BİR BAKIŞTA TÜRKİYE TOPLUMU
Türkiye’de işgücü piyasası, işgücüne katılanların niteliği ve istihdamın dağılımı toplumsal yapının değişimini anlamada önemli bir temel konudur. Bir işte çalışarak ekonomik üretime dahil olan aktif nüfus 2010’dan bu yana artarak 2021 itibariyle 25 milyona yaklaştı. Ancak çocuk nüfus, eğitimde olan genç nüfus ve giderek artan yaşlı nüfus hesaba katıldığında, aktif nüfusun yıldan yıla artışının yeterli bir seviyede olmadığı görülüyor. Bu, demografik ve eğitsel dinamiklerin altında kalan bir iş hayatına katılım demek.
Nitekim işgücüne katılım oranı önce 2020’de salgın nedeniyle 2014 öncesi bir seviyeye geriledi; 2021’de ise enflasyon ve kur temelli istihdam sorunları nedeniyle yeterince yükselmedi. Bir diğer ifadeyle işgücüne katılım bakımından Türkiye 2021 yılı itibariyle 2015 yılından ileride değil. Oysa aradan geçen altı senede bilhassa yükseköğretim programlarından mezun olan genç nüfus düşünüldüğünde, çok daha fazla istihdamın yaratılması gerektiği açık. Yine bununla ilgili olarak, işsizlik oranının TÜİK verilerine göre 2021’de %12 olduğunu; son üç senede bu oranın 2010’dan bu yana en yüksek seviyelerde seyrettiğini görmek gerekir. İşsizliğe karşı pasif istihdam politikalarının yanı sıra, işgücü piyasasında oluşan yeni nitelik ve donanımlara uygun konum ve işlerin yaratılması gerektiği de açık.
Önemli bir olgu, kadınların işgücüne katılımının zayıf da olsa artış kaydetmesidir. Bilhassa yükseköğretim mezunu olmak kadınların işgücüne katılımında temel farkı yaratan vesile haline geldi. Lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %30 civarındayken yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %65’i geçti. Kadınların işgücü piyasasına eskiye göre daha yüksek bir eğitim sermayesiyle girmesi sonucunda gereken nicelik ve nitelikte istihdam yaratıldığı takdirde, 2021 itibariyle %15,6 olan kadın işsizliği oranının ilerleyen yıllarda düşmesi beklenir.
İstihdamın sektörel dağılımı toplumsal dönüşüme dair temel bir göstergedir. Tarım, hayvancılık ve ormancılık sektörlerinin istihdamdaki payı tarihin en düşük seviyesinde. Öne çıkan gösterge hizmet sektörlerinin payında. 2019’da %56’yı geçerek tarihin en yüksek seviyesine ulaşan hizmetlerin istihdamdaki payı, son iki senede salgın ve krizin en çok küçük ve orta boy hizmet işletmelerini etkilemesi nedeniyle görece düşük de olsa geriledi. Hizmet sektörleri içinde nitelik uyuşması, uzmanlık gelişimi ve katma değeri yüksek beceri kullanımının ne oranda olduğu bu noktada öne çıkan bir problem.
Türkiye’de işgücü giderek yükselen bir eğitim sermayesine tekabül ediyor. Hem lise altı eğitimlerinin hem de lise mezunlarının işgücüne katılım oranı giderek düşüyor. Kritik olan, yükseköğretim mezunlarının işgücüne katılımının da 2019’a kadar %79-80 civarında seyrederken son iki yılda ciddi bir gerileme arz ederek %75’e kadar düşmesi. Yükseköğretim mezunlarının işgücüne yeterince dahil edilememesi; toplumsal bütünleşme, uyum ve refah anlamında yeni kuşaklarda tahribat yaratacak bir olgu. Yükseköğretim mezunu olmak aylık ortalama brüt ücret bakımından her zaman bir fark yaratıyor ancak işgücüne yeni katılan mezunların daha çok büro ve hizmet işlerinde asgari ücretten çok farklılaşmayan maaşlara daha uzun süre mecbur kalma ihtimali de giderek artıyor.
İşgücü piyasası dendiğinde Türkiye’de kronik bir olgu elbette kayıt dışı istihdamdır. SGK verilerine göre kayıt dışı istihdam 2010’dan bu yana düşmekte olup 2021 itibariyle %29’dur. Bu yine de yüksek bir orandır ve çalışanlara bakan tarafıyla özlük haklarının kaybı, güvencesizlik, istismar ihtimali demektir. İşletme ve kurumlara bakan tarafıyla da uzun vadede vergi, planlama ve politika noktasında zafiyet getirir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2021 için yabancılara verilen çalışma izni verisini henüz açıklamasa da, 2018’den itibaren 100 binin üstüne çıkmış olması dikkat çekicidir. Türkiye’de bulunan ister geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler ister farklı kıta ve ülkelerden gelenler düşünüldüğünde, göçmen işgücünün kahir ekseriyetle imalat ve inşaat başta olmak üzere belli sektörlerde kayıt dışı çalıştığını da unutmamak gerekir.
Ücretlileşmenin gelir eşitsizliğiyle buluştuğu nokta önemlidir. İşverenlerin esas iş gelirlerinin ücretli çalışanların esas iş gelirlerine oranı yükseliyor. 2011’de 2,4 olan bu oran 2021’de 3 olup en yüksek seviyeye çıktı. Bir diğer ifadeyle esas işten elde edilen gelir bakımından ücretli çalışan nüfusun geniş kesimi, işveren (veya yönetici, ortak, yatırımcı vs.) kesimden iyice geriye düştü. Bu bağlamda enflasyonist bir ekonomi, dar gelirli ücretli haneler için sadece alım gücünü eritmekle kalmaz; aynı zamanda yaşam fırsatlarını, sosyal ve eğitsel kaynaklara erişimi ve statü kazanma ihtimallerini törpüler. Aynı sosyal ve duygusal tahribat yüksek gelirli işverenler için, enflasyonun sadece belli yatırım ve mallar ölçeğinde yine ekonomik kayıp olarak hissedilmesi sayesinde hissedilmeyebilir. Nitekim 2021 yıllık enflasyonu %36 olmasına rağmen asgari ücrete daha yüksek oranda zam yapılması esasen, enflasyonun bilhassa dar gelirli çalışanlar ve haneler için sayısal orandan daha yıkıcı etkileri olduğunun kabulünü ifade eder.
Kaynaklar: TÜİK İşgücü İstatistikleri, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, SGK, ILO
Sektörlerin İstihdamdaki Payı (%, 2010- 2021)
Kaynak: TÜİK, İşgücü İstatistikleri
Eğitim Kademelerine Göre +15 Yaş İşgücüne Katılım (%, 2010-2021)
Kaynak: TÜİK, İşgücü İstatistikleri
Eğitim Kademelerine Göre Aylık Ortalama Brüt Ücret (Bin TL, 2010-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması