu senaryoya göre tüm yapı ve kurumlara yönelik yeni bir gelecek paradigması oluşturmak kaçınılmaz olacaktır.


Bu senaryoda, hem süreçleri hem de çıktıları açısından eğitim etkiye en açık alandır. Bununla birlikte eğitim, toplumun değişen dünyaya uyumunu kolaylaştırabilecek önemli bir araç olması nedeniyle de bu etkiye açıktır. Zira Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un geçtiğimiz günlerde Ortaöğretim Tasarım Programı açıklamasında; “biyolojik olanla fiziksel olanı ve dijital olanı aynı bedende bütünlemeyi hedefleyen yeni bir çağ, tekillik çağına giriyoruz” işareti bunu kanıtlar niteliktedir. Eğitimde reform çalışmaları yeni olmamakla beraber 2018’in sonlarından itibaren Milli Eğitim’de görülen değişim çabasını bu yönüyle de değerlendirmek önemlidir. Bakan Selçuk’un 2018 Ekim ayında açıkladığı 2023 vizyon raporu, değişimin niteliği ve yönüne dair bize bir fikir verirken hem mesleki ve teknik eğitim raporu hem de ortaöğretim tasarım programı, eğitimin her bir kademesi ve alanında yaşanan/yaşanacak değişimlere dair çizilen yol haritalarının izlenmesi açısından dikkate değer gelişmelerdir.


Tekillik çağı senaryosundan hareketle yeni öğrenme biçimleri üzerine ciddi kafa yormak gerekiyor. Bakan Selçuk’un “Gençlerimizi neye hazırlıyoruz?” sorusu bu anlamda önemli bir soru olsa da “nasıl hazırlıyoruz” sorusu, konuşulan bu çağ için daha anlamlı bir sorudur. Mevcut sistemde çocuklar zamanın çoğunu okullarda geçiriyor. Dört duvar arasında, bir öğretmen ve standart bir sürü eğitim örüntüsü ile oluşturulmuş klasik öğrenme ortamında “neye hazırlanılmasına” dair yürütülecek tüm fikirler, geleceğin bilinmezliği karşısında zayıf kalacaktır. Zira Bakan Selçuk’un da belirttiği gibi üretim sistemlerinin tamamen değiştiği bir çağ karşımıza geliyor. Ne yazık ki bu yeni tarz üretim sistemlerinin gerektirdiği beceri ve donanımın, mevcut eğitim anlayış ve yapılarında kazandırılacağı şüpheli gözüküyor. Otoritesini sahip olduğu bilgiden alan eğitimciler ve bu bilgiye erişim imkânı olarak var olan eğitim ortamları, tekillik çağı senaryosunda yer bulmakta sıkıntı çekeceğe benziyor. Ayrıca istenilen bilgiye erişimde saniyelerin söz konusu olduğu, bilgi üretiminin ciddi bir biçimde hızlandığı bu çağda, eğitimde kademelendirme ve süre kısıtlamalarının ne kadar anlamlı olacağını düşünmek gerekmektedir. Bilginin kullanım alanlarının sürekli değiştiği bir zamanda önceden yapılandırılmış programlarla, belli bir dönemin bilgi örüntüleri ile meslek sahibi olmuş durağan eğitimci kadrosu ve standart öğrenme ortamlarıyla insan yetiştirme anlayışının sürdürülebilirliği şüphelidir. Bu anlamda ortaöğretim tasarım programının programda esneklik arayışı, seçmeli derslerin artırılması, tasarım ve beceri atölyelerinin konuşulması anlamlı bir çabadır. Fakat bütün bunların ötesinde mevcut esneklik arayışının programla sınırlı kalması ve çocuğun kendisiyle buluşması gayesiyle oluşturulan tasarım ve beceri atölyelerinin okulla sınırlı düşünülmesi doğru değildir. Artık eğitimde mevcut bilgi anlayışına paralel olarak okulun, öğretmenin, programların, kitapların sınırlarının tartışılması beklenmektedir. Buna bağlı olarak çok uzak olmayan bir tarihte bugünkü anlamıyla örgün eğitimin, eğitim kademelerinin yapı ve işleyişlerinde önemli değişikliklere uğrayacağı öngörülmektedir. Görünen o ki uzun öğretim dönemleri dışında daha kısa süreli paket programlar, seminerler, atölyeler daha önemli olacaktır. Öğrenme çağı, zamanı ve süreci gibi kavramlar yürürlükten kalkacak ve hayat boyu öğrenme daha önem kazanacaktır. Türkiye gibi eğitim sistemini istihdam beklentisi üzerine kurmuş ülkeler için neredeyse gelmiş olan gelecek çok acımasız olacaktır. Hâlihazırda çocuğun başarısında ailenin sosyoekonomik düzeyinin önemli bir belirleyici olması, bu muhtemel senaryoda toplumdaki eşitsizliğin daha da büyüyeceğine işaret etmektedir. Millî eğitimimizin iş dünyası, sivil toplum ve diğer kamu kurumlarıyla birlikte bu muhtemel senaryo için daha cesur sorular sorup güçlü adımlar atması, değişimin süreç ve sonuçlarını da yönetilebilmesi açısından kritiktir. Millî eğitimin kendi sınırlarını aşarak, zaman ve mekân bütünlüğü gözeterek yapacağı çalışmalar, yeni bilme biçimleri ve üretim sistemlerini merkeze almalıdır. Tayin edilmiş bir zaman ve sürede, yapılandırılmış bir programla, öğretme ve öğrenme süreçleri üzerine işleyen mevcut eğitim paradigmasının işlevselliğinin sorgulanması, bu anlamda önemli bir başlangıç noktası olacaktır.

ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ