SONUÇ
2020 yılı maalesef insan sağlığı açısından istenmeyen bir şekilde geçti. Milyonlarca insanın COVID-19 salgını nedeniyle hastalanması ve şimdiye kadar 3.25 milyon insanın hayatını kaybetmesi tüm ülkeleri derinden sarstı. Türkiye’de bu krizden kendi payına düşeni aldı. Mayıs 2021 itibariyle 5 milyon vakanın görüldüğü, 43 bin kişinin de vefat ettiği ülkemizde salgınla mücadele devam etmektedir. Tüm bu sağlık savaşı içerisinde sosyal ve ekonomik hayat da sekteye uğradı. Kısıtlamalar ve üretim ağlarındaki aksaklıklar eşi görülmemiş bir iktisadi krizin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Türkiye ekonomisi de 2019 yılında yaşadığı durgunluk sonrası 2020 yılına olumlu beklentilerle girmesine rağmen salgının neden olduğu iktisadi şoklar işlerin gidişatını değiştirmiş oldu. Salgın döneminde, Türkiye’nin bir takım iç dinamiklerinden kaynaklanan ciddi riskleri de birleşince mikro ve makro göstergelerde dalgalanmalar yaşandı. İlk olarak büyüme rakamlarında yaşanan dikey düşüş alınan önlemlerle dikey bir çıkışa çevrildi ve 2020 yılı pozitif büyümeyle tamamlandı. Ancak diğer taraftan kur riski, yüksek enflasyon riski, ekonomi yönetimindeki istikrarsızlıklar, küresel piyasalarda oluşan olumsuz Türkiye algısı ve piyasalara olan güvenin azalması 2020 yılında öne çıkan sorunlardandı. Bu sebeple ekonomi yönetiminin dışsal ve geçici olan unsurlardan çok iç dinamiklerinden kaynaklanan olumsuzlukları öncelemesi ekonominin istikrarı için oldukça önemli ve gerekli bir politika tercihi olacaktır.
Salgının yarattığı etkinin bertaraf edilmesi için alınan genişletici maliye ve para politikası önlemleri yukarıda bahsedilen risk ve problemlerin bir kısmının etkilerini azaltırken diğerlerinin daha da büyümesine sebep oldu. Hükûmetler tarafından çeşitli büyüklüklerde açıklanan mali yardımlar, kurtarma paketleri gibi olağanüstü politikalar hazine üzerinde büyük bir yük oluşturdu. Bütçe açıkları göz önünde bulundurulduğunda diğer ülkelere göre hareket alanı geniş olsa da artan borçlanma oranları risk oluşturmaya başladı. Ayrıca Türkiye ve benzeri cari açık problemine sahip gelişmekte olan ülkelerde bu duruma, salgın sebebiyle azalan döviz akışları nedeniyle kur riskleri de eklendiği için iç piyasalarda krizlerin boyutları arttı.
Sektörel düzeyde turizm en büyük darbeyi olan sektör olmuştur. İnsan mobilitesinin azalması restoran ve kafelerden büyük konaklama tesislerine kadar sektörü büyük bir durgulunluğa sürükledi. Döviz girişi açısından kritik bir sektör olan turizm sektöründeki bu daralma diğer alanlarda da türkiye ekonomisini sarstı. 2020 yılı ekonomik sorunları bu bağlamda bir döviz krizine dönüşmüş oldu.
Makro düzeyde yaşanan bu problemlere mikro düzeyde de çeşitli sorunlar eklenmesi iktisadi sorunlara tüm toplumda ilginin arttığını söylemek mümkündür. Çalışma hayatındaki yapısal dönüşümlerle karşın istihdamın bu dönüşümleri karşılamaması bireysel gelir düzeyinde ve gelir dağılımında sorunlara neden oldu. Üretim sektöründe beklenilen teknolojik ve katma değeri yüksek imalatın artmaması yüksek gelirli nitelikli işler yerine, düşük gelire sahip daha az nitelikli işlerin yaygınlaşmasına sebep oldu. Bu durum, özellikle ücretli çalışan kesiminin toplam istihdam içerisindeki payını artırdı. Sonuçta, ücret payındaki düşüş trendi ve yüksek derecede seyreden gelir uçurumu dikkate alındığında, iktisadi eşitsizliklerin yakın gelecekte devam edeceği söylenebilir.
2020 yılında gerçekleşen COVID-19 salgının gelir dağılımı üzerinde yol açtığı etkiler sahadan verilerin bir yıl gecikmeli olarak toplanması dolayısıyla 2021 sonunda görülecektir. Ancak, geçmiş krizlerde olduğu gibi bu krizde de toplumun en yoksul %50 gelir grubunun etkileneceği öngörülebilir. Alınan önlemlerin bireysel gelir transferi yerine kurumsal destekler şeklinde olması yakın dönemde gelir dağılımı eşitsizliği ve yoksulluğun 2020 yılı için artacağı tahmin edilmektedir.
Bu durumdan en çok etkilenen kesimin KOBİ’ler ile perakende, konaklama ve gıda, ulaştırma ve inşaat gibi sektörlerde çalışan düşük gelirli hanehalklarının olacağı söylenebilir. Aile, çalışma ve sosyal hizmetler Bakanlığı tarafından sağlanan sosyal ve ekonomik destek ve sosyal yardım hizmeti ile ücret desteği resmî çalışanları hedeflerken sosyal güvenlik sisteminden faydalanmayan ve kayıt dışı çalışanların bu yardımlardan muaf olması, 2020 yılında yoksulluğun büyük oranda artış göstereceği beklentisini yaratmaktadır.
Raporda ele alınan konu başlıkları ışığında 2020 yılına genel olarak baktığımızda aşağıdaki unsurlar öne çıkmaktadır.
- Türkiye ekonomisi 2020 yılının ikinci çeyreğinde salgının etkisiyle %10 gibi yüksek bir oranda daralma gösterirken, üçüncü ve dördüncü çeyrekte alınan önlemlerle çıkış kaydetmiş ve yıllık %1,8 oranında büyümeyle tamamlamıştır. Alt gruplara bakıldığında %21,4 ile finans sektörü en çok büyüyen sektör olmuştur. Dönem içerisinde inşaat, hizmetler ve idari ve destek hizmetleri sektörleri küçülürken diğer tüm sektörlerde farklı oranlarda büyüme gerçekleşmiştir. Buna göre tarım %4,8, sanayi %2, bilgi-iletişim %13,7 gayrimenkul %2,6, kamu-eğitim-sağlık %2,8 oranında büyümüştür.
- TL bazında büyüme kaydedilse de kurda yaşanan hızlı artış nedeniyle dolar bazında kişi başına düşen gelirde düşüş trendi devam etmiş ve 8.599 dolar olarak gerçekleşmiştir. 2013 yılında 12.582 dolarla en yüksek değerine ulaşan kişi başına gelir erimeye devam etmektedir.
- Alınan önlemlerle birlikte büyüme alanında olumlu gelişmeler yaşansa da enflasyon rakamlarında yükseliş devam etmektedir.
- Salgının makro düzeyde etkisinin hissedildiği bir alanda dış ticaret olmuştur. 2020 yılı ihracat azalırken, ithalat artmış ve dış ticaret açığı 2019 yılında 29.5 milyar dolar iken 2020 yılında 49.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Buna paralel olarak cari işlemler dengesi de millî gelire oranla %5.1 oranında açık vermiştir.
- Turizm gelirleri başta olmak üzere düşen döviz girdileri kur üzerinde baskı oluşturmuştur. Bununla birlikte, salgınla mücadele kapsamında kredilerdeki genişleme ve faiz indirimleriyle birlikte TL’nin değeri daha da düşmüş ve döviz kurları artışmıştır.
- Bölgesel krizlerin de salgın kadar Türkiye ekonomisi üzerinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. 2020 yılında daha fazla öne çıkan Doğu Akdeniz konusu, Libya, Suriye ve Karabağ olayları ülke riskini artırmıştır. Ekonomi yönetiminde yaşanan değişimler de eklenince Türkiye’ye yönelik dış güven azalmıştır. Risk pirimi göstergesi olan CDS değeri Nisan 2020 tarihinde 666 puana kadar çıkmış, 1 Ocak 2021 itibariyle 304 puana düşmüştür. Salgın, risk algısını yükseltmiş ve Türkiye’nin döviz cinsinden kaynak kullanımını zorlaştırmıştır.
- Salgının ortaya çıkardığı bireysel gelir kayıpları düşük faizli kredi kampanyalarıyla birleşerek, tüketici kredilerinde ciddi bir artışa yol açmıştır. İlk defa ihtiyaç kredisi kullanan kişi sayısı Nisan-Temmuz arasında genel trendden ciddi bir kırılma göstermiştir. Mart ayında 115 bin kişi olan rakam Nisan ayında 920 bin olarak gerçekleşmiştir.
- COVID-19 salgınının iş gücü ve istihdam üzerindeki olumsuz etkisi henüz tam anlamıyla görülememiştir. Bunda alınan yaygın kamusal tedbirler ve verilen desteklerin de etkisi bulunmaktadır. Özellikle yıl boyunca işten çıkarma yasağı 2020’deki istihdam ve işsizlik verilerini anlaşılması ve yorumlanması güç bir hâle getirmiştir.
- 2020 yılında işsizlik çok az da olsa düşüş göstermiştir. Ancak bu sayı yanıltıcıdır. Zira istihdama katılım da yaklaşık 2 milyon 786 bin kişilik bir artış göstermiştir. Uzun bir zaman sonra 2020’de ilk defa istihdama dâhil olan çalışma çağındaki nüfusun oranı dâhil olmayan nüfustan daha az olmuştur.
- Ülkemizde nüfus artışı ve eğitimin genişlemesine paralel yeterli düzeyde bir istihdam oluşumu söz konusu değildir. Ekonominin yeni iş üretme kapasitesinde sorunlar devam etmektedir.
- Bununla birlikte ülkemizdeki yeni işler ileri bir ekonomiyi destekleyecek şekilde nitelikli emeği gerektirecek türden bir genişleme göstermemektedir. Aksine gittikçe orta düzey veya düşük düzeyli nitelik gerektiren işlerin sayısı daha fazla artmaktadır. Bunda ekonominin teknolojik düzeyi ve katma değer üretimi de etkilidir.
- COVID-19 salgını kapsamında hükûmet tarafından alınan tedbirler işverene ve işçilere yönelik verdiği destekler sürecin istihdamın üzerindeki kısa vadeli etkilerini kısmen azaltmıştır. Ancak muhtemelen 2021 yılında salgının istihdam üzerindeki kalıcı ve uzun vadeli etkileri belirginleşmeye başlayacaktır.
- Çalışma hayatında dijitalleşme ile birlikte gündeme gelen ve gittikçe artan uzaktan çalışma COVID-19 salgını ile birlikte çok önemli bir alternatif olmaya başlamıştır. Gelişmiş ekonomilerde işlerin yarıya yakını uzaktan çalışmaya uygunken Türkiye’de işlerin yalnızca beşte biri uzaktan çalışmaya uygundur. Ayrıca işlerin ve işletmelerin dijital altyapısı da henüz bu husustaki talepleri karşılayabilecek ölçüde gelişmemiştir. Eğitimden finansa, büro işlerinden resmî işlemlere kadar fiilî bir durum olarak uzaktan çalışma durumu ortaya çıksa da işlerin akışı ve verimlilik açısından istenilen neticeler elde edilebilmiş değildir. 2020 yılı aynı zamanda uzaktan çalışmaya hazırlıksız yakalanılan bir yıl olarak kayda geçmiştir.
- Eşitsizlikler ve sosyal adalet alanında son 20 yılda Türkiye’de yaşanan gelişmeler açısından bakıldığında; Türkiye’de gelir dağılımı adaleti ve yoksulluk oranında 2000’li yıllardan bu yana bir miktar iyileşmenin olduğu, ücretin toplam gelirden aldığı payın sürekli olarak azaldığı ve servet bölüşümünde kutuplaşmanın 2019 yılına kadar giderek arttığı, gelirin emek piyasası politikaları, vergi ve transferler yoluyla yeniden bölüşümünün eşitsizlik ve yoksulluğun toplumda yarattığı gerilimi azaltmakta yetersiz kaldığı görülmektedir.
- Uluslararası düzeyde önemli bir gelir dağılımı açıklayıcısı olan Gini katsayısının değeri 2002 yılında 0,44 iken yıllar içerisinde düşüş eğilimi göstererek 2019 yılında 0,368 düzeyinde gerçekleşmiş, %5’lik, 10’luk ve 20’lik gelir gruplarına göre hanehalkı toplam gelirinin dağılımı olumlu yönde ancak sınırlı düzeyde gelişim göstermiştir.
- Reel ücretlerdeki düşüşle birlikte gerçekleşen ücret payındaki azalış ve dolayısıyla kâr payındaki artış trendi 2020 yılında da devam etmiş, kendi hesabına çalışanlara göre düzeltilmiş ücret payı bir önceki yıla göre %2,9 azalarak %54,5’ten %51,6’ya düşmüştür.
- Salgının ve sebep olduğu krizin gelir dağılımı üzerindeki etkisi gecikmeli olarak ortaya çıkacaktır. Geçmiş tecrübelerin gösterdiği üzere krizlerden en çok orta ve düşük gelir grubu etkilenmektedir. Bu sebeple gelire göre sınıflandırıldığında nüfusun en düşük gelir alan %50’lik kesimine yönelik sosyal politikaların daha fazla geliştirilmesi gerekmektedir. Özellikle kayıt dışı çalışan kesim salgın dolayısıyla daha fazla darbe görmüş ve desteklerden faydalanamamıştır.
- Salgın dolayısıyla hükûmet tarafından çeşitli destek ve koruma programları ilan edilmiştir. Eski adıyla Aile ve Çalışma Bakanlığı tarafından “Sosyal Koruma Kalkanı” isimli programla Mayıs 2021 tarihine kadar 60 milyar TL destek sağlanmıştır. Bunun yanında Mart 2020 tarihinde ilk vaka sonrası “Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi” adıyla Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan paket ile toplam 100 milyar TL tutarında destek verileceği ilan edilmiştir.
- Salgın döneminde verilen desteklerin farklı bakanlık ve kurumlar tarafından organize edilmesi takip edilebilirliğini zorlaştırmaktadır. Çeşitli başlıklar altında toplanan bu mali ve diğer desteklerin miktarıyla ekonomi üzerindeki etkileri net olarak takip edilememektedir.
- Salgınla mücadele bağlamında Koronavirüs Bilim Kurulu ve Toplum Bilimleri Kurulu faaliyete geçirilmiş ancak ekonomik krizle mücadele bağlamında bir üst kurul oluşturulmamıştır.
- Salgınla mücadele bağlamında millî gelire oranla %1,88 düzeyinde doğrudan gelir transferi sağlarken, vergi indirimleri, kredi destekleri, kısa çalışma ödeneği gibi kurumsal destekler toplamında ise %9,37 oranında bir harcama gerçekleştirmiştir. OECD ülkeleri içesinde gelir destekleri açısından alt sıralarda iken kurumsal destekler açısından üst sıralarda yer almıştır.
- Durgunluğa giren ekonomilerin kurtarılması için hayata geçirilen genişletici politikaların Türkiye ve diğer ülkeler için orta ve uzun vadede yeni krizlere sebep olma potansiyeli yüksektir.