BİR BAKIŞTA TÜRKİYE TOPLUMU

Refah ve Eşitsizlik

Sosyal ve ekonomik refahın toplumun farklı katmanlarına nasıl dağıldığı hayati önemde bir konu. Refahın dağılımında eşitsizliklerin artması toplumsal düzenin adil ve hakkaniyetli olduğu inancını aşındırırken yaşam memnuniyeti ve geleceğe dair umut düzeyini de belirliyor. Eşitsizlik ne kadar artarsa toplumsal uyum ve canlılık da o kadar zayıflıyor; ortak norm ve kolektif değerler toplumsal hayatı bütünleştirme gücünü kaybediyor. Örneğin enflasyon nedeniyle şahsi tasarrufların erimesi, yüksek gelir grubundakiler için sadece ekonomik ve dolayısıyla telafi edilebilir sonuçlar doğururken, alt gelir grubundaki geniş halk kesimleri için ekonomik olmaktan öte temel sosyal haklarda; eğitim, sağlık ve barınma gibi yaşam fırsatlarında ciddi kayıplara yol açabiliyor.


Literatürde gelir eşitsizliğini ölçmek için sık kullanılan Gini katsayısının Türkiye’de benzer ülkelere kıyasla yüksek seviyede seyrettiğini görüyoruz. Bilhassa vergi öncesi bu katsayı 2013’ten bu yana artış halinde; ancak vergilerle birlikte 2021 itibariyle 0,4’ün altına düşmüş görünüyor. Bir diğer ifadeyle Türkiye’de vergi politikası ilk bakışta gelir eşitsizliğini azaltma yönünde bir etki yapsa da toplanan verginin %65’inin dolaylı vergi olması, gelirin yanı sıra tüketim eşitsizliğine bakmak gerektiğine işaret ediyor. Tüketim temelli eşitsizliklere dair hazır bir hesaplamanın resmi istatistiklerde yer almaması ise bu noktada ileri araştırmaları gerektiriyor.


Credit Suisse’in Küresel Refah Raporu servet ve gelir dağılımına dair manidar göstergeler sunuyor. 2020’den 2021’e geçişte Türkiye’de hanehalkı servetinin %24,3 oranında azalması söz konusu ve Türkiye, hanehalkı servetinin azalma hızı bakımından dünyada birinci sırada. Şahsi malvarlığı 10 bin doların altında olan yetişkin kişi oranı %68,4 ile bu oranda en yüksek ülkeler arasında yer alıyor. Avrupa ülkelerinin ortalamasında ise şahsi servetin 10 bin dolar altı, 10 bin dolar ila 100 bin arası ve 100 bin dolar üstü şeklindeki üç grupta %30’lar şeklinde görece dengeli dağıldığını görüyoruz. Bir diğer ifadeyle Türkiye’de şahsi servet bakımından alt gruplarda ciddi bir yığılma söz konusu. Aynı rapora göre Türkiye’de en zengin %10, milli servetin %70,8’ine sahip.


Bunda elbette istihdama katılanların artık %70’i aşkın oranda ücretli emek sahipleri olmasının payı var. Nitekim GSYH içinde emeğin ve sermayenin payı giderek emek aleyhine gelişiyor. İşgücüne yapılan ödemelerin payı 2020’de %29’a, 2021’de %27’ye indi. 2022’nin ilk iki çeyreğinde ise %23’e kadar düştü. Bu 2010’daki seviyenin de altına düşmesi demek. 2000’ler boyunca işgücünün payı giderek artmışken salgın ve mevcut enflasyonist ortamda emeğin payı azalırken sermayenin payı artıyor. Nitekim ücretlilerin esas iş geliri, bütün istihdamın ortalamasına oranlandığında sürekli düşme eğiliminde. Bir diğer ifadeyle esas iş geliri bakımından ücretlilerin kazancı 2010’dan bu yana tedricen genel ortalamanın altına iniyor. Diğer yandan işverenlerin esas iş geliri ise artıyor. 2010’da işverenlerin ortalamaya oranı 2,11 iken yıllar içinde sürekli artarak 2020’de 2,92’yi gördü.


Dolayısıyla emek rejiminde ücretlileşmenin, milli gelirden giderek daha düşük bir pay alan geniş kesimleri işaret ettiğini söylemek mümkün. Nitekim yoksul nüfus sayıca artıyor ve son üç senedir 17 milyonun üstünde seyrediyor. Hesaplamalara göre Ekim 2022’de açlık sınırı 7.425 TL ile asgarin ücretin yaklaşık 2 bin TL üstünde. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ise 24.185 TL. Bu sınır ortalama bir profesör maaşının da üstünde. Meselenin bir boyutu ise sürekli yoksulluk; yani son üç senenin en az ikisinde yoksulluk sınırı altında kalan nüfusun oranı. Bu oran 2018-19’da düşük seviyedeyken son iki senede tekrar artışa geçti. Dolayısıyla güncel vaziyette yoksulluğun hem dar gelir grupları için kronikleştiğini hem de ücretli emeğin üst katmanlarını da kapsayarak genişlediğini kabul etmek gerekiyor. Sosyal koruma harcamaları son on yılda ciddi oranlarda seyretse de hem sigorta sisteminin hem bu tür harcamaların giderek yaşlanan bir demografi için ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışma konusu.


Son yıllarda eşitsizliğe dair olumsuz göstergelerin bir sonucunu yaşam memnuniyetine dair verilerde görüyoruz. Mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı 2017’den bu yana azalarak ilk defa %50’nin altına düştü. Buna karşı mutsuz olduğunu ifade edenlerin oranı yine 2017’den itibaren artıyor ve 2021’de en yüksek seviyeye varmış görünüyor. 18-24 yaş arası gençlerde ise mutsuzluk, diğer yaş gruplarına göre en yüksek seviyede. 2020’ye kadar %10’u aşmayan genç mutsuz oranı, son iki senede çok hızlı artışa geçmiş durumda. Dolayısıyla yeni kuşakların toplumsal refah ve hakkaniyete inançlarının tazelenmesi önemli bir mesele olarak beliriyor.



Kaynaklar: TÜİK Yoksulluk İstatistikleri, Sosyal Koruma İstatistikleri, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, Credit Suisse Global Wealth Report, World Inequality Database


Çalışma Biçimine Göre Yıllık Ortalama Esas İş Gelirleri (TL, 2010-2021)

Kaynak: TÜİK, İşgücü istatistikleri


Nüfusun Mutluluk Düzeyi (%, 2010-2021)
Kaynak: TÜİK, Yaşam Memnuniyeti Araştırması