18 Eylül 2020

Açıköğretim: Ne Onunla Ne Onsuz

Teknolojik gelişmeler pek çok alanda eğilimlerin değişiminde önemli bir rol oynuyor. Bu alanlardan biri olan yükseköğretim de teknolojik gelişmelere ayak uydurabilmek için çeşitli metotlar geliştiriyor. Özellikle yükseköğretimin yaygınlaşması ve yükseköğretime artan talebin karşılanabilmesi için kurulan açıköğretim fakülteleri bu teknolojik gelişmeleri bir imkan olarak kullanıyor. Televizyon, internet vb. yollarla eğitim faaliyetlerini sürdüren açıköğretim fakülteleri çeşitli bölümlerden her yıl binlerce mezun veriyor. Artan mezun sayısı, mezunların iş kollarında istihdamı ve performansları açıköğretim programlarının niteliklerinin tartışmaya açılmasına neden oluyor. Bu yazıda Türkiye’de açıköğretimin mevcut durumunu ve gelecekteki imkanlarını tartışacağız. 


Şekil 1. Yıllara Göre Açıköğretim Programlarına Kayıtlı Öğrencilerin Sayısı

Kaynak: Yükseköğretim Yönetim Bilgi Sistemi


Açıköğretim fikri temelde yükseköğretimin yaygınlaştırılmasına dayandığı için yararlı bir hizmet olarak görülüyor. Üstelik artan ikinci diploma talebi ve yaşam boyu öğrenme düşüncesinin halk tarafından benimsenmesi de bu programların açılmasına ön ayak oluyor. Toplumda olumlu etkileri olan ve toplum tarafından da benimsenmiş açıköğretime artan talebi karşılamaya çalışırken açıköğretim sisteminin sınırları gözden kaçıyor. Bu durumda da ilk bakışta yararlı görünen bu sistem, bir mezun enflasyonuna ve iş kollarında nitelik düşüşüne neden oluyor. Oysa açıköğretim, durum tespiti ve iyileştirme çalışmaları yapıldığında -yani kendinden bekleneni yerine getirdiğinde- geleceğin en temel yükseköğretim biçimi olacağa benziyor. Bunu özellikle salgın sürecinde yükseköğretimin uzaktan öğretime geçişinde gördük. 


Açıköğretim Programları

Türkiye’de açıköğretim dendiğinde akla ilk gelen kurum Anadolu Üniversitesi’nin 1982 yılında kurduğu Açıköğretim Fakültesidir (AÖF). Yurtiçinde (56) ve yurtdışında (14) açtığı programlar ile eğitim faaliyetlerine devam eden AÖF Türkiye’deki en yoğun öğrenci nüfuslu açıköğretim fakültesidir. Açıköğretim faaliyetlerini sürdüren bir diğer kurum 2010 yılında açıköğretim programlarını başlatan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesidir (ATA-AÖF). Fakülte bünyesinde 13 lisans, 4 lisans tamamlama ve 30 önlisans programı olmak üzere toplam 47 program bulunmaktadır. Türkiye’de açıköğretim faaliyetlerini sürdüren bir diğer kurum olan İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi (AUZEF) 2009 yılında uzaktan öğretim, 2011 yılında ise açıköğretim programlarıyla eğitim hayatına başladı. Bünyesinde halihazırda 50 program barındıran AUZEF, bunların 30’unu açıköğretim, 18’ini uzaktan öğretim, 2’sini diğer fakültelere bağlı uzaktan öğretim programı olarak sunuyor.



Tablo 1. Açıköğretim Fakülteleri Program Sayıları
Fakültelerin internet sitelerinden alınmıştır. 


Uygulama Problemi
Açıköğretim programlarının sınırlılıklarının başında uygulama dersi kısıtlılığı geliyor. Uygulama azlığının ciddi bir kısıtlılık olması sebebiyle açıköğretim fakülteleri, programlarına staj ya da uygulama dersleri koyarak bu kısıtlılığı aşmaya çalışıyor. Örneğin; AUZEF, öğrencilere uygulama fırsatı sağlamak için 5 bölümde zorunlu staj politikası uyguluyor. Bununla birlikte Çocuk Gelişimi ve Sosyal Hizmet programlarında da 2 adet uygulama dersi bulunuyor. Benzer şekilde AÖF de 9 programda staj, 8 programda uygulama dersi ve 4 programda hem staj hem de uygulama dersi fırsatı sunuyor. Uygulama dersi olan öğrenciler, programların örgün derslerine kayıt oluyor ve o derslerden geçmeleri bekleniyor. Ne var ki bu alanların pratik karşılıklarını göz önüne aldığımızda (Örneğin; hemşirelik) yalnızca bir staj programının yeterliliği akıllarda bir soru işareti olarak kalıyor. Yakın zamanda açıköğretim psikoloji programı açılması üzerine büyüyen tepkilerin temel savlarından biri de psikoloji programının uygulamaya dönük tarafının açıköğretimde yerine getirilemeyecek olmasıydı. Bu bağlamda uygulama problemlerini aşmak açıköğretim fakülteleri için ne derece mümkün olabilir, açıköğretimde verilemeyecek programların ölçütü nedir gibi sorular cevaplanmayı bekliyor. Bu yazının kapsamını aşacağı için sormayı erteleyeceğimiz bu sorular, yazının nihayetinde getireceğimiz öneriler bağlamında yeniden ele alınabilir. 

Açıköğretimin Öğretim Biçimi: Monoloji
Açıköğretim programlarında öğrenciler, ders materyali olarak ders notları, sunumlar ve videolar gibi içerikler kullanıyor. Bu içeriklere öğrenciler istedikleri zaman Öğrenme Yönetim Sistemi (ÖYS) gibi online sistemler üzerinden ulaşabiliyor. Ne var ki ÖYS’deki sunumlar, ders notları, video içerikleri ve ünite soruları gibi materyaller etkileşimli bir öğrenmeden, alıcı ve vericinin bulunduğu bir öğrenmeden ziyade, tek taraflı, monoton bir öğrenme biçimi sunuyor. Öğrencinin bilgi kaynağını okuyup anlaması sürecinden farklı olarak, bilgi alış-verişinde bulunma imkanı olmamasına neden olan bu öğrenme biçimi monolojik bir öğrenme/öğretim biçimidir. Monolojik öğretim, eğitim psikolojisi ve pedagoji çalışmalarında da gösterildiği gibi, öğrenci motivasyonu ve başarısı bakımından zayıf kalan bir biçimdir. Dolayısıyla açıköğretim programlarının en temel pedagojik eleştirisi bu monolojiden teşekkül edebilir.

Monolojik öğretim biçiminin açıköğretim programlarında üretilmiş olmasının nedeni, kendini en açık biçimde “diploma edindirmeye odaklılık” temasında gösteriyor. Açıköğretim programları öğrencilerine, hazırladıkları 20 soruluk vize ve final sınavlarından geçecekleri kadar bilgi edindirmeyi amaçlıyor. Bunu yaparken her bir disiplinin kendine özgü kapsayıcı ve derin epistemik yapısını öğrencilerine kazandırmaktan feragat ediyor. Bu nedenle açıköğretim macerası “sınavdan geç ve diplomanı al” şeklinde deneyimleniyor. Üstelik sınavdan geçmek için öğrencilerin ders çalışması çoğunlukla gerekmiyor. En iyi ihtimalle sınavlardan birkaç gün önce ders özetleri okunarak sınava giriliyor. Dahası öğrencilerin çoğu sınav soruları tekraren sorulduğu için sınav anında internet üzerinden soruların cevaplarını bulmayı tercih ediyor. Hal böyleyken açıköğretimin gerçek bir öğretim içerdiğini, sınav başarısının öğrencinin öğrenimini ölçebildiğini ve bu diplomaların istihdam alanlarında yetkinlikleri belgelediğini düşünmek, fazlaca hüsnü zan oluyor. 

Sonuç olarak açıköğretimin mevcut durumuna dair; monolojik, sınava ve sınavdan geçirmeye odaklı, yükseköğretim ekseninden kaymış, sertifika/diploma edindirme kursu görünümlü bir yapı olduğu tespitleri geçerli tespitler olarak ortaya çıkıyor.




Peki Ne Yapılmalı?
Açıköğretim ders içeriklerinin metin ve ders videosu odaklı olduğunu belirtmiştik. Burada ilk yapılması gereken, bu yazının da tezlerinden birkaçının doğrulanmasını sağlayacak biçimde, ders materyallerinin kullanım zamanı, sıklığı ve etkinliği üzerine bir analizdir. Öğrencilerin ders sunumları, videoları, soru çözümlerini ve diğer içerikleri ne sıklıkla ve hangi zamanlarda kullandığının bir analizi yapılmalıdır. Buradan çıkacak sonuç, açıköğretim programlarının “gerçek” kullanımını ve “öğretim” etkinliğini gösterecektir. Analiz sonuçlarına göre sorun tespiti yapılmalı, tercih edilen içerik neden tercih ediliyor, tercih edilmeyen içeriğin ise neden edilmediğinin değerlendirmesi yapılmalıdır.
Türkiye’deki her açıköğretim fakültesi AÖF’ün uzun faaliyet zamanından kaynaklanan tecrübelerinden faydalanmalıdır. Özellikle AÖF’ün “e-kampüs” sistemi gibi hoca-öğrenci ve öğrenci-öğrenci arası etkileşimi artırmayı amaçlayan uygulamaları hem öğrenciler arasında hem de diğer açıköğretim fakülteleri arasında yaygınlaşmalıdır. Bu sanal sınıflarda öğrencilerin ders dışında da iletişimde bulunması, not paylaşımı, ek kaynak önerileri gibi hiyerarşik olmayan etkileşimleri de desteklenmelidir. Bir adım ileri gidilerek, araştırma ve uygulama projeleri gibi, alana ait bilginin tatbikiyle kazanımını hedefleyen “ödevler” verilebilmelidir. Bunlar grup projeleri yahut bireysel projeler olarak sisteme yüklenebilmeli, puan sistemine dahil edilmelidir. 
Bunun ardından, mevcut ÖYS sistemlerine ek olarak, öğrencilerin mobil cihazlarından yahut internet üzerinden kullanabilecekleri bir aplikasyon geliştirilmelidir. Bu aplikasyon, piyasadaki örneklerine benzer biçimde, ders içeriklerini çağdaş yöntemlerle aktaran, etkileşim temelli öğrenme ve ölçme değerlendirme modüllerine sahip olmalıdır. Aplikasyon, açımlamalı geribildirim metoduyla öğrencinin eksiklerini analiz etmeli, öğrenciyi ona uygun öğrenme modülüne yönlendirmelidir. Aplikasyondaki ders içeriklerinde konu anlatım videoları daha akıcı, görselleştirilmiş, animasyon ağırlıklı ve alan bilgisi bakımından güncellenmiş olmalıdır. Bunların yanı sıra açıköğretim öğrencilerinin geniş yaş aralığına binaen bu içeriklerin yaşlı bireyler için de uygunluğu sağlanmalıdır. Yani “bilginin derinliğini yitirmeyip talebenin talebini söndürmeyen” ders içerikleri oluşturulmalıdır. AÖF bu hususta kullanılan aplikasyonlar geliştirmiş olsa da bunlar yalnızca ders notlarının ve çıkmış soruların erişilebilirliğini artırmaktadır.

Ayrıca hem yükseköğretimin yaygınlaşması misyonundan uzaklaşmamak hem de öğrencinin açıköğretimden beklentilerini daha iyi analiz etmek için, programa kayıt ve ders yenileme sürecinde öğrencilere “Açıköğretim Talep Niyet Formu” doldurtulmalıdır. Bu form sayesinde öğrencilerin açıköğretim programına başvuru nedeni, programdan beklentisi ve programdan mezuniyeti sonrasında hedefi tespit edilmelidir. Bu veriler ışığında programların içerikleri -misyondan uzaklaşmamak kaydıyla- güncellenmelidir. 

Tüm bu sorunların ve önerilerin temelinde ise açıköğretim programlarının misyonu ve vizyonu hakkında bir yapılandırmaya gidilmesi gerekliliği bulunuyor. Mevcut misyon ve vizyon dahilinde üretilen program, yükseköğretimi yaygınlaştırırken nitelikten ödün veriyor. Bu ödün vermeyi engellemek ancak ve ancak teknolojik imkanların daha etkin kullanımıyla mümkün olacaktır. 








ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ