2019’UN BAKİYESİ: SONUÇ, DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLER


2019 Yılında Türkiye’nin İnsan Hakları Karnesi


2019, Anayasa Mahkemesi’nin hem anayasal yargı hem de bireysel başvuru kararlarının dikkatle izlendiği bir yıl oldu. Özellikle insan hakları hukuku bakışının devletin tüm işlemleri üzerindeki düzeltici etkisi kendini göstererek yürütmenin ve yargının insan hakları merkezli kararlar vermesi gerekliliği noktasında işaretler gösterdi. Bu durum, başta adil yargılanma, ifade özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel insan hakkı ihlallerinde dikkat edilmesi sonucunu doğurdu. Özellikle adil yargılanma hakkı bakımından verilen ihlal kararlarının, yargılama adaletine olumlu etkisi olacak ki son yıllarda adil yargılanma hakkı yönünden verilen ihlal kararlarında bir azalma eğilimi görüldü. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru neticesinde verdiği insan hakkı ihlali kararlarını önemsemek gerekir. Verilen her ihlal kararı ve onun neticesinde düzeltici işlev, hukuk devleti olma yolunda bir merhaleyi daha aşmak manasına gelmektedir.


Ulusal insan hakları kurumları olarak Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na yapılan başvuruların artışı ve bu kurumlardan çıkan kararların devlet nezdinde gittikçe artan şekilde dikkate alınması, hukuk devleti için pozitif adımlardır. Özellikle devlet işlemleriyle menfaatleri veya hakları ihlal edilenlerin yargı öncesi bu kurumlar eliyle çözüme ulaşması, devlet-vatandaş ilişkilerinin gelişimi bakımından da olumlu kabul edilmelidir.


Yargının İş Yükü Azalır mı?


Türkiye’de yargının iş yükünün fazlalığı her dönem tartışılan ve çözüme kavuşturulması gereken bir mesele olmuştur. Alternatif çözüm yöntemleri olan arabuluculuk ve uzlaştırmanın her geçen yıl yaygınlaştığı açıktır. Ancak uyuşmazlıkların yargı dışı çözümlenmesindeki eğilimin kısa vadede yansıması özellikle gelen dosya sayısı ve dosyaların ortalama görülme süresi bakımından kendini tam anlamıyla gösterememektedir. Bu sebeple dosyalarda yığılmaların sebep olduğu darboğazların açılmasını sağlayacak daha fazla mekanizmaya ihtiyaç olduğu ifade edilebilir. Bu durumda özellikle uygulamacılar tarafından iş yükü fazlalığının nedenlerinin objektif biçimde teşhis edilip sebepleri ve çözümleri noktasında paydaşların da katkısıyla araştırmalar yürütülmesi gerekir.


Hukuk mahkemelerinde en fazla dosya sayısının veraset konulu olması, adli yargı için önemli bir dosya yükü olarak karşımıza çıkmaktadır. Veraset davalarının yargı dışı çözümlenmesi için farklı mekanizmalara ihtiyaç olduğu görülmektedir. Diğer taraftan adli yargıda boşanma dava dosya sayısının ikinci sırada yer alması ve bu sayıda anlaşmalı boşanmanın ilk sırada yer alması, evlilik kurumunun dönüştüğü izlenimini vermektedir. Kutsal olma özelliği yerini sözleşme ilişkisinin ağırlık kazandığı bir statüye bırakmaktadır. Bu bağlamda uzun yargı süreçleri sonucunda gerçekleşen boşanmanın, tarafların anlaşmasına dayalı daha kısa sürede veya özel usuller ile yapılmasını sağlayan hukuki mekanizmalar getirilmelidir.


Adli yargıda arabuluculuk kurumunun işleyişi ve elde edilen sonuçlar umut vericidir. İhtiyari arabuluculukta anlaşma oranının yüksek olmasının ilk görünümü, adli yargının iş yükünü hafifletmesidir. Diğer taraftan dava şartı olarak arabuluculuk dosyalarında anlaşma oranının ihtiyari arabuluculuğa göre düşük olması ise bu yolun taraflar bakımından atlanılması gereken bir yol şeklinde kabul edildiği düşüncesini kuvvetlendiriyor. Ancak dava şartı arabuluculukta nihai hedef olan uyuşmazlığı yargı dışı çözerek yargının iş yükünü kısmen hafifletmektedir.


Ombudsmanlık ve özel durumların gerektirdiği hallerde OHAL komisyonu gibi ara mekanizmalar, yargının yükünü hafifletmektedir. Bu mekanizmaların vatandaş nezdinde bilinirliliğinin artırılması ve yaygınlaştırılması önemlidir.


Hukuk Mesleklerinde Uzmanlaşma, Kararın Âdil Olma Niteliğine Etki Eder mi?


Yargının iş yükünü de azaltacağı öngörülen uzmanlaşma, tüm alanlarda sağlanamasa dahi spesifik alanlarda gündeme getirilmelidir. Ticaret hukuku, vergi hukuku, fikrî-sınai, bilişim hukuku gibi alanlar, hukuk bilgisi yanı sıra ticarete, sanata, teknolojiye dair özel bilgi gerektirmektedir. Bu bilgilere sahip olmayan hâkimlerin önünde bulunan bilirkişiye tevdi yolu, basit meselelerde dahi yargı sürecinin uzamasına etki edebilmektedir. Elbette hukuk, bilirkişiye başvurma yolu ile daha adil kararların verilmesini temin etmektedir. Yine benzer hassasiyetle uzmanlaşma da hem bu temini sağlamada hem de yargı süreçlerinin kısalmasında önemli bir adım olacaktır. Ayrıca uzmanlaşma, tercih ettiği alanda çalışan hâkim için şüphesiz bir motivasyon kaynağı da olacaktır.


Asılsız İhbar Sorunu Dikkate Alınmalı


Suç ihbarlarının artışı ve soruşturma açma oranları bakımından üzerinden durulması gereken bir olgu karşımıza çıkmakta: Asılsız ihbar. Bu olgunun nedenlerine dair çeşitli argümanlar öne sürülebilse de veri temelli gerçek nedenlere ulaşabilmek için disiplinlerarası araştırmalar yapılmalıdır. Zira vatandaşlar tarafından yapılan asılsız ihbarın toplumsal hareketlenmelerden kaynaklı olması söz konusu olabilir. Sonuçlar bakımından ise cumhuriyet başsavcılıklarının kararlarındaki kovuşturmaya yer olmadığına dair karar oranının fazlalığı göz önüne alındığında, suç şüphesine verilen anlamın değiştiği ve soruşturma açmanın kolaylaştığı düşüncesine ulaşılabilir.


Toplumsal Algılar ve Hukuki Bilinç Düzeyi Yargıya Etki Ediyor


Nüfusa oranla kişi başına düşen avukat sayısı yüksek olmamakla birlikte toplumdaki avukat algısı, mesleği doğrudan etkilemektedir. Avukata başvuru, birçok insan tarafından süreç içerisinde değil bir sonuç olarak görülen mahkeme aşamasında gündeme gelmektedir. Bu durum avukatların iş görme imkân ve ihtimalini azalttığı gibi yargının iş yükünü de artırmaktadır. Avukat eşliğinde yapılan bir sözleşme belki de mahkeme ile sonuçlanmayacakken hukuki danışmanlık alınmaması, süreci yargıya taşıyabilmektedir. Yahut yanlış açılan davalar ile hak kayıpları yaşanabilirken iş yükü de artırılmış olmaktadır. 2019 yılı içerisinde yaşanan ve Türkiye’nin gündemine oturan Çiftlik Bank meselesi bu çerçevede düşünülebilir. Bu bağlamda toplumun hukuki danışmanlık ve çözüm yöntemleri ile ilgili bilgilendirilme faaliyetlerinin artırılması önemlidir.


Toplumsal Hareketlerden ve Araştırmalardan İstifade Edilmelidir


Hukuk; yaşadığı toplum ile yoğrulan, toplumun ve kişilerin davranış şekillerini hem şekillendiren hem de bu davranış şekillerine göre şekil alma arasında dengeyi sağlayan bir yapıdadır. Demek istediğimiz şudur; hukuk sistemi, içinde bulunduğu toplumdan bağımsız düşünülemez. Bu nedenle hukuk, diğer disiplinlerin çalışmalarından istifade etmeli, adil bir sistemi şekillendirici üst bir bakış açısı geliştirmelidir. Toplumsal hareketlerin gerektirdiği hukuki düzenlemelerin gecikmeksizin yerine getirilmesinin önemi, Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu’nda açıkça görülmektedir.


Birçok spesifik mesele ile ilgilenen hukuk, bu ilgisi nedeniyle büyük gayeyi gözden kaçırabilecek adımlarla meşgul olabilir. Ceza artırımının çözüm olabileceği düşünülürken artırımın çare olmadığı taciz ile ilgili suçlarda bu bakış açısının kaçırılması büyük bir etkendir. Aile hukuku ile ilgili mevzularda da çeşitlendirilebilecek olan bu parçalı yapı, ailenin dönüşen yapısını gözden kaçırmamayı gerektirirken toplumun değer yargılarını da görmezden gelmemelidir. Bu gibi birçok nedenle hukuk, toplumsal araştırmalara fazlaca önem atfetmeli, bu araştırma sonuçlarını belli bir felsefe içerisinde hukuk sisteminin şekillenmesinde araç olarak kullanmalıdır.


Sosyal Medya Adaleti Sağladı mı?


Sosyal medya gibi bir anda kitleleri harekete geçirebilen araçların etkisiyle hukukun şekillendirilmemesi gerektiği gibi tamamen duyarsız kalması da beklenmemelidir. Suçun ihbarını kolaylaştıran, delillerin karartılmasının önüne geçen sosyal medya, bu bağlamda etkili bir araç olarak kullanılırken karara doğrudan etki etmeye çalışma yönündeki baskı nedeniyle hukuk sisteminde derin yarıklar açabilmektedir. Yıl içinde gördüğümüz sosyal medya baskısı nedeniyle tutuklama kararlarının verilmesi, hukuk sistemini zedeleyici nitelikte olup sosyal medyanın hukuku maniple etmesine imkân tanımaktadır. Hatalı bir karar söz konusu ise yargı sistemi içerisinde çözüme kavuşturulması yönünde bir bilinç oluşturulmalıdır.


Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin Hukuka Etkisi


Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin 2019 yılı bilançosuna bakıldığında, daha önce düzenlenmeyen sadece 5 konuda CBK çıkarılması, diğer 25 CBK’nın ise daha önce yayınlanan ve konusu idari teşkilat ve kamu personeline ilişkin olan konuda olması, sistemin ilk yılı için etkili az ürün çıkaran bir atölye görünümündedir.


24 kararnamenin daha önce çıkarılan kararnameler içerisinde değişiklik yapması, Türkiye’de hukukun parçalı yapısını besleyen bir görünüm arz etmektedir. Kararnameler hazırlanırken kapsamlı çalışma yapılması ve aynı konuda kısa süre içerisinde önemli bir değişiklik gerektirmemesi hususuna dikkat edilmelidir.


Hukuk Fakültelerine Dair Sayısal Veriler, Hukukçu Kimliğinin ve Hukuk Mesleklerinin Olumsuz Yönde Etkilendiği Gösteriyor


Hukuk fakültesi eğitimindeki ve hukuk mesleğine dair problemler, artan kontenjanlar nedeniyle devam etmektedir. Hukuk fakültesi mezunlarının büyük bir çoğunluğunun avukat olarak meslek hayatına başlaması, artan kontenjanlar ile birlikte düşünüldüğünde avukatlığı gerek statü gerek maddi gelir olarak etkilemektedir. Stajyer avukatların katlanarak devam eden sorunları bir yığın olarak karşımızda durmaktadır.


Yargı reform paketiyle 4 yıl sonra uygulanmaya başlayacak Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı, hukuk eğitiminde bugüne kadar süregelen problemlerin bir sonucu olarak karşımıza çıktı. Giriş Sınavı’nın yeterli çözüm olmamakla birlikte mesleki niteliği artıracağına inanılmaktadır.


Öğrenci sayılarının artışı, hukuk fakültelerine özgü olmamakla birlikte hukuk fakültelerindeki yetişmiş akademik kadro sayısının azlığı ve hukuk fakültesi mezunlarının hukukun yapıcısı ve uygulayıcı olması, bu sorunu diğer fakültelere nazaran büyütmektedir. Bu nedenle olsa gerek hukuk fakültelerine giriş için gereken baraj daraltıldı. Bu bir adım olmakla birlikte kontenjan sayısının azalması ve belli akademik kadro altında kalan fakültelerin kapatılması gündeme taşınmalıdır. Fakülteler, kamu hukuku-özel hukuk ayrımında kadrolaşmayı sağlasalar da hukukun alt dalları çok çeşitli olduğundan hâlihazırda her bir üniversitede bütün alt dallarda profesör kadrosu bulunması neredeyse imkânsızdır. Aynı öğretim üyelerinin farklı birçok üniversitede ders vermesi olağan bir durum hâline geldi. Bu durum da hukuk eğitiminin niteliğini doğrudan etkilemektedir.