Beş Yılın Ardından: Darbe Sonrası Mısır’a Bakış
Mısır Genelkurmay Başkanı Abdul Fettah es-Sisi öncülüğündeki koalisyonun Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi iktidardan uzaklaştırdıkları müdahale beş yılını geride bıraktı. Bu süre zarfında ülke Sisi’nin meşruiyetini tesis ve muhalefetin varlığını sürdürme çabaları arasında deveran eden sıkıntılı bir sürece tanıklık etti. 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen askeri darbe, 2011 Ocak’ındaki halk devriminin kazanımlarını büyük ölçüde olumsuz etkilerken bir yanda da Mısır siyasal sisteminin halk devrimi öncesi durumdan daha bir katı yönetim biçimine evirilmesiyle sonuçlandı.
Arap dünyasındaki halk ayaklanmalarında uzun yıllar boyunca baskıya maruz kalmış İslami hareketlerin başını çektiği siyasal yapılar aktif rol üstlenmişlerdir. Bu durum sonrasında devrimlerin farklı şekilde tartışılmasını da beraberinde getirdi. Bölgede otoriter sistemlerin sona ermesi kâğıt üzerinde önemli bir adım gibi görülse de Müslüman Kardeşler ve benzer kökene sahip yapıların iktidara gelmeleri gerek eski rejim taraftarlarını gerekse Orta Doğu’daki çıkarlarının tehlikeye düşeceğini gören küresel güçleri ciddi biçimde rahatsız etti. Mısır’da sivil ve demokratik yönetime karşı yapılan darbenin başta ABD olmak üzere birçok küresel aktör tarafından meşru görülmesi ya da kabullenilmesinin altında yatan temel saik, bölgede İslami hareketler eliyle oluşacak yeni siyasallığın mevcut çıkar dengelerini değiştirme ve yeni bir statüko inşa etme potansiyeliydi. Bu nedenle askeri müdahalenin demokratik anlayışla bağdaşmamasına rağmen ABD merkezli küresel güçlerin de facto desteği ve darbenin ilk saatlerinden itibaren Müslüman Kardeşler karşıtı söylemin yükselmesi, Mısır’daki yönetimin demokratik olup olmamasından ziyade rejimin Batılı demokrasilerle kurduğu ilişkinin daha önemli olduğunun açık deliliydi.
Darbe yoluyla yönetimin değişmesi Mısır toplumu ve siyasal hayatı için yeni bir belirsizliğin kapısını araladı. Onlarca yıllık baskı rejiminin sona ermesi ve yapılan ilk şeffaf seçimlerde sivil bir ismin cumhurbaşkanı seçilmesi şüphesiz ülke tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıydı. Halkın yüksek beklentisi ve eski rejimin kalıntıları Mursi iktidarının önünde en büyük engeli oluştururken benzer şekilde Mursi ve ekibinin devlet yönetimine dair tecrübesizliği süreçte yeni krizlerin doğmasına yol açtı. Toplumdaki meşruiyetini görece kaybeden Mursi, kitleleri manipüle edip yönetim karşısında kışkırtma stratejisi ile ordunun müdahalesinin önünü açmıştır. Daha öncesine Tahrir Meydanı’nda Hüsni Mübarek yönetimine karşı duran kitleler bu sefer Mursi karşıtı gösterilerle ordunun manevra alanını genişlettiler. Sisi’ye ülke içindeki farklı siyasi grup ve dini otoritelerin de verdiği destek, Mısır’ın kendi devrimi sonrası gerçekleştirdiği sivilleşme ve normalleşme adımlarını akamete uğrattı.
Yönetime el koymasının ardından Müslüman Kardeşler’in etkinliğini tamamen kırmak isteyen Sisi, yürüttüğü sert politikalarla Mursi ve taraftarlarını toplum ve dünya nezdinde ötekileştirmeye ve marjinalleştirmeye çalıştı. Ülke sırlarını başka bir devletle paylaşmakla itham edilen Mursi’ye ve yakın mesai arkadaşlarına ağır bir gözaltı uygulaması yapıldı. Dış dünya ile irtibatlarının mümkün mertebe kesildiği bu sürecin sonucunda uluslararası toplumdan yükselen bazı itirazlara rağmen Mursi’ye idam cezası verildi. İnfaz gerçekleşmese dahi sivil bir lidere yönelik askeri yönetim eliyle yapılan bu muameleye yönelik yeterli yaptırımın olmaması, Sisi’nin hareket alanını genişletmekle kalmadığı gibi onu bölgede İslami hareketin yeni bir siyasallık üretmesini engelleyecek başat aktör haline getirdi.
Abdul Fettah es-Sisi darbeci devlet başkanı şeklinde anılmamak üzere devlet başkanlığı seçimi kararı aldı. 26-28 Mayıs 2014 tarihlerindeki seçimlere yüzde 47,5 katılım oranı Sisi’nin ciddi bir meşruiyet sorunu yaşadığının göstergesiydi. Bu seçimlerden istediği katılım oranını bulamayan Sisi, uluslararası topluma karşı kullanabileceği önemli bir argüman fırsatını da yitirdi. Müslüman Kardeşler ve Mursi’nin Mısır ve bölge istikrarına zarar verdiği söylemi üzerinden kitlelerin desteğini almayı hesaplayan Sisi için seçimler büyük hayal kırıklığına dönüştü. Bununla birlikte toplumun meşru kabul etmediği bir lidere sandıkta cevap verme yolunu tercih etmemesi de devrim sonrası geçiş evresi yaşayan Mısır’da demokratik bir kültürün kolay inşa edilemeyeceğinin habercisiydi. Ayrıca devrimin gerçekleştiği andan itibaren toplumun belirli kesimlerinin devrimin yeni bir şey vaat edeceğine dair ümitlerini yitirmesi, darbe ve sonrasındaki süreçte Mısır toplumunu umursamazlığa sürükleyen faktörlerdendi.
Sisi toplumsal tabanda yeterli karşılığı bulamadığından mütevellit, ülke içinde oluşabilecek muhalif blokları engellemeye yönelik bir strateji benimsedi. Bu stratejinin uygulanma aşamasında devlet başkanı tarafından ekonomi ve dış politikada Müslüman Kardeşler ve diğer muhtemel oluşumlara yönelik ön alıcı adımlar atıldı. Darbenin ardından Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından verilen siyasi ve finansal destek, Sisi’nin iktidarını pekiştirirken aynı zamanda Müslüman Kardeşler’in tüm uzantılarının bitirilmesine yönelik bölgesel bir siyasetin parçasına haline geldi. Ayrıca Filistin politikasının İsrail çıkarlarına uygun şekilde belirlenmesi ve son dönemlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın kurguladığı denklemin bir aktörü olma arzusu, Sisi’nin Körfez ve Batı merkezli bir anlayışla iktidarını sürdüreceğini gösterdi. Özellikle Suudi Arabistan ve ABD aracılığıyla kendisine uluslararası bir meşruiyet alanı oluşturmaya çalışan Sisi, böylece ülke içinde dozajını artırdığı baskı politikalarının da konuşulmasını engellemeyi başardı. Bölgesel ve küresel istikrar ve barışı tehdit eden bir örgüt söylemi üzerinden Müslüman Kardeşler’i bir tehdit unsusu haline dönüştüren Mısır yönetimi, böylece Batılı siyasallığa meydan okuma ve alternatif sunma potansiyeline sahip İslami hareketin de kan kaybetmesine önemli ölçüde katkı sağladı.
Dış dünya ile ilişkilerinde sürekli verici konumunda olan Sisi, içeride de topluma yönelik bir kalkınma algısı oluşturmak adına çeşitli büyük projeleri başlattı. Süveyş Kanalı’nın genişletilmesi, yeni otoban projeleri gibi yüksek bütçeli projelerle yeni yönetimin iş yaptığı imajı oluşturulmaya çalışıldı. Güçlenen ekonomi mesajlarının verilmesine rağmen bir illüzyondan öteye geçmeyen bu adımlara rağmen Mısır’da geride bırakılan beş yıl zarfında gözle görülür bir ilerleme kaydedilemedi ve toplumun temel sorunlarına yapısal çareler bulunamadı. Bunun en önemli göstergelerinden birisi de geçtiğimiz Mayıs ayında yapılan seçimlerde Sisi’nin 2014’teki seçimlere nazaran daha düşük bir katılım oranıyla başkan seçilmesidir. Oranın yüzde 40 bandında olduğu ve bir milyondan fazla seçmenin oy pusulasında İngiltere’de top koşturan Muhammed Salah’ın ismini yazdığı dikkate alındığında devlet başkanına desteğin önceki seçimlere nazaran daha da azaldığı ve Mısır halkının Sisi’ye dair beklentisinin olmadığını göstermektedir.
Seçimlere katılım oranının düşük olmasındaki bir başka faktör de Sisi’nin kendine rakip gördüğü tüm isimlerin adaylığını engelleme, onları gözaltına alma ya da mal varlıklarına el koyma siyasetiydi. Mübarek döneminin önemli isimlerinin dahi adaylığına müsaade etmeyen Sisi iktidarını kaybetmemek adına seçimler öncesi her türlü anti-demokratik uygulamaya başvurmuş ve ülkede yeni bir otoriter yönetimin temellerini atmıştır. Mısır’da Müslüman Kardeşler’e yönelik baskılar dönem dönem olmakla beraber daha önceki yönetimlerde rejimle aynı düşünmeyen muhalefetin varlığı dikkatleri çekmekteydi. İngiliz sömürgeciliğinin de etkisiyle parlamentonun her daim farklı partilerden oluştuğu Mısır’da ilk defa bu kadar katı uygulamaların gerçekleştiği ve her türlü muhalefeti kısıtlamaya dönük bir stratejinin izlendiği görülmektedir. Karşılaştırmalı siyaset literatüründe yarı otoriter ya da hibrit rejim olarak tanımlanan Mısır’da Sisi’nin eski rejim mensuplarına dahi uyguladığı baskı, ülkede yeni tarz bir otoriterizmin inşa edildiğine işaret etmektedir. Mısır siyasal sisteminin kodlarını görece değiştiren bu yönetim tarzı rejimden ziyade kişi merkezli bir anlayışı hakim kılmakta ve ülkeyi 2011 öncesi durumdan çok daha riskli ve sıkıntılı bir alana doğru sürüklemektedir.
Statükoyu değiştirecek düzeyde büyük bir gelişme olmadığı takdirde 2022 yılına kadar iktidarda kalacak olan Sisi’nin üçüncü defa seçilmesine imkân tanıyacak bir anayasa değişikliğine gidip gitmeyeceği muamma olmakla beraber Mısır toplumunun devrim sürecinin benzeri bir ortamı yeniden oluşturup Sisi’nin daha ileri aşamada adımlar atmasını engellemesi gerekmektedir. 25 Ocak devriminin kazanımlarının yeniden canlandırılması ve ülkenin demokratik bir geçiş aracılığıyla normalleşme sürecine girmesinden başka bir ihtimalin olmadığı mevcut durumda, Müslüman Kardeşler’e de büyük sorumluluk düşmektedir. Hareketin en kısa sürede yeni bir strateji belirlemesi ve gerekirse söylem değişikliği yoluyla sistem içinde yeni meşru bir hüviyet kazanmanın yollarını araması gerekmektedir. Bu süreçte Müslüman Kardeşler’in atacağı yanlış adımlar sadece kendilerini bağlamayacak olup hem Mısır’da alternatif bir oluşumun hayat bulmasına hem de İslami siyasallığın bölgesel denklemde yeniden rol oynamasına ciddi zarar verecektir.