Kovid-19 Salgını Anlam Yıkımına mı Yoksa Yeni Bir Anlamlandırmaya mı Yol Açacak?
Kriz dönemlerinde kimlik ve anlam dünyamız da sınavdan geçiyor. Bu süreçten anlam yıkımı değil, kendimiz ve insanlık için daha iyi sonuçlar doğuracak yeni anlam çerçeveleri oluşturarak çıkmak önemli.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını kişisel, toplumsal, ulusal ve küresel düzeyde tüm anlamlandırma mekanizmalarımızı sarsan, hatta yıkıma uğratan bir olgu olarak hızla gelip hayatımızın tam merkezine yerleşti. İlk zamanlarda vakayı önceki virüs olayları üzerinden anlamaya çalıştık ve ona göre harekete geçtik. Böyle yaklaştığımız için de olayın gerçek mahiyetini tam kavrayamadık. Daha fazla bilgiye ulaştıkça konunun büyüklüğü, etkisi ve neler olabileceğini daha net görmeye başladık. Sağlık başta olmak üzere ekonomik ve sosyal bakımdan ilk etkilerini görmeye başladığımız, sonraki günlere yönelik sonuçlarını kestirmekte ise oldukça zorlandığımız bir durumla karşı karşıya kaldık. Şu an öncelikle sağlık kuralları ve sosyal mesafeye dikkat ederek hem kendimizi korumak hem de diğer insanların sağlığını tehlikeye atmayacak davranışlar sergilemeye odaklandık.
Kriz dönemlerinde kimlik ve anlam dünyamız da sınavdan geçiyor. Bu süreçten anlam yıkımı değil, kendimiz ve insanlık için daha iyi sonuçlar doğuracak yeni anlam çerçeveleri oluşturarak çıkmak önemli.
Yaşanan gelişmeleri, uzay çağı, genetik çalışmalar, bilgi ekonomisi, dijital dünya, yapay zekâ, büyük veri benzeri bir dizi bugünü ve geleceği etkileyecek ve bundan sonra nasıl olacağını anlamaya çalıştığımız gelişmelerin gündemde olduğu bir zamanda, gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüsün tüm dünyayı çaresiz bırakması şeklinde okumalar oldu. Bu küçük virüsün, belli coğrafyalarda insanların açlıktan öldüğü, savaşların gölgesinde yaşamaya çalıştığı, gelir dağılımının bu kadar bozulduğu, insanların ne olduğunu anlamadan koşturmaktan yorulduğu, çevre felaketlerinin arttığı bir dönemde “yorgun dünyanın” biraz dinlenmesine ve bir süreliğine herkesi eşit hale getirerek biraz kendimizi ve yaptıklarımızı sorgulama imkanına vesile olduğu şeklinde okumalar da gördük. İnanç, değer, düşüncelerimiz ve sahip olduğumuz bilgilere göre olanlara anlam vermeye çalıştık, anlamlandırmaya çalışıyoruz.
İzole olmayı" kenara çekilmek yerine bu sürecin doğru bir resmini çekmek ve çözüme katkı sağlamak adına bir şeyler yapmak için bir imkân olarak okumak, bunu temel bir sorumluluk olarak görmek gerekiyor.
Sağlık kuralları ve sosyal mesafe kuralına uymak başta olmak üzere bugün için çok önemli konularda hassasiyet devam ederken bir yandan da kafamızda cevap bekleyen bir dizi soru var. Temel soru ise şu: Bu iş nereye doğru gidecek ve etkileri neler olacak?
Karşı karşıya kaldığımız geçmiştekinden farklı bu durumu ve belirsizliği nasıl anlamalı ve anlamlandırmalıyız? Bu vaka bir anlam yıkımı/çözülmesi doğurur mu? Bu durum bir anlam yıkımı oluşturursa hayata nasıl tutunacağız? Bu belirsizlik ortamında hayatı yeniden anlamlandırmak ya da hayatın gerçek anlamını yeniden kavramak ve yapılandırmak için ne yapılabilir? Olan biteni birbiriyle ilişkili ve bütüncül okuyabilecek bir büyük resim nasıl oluşturulabilir?
Bu belirsizlik ortamında hayatımızı ve hayata bakışımızı yeniden anlamlandırmak ve yapılandırmak için bireysel ve aile içi çabalara ihtiyaç var. Bu dönemde geliştirilen ve çok anlamlı olan “Hayat eve sığar” sloganını ev içinde uygulamaya yönelik çabalar gerekli.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını kişisel, toplumsal, ulusal ve küresel düzeyde tüm anlamlandırma mekanizmalarımızı sarsan, hatta yıkıma uğratan bir olgu olarak hızla gelip hayatımızın tam merkezine yerleşti. İlk zamanlarda vakayı önceki virüs olayları üzerinden anlamaya çalıştık ve ona göre harekete geçtik. Böyle yaklaştığımız için de olayın gerçek mahiyetini tam kavrayamadık. Daha fazla bilgiye ulaştıkça konunun büyüklüğü, etkisi ve neler olabileceğini daha net görmeye başladık. Sağlık başta olmak üzere ekonomik ve sosyal bakımdan ilk etkilerini görmeye başladığımız, sonraki günlere yönelik sonuçlarını kestirmekte ise oldukça zorlandığımız bir durumla karşı karşıya kaldık. Şu an öncelikle sağlık kuralları ve sosyal mesafeye dikkat ederek hem kendimizi korumak hem de diğer insanların sağlığını tehlikeye atmayacak davranışlar sergilemeye odaklandık.
Kriz dönemlerinde kimlik ve anlam dünyamız da sınavdan geçiyor. Bu süreçten anlam yıkımı değil, kendimiz ve insanlık için daha iyi sonuçlar doğuracak yeni anlam çerçeveleri oluşturarak çıkmak önemli.
Yaşanan gelişmeleri, uzay çağı, genetik çalışmalar, bilgi ekonomisi, dijital dünya, yapay zekâ, büyük veri benzeri bir dizi bugünü ve geleceği etkileyecek ve bundan sonra nasıl olacağını anlamaya çalıştığımız gelişmelerin gündemde olduğu bir zamanda, gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüsün tüm dünyayı çaresiz bırakması şeklinde okumalar oldu. Bu küçük virüsün, belli coğrafyalarda insanların açlıktan öldüğü, savaşların gölgesinde yaşamaya çalıştığı, gelir dağılımının bu kadar bozulduğu, insanların ne olduğunu anlamadan koşturmaktan yorulduğu, çevre felaketlerinin arttığı bir dönemde “yorgun dünyanın” biraz dinlenmesine ve bir süreliğine herkesi eşit hale getirerek biraz kendimizi ve yaptıklarımızı sorgulama imkanına vesile olduğu şeklinde okumalar da gördük. İnanç, değer, düşüncelerimiz ve sahip olduğumuz bilgilere göre olanlara anlam vermeye çalıştık, anlamlandırmaya çalışıyoruz.
İzole olmayı" kenara çekilmek yerine bu sürecin doğru bir resmini çekmek ve çözüme katkı sağlamak adına bir şeyler yapmak için bir imkân olarak okumak, bunu temel bir sorumluluk olarak görmek gerekiyor.
Sağlık kuralları ve sosyal mesafe kuralına uymak başta olmak üzere bugün için çok önemli konularda hassasiyet devam ederken bir yandan da kafamızda cevap bekleyen bir dizi soru var. Temel soru ise şu: Bu iş nereye doğru gidecek ve etkileri neler olacak?
Karşı karşıya kaldığımız geçmiştekinden farklı bu durumu ve belirsizliği nasıl anlamalı ve anlamlandırmalıyız? Bu vaka bir anlam yıkımı/çözülmesi doğurur mu? Bu durum bir anlam yıkımı oluşturursa hayata nasıl tutunacağız? Bu belirsizlik ortamında hayatı yeniden anlamlandırmak ya da hayatın gerçek anlamını yeniden kavramak ve yapılandırmak için ne yapılabilir? Olan biteni birbiriyle ilişkili ve bütüncül okuyabilecek bir büyük resim nasıl oluşturulabilir?
Bu belirsizlik ortamında hayatımızı ve hayata bakışımızı yeniden anlamlandırmak ve yapılandırmak için bireysel ve aile içi çabalara ihtiyaç var. Bu dönemde geliştirilen ve çok anlamlı olan “Hayat eve sığar” sloganını ev içinde uygulamaya yönelik çabalar gerekli.
Bugüne nasıl geldik?
Çok değil, bundan üç-dört ay önce hem kişiler hem de kurumlar olarak 2020 ve sonrası için planlarımızı yapmıştık. Bu planları yaparken her şey olağan görünüyordu. Fakat 2019 yılının son günlerinde Çin’de "bizden uzakta" başlayan yeni Kovid-19 salgını önce Avrupa’da sonra dünyanın pek çok coğrafyasında hızla yayıldı; Mart ayı başında da Türkiye’nin gündemine girdi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 10 Mart’ta Türkiye'deki ilk vakanın tespit edildiğini duyurdu. 12 Mart’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında bakanların ve ilgili bürokratların katılımıyla bir toplantı yapıldı. Toplantının ardından okulların tatil edilmesi başta olmak üzere bir dizi tedbir açıklandı. Bu süreçte temizlik ve hijyene dikkat edilmesi yanında en çok vurgulanan husus mecbur kalınmadıkça sokağa çıkılmaması ve sosyal mesafeye dikkat edilmesi oldu. Evde kalarak uzaktan eğitim ve mümkün olan işlerde uzaktan çalışma yapılmaya başlandı. 12 Mart’ta yapılan toplantı ve açıklanan tedbirler bizim için işin ciddiyetini gösteren önemli bir aşama ve ipucu oldu. Kovid-19 artık “uzakta” değil, aramızdaydı.
Yeni tip koronavirüs vakalarıyla ilgili haberler artmaya başlayınca hızla daha önce yaşanmış SARS ve MERS gibi koronavirüs salgınları ve mevcut salgını karşılaştırdık. 2002 yılında Hong Kong’da başlayan SARS-CoV virüsü salgınının dünya genelinde yaklaşık 30 ülkeye yayıldığını, bu salgında 8 bin 96 vaka olduğunu ve çoğunluğu Çin’de olmak üzere 774 kişinin hayatını kaybettiğini öğrendik. 2012 yılında Suudi Arabistan'da başlayan MERS-CoV virüsü salgınına yakalanan 2 bin 494 kişiden 858'inin hayatını kaybettiği bilgisine ulaştık. Dünya genelinde vaka sayısı ve ölümlerin hızla artmasıyla birlikte bu yeni tip koronavirüs salgınının öncekilerden çok farklı olduğunu gördük. Daha sonraki günlerde Kovid-19’un başta sağlık olmak üzere, küresel düzeyde ekonomik ve sosyal etkileri olan bir durum olduğunu kavramaya başladık. Son üç haftadır evde kalarak vaka sayıları ve alınması gereken tedbirler üzerine yoğunlaşan bir gündemi takip etmeye çalışıyoruz.
İlk günler evde kalmak belli bir rahatlık sağlamışken, evde kalma süresi uzadıkça bu yeni duruma alışkın ve hazırlıklı olmadığımızı fark etmeye başladık. Hayatımızda tokalaşmak, sarılmak, arkadaşlarla birlikte olmak gibi normal zamanlarda basit ve sıradan görüp ihmal ettiğimiz şeyler aslında ne kadar kıymetliymiş oysa. Bu durum ne kadar devam edecek, nereye gidiyoruz, sosyal ve ekonomik hayatta ne tür etkileri olacak bunları şimdiden tam kestiremiyoruz.
Çok değil, bundan üç-dört ay önce hem kişiler hem de kurumlar olarak 2020 ve sonrası için planlarımızı yapmıştık. Bu planları yaparken her şey olağan görünüyordu. Fakat 2019 yılının son günlerinde Çin’de "bizden uzakta" başlayan yeni Kovid-19 salgını önce Avrupa’da sonra dünyanın pek çok coğrafyasında hızla yayıldı; Mart ayı başında da Türkiye’nin gündemine girdi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 10 Mart’ta Türkiye'deki ilk vakanın tespit edildiğini duyurdu. 12 Mart’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında bakanların ve ilgili bürokratların katılımıyla bir toplantı yapıldı. Toplantının ardından okulların tatil edilmesi başta olmak üzere bir dizi tedbir açıklandı. Bu süreçte temizlik ve hijyene dikkat edilmesi yanında en çok vurgulanan husus mecbur kalınmadıkça sokağa çıkılmaması ve sosyal mesafeye dikkat edilmesi oldu. Evde kalarak uzaktan eğitim ve mümkün olan işlerde uzaktan çalışma yapılmaya başlandı. 12 Mart’ta yapılan toplantı ve açıklanan tedbirler bizim için işin ciddiyetini gösteren önemli bir aşama ve ipucu oldu. Kovid-19 artık “uzakta” değil, aramızdaydı.
Yeni tip koronavirüs vakalarıyla ilgili haberler artmaya başlayınca hızla daha önce yaşanmış SARS ve MERS gibi koronavirüs salgınları ve mevcut salgını karşılaştırdık. 2002 yılında Hong Kong’da başlayan SARS-CoV virüsü salgınının dünya genelinde yaklaşık 30 ülkeye yayıldığını, bu salgında 8 bin 96 vaka olduğunu ve çoğunluğu Çin’de olmak üzere 774 kişinin hayatını kaybettiğini öğrendik. 2012 yılında Suudi Arabistan'da başlayan MERS-CoV virüsü salgınına yakalanan 2 bin 494 kişiden 858'inin hayatını kaybettiği bilgisine ulaştık. Dünya genelinde vaka sayısı ve ölümlerin hızla artmasıyla birlikte bu yeni tip koronavirüs salgınının öncekilerden çok farklı olduğunu gördük. Daha sonraki günlerde Kovid-19’un başta sağlık olmak üzere, küresel düzeyde ekonomik ve sosyal etkileri olan bir durum olduğunu kavramaya başladık. Son üç haftadır evde kalarak vaka sayıları ve alınması gereken tedbirler üzerine yoğunlaşan bir gündemi takip etmeye çalışıyoruz.
İlk günler evde kalmak belli bir rahatlık sağlamışken, evde kalma süresi uzadıkça bu yeni duruma alışkın ve hazırlıklı olmadığımızı fark etmeye başladık. Hayatımızda tokalaşmak, sarılmak, arkadaşlarla birlikte olmak gibi normal zamanlarda basit ve sıradan görüp ihmal ettiğimiz şeyler aslında ne kadar kıymetliymiş oysa. Bu durum ne kadar devam edecek, nereye gidiyoruz, sosyal ve ekonomik hayatta ne tür etkileri olacak bunları şimdiden tam kestiremiyoruz.
Anlamlandırma nasıl olur?
Anlamlandırma -çok kısaca- bilinmeyenin yapılandırılması, bir büyük resim çizmektir. Anlamlandırma insanlar, olaylar ve olgular arasındaki bağlantıları anlayarak bu bağlantıların gidişatını önceden sezmek ve eylemde bulunmaya yönelik süreklilik gösteren bir çabadır. Anlamlandırma insanların şaşırtıcı, karmaşık veya kendileri için kafa karıştırıcı olay ve meseleleri yorumladığı bir inşa sürecidir. Anlamlandırma veri toplama, yorumlama ve öğrenmedir.
ABD’li teorisyen Karl E. Weick, anlamlandırmanın yedi temel özelliğinden bahseder. Anlamlandırma öncelikle kimlik inşasına dayanır ve hayata bakışımızı ve durduğumuz yeri gösterir. Anlamlandırma, anlamlandıran kişiyle başladığı için kişinin kim olduğuna bağlı olarak, “olayın” tanımı da değişir. Kişi kendini tanımladığında “olay”ı da tanımlar, olayı tanımlamak aynı zamanda kişinin kendini de tanımlamasıdır.
Anlamlandırma sosyal bir süreç olup başkalarıyla iletişim kurarken ve fikir alışverişi yaparken gerçekleşir. Sosyal ilişkilerimiz yoluyla çevremizdekilerin söz ve eylemlerinden anlam çıkarır, diğer insanların anlamlandırmalarına katkı sağlarız. Karşılıklı etkileşim anlamlandırmayı zenginleştirir. Birey yalnız olsa bile, başkalarının eylem, düşünce ve tepkilerini düşünür, düşünce ve davranışlarını buna göre ayarlar. Anlamlandırma konuşma, etkileşim, sohbet ve diyalog gerektirir.
Anlamlandırmanın ayırt edici özelliklerinin başında geçmişe yönelik (retrospektif) olması gelir. Yaşadıklarımıza, şu an bildiklerimiz ve algıladıklarımız çerçevesinde bakarken, geçmiş deneyimlerimizi sürekli olarak hatırlarız. Gerçekleşmiş olayları daha kolay anlamlandırırız. Geleceği, henüz gerçekleşmemiş olayları anlamlandırmada ise zorlanırız. Geçmiş yaşandığı için parçaları birleştirmek daha kolayken belirsizlik, parçaları tanımlamayı ve aralarındaki ilişkileri kurmayı zorlaştırmaktadır. Burada son zamanlarda geçmiş değil geleceğe yönelik anlamlandırma çalışmalarının arttığını, anlamlandırmanın bu yönünün öne çıktığını vurgulamakta yarar var.
Anlamlandırma sürecinde olayların tamamı yerine seçici davranır ve bir kısmına odaklanırız. Anlamlandırma süreçlerinde çevreyi daha geniş bir bakışla algılayabilirsek, kavrama ve yorumlamamız daha bütüncül ve derinlikli olmaktadır. Özellikle kriz ve belirsizlik dönemlerinde odağımızı ve önceliklerimizi sınırladığımız için algılamamız ve buna bağlı kavrayışımız da sınırlı kalmaktadır.
Anlamlandırma süreklilik gösteren, belli bir başlangıcı olmayan bir süreçtir. Süreç döngüsel doğası gereği süregelen/devam eden bir yapıdadır. Kişi bir eylem gerçekleştirir, eylemlerinden anlam çıkartır, daha sonra daha önce yaptığından çıkardığı anlamdan hareketle tekrar eyleme geçer.
Anlamlandırma süreçlerinde ipuçlarını kullanırız. İpuçları basit ve birbirine benzer yapılardır. Bu yapılar yaşananlarla ilgili bir tohum gibidir. Bir insan hayatı boyunca fark edebileceğinden çok daha fazla ipucuyla karşılaşır. Bir kişi ancak kendi filtresinden geçirmiş olduğu bazı ipuçlarını fark edecektir. İpuçlarına dikkat edilir, daha sonra bu ipucu, ipucunun anlamını veren bir fikirle bağdaştırılır. İpuçları harekete geçirme yetenekleri açısından çok önemlidir. Bu çıkarılmış ipuçları, eyleme geçilmesini sağlar, güveni artırır ve daha önceki ipuçlarına olan inancı doğrular.
Anlamlandırma süreçlerinde bizi akla yatkınlık ve makuliyet yönlendirir; akla yatkın ve makul bulduğumuz bilgilere daha çok güveniriz. Akla yatkınlık, görülen şeyin açıklanmasına yardımcı olur ve harekete geçmek için güç verir.
Anlamlandırma -çok kısaca- bilinmeyenin yapılandırılması, bir büyük resim çizmektir. Anlamlandırma insanlar, olaylar ve olgular arasındaki bağlantıları anlayarak bu bağlantıların gidişatını önceden sezmek ve eylemde bulunmaya yönelik süreklilik gösteren bir çabadır. Anlamlandırma insanların şaşırtıcı, karmaşık veya kendileri için kafa karıştırıcı olay ve meseleleri yorumladığı bir inşa sürecidir. Anlamlandırma veri toplama, yorumlama ve öğrenmedir.
ABD’li teorisyen Karl E. Weick, anlamlandırmanın yedi temel özelliğinden bahseder. Anlamlandırma öncelikle kimlik inşasına dayanır ve hayata bakışımızı ve durduğumuz yeri gösterir. Anlamlandırma, anlamlandıran kişiyle başladığı için kişinin kim olduğuna bağlı olarak, “olayın” tanımı da değişir. Kişi kendini tanımladığında “olay”ı da tanımlar, olayı tanımlamak aynı zamanda kişinin kendini de tanımlamasıdır.
Anlamlandırma sosyal bir süreç olup başkalarıyla iletişim kurarken ve fikir alışverişi yaparken gerçekleşir. Sosyal ilişkilerimiz yoluyla çevremizdekilerin söz ve eylemlerinden anlam çıkarır, diğer insanların anlamlandırmalarına katkı sağlarız. Karşılıklı etkileşim anlamlandırmayı zenginleştirir. Birey yalnız olsa bile, başkalarının eylem, düşünce ve tepkilerini düşünür, düşünce ve davranışlarını buna göre ayarlar. Anlamlandırma konuşma, etkileşim, sohbet ve diyalog gerektirir.
Anlamlandırmanın ayırt edici özelliklerinin başında geçmişe yönelik (retrospektif) olması gelir. Yaşadıklarımıza, şu an bildiklerimiz ve algıladıklarımız çerçevesinde bakarken, geçmiş deneyimlerimizi sürekli olarak hatırlarız. Gerçekleşmiş olayları daha kolay anlamlandırırız. Geleceği, henüz gerçekleşmemiş olayları anlamlandırmada ise zorlanırız. Geçmiş yaşandığı için parçaları birleştirmek daha kolayken belirsizlik, parçaları tanımlamayı ve aralarındaki ilişkileri kurmayı zorlaştırmaktadır. Burada son zamanlarda geçmiş değil geleceğe yönelik anlamlandırma çalışmalarının arttığını, anlamlandırmanın bu yönünün öne çıktığını vurgulamakta yarar var.
Anlamlandırma sürecinde olayların tamamı yerine seçici davranır ve bir kısmına odaklanırız. Anlamlandırma süreçlerinde çevreyi daha geniş bir bakışla algılayabilirsek, kavrama ve yorumlamamız daha bütüncül ve derinlikli olmaktadır. Özellikle kriz ve belirsizlik dönemlerinde odağımızı ve önceliklerimizi sınırladığımız için algılamamız ve buna bağlı kavrayışımız da sınırlı kalmaktadır.
Anlamlandırma süreklilik gösteren, belli bir başlangıcı olmayan bir süreçtir. Süreç döngüsel doğası gereği süregelen/devam eden bir yapıdadır. Kişi bir eylem gerçekleştirir, eylemlerinden anlam çıkartır, daha sonra daha önce yaptığından çıkardığı anlamdan hareketle tekrar eyleme geçer.
Anlamlandırma süreçlerinde ipuçlarını kullanırız. İpuçları basit ve birbirine benzer yapılardır. Bu yapılar yaşananlarla ilgili bir tohum gibidir. Bir insan hayatı boyunca fark edebileceğinden çok daha fazla ipucuyla karşılaşır. Bir kişi ancak kendi filtresinden geçirmiş olduğu bazı ipuçlarını fark edecektir. İpuçlarına dikkat edilir, daha sonra bu ipucu, ipucunun anlamını veren bir fikirle bağdaştırılır. İpuçları harekete geçirme yetenekleri açısından çok önemlidir. Bu çıkarılmış ipuçları, eyleme geçilmesini sağlar, güveni artırır ve daha önceki ipuçlarına olan inancı doğrular.
Anlamlandırma süreçlerinde bizi akla yatkınlık ve makuliyet yönlendirir; akla yatkın ve makul bulduğumuz bilgilere daha çok güveniriz. Akla yatkınlık, görülen şeyin açıklanmasına yardımcı olur ve harekete geçmek için güç verir.
Bugünlerde anlam çerçevelerimiz nasıl oluşur?
Kovid-19 salgınının hızla yayılması, tedavisinin henüz bilinmemesi, aşı çalışmalarının bir yıldan önce sonuç vermeyeceği yönündeki açıklamalar ve bu durumun nereye doğru gideceğini kestirememek belirsizliği artırıyor ve hepimizde endişe doğuruyor. Çok güçlü görünen ülke ve kurumların hız ve kapasitesinin yetersizliği, güçlü bir küresel işbirliğinin oluşmaması ve küresel kuruluşların performansı bu endişeleri çoğaltıyor. Bundan sonra neler olabileceğine yönelik bilgi eksikliği geleceğe yönelik anlamlandırmayı güçleştiriyor. Parçaları birbiriyle uyumlu biçimde bir araya getirip bir büyük resim oluşturamayınca gerilim ve rahatsızlığımız artıyor. Bazen de bu rahatsızlık oluşmasın diye bilinçli ya da bilinçsiz biçimde bizi avutacak bilgi ve gerekçeler bularak bu resmi kendi içinde uyumlu hale getirmeye çalışıyoruz. Süreci anlamlandırma ya da anlamlandıramama biçimlerimiz farklılaştığı için vakanın bizdeki etkileri ve vakaya tepkilerimiz de farklılaşıyor.
Anlamlandırma, kim ve ne olduğumuz üzerine düşünmekle ve bu konuda bütüncül bir bakışa sahip olduğumuz ölçüde kolaylaşıyor. Dolayısıyla bu dönemler zorlukları kadar; durma, düşünme ve sorgulama imkânı veriyor; doğru yaklaşımlarla yeni anlamlandırma çerçevelerinin doğmasına da vesile olabiliyor. Kriz dönemlerinde kimlik ve anlam dünyamız da sınavdan geçiyor. Bu dönemler daha fazla kendimiz üzerine düşünme, varoluş gerekçemizi anlamaya çalışma ve hayatın anlamını kavramaya yöneltiyor. Benzer şekilde insan, eşya, çevre ve doğayla ilişkilerimiz, üretim ve iş yapma sistemlerimiz üzerine düşünmeye çalışıyoruz, mevcut durumu sorguluyoruz. Bu krizin tetiklediği düşünme ve sorgulamalar yeni bir bakış ve kimlik inşasına imkân verebileceği gibi, bir anlam yıkımına da sebep olabilir. Vakanın cereyan ettiği bu süreç, varoluş ve hayatın daha anlamlı hale gelmesine vesile olabileceği gibi, bizleri varoluş ve hayatın anlamsızlığına doğru da götürebilir. Bu yüzden kendimiz kadar çevremizdeki insanlara yönelik de duyarlı davranmak ve süreci birlikte inşa etme çabasında olmak kıymetli. Bu süreçten anlam yıkımı değil, kendimiz ve insanlık için daha iyi sonuçlar doğuracak yeni anlam çerçeveleri oluşturarak çıkmak önemli. Bu yönde çaba göstermek ve çalışmalar yapmak önemli olduğu kadar aynı zamanda sorumluluğumuz. Bu bağlamda kendimiz üzerine düşünme, yeni anlam çerçevesi oluşturma ve bundan sonra ne olacak ve nasıl olacak sorularına doğru cevap verebilmek için de önemli bir başlangıç noktası.
Bugünleri anlamlandırmada sosyal ilişkilerimiz temel ihtiyaçlarımızdan biri ve büyük önem arz ediyor. Bu dönemde insanlarla temas kurma, iletişime geçme ve konuşma ihtiyacı insani bir ihtiyaç olduğu kadar, anlamlandırma arayışının da bir sonucu. Sosyal ilişkilerimiz yoluyla çevremizdekilerin söz ve eylemlerinden anlam çıkarır ve onların anlamlandırmalarına katkı sağlarız. Karşılıklı etkileşim anlamlandırmayı zenginleştirir. Yalnız ve izole olsak bile, başkalarının ne düşündüğünü, nasıl düşündüğünü ve ne tür tepkiler verdiğini merak ederiz. Kendi düşünme biçimimiz ve tepkilerimize referans arar, buna göre düşünce ve davranışlarımızı ayarlarız. Kısacası bu günlerde anlamlandırmaya yönelik konuşma, etkileşim, sohbet ve diyaloga daha büyük ihtiyaç hissederiz. Diğer yandan bu ihtiyacın dönemin gerektirdiği sağlık ve kamu düzeni kurallarına uygun giderilmesi gerekiyor. Bugünlerde sağlık kuralları, karantina ve sosyal mesafe kuralına dikkat ederek ve dijital imkanları kullanarak sesli ve görüntülü iletişim yoluyla bunu yapabiliriz. Bu dönemde, ayrıca, sosyal temas ve iletişim sırasında anlamlandırma süreçlerine gerçekçi ve yapıcı katkı sağlamak konusunda özen göstermek de oldukça önemli.
Anlamlandırma süreklilik gösterdiği için geçmiş, bugün ve geleceğin birbiriyle ilişkili ve süreklilik gösteren biçimde okunması ve anlaşılması gerekir. Bu yüzden bundan sonra ne olacağına yönelik öngörülerimiz geçmiş ve bugüne dair okumamızdan bağımsız değil. Bugünlerde yeni bir durumla, öncekilerden farklı bir vaka ile karşı karşıya olduğumuz için bu bağı kurmakta zorlanıyoruz. Bu bağı kuramadığımız için geleceğe yönelik büyük resmi de çizemiyoruz ya da çizilen resimde eksik bilgiler, önyargılar, karamsarlıklar ya da temenniler olabiliyor. Bu bağlamda son aylarda yaşadığımız vaka dolayısıyla belirsizlik ve endişe arttığı için güvenilir bilgi en temel ihtiyaç haline geldi, doğru iletişim ve bilgilendirme önem kazandı. Bu dönemde algılamada seçici davranmamız arttı, vakanın nereye doğru gittiğiyle ilgili fikir vereceğini düşündüğümüz ipuçlarına yoğunlaştık. Dikkat ve ilgimiz ilk günlerde korunma ve tedbir üzerineyken şimdilerde vaka sayısındaki artış, pozitif vaka sayısı ve vefat sayılarını daha yakından izlemeye başladık. Okuduğumuz ya da duyduğumuz senaryolardan hangilerinin olabileceğine yönelik ipuçları yakalama peşindeydik. Son hafta özellikle vaka ile ilgili sayılardaki yükselişi yakından takip ederek yükselişin duracağı (peak noktası) noktanın nerelerde olabileceğini anlamaya ve vakanın nereye doğru gittiğini öngörmeye çalıştık. Sağlık Bakanlığının günlük açıklamaya başladığı sayılar bizim için en güvenilir bilgi kaynağı ve ipucu oldu. Bu sayılardan yola çıkarak, vakanın nereye doğru gideceği, alınan tedbirlerin ne kadar işe yaradığı ve bundan sonra ne tür tedbirlerin alınacağını anlamaya çalışıyoruz.
Karantinanın ne kadar süreceği konusunda başlangıçta iki-üç haftalık bir süre öngörürken bu sürenin Haziran başına kadar sürebileceğini düşünmeye başladık. Karantina bitse bile sosyal ilişkilerde mesafeli duruşun bir müddet daha devam edeceğini hissediyoruz. Genel olarak uzmanların açıklamalarını dikkatle dinlemeye çalışıyoruz, ancak sağlık bakanı ve Bilim Kurulunun daha fazla bilgiye sahip olduğu düşüncesiyle yapacakları açıklamaları daha dikkatli dinlemeye başladık. Bir yandan da sosyal medya ve iletişim gruplarından gelen paylaşımları okuyoruz. Kısaca, seçici davranıp kendimizce akla yatkın ve makul bulduğumuz bilgi kaynaklarına yöneliyor, oralardaki bilgi ve açıklamaları okuyor ve ipuçlarını yakalamaya çalışıyoruz, önemli gördüklerimizi kendimizde tutmuyor ve paylaşıyoruz. Elimizdeki bilgi ve gözlemlerimizden yola çıkarak parçaları birleştirmeye çalışıyor ve vakayla ilgili kendi büyük resmimizi çizme çabası içindeyiz. Bu resimde doğrular kadar, bilgi eksiklikleri, nasıl olmasını istediğimize yönelik temennilerimiz ve ön yargılarımız da var. Sosyal çevremizle temasta bu büyük resimler üzerinden paylaşımlarımız ve etkileşimimiz devam ediyor. İletişim ve fikir alışverişi sırasında, bazı bilgilerimizin pekişmesi ve eksik bilgilerimizin tamamlanması gibi olumlu sonuçların yanında, ön yargılarımız ve karamsar bakışlarımız da devreye giriyor ve büyük resmimizin oluşmasına katkı sağlıyor.
Kovid-19 salgınının hızla yayılması, tedavisinin henüz bilinmemesi, aşı çalışmalarının bir yıldan önce sonuç vermeyeceği yönündeki açıklamalar ve bu durumun nereye doğru gideceğini kestirememek belirsizliği artırıyor ve hepimizde endişe doğuruyor. Çok güçlü görünen ülke ve kurumların hız ve kapasitesinin yetersizliği, güçlü bir küresel işbirliğinin oluşmaması ve küresel kuruluşların performansı bu endişeleri çoğaltıyor. Bundan sonra neler olabileceğine yönelik bilgi eksikliği geleceğe yönelik anlamlandırmayı güçleştiriyor. Parçaları birbiriyle uyumlu biçimde bir araya getirip bir büyük resim oluşturamayınca gerilim ve rahatsızlığımız artıyor. Bazen de bu rahatsızlık oluşmasın diye bilinçli ya da bilinçsiz biçimde bizi avutacak bilgi ve gerekçeler bularak bu resmi kendi içinde uyumlu hale getirmeye çalışıyoruz. Süreci anlamlandırma ya da anlamlandıramama biçimlerimiz farklılaştığı için vakanın bizdeki etkileri ve vakaya tepkilerimiz de farklılaşıyor.
Anlamlandırma, kim ve ne olduğumuz üzerine düşünmekle ve bu konuda bütüncül bir bakışa sahip olduğumuz ölçüde kolaylaşıyor. Dolayısıyla bu dönemler zorlukları kadar; durma, düşünme ve sorgulama imkânı veriyor; doğru yaklaşımlarla yeni anlamlandırma çerçevelerinin doğmasına da vesile olabiliyor. Kriz dönemlerinde kimlik ve anlam dünyamız da sınavdan geçiyor. Bu dönemler daha fazla kendimiz üzerine düşünme, varoluş gerekçemizi anlamaya çalışma ve hayatın anlamını kavramaya yöneltiyor. Benzer şekilde insan, eşya, çevre ve doğayla ilişkilerimiz, üretim ve iş yapma sistemlerimiz üzerine düşünmeye çalışıyoruz, mevcut durumu sorguluyoruz. Bu krizin tetiklediği düşünme ve sorgulamalar yeni bir bakış ve kimlik inşasına imkân verebileceği gibi, bir anlam yıkımına da sebep olabilir. Vakanın cereyan ettiği bu süreç, varoluş ve hayatın daha anlamlı hale gelmesine vesile olabileceği gibi, bizleri varoluş ve hayatın anlamsızlığına doğru da götürebilir. Bu yüzden kendimiz kadar çevremizdeki insanlara yönelik de duyarlı davranmak ve süreci birlikte inşa etme çabasında olmak kıymetli. Bu süreçten anlam yıkımı değil, kendimiz ve insanlık için daha iyi sonuçlar doğuracak yeni anlam çerçeveleri oluşturarak çıkmak önemli. Bu yönde çaba göstermek ve çalışmalar yapmak önemli olduğu kadar aynı zamanda sorumluluğumuz. Bu bağlamda kendimiz üzerine düşünme, yeni anlam çerçevesi oluşturma ve bundan sonra ne olacak ve nasıl olacak sorularına doğru cevap verebilmek için de önemli bir başlangıç noktası.
Bugünleri anlamlandırmada sosyal ilişkilerimiz temel ihtiyaçlarımızdan biri ve büyük önem arz ediyor. Bu dönemde insanlarla temas kurma, iletişime geçme ve konuşma ihtiyacı insani bir ihtiyaç olduğu kadar, anlamlandırma arayışının da bir sonucu. Sosyal ilişkilerimiz yoluyla çevremizdekilerin söz ve eylemlerinden anlam çıkarır ve onların anlamlandırmalarına katkı sağlarız. Karşılıklı etkileşim anlamlandırmayı zenginleştirir. Yalnız ve izole olsak bile, başkalarının ne düşündüğünü, nasıl düşündüğünü ve ne tür tepkiler verdiğini merak ederiz. Kendi düşünme biçimimiz ve tepkilerimize referans arar, buna göre düşünce ve davranışlarımızı ayarlarız. Kısacası bu günlerde anlamlandırmaya yönelik konuşma, etkileşim, sohbet ve diyaloga daha büyük ihtiyaç hissederiz. Diğer yandan bu ihtiyacın dönemin gerektirdiği sağlık ve kamu düzeni kurallarına uygun giderilmesi gerekiyor. Bugünlerde sağlık kuralları, karantina ve sosyal mesafe kuralına dikkat ederek ve dijital imkanları kullanarak sesli ve görüntülü iletişim yoluyla bunu yapabiliriz. Bu dönemde, ayrıca, sosyal temas ve iletişim sırasında anlamlandırma süreçlerine gerçekçi ve yapıcı katkı sağlamak konusunda özen göstermek de oldukça önemli.
Anlamlandırma süreklilik gösterdiği için geçmiş, bugün ve geleceğin birbiriyle ilişkili ve süreklilik gösteren biçimde okunması ve anlaşılması gerekir. Bu yüzden bundan sonra ne olacağına yönelik öngörülerimiz geçmiş ve bugüne dair okumamızdan bağımsız değil. Bugünlerde yeni bir durumla, öncekilerden farklı bir vaka ile karşı karşıya olduğumuz için bu bağı kurmakta zorlanıyoruz. Bu bağı kuramadığımız için geleceğe yönelik büyük resmi de çizemiyoruz ya da çizilen resimde eksik bilgiler, önyargılar, karamsarlıklar ya da temenniler olabiliyor. Bu bağlamda son aylarda yaşadığımız vaka dolayısıyla belirsizlik ve endişe arttığı için güvenilir bilgi en temel ihtiyaç haline geldi, doğru iletişim ve bilgilendirme önem kazandı. Bu dönemde algılamada seçici davranmamız arttı, vakanın nereye doğru gittiğiyle ilgili fikir vereceğini düşündüğümüz ipuçlarına yoğunlaştık. Dikkat ve ilgimiz ilk günlerde korunma ve tedbir üzerineyken şimdilerde vaka sayısındaki artış, pozitif vaka sayısı ve vefat sayılarını daha yakından izlemeye başladık. Okuduğumuz ya da duyduğumuz senaryolardan hangilerinin olabileceğine yönelik ipuçları yakalama peşindeydik. Son hafta özellikle vaka ile ilgili sayılardaki yükselişi yakından takip ederek yükselişin duracağı (peak noktası) noktanın nerelerde olabileceğini anlamaya ve vakanın nereye doğru gittiğini öngörmeye çalıştık. Sağlık Bakanlığının günlük açıklamaya başladığı sayılar bizim için en güvenilir bilgi kaynağı ve ipucu oldu. Bu sayılardan yola çıkarak, vakanın nereye doğru gideceği, alınan tedbirlerin ne kadar işe yaradığı ve bundan sonra ne tür tedbirlerin alınacağını anlamaya çalışıyoruz.
Karantinanın ne kadar süreceği konusunda başlangıçta iki-üç haftalık bir süre öngörürken bu sürenin Haziran başına kadar sürebileceğini düşünmeye başladık. Karantina bitse bile sosyal ilişkilerde mesafeli duruşun bir müddet daha devam edeceğini hissediyoruz. Genel olarak uzmanların açıklamalarını dikkatle dinlemeye çalışıyoruz, ancak sağlık bakanı ve Bilim Kurulunun daha fazla bilgiye sahip olduğu düşüncesiyle yapacakları açıklamaları daha dikkatli dinlemeye başladık. Bir yandan da sosyal medya ve iletişim gruplarından gelen paylaşımları okuyoruz. Kısaca, seçici davranıp kendimizce akla yatkın ve makul bulduğumuz bilgi kaynaklarına yöneliyor, oralardaki bilgi ve açıklamaları okuyor ve ipuçlarını yakalamaya çalışıyoruz, önemli gördüklerimizi kendimizde tutmuyor ve paylaşıyoruz. Elimizdeki bilgi ve gözlemlerimizden yola çıkarak parçaları birleştirmeye çalışıyor ve vakayla ilgili kendi büyük resmimizi çizme çabası içindeyiz. Bu resimde doğrular kadar, bilgi eksiklikleri, nasıl olmasını istediğimize yönelik temennilerimiz ve ön yargılarımız da var. Sosyal çevremizle temasta bu büyük resimler üzerinden paylaşımlarımız ve etkileşimimiz devam ediyor. İletişim ve fikir alışverişi sırasında, bazı bilgilerimizin pekişmesi ve eksik bilgilerimizin tamamlanması gibi olumlu sonuçların yanında, ön yargılarımız ve karamsar bakışlarımız da devreye giriyor ve büyük resmimizin oluşmasına katkı sağlıyor.
Yeni anlam çerçeveleri oluşturmaya ihtiyacımız var mı?
Geleceğe yönelik sağlıklı bir anlamlandırma için, mevcut durumun tam ve gerçekçi bir fotoğrafını gösteren bir harita/çerçeve oluşturmak gerekir. Geçmiş ve mevcut bilgilerden yola çıkarak bu çerçevenin bazı kısımlarını doldurabiliyoruz. Yeni bilgiler, gözlemler ve bulgularla bu çerçeve biraz zenginleşiyor. Mevcut bilgilerden yola çıkarak virüsün yayılma hızı ve bulaşan kişi sayısının ne kadar artacağı ve sayı daha da arttığında sağlık sisteminin kapasitesinin ne kadar yeterli olacağını kestirmekte epey zorlanıyoruz. Yine virüsün yayılma hızı ve bulaşan kişi sayısı artarsa karantinanın ne kadar süreceğini de kestirmekte zorluk yaşıyoruz. Bu yüzden virüsün yayılmasını önlemeye yönelik tedbirler şu anda birincil ve acil öncelik olup ağırlıklı çaba bu yönde. Mevcut durumun resmini çekerken güvenilir bilgiye ulaşmak ve bunu güvenilir kaynakların paylaşması en önemli ihtiyacımız. Bu süreçte güvenilir bilgi yanında, eksik ve yanlış bilgiler ile önyargılar ve basma kalıp yargılar da devreye giriyor. Bu noktada sağlık otoritelerinin ve bilimsel kuruluşların doğru bilgiyi toplaması, analiz etmesi, politika yapıcılara öneriler sunması, sorumlu davranması ve doğru zamanda kamuoyuyla paylaşması önemli. Ülkemizde bilim kurulu ve Sağlık Bakanlığı’nın bu rolü üstlenmesi toplumda belli bir güven oluşturdu ve bu yaklaşımın devam etmesinde yarar var. Bu yaklaşım vatandaşlar olarak bizlerin sorumlu davranmamıza, gidişatı daha sağlıklı okumamıza ve sürece katkıda bulunmamızı sağlıyor. Salgın sürecinde Sağlık Bakanlığı’nın ve Bilim Kurulu’nun yaklaşımının oluşturduğu güven ve güvenilir bilgi ihtiyacının sürdürülmesi bundan sonrası için en önemli konuların başında geliyor. Bu süreçte sağlık ve kamu düzenini sağlamakla görevli kişi ve kurumlar tedavi süreçleri, tedbirler ve bunların uygulanması konusunda kendi hayatlarını da riske attıkları yoğun çaba ve fedakârlık içindeler. Bu tutum ve davranışları her türlü takdirin üzerinde; bu vesileyle kendilerine şükranlarımızı sunuyoruz.
Bugünlerde sağlık ve kamu düzeni dışında da her alanda yoğun çalışma yapılmasına ve vakanın gerçek durumunun anlaşılması ve çözümüne yönelik çabalara ihtiyaç var. Vakanın sosyal, psikolojik, politik, ekonomik, hukuki ve teknolojik yönleri iç içe ve bu alanlarda üretilecek bilgilerle daha gerçekçi ve doğru bir resim çizilebilecek. Bu bağlamda “izole olmayı” kenara çekilmek yerine bu sürecin doğru bir resmini çekmek ve çözüme katkı sağlamak adına bir şeyler yapmak için bir imkân olarak okumak, bunu temel bir sorumluluk olarak görmek gerekiyor. Bu kritik günleri sadece boş vakit ve dinlenme vakti gibi görmek doğru olmayacaktır. Bugünleri bilgimiz, tecrübemiz ve gücümüz nispetince çevremize katkı sağlama günleri olarak görmek gerekir.
Karşı karşıya kaldığımız geçmiştekinden farklı bu vaka ve oluşan belirsizlik vakanın nereye doğru gideceğini öngörmeyi güçleştiriyor. Kişiler, kurumlar ve ülkeler olarak bütüncül, gerçekçi ve doğru bir büyük resim oluşturmakta zorlanıyoruz. Bir yandan sağlık ve kamu düzeniyle ilgili tedbirleri alarak sorunun üstesinden gelmeye çalışırken bir yandan da bu vakanın doğuracağı anlam yıkımlarını önlemeye yönelik çalışmalar yapmaya ihtiyacımız var. Yeni anlam çerçeveleri oluşturmazsak süre uzadıkça oluşacak anlam yıkımları olumsuz bireysel ve toplumsal sonuçlar doğurabilir. Bir yandan virüsün yayılmasını ve bulaşmasını önlemeye yönelik tedbirleri titizlikle uygularken bir yandan da bir süre devam edecek izole ortamları anlam yıkımı değil anlam inşası zemini haline getirmemiz gerekiyor. Bu belirsizlik ortamında hayatımızı ve hayata bakışımızı yeniden anlamlandırmak ve yapılandırmak için bireysel ve aile içi çabalara ihtiyaç var. Bu dönemde geliştirilen ve çok anlamlı olan “Hayat eve sığar” sloganını ev içinde uygulamaya yönelik çabalar gerekli. Hayatı evin içinde yaşamak bizim için yeni bir tecrübe. Bu süreçte hayatı evin içine taşırken düşünce ve duyarlılıklarımızın evlerin sınırlarını aşması gerekiyor. Bunu yapamazsak evin içindeki hayatın “can sıkıcı” olması ihtimali artıyor. Sosyal çevremiz ve diğer insanlara yönelik sorumluluklarımızı hatırlamak gerekiyor. Bu sorumluluk çevremizle kurduğumuz fiziki temas ve sosyal mesafe konusunda dikkatli olmayı gerektirdiği gibi, ilişki ve iletişim yaklaşımımız ve dilimizle de ilgili. Toplumsal düzeyde paylaşım ve ihtiyaç sahiplerine destek, hassasiyet göstermemiz gerek çok önemli bir alan. Bugünler küresel düzeyde de insanlığın ayağa kaldırılması gereken günler. Fiziksel olarak evin içine taşıdığımız hayatın, duygu ve düşünce olarak yakın çevremizden başlayarak insanlığa doğru genişlemesi gerekiyor.
“İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır” hadisinin hayata geçirilmesi gereken kritik günleri yaşıyoruz. Darda ve zorda olan insanlara ve insanlığa fayda sağlamak onlar kadar bize de iyi gelecektir. Bu dönemde sağlık alanında tedbirler, araştırmalar ve çözüm arayışları tüm hızıyla devam etmesi gerekirken bir yandan da iyimserlik, umut, bir şeyler yapma iradesi ve zorluklara karşı dayanıklılığın artırılması, diğer bir ifadeyle psikolojik sermayenin ve maneviyatın da güçlü tutulması gerekiyor. Yardımlaşma, paylaşma, diğer insanların derdiyle dertlenme ve sosyal dayanışma bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şeylerin başında geliyor. Bunların sağlayacağı güven, bu zor dönemleri daha sağlıklı yaşamayı ve aşmayı sağlayacak en önemli sermayemiz olduğu gibi yeni bir dönemin anlam çerçevesinin de temellerini oluşturmaktadır. Bu temeller üzerinde insanlığı, sosyal ve iktisadi hayatı, siyaseti, hukuku, teknolojiyi ve çevreyi inşa eden anlam çerçeveleri oluşturmak ve hayata geçirmekten daha kıymetli ne olabilir ki? Bu meseleleri dert edinince “can sıkılmasına” ne sebep ne de zaman kalacaktır.
Kovid-19 anlam yıkımına mı yoksa yeni bir anlamlandırmaya mı yol açacak? Bu, bize ve neyi dert ettiğimize bağlı.
Kaynak: Anadolu Ajansı
Geleceğe yönelik sağlıklı bir anlamlandırma için, mevcut durumun tam ve gerçekçi bir fotoğrafını gösteren bir harita/çerçeve oluşturmak gerekir. Geçmiş ve mevcut bilgilerden yola çıkarak bu çerçevenin bazı kısımlarını doldurabiliyoruz. Yeni bilgiler, gözlemler ve bulgularla bu çerçeve biraz zenginleşiyor. Mevcut bilgilerden yola çıkarak virüsün yayılma hızı ve bulaşan kişi sayısının ne kadar artacağı ve sayı daha da arttığında sağlık sisteminin kapasitesinin ne kadar yeterli olacağını kestirmekte epey zorlanıyoruz. Yine virüsün yayılma hızı ve bulaşan kişi sayısı artarsa karantinanın ne kadar süreceğini de kestirmekte zorluk yaşıyoruz. Bu yüzden virüsün yayılmasını önlemeye yönelik tedbirler şu anda birincil ve acil öncelik olup ağırlıklı çaba bu yönde. Mevcut durumun resmini çekerken güvenilir bilgiye ulaşmak ve bunu güvenilir kaynakların paylaşması en önemli ihtiyacımız. Bu süreçte güvenilir bilgi yanında, eksik ve yanlış bilgiler ile önyargılar ve basma kalıp yargılar da devreye giriyor. Bu noktada sağlık otoritelerinin ve bilimsel kuruluşların doğru bilgiyi toplaması, analiz etmesi, politika yapıcılara öneriler sunması, sorumlu davranması ve doğru zamanda kamuoyuyla paylaşması önemli. Ülkemizde bilim kurulu ve Sağlık Bakanlığı’nın bu rolü üstlenmesi toplumda belli bir güven oluşturdu ve bu yaklaşımın devam etmesinde yarar var. Bu yaklaşım vatandaşlar olarak bizlerin sorumlu davranmamıza, gidişatı daha sağlıklı okumamıza ve sürece katkıda bulunmamızı sağlıyor. Salgın sürecinde Sağlık Bakanlığı’nın ve Bilim Kurulu’nun yaklaşımının oluşturduğu güven ve güvenilir bilgi ihtiyacının sürdürülmesi bundan sonrası için en önemli konuların başında geliyor. Bu süreçte sağlık ve kamu düzenini sağlamakla görevli kişi ve kurumlar tedavi süreçleri, tedbirler ve bunların uygulanması konusunda kendi hayatlarını da riske attıkları yoğun çaba ve fedakârlık içindeler. Bu tutum ve davranışları her türlü takdirin üzerinde; bu vesileyle kendilerine şükranlarımızı sunuyoruz.
Bugünlerde sağlık ve kamu düzeni dışında da her alanda yoğun çalışma yapılmasına ve vakanın gerçek durumunun anlaşılması ve çözümüne yönelik çabalara ihtiyaç var. Vakanın sosyal, psikolojik, politik, ekonomik, hukuki ve teknolojik yönleri iç içe ve bu alanlarda üretilecek bilgilerle daha gerçekçi ve doğru bir resim çizilebilecek. Bu bağlamda “izole olmayı” kenara çekilmek yerine bu sürecin doğru bir resmini çekmek ve çözüme katkı sağlamak adına bir şeyler yapmak için bir imkân olarak okumak, bunu temel bir sorumluluk olarak görmek gerekiyor. Bu kritik günleri sadece boş vakit ve dinlenme vakti gibi görmek doğru olmayacaktır. Bugünleri bilgimiz, tecrübemiz ve gücümüz nispetince çevremize katkı sağlama günleri olarak görmek gerekir.
Karşı karşıya kaldığımız geçmiştekinden farklı bu vaka ve oluşan belirsizlik vakanın nereye doğru gideceğini öngörmeyi güçleştiriyor. Kişiler, kurumlar ve ülkeler olarak bütüncül, gerçekçi ve doğru bir büyük resim oluşturmakta zorlanıyoruz. Bir yandan sağlık ve kamu düzeniyle ilgili tedbirleri alarak sorunun üstesinden gelmeye çalışırken bir yandan da bu vakanın doğuracağı anlam yıkımlarını önlemeye yönelik çalışmalar yapmaya ihtiyacımız var. Yeni anlam çerçeveleri oluşturmazsak süre uzadıkça oluşacak anlam yıkımları olumsuz bireysel ve toplumsal sonuçlar doğurabilir. Bir yandan virüsün yayılmasını ve bulaşmasını önlemeye yönelik tedbirleri titizlikle uygularken bir yandan da bir süre devam edecek izole ortamları anlam yıkımı değil anlam inşası zemini haline getirmemiz gerekiyor. Bu belirsizlik ortamında hayatımızı ve hayata bakışımızı yeniden anlamlandırmak ve yapılandırmak için bireysel ve aile içi çabalara ihtiyaç var. Bu dönemde geliştirilen ve çok anlamlı olan “Hayat eve sığar” sloganını ev içinde uygulamaya yönelik çabalar gerekli. Hayatı evin içinde yaşamak bizim için yeni bir tecrübe. Bu süreçte hayatı evin içine taşırken düşünce ve duyarlılıklarımızın evlerin sınırlarını aşması gerekiyor. Bunu yapamazsak evin içindeki hayatın “can sıkıcı” olması ihtimali artıyor. Sosyal çevremiz ve diğer insanlara yönelik sorumluluklarımızı hatırlamak gerekiyor. Bu sorumluluk çevremizle kurduğumuz fiziki temas ve sosyal mesafe konusunda dikkatli olmayı gerektirdiği gibi, ilişki ve iletişim yaklaşımımız ve dilimizle de ilgili. Toplumsal düzeyde paylaşım ve ihtiyaç sahiplerine destek, hassasiyet göstermemiz gerek çok önemli bir alan. Bugünler küresel düzeyde de insanlığın ayağa kaldırılması gereken günler. Fiziksel olarak evin içine taşıdığımız hayatın, duygu ve düşünce olarak yakın çevremizden başlayarak insanlığa doğru genişlemesi gerekiyor.
“İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır” hadisinin hayata geçirilmesi gereken kritik günleri yaşıyoruz. Darda ve zorda olan insanlara ve insanlığa fayda sağlamak onlar kadar bize de iyi gelecektir. Bu dönemde sağlık alanında tedbirler, araştırmalar ve çözüm arayışları tüm hızıyla devam etmesi gerekirken bir yandan da iyimserlik, umut, bir şeyler yapma iradesi ve zorluklara karşı dayanıklılığın artırılması, diğer bir ifadeyle psikolojik sermayenin ve maneviyatın da güçlü tutulması gerekiyor. Yardımlaşma, paylaşma, diğer insanların derdiyle dertlenme ve sosyal dayanışma bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şeylerin başında geliyor. Bunların sağlayacağı güven, bu zor dönemleri daha sağlıklı yaşamayı ve aşmayı sağlayacak en önemli sermayemiz olduğu gibi yeni bir dönemin anlam çerçevesinin de temellerini oluşturmaktadır. Bu temeller üzerinde insanlığı, sosyal ve iktisadi hayatı, siyaseti, hukuku, teknolojiyi ve çevreyi inşa eden anlam çerçeveleri oluşturmak ve hayata geçirmekten daha kıymetli ne olabilir ki? Bu meseleleri dert edinince “can sıkılmasına” ne sebep ne de zaman kalacaktır.
Kovid-19 anlam yıkımına mı yoksa yeni bir anlamlandırmaya mı yol açacak? Bu, bize ve neyi dert ettiğimize bağlı.
Kaynak: Anadolu Ajansı