2020 MAKROEKONOMİK GÖRÜNÜM

Ekonomik Büyüme 

2019 yılının Aralık ayında başlayan ve Türkiye’de ilk olarak Mart ayında görülen COVID-19 salgını ile birlikte ülkeler hem kendi içlerinde toplumsal hayatı sınırlandırmışlar hem de sınırlarını dış dünyaya kısmen kapatmışlardır. Söz konusu salgın tedbirleri üretim, yatırım ve istihdamın düşmesine neden olmuştur. Bu da ekonomik büyüme üzerinde ciddi bir baskı oluşturmuştur.






Yıllık bazda %1,8 büyüyen Türkiye’nin 2020 yılı çeyreklik büyüme verileri incelendiğinde henüz salgın sürecine girilmeyen ilk çeyrekte ekonominin %4,5 büyüdüğü göze çarpmaktadır. Ardından salgın koşullarının çok ciddi biçimde hissedildiği ikinci çeyrekte ekonomi büyük bir daralma sürecine girerek %10,3 küçülmüştür. Temmuz-Eylül ve Ekim-Aralık dönemlerinde ise salgının kısmen yavaşlaması ile beraber uygulanan önlemler azaltılmıştır. Sonrasında üretimde yaşanan artış ve turizm sektörünün kısmi de olsa olumlu etkisi ekonominin toparlanma sürecine girmesini sağlamıştır. Bu iki çeyrekte ekonomi sırasıyla %6,3 ve %5,9 oranında büyümüştür. 


Türkiye’de 2020 yılında gerçekleşen sektörel büyüme rakamları ise şekil 2’deki gibidir. Buna göre en hızlı büyüyen sektör %21,4 ile finans sektörü iken en çok daralan sektör ise %5,2 ile idari ve destek hizmetleri sektörüdür. Dönem içerisinde inşaatlar, hizmetler ve idari ve destek hizmetleri sektörleri küçülürken diğer tüm sektörlerde farklı oranlarda büyüme gerçekleşmiştir. Buna göre tarım %4,8, sanayi %2, bilgi-iletişim %13,7 gayrimenkul %2,6, kamu-eğitim-sağlık %2,8 oranında büyümüştür. Bilgi-iletişim sektöründe yaşanan yüksek büyüme salgın nedeniyle insanların eve kapanmaları sebebiyle bu sektörlere olan talebin artması ile açıklanabilir. 


Bilgi ve iletişim sektörü ile finans sektörünün genel görünümden ayrılarak yüksek büyüme trendine girmesine, salgın koşullarında bu sektörlere olan talebin artması neden olmuştur. Salgın süreci ile birlikte eğitim, çalışma hayatı gibi yaşamın en önemli alanlarında mecburi bir dönüşüm yaşanmış, uzaktan çalışma ya da uzaktan eğitim gibi yeni kalıplara bürünmüştür. Bu yeni uzaktan hayat ile birlikte bilgisayar, tablet, kamera, grafik tablet gibi iletişim teknolojisi araçlarına karşı yoğun bir talep artışı yaşandı. Ayrıca uzaktan eğitim ya da çalışmaya olanak sağlayan yazılımlara, internet ve iletişim sağlayıcı operatörlere de talep artışı yaşanmıştır. Dolayısıyla bilgi ve iletişim sektörü diğer sektörlere nazaran pozitif ayrışarak %13,7 oranında büyümüştür. Finans sektörünün %21,4 oranındaki pozitif ayrışması da salgın ile birlikte küresel ekonomide var olan belirsizliklerin daha da belirginleşmesi ile birlikte oluşmuştur. Bu dönemde ekonomik ajanların söz konusu belirsizlikten doğacak olası riskleri minimize etmek adına finansal varlık alım-satım işlemlerini hızlandırdığını ifade etmek mümkündür. Bu durum finans sektörünün pozitif ayrışmasını izah etmektedir. Gayrimenkul sektörünün salgına rağmen az da olsa büyümesinin arkasında da yaz aylarında bu sektöre sağlanan ucuz kredi politikası vardır. Bu dönemde konut satın alma maliyetlerinin kredilerdeki düşüşle birlikte azalması konut talebini artırmıştır. Bu süreçte inşaat sektörünün gayrimenkul sektöründen farklı bir biçimde küçülmesi de esasen ucuz kredi politikasının mevcut gayrimenkul stokunu eritmeyi amaçladığına, ancak yeni yatırımların bu süreçte anlamlı olmadığına işaret eden bir olgudur.


Yandaki  şekilde ise 2011-2020 yılları arasında Türkiye’nin ekonomik büyüme verileri gösterilmektedir. Söz konusu dönemde büyümenin inişli çıkışlı olması hasebiyle istikrardan uzak olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. İncelenen on yıllık dönemin ortalama büyüme oranı ise %5,2 olmuştur. Bu on yıllık dönem Türkiye siyaseti için oldukça hareketli bir dönemdir. Dönem içerisinde Gezi olayları, darbe girişimi, başkanlık sistemine geçiş, küresel salgın gibi ekonomik performansı ciddi biçimde etkileyebilecek gelişmeler/dönüşümler yaşanmıştır. Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin istikrarsız büyümesinin arkasında yatan nedenlerin toplumsal ve politik alanda görülen değişimler olduğunu ifade etmek yerinde bir tespit olacaktır. 



İstihdam

Genel olarak COVID-19 virüsünün yıkıcı etkisiyle geçen 2020, istihdam anlamında da oldukça dalgalı geçmiştir. 2020 yılında istihdam göstergeleri salgının etkisini gösterir niteliktedir. Toplam işsizlik rakamları incelendiğinde salgının etkisinin görülmediği ilk çeyrekte işsizlik oranlarının azaldığı görülmektedir. 2020 Ocak itibariyle %14,1 olan işsizliğin ilk çeyreğin sonunda %13’e gerilediği göze çarpmaktadır. Toplam işsizlikteki düşüş etkisini yitirerek olsa da Nisan ve Mayıs aylarında da devam etmiş ancak Haziran ayında tekrar yükselişe geçmiştir. Bu dönemde istihdamda sarsıcı bir etkinin yaşanmamasının arkasında hükûmetin almış olduğu kısa çalışma ödeneği politikası ve işten çıkarmayı kısıtlama gibi önlemler ve tarım, turizm gibi sektörlerde görülen istihdam artışının etkisi bulunmaktadır. Yılın en yüksek işsizlik oranı %14,6 ile Temmuz ayında yaşanmıştır. Temmuz sonrasında tekrar düşüşe geçen işsizlik Aralık ayına gelindiğinde tekrar %13 seviyesine gerilemiştir. Tarım dışı işsizlik rakamları da yine toplam işsizlik rakamlarıyla paralel bir görünüm sergilemektedir. 2020 yılı içerisinde istihdamda en büyük payı hizmet sektörünün oluşturduğu görülmektedir. %55,8 oranında bir istihdam payına sahip olan hizmetler sektörünü %22,4 ile sanayi, %15,7 ile tarım ve %6,1 ile inşaat sektörü takip etmektedir.





Şekil 6’da Türkiye’nin son on yıllık işsizlik ve genç işsizlik rakamlarını sergilemektedir. Veriler incelendiğinde son on yıllık süreçte işsizliğin ve genç işsizliğinin artan bir trend sergilediği görülmektedir. Aynı zamanda hem işsizlik hem de genç işsizlik oranlarının 2020 yılında en yüksek seviyede gerçekleştiği görülmektedir. Genç işsizlik rakamlarının incelen dönemin tamamında işsizlik rakamlarının yaklaşık iki katı olduğu ifade edilebilir. Bu durum emek piyasasının iş gücüne yeni katılan genç nüfusa iş yaratma kabiliyetinin düşük olduğunu gösteren bir durumdur. Bu bağlamda genç işsizliği azaltıcı politikaların güçlendirilmesi ve çeşitlendirilmesi gerekmektedir. 



Enflasyon

Ekonomide belirli bir dönemde mal ve hizmet fiyatlarında meydana gelen sürekli artış anlamına gelen enflasyon, bireylerin reel satın alma gücü üzerinde olumsuz etkiler gösteren bir olgudur. Enflasyonun söz konusu etkisi yalnızca tüketiciler üzerinde kalmamakta, bunun yanında üretim, yatırım, istihdam, bölüşüm gibi makroekonomik göstergeler üzerinde de etkiler yaratabilmektedir. Bu bakımdan ekonomi yönetimleri fiyat değişimlerini dikkatle takip ederler. 


Bir önceki yılın aynı ayına ait verilere göre tüketici fiyat endeksindeki değişimleri gösteren şekil 7’deki gibidir. Buna göre 2020 Ocak ayında %12,15 olan enflasyon yıl sonuna gelindiğinde %14,6’ya yükselmiştir. Görece yüksek olarak değerlendirilebilecek bu oranın düşük büyüme hızının olduğu bir yılda yaşanması akıllara slumpflasyonu getirmektedir. Hem durgunluğun hem de enflasyonun yaşandığı bu dönemlerde ekonomiyi rayına sokmak daha zordur. Çünkü büyümeyi uyarmak için uygulanacak genişletici politikalar zaten yüksek olan enflasyonu daha da hızlandırabilir ya da enflasyonu dizginlemek için uygulanması gereken daraltıcı politikalar durgunluğu daha da derinleştirebilir. Bu sebeple slumpflasyon dönemlerinde politika yapıcılar açısından hangi politikanın seçilmesi noktasında karar vermek oldukça zorlaşmaktadır. 


2020 yılında tüketici fiyat endeksi ile paralel bir şekilde üretici fiyat endeksinde de yükseliş trendine şahit olunmuştur. 2020 üretici fiyat endeksi 2019 yılı Ocak ayına göre %8,84 artış göstererek yıla başlamıştır. Bu yükseliş salgın koşullarının şiddetlendiği yılın ikinci çeyreğinde azalan talep ve iktisadi faaliyetler sonucunda etkisini yitirmiştir. Ancak yılın ikinci yarısına girildiğinde gerek salgın önemlerinin hafifletilmesinin iktisadi faaliyetlerde yarattığı pozitif etki gerek de yılın ilk yarısında yaşanan kayıpları telafi etmek adına iktisadi faaliyetlerin hızlanması üretici fiyat endeksindeki yükselişe neden olmuştur. Yine bu yükselişin arkasında kurda yaşanan değersizleşmeyle birlikte girdi fiyatlarının artması da etkili olmuştur. 2020 yılı Temmuz ayında %8,83 olarak gerçekleşen ÜFE 2020 yılını %25,15 gibi ciddi bir yükselişle kapatmıştır.


 

Şekil 9’da Türkiye’de 2011-2020 yılları arasında gerçekleşen ÜFE oranlarını göstermektedir.


Değerler incelendiğinde ÜFE’nin genel olarak dalgalı bir seyir izlediği görülmektedir. 20216 yılı itibariyle tek haneli rakamlardan çift haneli rakamlara geçen ÜFE’nin kur istikrarsızlığından olumsuz bir biçimde etkilendiği görülmektedir. Keza 2018 ve 2020 yılları sırasıyla yaşanan bir takım politik olaylar sebebiyle ve küresel salgın sebebiyle kur baskısının çok ciddi hissedildiği iki yıl olarak karşımıza çıkmaktadır. ÜFE’nin söz konusu yıllarda %33,64’lük ve %25,15’lik oranlarla artması da bu saptamayı destekler niteliktedir.





Cari İşlemler Dengesi ve Finansmanı

Ülkenin dış alem ile yürütmüş olduğu mal-hizmet ticareti gibi iktisadi faaliyetlerin kaydedildiği hesap olan cari işlemler hesabı, ülkenin döviz ihtiyacını ortaya koyan önemli bir göstergedir. Yüksek cari açığa sahip olan ülkelerin döviz gereksinimleri de yüksek olmakta, dolayısıyla döviz kurları üzerinde etkili olmaktadır. Cari işlemler açığı, 2019 yılının Aralık ayına göre 473 milyon ABD doları artarak 3.210 milyon ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda 2020 yılı cari işlemler açığı 36.724 milyon ABD doları olmuştur. Bu gelişmede, hizmetler dengesi kaynaklı net girişlerin 1.163 milyon ABD doları azalarak 644 milyon ABD dolarına ve ikincil gelir dengesi kaynaklı net girişlerin 168 milyon ABD doları azalarak 80 milyon ABD dolarına gerilemesi etkili olmuştur (TCMB, 2021).


Altın ve enerji hariç cari işlemler hesabı 2019 yılının Aralık ayında 1.579 milyon ABD doları fazla vermişken bu ayda 940 milyon ABD doları fazla vermiştir. Ödemeler dengesi tanımlı dış ticaret açığı, 2019 yılının aynı ayına göre 329 milyon ABD doları azalarak 3.344 milyon ABD dolarına gerilemiştir. Hizmetler dengesi altında seyahat kaleminden kaynaklanan net gelirler, 2019 yılının aynı ayına göre 495 milyon ABD doları tutarında azalarak 617 milyon ABD dolarına gerilemiştir. Birincil gelir dengesi kaynaklı net çıkışlar, 2019 yılının aynı ayına göre 529 milyon ABD doları azalarak 590 milyon ABD doları olarak gerçekleşmiştir (TCMB, 2021).


Cari işlemler hesabının alt hesabı olan dış ticaret hesabını oluşturan dış ticaret verileri de aşağıdaki gibidir. Tablo 1’de 2019 ve 2020 yılları için ihracat, ithalat, dış ticaret dengesi ve ihracatın ithalatı karşılama oranı verilmiştir. Verilere göre bir önceki yıla göre 2020 yılında ihracat yaklaşık %6 oranında azalmış, ithalat ise %4 oranında artmıştır. 2020 yılında dış ticaret hesabı 49 milyar 915 milyon dolar açık verirken ihracatın ithalatı karşılama oranı bir önceki yıla göre azalarak %86’dan %77,2’ye gerilemiştir.


Ekonomide cari işlemler hesabının verdiği açığın nasıl finanse edildiği, yani ekonominin ihtiyaç duyduğu dövizin nasıl elde edildiği (doğrudan yabancı yatırım, kısa vadeli finansman, uzun vadeli finansman, vb.) ekonomi politikaların yönünü ve bağımsız ekonomi politikası üretimini etkileyen önemli bir unsurdur. 


2020 yılı rakamları ülkeye giren doğrudan yabancı sermaye miktarının 836 milyon dolar olduğunu göstermektedir. Aynı yılda gerçekleşen net portföy yatırımlarının değeri ise 5 milyar 109 milyon dolardır. Yurt dışı yerleşikler hisse senedi piyasasında 269 milyon dolarlık, devlet iç borçlanma senetleri piyasasında ise 1 milyar 997 milyon dolarlık net alış hacmi gerçekleştirmişlerdir.


Yurt dışındaki tahvil ihraçları incelendiğinde bankaların 722 milyon dolar, genel hükûmetin ise 2 milyar 225 milyon dolar net borçlanma gerçekleştirdiği rakamlara yansımıştır. Diğer sektörler ise toplam 5 milyon dolar borçlanmıştır. Yurt dışından temin edilen kredilerin gerçekleşme miktarları ise sırasıyla bankalar, genel hükûmet ve diğer sektörler için 559 milyon dolar, 129 milyon dolar ve 604 milyon dolardır. Özet olarak 2020 yılında meydana gelen döviz gereksiniminin doğrudan yabancı yatırımlardan ziyade borçlanma şeklinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır.



Döviz Piyasaları 

Ülkelerin ulusal paralarının diğer paralar karşısındaki değeri ekonomilerdeki dış borç stoku, üretim miktarı, enflasyon, istihdam seviyesi gibi göstergeleri doğrudan etkilemesi bakımından oldukça önemli bir göstergedir. Bu bağlamda kurların istikrarlı, öngörülebilir bir yapı sergilemesi ekonomik istikrar adına önemlidir. 


2020 yılı, kurdaki değişimler bakımından Türkiye için olumsuz bir yıl olarak seyretmiştir. Yukarıda tabloda Türk lirasının dolar, euro, yen ve sterlin gibi güçlü paralar karşısındaki performansını göstermektedir. Buna göre 2019 yılı itibariyle 5,9596 TL olan dolar kuru yaklaşık %25 oranında bir artışla 7,4439’a yükselmiştir. Türk lirası 2020 yılında en çok euro karşısında değer kaybetmiştir. 2019 yılı ortalama euro/TL kuru 6,6841 iken 2020 yılında %37 artarak 9,1466 olmuştur. Türk lirası Japon yeni karşısında ise %32 değer kaybetmiş ve kur 5,5132’den 7,2555’e yükselmiştir. Sterlin karşısında yaşanan kayıp ise %30 olarak gerçekleşmiştir. 7,8538 olan 2019 yılı sterlin/TL kuru 2020 yılında 10.1821’e yükselmiştir. TL’nin diğer ülke paraları karşısında yaşadığı bu değer kaybı kamunun ve özel kesimin dış borç yükünde ve cari açık üzerinde önemli bir baskı oluşturmaktadır. 





Şekil 11’de 2016-2020 yılları arasında ₺’nin $ ve € karşısındaki performansı verilmektedir. Buna göre 2016 yılından 2020 yılına kadar her sene ₺’nin iki para birimi karşısında da değersizleştiği görülmektedir. 2016-2020 yılları arasında ₺ karşısında $ ve € sırasıyla yaklaşık 2,1 ve 2,5 kat değer kazandığı görülmektedir. Söz konusu yukarı yönlü trend özellikle 2018 ve 2020 yıllarında daha keskin olmuştur. Nitekim 2018 senesi ABD ile yaşanan S-400 ve Rahip Brunson krizlerinin yaşandığı yıldır. Bu süreçte özellikle 2018 Ağustos ayında  ₺’nin çok kısa dönemde $ ve € karşısında değersizleşmiştir. Keza 2020 yılı da küresel salgın ve diğer birtakım iç ve dış makroekonomik problemler nedeniyle ₺ talebinin azalmasına, kısa dönemli olsa da ₺’den kaçış ve dolarizasyon süreçlerinin yaşanmasına sahne olmuştur. ₺’nin söz konusu aşağı yönlü trendi de cari açığın artmasına, borç stokunun artmasına ve özellikle maliyet enflasyonuna yol açmaktadır.



Ekonomik Güven

Hanehaklı, firmalar, dış alem gibi iktisadi aktörlerin iktisat politikalarına duydukları güven, istihdam, yatırım, büyüme gibi göstergeler açısından önemlidir. İktisadi ajanların iktisat politikalarına güven duyması söz konusu ülkenin daha iyi bir iktisadi performans sergilemesine yardımcı olmaktadır.


 

Bu göstergelerden birisi CDS primidir. Bir ülkenin ya da şirketin borçlarını ödeyememe riskini ölçen CDS primi arttıkça ekonomiye güven azalmaktadır.  Aşağıda 2016-2020 yılları için Türkiye’ye ait CDS primleri bulunmaktadır. İlgili veriler 2016 yılından 2020 yılına kadar CDS priminin sürekli arttığını sergilemektedir. 2016 yılında CDS primi en fazla 311,3 olarak gerçekleşmişken 2020 yılında bu rakam iki kattan daha fazla artış göstermiş ve 643,2’ye erişmiştir. Mart 2021 itibariyle Türkiye’de 303,58 olan CDS primi ABD’de 10,7, Kanada’da 36,6, Fransa’da 15,20, Brezilya’da 190, Rusya’da 100, Endonezya’da 74,92 olarak gerçekleşmiştir (World Government Bonds, 2021). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülke örnekleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin risk priminin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Bu da Türk varlıklarına olan güvenin azalması, borçlanma maliyetlerini artması gibi olumsuz etkiler yaratmaktadır. 


Reel kesim güven endeksi (RKGE) , tüketici güven endeksi (TGE) ve imalat sanayi satın alma yöneticileri endeksi (PMI) gibi endeksler de ekonomiye güveni ölçen diğer önemli göstergelerdir. Türkiye’de reel kesimin ekonomiye olan güveninin maksimum değerler itibariyle 2017 yılında 2020 yılına kadar hemen hemen aynı kaldığı ifade edilebilir. Bu durum PMI için de geçerlidir. Ancak TGE 2017 yılından 2020 yılına gelinceye kadar geçen 4 yılda 94,2’den 83’e düşmüştür. 2020 yılı RKGE ve PMI için minimum rakamların görüldüğü yıl olmuştur. Bu noktada ortaya çıkan küresel salgın ve beraberinde getirdiği iktisadi olumsuzlukların büyük etkisi bulunmaktadır. 2020 yılı minimum rakamlarına göre RKGE 62,3, PMI ise 33,4 olarak gerçekleşmiştir. 2020 yılında minimum TGE ise 79,3 olarak gerçekleşmiştir. 2020 verilerine göre OECD için en düşük RKGE 96,97, en düşük TGE 97,8 ve seviyesindedir. Türkiye’ye ait RKGE ve TGE verilerinin OECD ortalaması ile karşılaştırıldığında yine oldukça düşük seviyelerde kaldığı görülmektedir (OECD, 2021). 


Ekonomilerin performansının izlenmesi anlamında oluşturulmuş bazı endeks ve anketler bulunmaktadır. Bu endekslerdeki değişim izlenerek 2020 yılı ekonomik performansı gözler önüne serilebilir.


Ekonomide üretim miktarını ifade eden sanayi üretim endeksi (SÜE) ve kapasite kullanım oranı (KKO) verileri aşağıda gösterilmiştir. 2016 yılında ortalama 103,5 olan SÜE 2020 yılında ise yaklaşık %12’lik bir artış göstermiş ve 115,5’e yükselmiştir. 2020 yılında oldukça dalgalı seyir izleyen endeks ilk çeyrekte 117,1 olmuş, salgının ağırlığının iyiden iyiye hissedildiği ikinci çeyrekte ise ciddi bir düşüş gerçekleştirerek 94’e gerilemiştir. Ardından salgın önlemlerinin gevşetildiği üç ve dördüncü çeyreklerde üretim endeksi hızlanarak 128,4 ve 115,5 olarak gerçekleşmiştir. 



Kapasite kullanım oranlarına ait veriler de aşağıdaki gibidir. 2016 yılı ortalaması 78 olan kapasite kullanımı 2020 yılına gelindiğinde azalarak 71,25’e düşmüştür. 2020 yılı KKO için de SÜE gibi oldukça dalgalı bir yıl olmuştur. Birinci çeyrekte 75 olan endeks, hayatın yavaşladığı ikinci çeyrekte 63’e düşmüş, ardından gelen iki çeyrekte ise 72 ve 75 olarak gerçekleşmiştir.



Uluslararası Karşılaştırma ve Değerlendirme

2020 yılı genel olarak küresel anlamda COVID-19 salgınının gölgesinde geçmiştir. Salgın önceleri epidemik karakterdeyken 2020 yılının ilk aylarında pandemiye dönüşmüş ve küresel ekonomiyi de giderek artan şiddette etkisine almaya başlamıştır. Türkiye’de ise ilk vaka, 11 Mart 2020 tarihinde tespit edilmiş ve bu süreçte küresel salgının yarattığı ekonomik problemlerden nasibini almıştır. 


2020 yılı genel olarak tüm ekonomileri derinden sarsan bir etki ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte ekonomiler salgına karşı çeşitli seviyelerde bir çok önlem almışlardır. Bu önlemler genel olarak tam ya da kısmi kapanma, stratejik ürünlerin üretimi hariç üretimin yavaşlaması, ülke sınırlarını kapatma, durma noktasına gelen ekonomilerin çökmemesi adına çeşitli büyüklüklerde kurtarma paketleri şeklinde sıralanabilir. Salgının yarattığı insan sağlığını tehdit edici ortam sebebiyle oldukça sınırlanan iktisadi faaliyetler de ülke ekonomilerinin makro göstergelerinde ciddi problemlerin meydana gelmesine neden olmuştur.


Tablo 4’te bazı seçilmiş ülkelerin yine seçilmiş makroekonomik göstergelerine yer verilmiştir. Ülkelerin büyüme rakamları incelendiğinde Çin ve Türkiye haricinde gelişmişlik seviyesi fark etmeksizin tüm ekonomilerde negatif büyüme yaşandığı görülmektedir. Bu gösterge bağlamında Çin ve Türkiye ise diğer ülkelerden pozitif ayrışarak sırasıyla 2, 3 ve 1,8 oranlarında büyümüştür. Özellikle yılın ikinci yarısında salgının etkisini yitirmesiyle birlikte ekonominin açılması ve geçmiş yıllardaki kadar olmasa da turizm sektörünün canlanması Türkiye’nin yılı pozitif büyüme ile kapatmasına olanak sağlamıştır. 


Fiyat istikrarını gösteren enflasyon rakamları yine Türkiye’nin diğer ülkelerden ayrıştığını göstermektedir. Ancak bu sefer Türkiye yüksek enflasyon ile diğer ülkelerden negatif ayrışmıştır. 2020 yılı Türkiye için döviz temini noktasında zor bir yıl olmuştur. Bu dönemde Türk lirası, dolar karşısında %25, euro karşısında %37 değer kaybetmiştir. Söz konusu etki ithal girdilerin maliyetini artırarak ciddi bir maliyet enflasyonuna yol açmıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken asıl noktanın toplam talebin düşük olmasına rağmen yüksek enflasyonun yani slumpflasyon benzeri bir durumun yaşanmasıdır. Ekonomideki daralmaya karşın yüksek enflasyon anlamına gelen slumplasyon mücadele etmesi en zor iktisadi istikrarsızlıklardan biridir. Çünkü böylesi bir durumda durgunluğu azaltmak için toplam talebi artırmaya yönelik çabalar hâlihazırda yüksek olan enflasyonun daha da artmasına neden olabilecektir. Bu veçhede Türkiye’nin enflasyon problemine ciddi bir biçimde emek harcaması ve zaman ayırması gerekmektedir.


İşsizlik verilerinde yine genel görüntünün 2020 yılında işsizliğin artmış olduğudur. Ancak Fransa’da, İtalya’da ve Türkiye’de yine diğer ülkelerden farklı olarak istihdamın arttığı bir yıl olmuştur. Durgunluğun yaşandığı, toplam talebin azaldığı dönemlerde istihdamın korunması ekonomiler için oldukça hayati bir politikadır. Çünkü toplam talep yetersizliği nedeniyle üretimin, kapasite kullanım oranlarının azalması kar topu etkisi yaratarak işsizliğin de devasa boyutlara ulaşmasına neden olabilir. Ayrıca işsiz kalan her yeni birey toplam talebin bir birim daha düşmesine neden olacaktır. Böylelikle ekonomide bir kartopu etkisi yaşanacaktır. Türkiye salgın döneminde istihdamı dengede tutabilmek için emek piyasalarında işten çıkarmayı zorlaştırmış, kısa çalışma ödeneği gibi bir takım enstrümanlarla işvereni desteklemiştir. Böylelikle bu süreçte istihdam piyasasında istikrarı sağlamayı başarmıştır.


Salgının yarattığı bir diğer etki ise hükûmetler tarafından çeşitli büyüklüklerde açıklanan mali yardımlar, kurtarma paketleri gibi olağanüstü politikaların hazinede oluşturduğu ekstra yüktür. Türkiye gibi cari açık problemine gelişmekte olan ülkelerde bu duruma bir de salgın sebebiyle azalan döviz getirici iktisadi faaliyetlerin azalması eklenmiştir. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkeler için bir yandan da piyasaya döviz temin etme yükümlülüğü ortaya çıkmıştır. Bu gibi unsurlar ekonomilerin borç yükünü artıran unsurlardır. Bu bağlamda tüm ülkelerin brüt borç pozisyonlarının GSYH’lerine oranlarının artmış olduğu görülmektedir. Bu durum salgın koşullarının getirdiği bir diğer olumsuz durumdur.



Genel Değerlendirme


2020 yılı Türkiye ekonomisi için dünyanın hemen hemen her ülkesinde olduğu gibi oldukça zorlayıcı bir yıldır. Esasen Türkiye, 2020 yılına iyi bir performans sergileyerek başlamıştır. Bunun yansıması olarak ilk çeyrek büyüme oranı %4,5 olmuştur. Ardından yeni tip COVID-19 salgınının ülkemizde de görülmesi ile birlikte halk sağlığının korunması diğer tüm hedeflerin önüne geçmiş ve diğer alanlarda olduğu gibi iktisadi faaliyetlerde de ciddi kapanmalar gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 2020 yılındaki pek de iç açıcı olmayan ekonomik performansın bir kısmının salgın ortamıyla ilişkilendirilmesi yanlış olmayacaktır. Ancak Türkiye’nin bir takım iç dinamiklerinden kaynaklanan ciddi risklerinin olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bu riskler kur riski, yüksek enflasyon, katma değeri yüksek üretimin henüz yeterli seviyeye gelmemesi, ekonomi yönetimindeki istikrarsızlıklar ve bu durumun küresel piyasalarda oluşturduğu olumsuz Türkiye algısı ve Türk ekonomisine olan güveni azaltması şeklinde sıralanabilmektedir. Bu sebeple ekonomi yönetiminin dışsal ve geçici olan unsurlardan çok iç dinamiklerinden kaynaklanan olumsuzlukları öncelemesi ekonominin istikrarı için oldukça önemli ve gerekli bir politika tercihi olacaktır.