SALGIN SONRASI TOPLUM
Lütfi Sunar
İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Sosyo-ekonomik eşitsizlikler modern toplumun çok önemli bir meselesidir. Bu bağlamda eşitsizlik tartışmaları hiç bitmez ve her dönemde yenilenerek gündemdeki yerini korumaya devam eder (bkz. Sunar & Güneş, 2020). Türkiye, küresel raporlarda eşitsiz gelişen bir ülke olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye toplumunun görünümünü ve salgın sonrası toplumun biçimlenişini anlamak için sosyo-ekonomik eşitsizlikleri analiz etmek ciddi derecede önemlidir.
Sosyolojinin temel çalışma başlıklarından olan toplumsal eşitsizlik pek çok sosyal olgu ve meseleyle yakından ilişkilidir. Günümüzde sosyo-ekonomik eşitsizlik ile toplumsal sorunlar arasındaki ilişkiyi ortaya koyan önemli tartışmalar ve çok sayıda araştırma yapılıyor. Öte yandan 2020 yılından itibaren dünyayı ve Türkiye’yi etkisi altına alan küresel salgının en önemli ve birincil etkisinin sosyo-ekonomik eşitsizlikleri artırmak ve toplumsal dengeyi sarsmak olduğu da sıklıkla dile getiriliyor. Bu analiz yazısında dünyada ve Türkiye’de sosyo-ekonomik eşitsizlikler, gelir, servet ve çalışma biçimleri kapsamında irdelenecektir. Bu analiz üzerinden gelir eşitsizliğinin toplumsal yapıya ve meselelere yansımaları da ortaya konulacaktır.
Dünyada Gelir Eşitsizliği
19. yüzyılda kapitalizmin egemen hale gelmesiyle birlikte zirveye çıkan sosyo-ekonomik eşitsizlikler İkinci Dünya Savaşı sonrasında refah devleti uygulamalarıyla azalsa da 1970’lerden sonra uygulanmaya başlanan neoliberal iktisat politikalarıyla tekrar yükselişe geçmiştir. İtalyan istatistikçi Corrado Gini tarafından 1912 yılında geliştirilen eşitsizliğin ölçümünde kullanılan Gini katsayısı ve Kuznets’in (1955) iktisadi büyüme ve gelir eşitsizliği üzerinden geliştirdiği Ters-U hipotezi gelir eşitsizliği araştırmaları için temel teşkil eder. Bu tartışmalar 1980’lerden sonra yeni iktisadi politikalar ile yeniden biçimlenen eşitsizliklerle ampirik olarak genişledi. Günümüzde kapsamlı veri setleri üzerinden gelir eşitsizliği alanında önemli çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmalar eşitsizliklerdeki temel sorunun kalkınma, nüfus ya da büyümeden ziyade küresel ve ulusal gelir dağılımı ve çalışma hayatındaki köklü değişikliklerle ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.
Sosyo-ekonomik eşitsizlikler son yıllarda olağanüstü bir artış seyrine sahip. Dünya Bankası, OECD, ILO, World Inequalities Database ve Oxfam gibi uluslararası kuruluşların ve çok sayıda uluslararası örgütün veriler ve araştırmalar çerçevesinde açıkladığı üzere gelir ve servet eşitsizlikleri küresel düzeyde artış eğiliminde. Günümüzde sosyo-ekonomik eşitsizliklerle ilgili araştırmalar temelde üç alana odaklanıyor: 1) En tepede yer alan küçük (genellikle %10 ve %1’lik) ve en alttaki grupların gelir ve servetten aldığı payların ve oranların değişimi (Alvaredo vd., 2019; Milanovic, 2018; Credit Suisse, 2022; Andrew, 2019; Stiglitz, 2016; Collins, Ocampo & Paslaski, 2020); 2) Sosyal transferler yoluyla en alttaki gruplarda yaşanan iyileşme ve mutlak yoksulluğun azalması (UNDP, 2020; Alvaredo vd., 2019) 3) Orta sınıfların gelir ve servet bölüşümünde yaşadıkları dezavantajlar ve konum kayıpları (OECD, 2022; ILO, 2022; Sunar & Akkuş Güvendi, 2020).
Küreselleşme ile başlayan en üst gelir gruplarının gelir ve servetten aldıkları payın katlanarak artması durumu 2020 yılından itibaren küresel salgın süreciyle birlikte hızlanarak arttı. Alvaredo ve arkadaşları (2013) 1900-2010 döneminde birçok yüksek gelirli ülkede en üst %1’e tekabül eden gelir grubu payının iki katına çıktığını göstermektedir. Piketty (2014) ise gelirdeki artıştan ziyade uzun vadeli analizler için servetteki artışın daha doğru bir gösterge olacağını düşünmektedir. Piketty’nin verilerini kullanan Jones (2014) günümüzde servet eşitsizliğinin gelir eşitsizliğinden daha yüksek olduğunu belirtmektedir. Servet eşitsizliği aynı zamanda gelirdeki eşitsizliği de artıran bir etkendir.
Türkiye’de Gelir Eşitsizliği
Dünyadaki tartışmaların seyri ve derinliğiyle orantılı olmasa da Türkiye’de de gelir dağılımında eşitsizliğin yüksek olduğu görülüyor. Gelir eşitsizliğini ölçen en temel ölçüm yöntemlerinden biri olan Gini katsayısına göre Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde en eşitsiz üçüncü ülke konumunda (OECD, 2022). Türkiye’de veri eksikliğinden ötürü tepedeki ve alttaki daha küçük gruplar için uzun dönemli analizler yapılamasa da gelir ve servetin tepeye doğru yığıldığına dair veriler bulunuyor.
Şekil 67. Ülkelerin Gini Katsayıları (2021)
Kaynak: OECD, 2022
Şekil 68. Türkiye’de Gini Katsayısının Değişimi
Kaynak: TÜİK ve World Inequality Database, 2021
Türkiye’de 1990’larda hayli yüksek seyreden eşitsizlikler 2000’li yılların ilk yarısında hızla düşmüş, ekonomik durgunluğun yaşandığı 2008 krizinin etkisiyle 2009’da yükselmiş ve akabinde 2014 yılında kadar düşüş göstermiştir. 2014 sonrasında hızlı bir yükselme göze çarpmaktadır. Grafikte görülebileceği üzere Türkiye ekonomisindeki dalgalanmalar gelir eşitsizliğine de yansımaktadır. Bu anlamda iktisadi ve siyasal krizlerin olumsuz etkileri görülmektedir. 2020 yılında küresel salgının etkisiyle yükselen eşitsizlik katsayısı, akabinde takip edilen sosyal politikalar aracılığıyla bir düşüş eğilimine girmiştir. Ancak Türkiye’nin, Gini katsayısıyla yüksek eşitsizlik düzeyini koruduğu görülüyor.
Gelirin Dağılımı
Bireysel gelir dağılımı, elde edilen gelirin bireyler, hanehalkı ve sosyal gruplar arasındaki bölüşümünü, yani gelirin bir ülkede yaşayan insanlar arasında nasıl paylaşıldığını ifade eder. Türkiye’de gelir dağılımı konusunda yapılan çalışmalara ait veriler, gelir eşitsizliği hakkında genel bir bilgi verse de yöntem ve kapsam açısından önemli farklılıklara sahiptir ve verileri karşılaştırmalı olarak ele almak güçtür. Gelirin ölçülmesinde akla ilk gelen kurumlardan olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan çalışmalarda da yöntem sorunu yaşanmaktadır. Nitekim 1987 ve 1994 yıllarında yapılan çalışmalarda gelir olarak milli gelir esas alınırken, 2002 ve sonrasında yapılan çalışmalarda harcanabilir gelirin esas alınması karşılaştırma yaparken karşılaşılan zorluklardandır. Şekil 69, yöntem konusundaki sıkıntılara rağmen Türkiye’de gelir dağılımındaki eşitsizliği göstermektedir.
Dönemlere ve %20’lik gelir gruplarının oranlarındaki değişime daha yakından bakıldığında 1963 yılından 1986’ya kadar en yoksul %20’nin payı sürekli azalmış, bu sürede en zengin ve en yoksul gruplar arasındaki fark yirmi bir kata yükselmiştir. 1987 yılında ise en yoksul kesimin payı hızlı bir şekilde artarken en zengin kesimin payı da aynı şekilde düşmüştür. TÜİK tarafından gelir dağılımı verilerinin toplanması için yapılan ilk gelir dağılımı anketleri 1987 yılında uygulamaya başlandı. İlk gelir dağılımı veri setinin sonuçlarına göre en zengin %20’nin milli gelirden aldığı payın en yoksul %20’ye oranı 9,6’ydı. Bu hesaplamaya göre en zengin %20, milli gelirin nerdeyse yarısına sahipti. Bir sonraki araştırma olan 1994 gelir dağılımı araştırmasına göre ise en yoksul % 20’nin milli gelirden aldığı pay %4,86’ya gerilerken, en zengin % 20’nin aldığı pay %55’e yükselmiştir. Bu oranlar Türkiye’de gelir grupları arasındaki farkın en yüksek olduğu döneme işaret etmektedir.
2001 krizi toplamda hem gelirin hem de gelir grupları arasındaki farkın azalmasına yol açtı. Bu krizden geliri en fazla etkilenen en yüksek %20’lik gelir grubu oldu. Bu sebeple en yüksek ve en düşük gelir gruplarının arasındaki gelir farkı azaldı. 2002 sonrasında 2010’lu yıllara kadar orta gelir gruplarının gelirden payının arttığını görüyoruz. TÜİK verilerine Şekil 69. Türkiye’de Sıralı %20’lik Gruplar Arasında Yıllık Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Fert Gelirinin Dağılımı (%, 2006-2021) Kaynak: TÜİK, Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları İstatistikleri göre 2010 sonrasında çok hafif azalma ve artmalarla birlikte genel oranın dengelendiği görülüyor. 2010-2012 yılları arasında en zengin %20 ve en yoksul %20’nin oranında önemli bir değişiklik olmadı. 2014 sonrasında özellikle sosyal transferlerin artışı ve asgari ücretlerin enflasyonun üzerinde artması ile birlikte en yoksul yüzde %20’lik dilimde hafif iyileşme oldu. Bu anlamda son yirmi yılda gelir dağılımına %20’lik gelir dilimlerin payı açısından bakıldığında 2010’a kadar orta gelir gruplarının, 2010 sonrasında ise en alt gelir gruplarının payı arttı. En tepedeki grup ise payını önemli ölçüde korudu.
Şekil 69. Türkiye’de Sıralı %20’lik Gruplar Arasında Yıllık Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Fert Gelirinin Dağılımı (%, 2006-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları İstatistikleri
Şekil 70. Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Fert Gelirine Göre Sıralı %10’luk Gruplar Arasında Yıllık Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Fert Gelirinin Dağılımı (%, 2006-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları İstatistikleri
Nüfusun gelirden aldığı payın %20’lik dilimleme yöntemiyle analiz edilmesi gelir eşitsizliğinde meydana gelen değişimi takip etmek açısından önemli bir göstergedir. Daha detaylı bir tablo ortaya çıkarmak ve en alttakiler ile en tepedekiler arasındaki farkı net olarak görebilmek için nüfusu onluk ve beşlik dilimlere ayırmak uygun olabilir. Nitekim dilimler küçüldükçe, gelir eşitsizliğine ilişkin daha çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Şekil 71, Türkiye’de 2000 sonrası üst ve alt %10’luk dilimlerin gelirdeki payının oranını gösteriyor. Bu grafikte görüldüğü gibi genel seyir değişmemekle birlikte %10’luk grupların aldıkları paylarda önemli dalgalanmalar söz konusu. En alt grubun gelirden aldığı pay 2006 yılında %1,8 iken bu pay yıllar içinde istikrarlı bir şekilde artarak 2021 yılında %2,3’e yükselmiştir. En üst gelir grubunun gelirden aldığı pay ise 2006’dan 2021’e kadar dalgalı bir seyir izlemekle birlikte hep %30’un üzerinde kalmıştır. 2006’da en üst gelir grubu en alt gruptan yaklaşık 18 kat fazla gelir elde ederken bu oran en alttaki grubun gelirinin artması ile düşmüş ve 2021’de yaklaşık 14 kat artık gerçekleşmiştir. Grafikten de görülebileceği üzere en alt gelir gruplarındaki iyileşme yedi, sekiz ve dokuzuncu gelir gruplarının gelirden aldıkları payın düşüşüyle dengelenmektedir. Bu anlamda Türkiye’de gelir dağılımının daha fazla bozulmadığı görülmekle birlikte bozuk gelir dağılımının sürdürüldüğü de müşahede edilmektedir.
Gelirin dağılımına %5’lik dilimler çerçevesinde baktığımızda detayları daha net bir şekilde görmekteyiz. En alt %5’lik gelir grubunun gelirden aldığı pay 2006 yılında %0,7’den 2021’de %0,9’a yükselirken en üst %5’lik gelir grubunun gelirden aldığı pay 2006 yılından 2021’e sabit kalmıştır. İkinci %5’lik dilimden on birinci %5’lik dilime kadar gelirden alınan pay artarken on üçüncü %5’lik dilimden yirminci %5’lik dilime kadar azalma görülmektedir. İkinci %5’lik dilimden altıncı %5’lik dilime kadar gelirden alınan pay %0,3 artarken en büyük gelir düşüşü %0,9 ile on dokuzuncu %5’lik gelir diliminde gerçekleşmiştir. Aslında bu sayılar gelir dağılımında Türkiye açısından çok küçük bir iyileşmenin yakalandığını göstermektedir.
Şekil 71. Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Fert Gelirine Göre Sıralı %5’lik Gruplar Arasında Yıllık Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Fert Gelirinin Dağılımı (%, 2006-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları İstatistikleri
Şekil 72. Türkiye’de En Üst ve En Alt Gelir Gruplarının Gelirden Aldıkları Payların Birbirine Oranları (%, 2006-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları İstatistikleri
Fonksiyonel Gelir Dağılımı
Bireysel gelir dağılımı, üretim sürecinin sonucunda ortaya çıkan fonksiyonel gelir dağılımıyla birlikte belirlenir. Bu nedenle zaman içinde fonksiyonel gelir dağılımında meydana gelen değişimler bireysel gelir dağılımını doğrudan etkiler. Fonksiyonel gelir dağılımı gelirin emek, sermaye, girişimci ve doğal kaynaklar gibi üretim faktörleri arasındaki dağılımıdır. Bir diğer ifadeyle belirli bir dönemde ekonomide yaratılan gelirin, üretim faktörleri yani ücret, faiz, rant ve kâr arasındaki paylaşımını ifade eder. Bu bileşenler gelir eşitsizliğinin kaynaklarının neler olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Hanehalkı gelir dağılımı anketlerinde gelirin üretim faktörü sahipleri arasındaki dağılımına ilişkin verileri yayınlayan TÜİK, gelirleri emek gelirleri, gayrimenkul kirası, menkul kıymet gelirleri, müteşebbis gelirleri olarak tasnif etmektedir. Herhangi bir mal ya da üretim faktörü karşılığı olmaksızın yapılan ödemeleri (emekli maaşı, dul, yetim ve engelli aylıkları, burslar vb.) transfer gelirleri adı altında ele almaktadır.
Türkiye’de gelir türlerinin değişimine baktığımızda maaş-ücret ve yevmiye gelirlerinin toplam gelir içindeki payının yükseldiği görülüyor. Şekil 73’te görülebileceği üzere 2006 yılında bu iki gelir türünün gelir içindeki payı toplamda %44,5 iken 2021 yılında %49,5’e yükselmiştir. Aslında bir sonraki grafikte görülen işteki duruma göre nüfusun değişimi verilerine bakıldığında bu yükselişin anlamı daha da açık bir şekilde ortaya çıkıyor. İstihdam edilen nüfusta maaşlı-ücretli ve yevmiyeli bir işte çalışanların oranının belirtilen dönemde %58,9’dan %69,9’a yükseldiğini görüyoruz. Bu veri bize maaşlı-ücretli ve yevmiyeli bir işte çalışan sayısının belirtilen dönemde %10 artmasına karşın bu işlerden elde edilen gelirlerin toplam %5 arttığını gösteriyor. Dolayısıyla ücretlilerin gelirden aldıkları payın aslında düştüğünü de görüyoruz.
Öte yandan müteşebbis gelirlerinin oranının 2006 yılından 2021’e kadar geçen sürede %24,5’ten %17,5’e gerilediğini görüyoruz. Rant gelirlerinin belirtilen dönemde 3,1’den 3,4’e yükseldiğini ve menkul kıymet gelirlerinin de 6,1’den 2,1’e düştüğünü görüyoruz. Bu verileri istihdam edilen nüfustaki kendi hesabına çalışanların ve işverenlerin oranlarıyla birlikte değerlendirmek bize bir görüş kazandıracaktır. İstihdam edilen nüfusta kendi hesabına çalışanların oranı 2006 yılında %22,3 iken 2021 yılında neredeyse 3’te 1 azalarak %16’ya gerilemiştir. Benzer şekilde istihdam edilen nüfusta işverenlerin oranında da bir düşüş görülüyor. Bu oran 2006 yılında %5,1 iken 2021 yılında 4,6’ya gerilemiştir. Toplamda baktığımızda müteşebbis geliri elde etmesi beklenen kendi hesabına çalışanların ve işverenlerin oranları 2006’dan 2021’e %28’den %20,7’ye düşerek toplam %7,3 gerilerken gelirden aldıkları pay toplamda %6,7 azalmıştır. Dolayısıyla aslında bu grubun sayıca daralmakla birlikte gelirden aldıkları payı korudukları görülüyor.
Ancak gelirin kaynakları bakımından sosyo-ekonomik eşitsizlikte esas etkinin sosyal transferlerde yaşanan değişiklikten kaynaklandığını net bir biçimde görüyoruz. Öyle ki, 2006 yılında sosyal transfer gelirlerinin toplam gelir içindeki payı %17,8 iken 2021 yılında bu oran %6,1 artarak % 23,9’a ulaştı. Bir başka deyişle hanelerarası transferler ve sosyal transferlerin oluşturduğu transfer gelirleri toplam gelirin dörtte birine erişti. Sosyal transferlerde özellikle 2021 yılındaki artış dikkat çekicidir. 2020 yılındaki salgının 2020 yılında sosyo-ekonomik eşitsizliklere olumsuz yansımaları kamu sosyal yardımlarının ve transfer ödemelerinin artırılması ile dengelenmiştir.
Şekil 73. Türkiye’de Hanehalkı Harcanabilir Gelirinin Gelir Türlerine Göre Dağılımı (%, 2006-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması
Not: Grafikte sosyal transferler ve hanelararası transferler transfer kategorisinde ve gayrimenkul kira ve menkul kıymet gelirleri de rant kategorisinde birleştirilmiştir.
Şekil 74. Türkiye’de İşgücünün İşteki Duruma Göre Dağılımı (%, 2000-2022)
Kaynak: TÜİK İşgücü İstatistikleri Tablo 3. Hanehalkı Fertlerinin Esas İşteki Meslek Gruplarına Göre Yıllık Ortalama Esas İş Gelirleri (2012-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması
Gelir dağılımının önemli bileşenlerinden birisi ücretlerdir. Aslında yukarıda ele alınan sosyoekonomik eşitsizliklerin görünümünün arkasında ücret politikaları ve işgücünün nitelik farklılaşması yer alıyor. Yukarıdaki tabloda görülebileceği üzere 2012’den 2021’e kadar hanehalkı fertlerinin esas işteki meslek gruplarına göre yıllık ortalama esas iş gelirleri 3,16 kat (%316) artarak 15.157 TL’den 47.886 TL’ye yükseldi. Bu anlamda Şekil 75’te de görülebileceği üzere en yüksek artış esas iş gelirleri 3,35 kat (%335) artan nitelik gerektirmeyen işlerde çalışanlar olurken en az artış esas iş gelirleri 2,63 kat (%263) artan profesyonel meslek mensuplarıdır. Aşağıdaki grafikte görülebileceği üzere hizmet sektöründeki geniş meslek gruplarından olan teknisyenler, teknikerler ve yardımcı profesyonel meslek mensupları, büro ve müşteri hizmetlerinde çalışan elemanlar ve hizmet ve satış elemanlarının esas iş gelirleri ortalama gelirin altında bir artış yaşamıştır.
Aşağıdaki grafikte görüleceği üzere 2012-2021 yılları arasında meslek gruplarının esas iş gelirindeki artış oranları genel ortalamadan farklılaşmaktadır. Bu anlamda nitelik gerektirmeyen işlerde çalışanların gelirlerinin artış oranı genel ortalamadan %19 daha yüksek. Ağırlıklı olarak kendi hesabına çalışan sanatkarların gelirlerindeki artış oranı da genel ortalamanın %7 üstünde. Yöneticilerin esas iş gelirleri ortalama düzeyinde artarken geri kalan meslek gruplarının artış oranları ortalamanın altında. Profesyonellerin esas iş gelirleri ortalamadan %53 daha az artarken diğer eğitimli beyaz yakalı işlerin artış oranları da ortalamanın %30-37 daha altında. Bu veriler aslında çalışma yaşamında derinlerde yaşanan değişimin bir resmini sunuyor. Bu grafikten, son yıllarda özellikle ileri düzeyde eğitim ve uzmanlaşma gerektiren meslek mensuplarının gelirlerinden yaşadıkları rahatsızlığın kaynağı anlaşılıyor.
Şekil 75. Meslek Gruplarının Gelirindeki Değişim (2012-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’ndan üretilmiştir.
Şekil 76. Meslek Gruplarının Gelirinin Artış Oranının Ortalamadan Farklılaşma Oranları (%, 2012-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’ndan üretilmiştir.
Elbette bu görünümün altında asgari ücret politikaları yatıyor. Yukarıda belirtildiği gibi Türkiye’de sosyo-ekonomik eşitsizliklerle mücadelenin önemli unsurlarından biri, gelir düzeyi düşük grupları destekleyici sosyal sosyal politikalar. Bu anlamda ücret politikalarında da benzer bir eğilimin olduğunu ve en alttaki ücretlerin artırılması eğiliminin takip edildiği görülüyor. Aşağıdaki grafikte görülebileceği üzere yıllar içinde ortalama asgari ücretin ortalama esas iş gelirine oranı sürekli yükselmektedir. 2012 yılında yıllık asgari ücret geliri ortalama esas iş gelirinin %57’si iken yıllar içinde yükselerek 2021 yılında %70,8’e kadar yükselmiştir.
Bu verilerden anlaşılacağı üzere aslında gelir eşitsizliğinin azalmasında yüksek kazançlı meslek gruplarının kazancının ortalamaya göre daha az artması etkili olmuştur. Ücretlileşme seyriyle birlikte düşünüldüğünde bu görünüm aslında bir proleterleşme ve uzmanlık kaybı eğilimi olarak görülebilir. Yöneticilerin ortalama düzeyinde artış yaşaması ve sermaye gelirlerindeki artışın ortalama esas iş gelirinden daha yüksek artmış olması bu anlamda gelir eşitsizliğindeki azalışın üst-orta (profesyoneller) ve orta (beyaz yakalılar) gelir grubundaki meslek gruplarının gelirlerinin ortalamadan daha az artmasına bağlı olduğunu gösteriyor. Bu veriler aynı zamanda eğitimin değer kaybını gözler önüne seriyor. Bir taraftan gelir eşitsizlikleri azaltılırken öte taraftan nitelikli işgücünün değerinin korunması, eşitsizliklerle mücadelenin yükünün orta gelir grubu üzerine yıkılmaması iktisadi gelişme açısından da önemlidir.
Servetin Bölüşümü
Servetin dağılımında eşitsizlikler daha fazla göze batıyor. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de servetin dağılımı gelire göre daha eşitsiz görünüyor. Zira servetin nesiller arasında aktarılması ve aynı zamanda servetin gelirin bir kaynağı olması da yapısal olarak eşitsizliğin devamının önemli bir koşuludur. Yukarıda belirtildiği gibi 2000 sonrasında emeğin gelirden aldığı pay düşerken sermaye gelirleri arttı. Bu artışın zamansal etkisi ile birlikte servet de gittikçe daha üst grupların elinde yoğunlaştı.
Servetle ilgili Türkiye’de kapsamlı ve ulaşılabilir veriler olmamakla birlikte Paris merkezli Küresel Eşitsizlik Laboratuvarı tarafından hazırlanan ve her yıl yayımlanan Credit Suisse Küresel Zenginlik Raporları hem ülke içindeki servetin dağılımını sunuyor hem de küresel bir karşılaştırma imkanı oluşturuyor. Bu raporlara göre, 2021 yılında Türkiye’de kişi başına düşen ortalama servetin değeri 39.100 Euro’dur. Bu anlamda dağılıma baktığımızda en üstte yer alan %1’lik ayrıcalıklı grup kişi başı ortalama 1.442.500 Euro servet ile toplam servetin %36,9’unu alırken altta yer alan %50’lik grup (yani nüfusun yarısı) ortalama kişi başı 2900 Euro servet ile servetin sadece %3,7’sine sahip. Bir başka deyişle aslında bir varlık sahibi değiller. En alttaki bu grubu takip eden %40’lık grubun ortalama serveti 28.200 Euro ve servetteki payı da %28,9’dur. Toplam servetin %67,5’inin en tepede yer alan %20’luk grubun elinde olduğu da ayrıca dikkat çekici. Tepede yer alan %10’luk grup en alttaki %50’den 18 kat daha fazla servete sahipken yine en tepede yer alan %10’luk grup geri kalan %90’ın iki katından fazla servete sahip.
Şekil 77. Asgari Ücretlerin Ortalama Esas İş Gelirine Oranı (%, 2012-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’ndan üretilmiştir.
Şekil 78’de görülebileceği üzere servetin en tepedekiler ve geri kalanlar arasındaki bölüşümüne yıllara göre baktığımızda bazı değişimler göze çarpıyor. 2000 yılında en tepedeki %10 servetin %66,7’sini alırken yıllar içinde dalgalanmalardan sonra 2021 yılında %72,1 oranda servete sahiptir. Bu anlamda 2000 yılından 2018 yılına kadar çok ciddi bir yükseliş seyri gösteren servetin en üst kesimin elinde yığılması trendi bu tarihten sonra bir miktar bastırılmış görünüyor. Servet eşitsizliği 2018 yılında en üst %10’luk grubun toplam servetin %81,2’sine sahip olmasıyla en üst seviyesine çıkmıştır. Ancak bu tarihten itibaren nüfusun %90’ı lehine bir dengelenme görünmektedir.
Tablo 4. Gelir ve Servet Dilimlerinin Payı
Kaynak: World Inequality Report, 2022
Şekil 78. Türkiye’de Servetin En Zengin %10 ve Kalan %90 Arasında Bölüşümü (2000-2020)
Kaynak: Credit Suisse Küresel Zenginlik Veri Kitabı (2014, 2018, 2019, 2022)
Bu anlamda tepedeki %1’lik grubun değişimine ayrıca odaklanmak yerinde olacaktır. Credit Suisse (2022) verilerinde görüleceği üzere 2000 yılında Türkiye’de en zengin %1’lik kesimin elinde tuttuğu servet, toplam servetin %38’i iken 2018 yılına kadar devamlı artarak nihayetinde %54’e erişmiştir. Sonrasında ise ciddi bir düşüş göstererek 2020 yılında % 42,8 seviyesine gerilemiştir. Bu anlamda son yıllarda uygulanan vergi politikaları ve ekonomi politikalarının etkisi olduğu söylenebilir. Ayrıca yine son yıllarda varlıklı kesimin servetini yurt dışına transfer etmiş olmasının bu oranların değişiminde önemli bir etkisi olduğu düşünülmektedir.
Salgın Sosyo-Ekonomik Eşitsizliği Nasıl Etkiledi?
Toplumsal hayatın her alanını önemli ölçüde etkileyen eşitsizlikler kriz zamanlarında daha da dramatik etkilere sahip. Dünyayı sarsan Covid-19 küresel salgını ile birlikte sosyo-ekonomik eşitsizlikler de daha belirgin hale geldi. Bu anlamda sosyo-ekonomik eşitsizliklerin iki boyutu bulunuyor. Farklı sosyo-ekonomik düzeye sahip gruplar salgından eşitsiz bir biçimde etkilendikleri gibi salgın kapsamında alınan tedbirler de bu gruplar arasındaki sosyo-ekonomik eşitsizliklerin artmasında etkili oldu. Zira insanlar biyolojik olarak hastalıklara eşit açıklıkta veya dayanıklılıkta olmadıkları gibi sosyo-ekonomik nedenlerle de sağlığını koruma, iş, istihdam, gelir, tedavi ve rehabilitasyon anlamında eşit fırsatlara sahip değiller. İlk aşamada uygulanan evde kalma gibi tedbirler özellikle sabit gelirli ve iş garantisi olan orta sınıflar için anlamlı görünse de pek çok araştırma salgının çok sayıda esnafın zora girmesine, işçilerin işini kaybetmesine ve düzensiz işlerde çalışanların gelirlerinden bütünüyle mahrum kalmalarına yol açtı. Sosyo-ekonomik eşitsizlikler farklı kesimler için sağlığa erişimi ve hastalığa yakalanma ihtimalini çok ciddi bir biçimde etkilediği gibi salgın sürecinde bu döngü katlanarak arttı.
ILO’nun (2020) yaptığı analizlere göre Covid-19 salgını neticesinde yaşanan tam veya kısmi iş tatilleri, şu anda dünyadaki işgücünün yaklaşık %81’ini temsil eden yaklaşık 2.7 milyar işçiyi etkiledi. Salgın kısıtlamalarının en şedit olduğu 2020 yılı boyunca tüm dünyada 195 milyon tam zamanlı işçiye eşdeğer çalışma zamanı kaybedildi. Bu kayıp kısa vadede kamu kaynaklarından sübvanse edilse de orta ve uzun vadede kamu borçlanmasının etkisi ile geniş halk kesimleri tarafından üstlenileceği düşünülüyor. Dünyada salgından ötürü “ciddi ve yıkıcı” risk altında bulunan sektörlerde 1 milyar 250 milyon işçi çalışıyor. Benzer şekilde, kendi hesabına çalışan küçük esnaf ve zanaatkarlar, küçük işletme sahipleri de büyük bir kayıp yaşadılar ve yaşayacaklar.
Salgınla birlikte gündeme gelen kısa çalışma ve uzaktan çalışma gibi uygulamalar özellikle düşük ücretli ve uzaktan çalışmaya müsait olmayan işlerde çalışan nüfusun büyük bir iş ve gelir kaybına yol açmaktadır. Uğur Aytun ve Cem Özgüzel’in (2020) resmî verilerden yola çıkarak yaptığı hesaplamalara göre Türkiye’de de istihdamın sadece %24’ü evden çalışmaya elverişli işlerde çalışıyor. Bu anlamda salgının çalışan kesimin neredeyse %40’ı için uzun dönemli gelir ve iş kaybı sonucu doğurması söz konusu oldu. Bununla birlikte küresel salgın işteki otomasyon ve dijitalleşme süreçlerini hızlandırmış ve iş alanlarını da radikal bir biçimde etkiledi. Özellikle üretim ve dağıtım zincirlerinin farklılaşması ile küçük esnafın iş modellerinin ortadan kalkmasına yol açtı ve yukarıda görüldüğü üzere kendi hesabına çalışan ve orta düzeyli gelir sahibi grubun işçileşmesine neden oldu.
Alım gücünün azalması sebebiyle salgının etkileri zamanla azaldığında dahi belirsizlik ve güvensizlik kaygılarından ötürü tüketimde durgunluk mevcut. Küçük ve orta ölçekli işletmeler mali krizler ve pazar sorunları yaşadıkları için iş alanlarını yüksek sermayeli yeni girişimlere terk etmek zorunda kaldılar. Girdi maliyetlerinin yükselmesi, tedarik zincirinin zarar görmesi ve satışların istikrarsızlığı ekonomilerin büyüme hızını düşürdü. Bundan kaynaklanarak işsizlik gittikçe yükseldi. Öte yandan enflasyonun tüm dünyada yüksek seyretmesi, ancak Türkiye’de ekstra bir hızla yükselmesi gelirlerin dengelenmesini zorlaştırmış ve özellikle çalışan kesimin refahını çok ciddi bir biçimde sarstı. Enflasyonun özel bir türü olarak kira enflasyonunun %200’ler seviyesine çıkması sabit gelirli hanelerin gelirlerinin ciddi bir şekilde daralmasına yol açtı.
Salgının en önemli etkisi ekonomilerde daralma veya büyüme hızlarının düşüşünde görüldü. 2020 başlarında, Türkiye’nin 2020’yi önemli bir büyüme oranı ile bitireceği tahmin ediliyordu. IMF (2020) kü resel ekonomi için %3,4, Türkiye için %3; IIF (2020) küresel ekonomi için %2,7, Türkiye için %2,2; Dünya Bankası küresel ekonomi için %2,7, Türkiye için %3 büyüme bekliyordu. Salgın nedeniyle hem dünya hem de Türkiye ekonomisi ile ilgili büyüme oranları düşük gerçekleşti. Ancak Türkiye’nin ekonomik toparlanmasının dünyadan daha hızlı olduğu da görülmektedir.
Şekil 79. Dünyada ve Türkiye’de Ekonomik Büyüme (%)
Kaynak: OECD
IMF (2020), 170 ülkede kişi başı gelirde düşüş olacağını, salgının GSYH’de yaratacağı toplam kaybın 9 trilyon dolar olacağını öngörüyordu. Oxford Economics’e (2020) göre 1,90 dolar olan aşırı yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısı dünya genelinde 434 milyon artarak 922 milyona, günde 5,50 dolar gelir eşiğinin altında yaşayan insan sayısı da 549 milyon artarak 4 milyara yaklaştı. ILO’ya göre de salgın sonrasında günde 3 doların altında gelirle yaşayan kişi sayısı 500 milyon arttı.
Bununla birlikte Türkiye ekonomisinde büyüme olsa da özellikle 2020 ve 2021 yıllarında döviz kurundaki aşırı hareketlilik ve yükselmeden ötürü kişi başı gelir ciddi bir şekilde azaldı. Bu anlamda 2019 yılında kişi başına milli gelir 9.195 dolar iken 2020 yılında 8.600 dolara düşmüş ve 2021 yılında da 9.592 dolara çıkmıştır. Bu anlamda Türkiye’de salgının hanelerin gelirini ve tüketim gücünü ciddi bir biçimde etkilediği de görülmektedir.
Türkiye’de yoksulluk oranlarının sürekli düştüğü biliniyor. Küresel literatürde medyan gelirin %60’ının altında yaşayanlar ulusal yoksulluk sınırının altında yaşayan yoksul bireyler olarak kabul ediliyor. 2006 yılından 2021 yılına gelindiğinde TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması kapsamında eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine göre hesaplanan yoksulluk oranı % 25,4’ten %21,3’e düştü. 2020 yılında bu oran bir miktar azalmakla birlikte 2021 yılında tekrar 2019 seviyesine düştüğü görülüyor. Elbette bu azalış olumlu olmakla birlikte nüfusun beşte birinden fazla bir kesiminin yoksulluk sınırı altında yaşadığını da gösteriyor. Buna göre 2021 yılında 17 milyondan fazla insanın yoksulluk sınırı altında yaşadığı görülüyor.
Şekil 80. Türkiye’de Kişi Başı Gelir (USD, 2000-2021)
Kaynak: TÜİK, Yıllık Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, 2021
Şekil 81. Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Fert Gelirine Göre Hesaplanan Yoksulluk Oranı (Medyan Gelirin %60’ının Altında Yaşayanlar, %, 2006-2021)
Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması
Sosyo-ekonomik eşitsizliklerin önemli göstergelerinden birisi olan işsizlik oranları Türkiye’de 2006 yılından itibaren dalgalı bir seyir gösteriyor. 2007 ve 2019 yıllarında yüksek olan işsizlik oranları 2011 yılında en düşük seviyesine geriledi. Salgın döneminde tüm küresel tahminler dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işsizliğin aşırı bir şekilde yükseleceğini beklemekteyken alınan tedbir ve verilen teşviklerle 2020, 2021 ve 2022 yıllarında işsizliğin düşüş eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu anlamda 2006 yılında %43,6 olan işgücüne katılma oranının da 2022’ye gelindiğinde %54’e yükselmesi de önemlidir. Hem işgücüne katılımın yükselmesi hem de işsizliğin düşmesi aslında sosyo-ekonomik eşitsizliklerin azaltılmasında önemli bir göstergedir. Ancak yukarıdaki yoksulluk oranları ile birlikte düşünüldüğünde refah üretmeyen bir istihdamın yaygınlaşması söz konusudur.
Şekil 82. Genel İşsizlik Oranları (%, 2006-2021)
Kaynak: TÜİK, İşgücü İstatistikleri
Not: Oranlar yıl sonu rakamlarını göstermektedir.
Türkiye’de Sosyo-Ekonomik Eşitsizliklerin Güncel Görünümü
Türkiye’de de hem gelir hem de servet eşitsizliği küresel eğilime paralel bir seyir arz eder. 2001 krizi sonrasında uygulanan istikrar programı ile mali disiplin sağlanmış ve bütçe dengeleri tekrardan oluşturulmuştur. Buna ek olarak enflasyonun ve faiz oranlarının düşmesi ve yüksek büyüme oranları bireysel gelir dağılımında eşitsizliklerin düşmesine katkı sağlamıştır. Eşitsizliklerle ilgili temel bir gösterge olan Gini katsayısı 2002’de 0,44 iken 2007’de 0,38’e kadar gerilemiş ancak 2014 sonrasında tekrar 0,41 seviyesine çıkmıştır. Milli gelirin gelir grupları arasındaki dağılımına bakıldığında ise en alt %20 ’nin payı artmış, orta grupların payı azalmış ve en üst grubun payı ise küçük dalgalanmalarla birlikte sabit kalmıştır. Servetin dağılımı açısından ise 2000 sonrasında oldukça olumsuz seyreden trend 2019’dan itibaren bir miktar olumluya dönmüştür.
Gelir dağılımındaki eşitsizlikle ilgili bir başka önemli gösterge de fonksiyonel gelir dağılımıdır. Hane halkının gelirini elde ettiği kaynaklarına göre ayrıştırıldığı bu analizde geliri kabaca dört gruba ayırıp baktığımızda emekçiler (maaş-ücret ve yevmiye geliri), müteşebbisler (sermaye geliri), rantiye (gayrimenkul kira, menkul kıymet gelirleri) ve yardım alanlar (sosyal transferler ve haneler arası transferler) şeklinde dört grup ortaya çıkmaktadır. Bu gruplara yıllar içinde baktığımızda ücretlilerin ve sosyal yardımla geçinenlerin oranı artarken müteşebbis ve rantiye geliri ile geçinenlerin oranının azaldığı görülmektedir. Ancak bu grupların gelirden aldıkları pay farklı seyretmektedir. Müteşebbis ve rantiye geliri ile geçinenlerin oranı düşerken gelirden aldıkları pay bu oranın sadece yarısı kadar düşmektedir.
Bunun bir anlamı da daha az sayıda sermayedarın ve rantiyecinin daha fazla gelir elde etmesi ve yoğun ücretlileşmedir. Bu anlamda işgücünde vasıfsız işçi gruplarında yoğunlaşma söz konusudur. Bu sebeple Türkiye’de istihdam artıp işsizlik azalsa da refah tabana yayılmamaktadır. Özellikle hizmet sektöründe ücretli çalışan sayısının genişlemesi ile gelir kutuplaşması arasında ciddi bir ilişki vardır. Proleterleşen kesim iş piyasalarının alt kesimi boyunca yoğunlaşmakta, gelirden ve servetten daha az pay alabilmektedir. Buna mukabil özel sektör eliti, girişimsel, yönetimsel ve profesyonel grupların gelirden ve servetten aldıkları pay giderek artmaktadır.
Öte yandan 2020 ve 2021 yıllarında hissedilen küresel salgının etkilerinin sosyal politikalarla dengelendiği görülmektedir. Son yıllarda asgari ücretlerdeki artış, sosyal transferlerin oran ve miktarının artması, işsizlik ödenekleri, istihdam teşvikleri salgının temelde işgücü piyasaları üzerindeki etkisi ile artırması beklenen sosyo-ekonomik eşitsizliklerin dizginlendiğini göstermektedir. Ayrıca son yıllarda gerçekleştirilen vergi reformlarının da eşitsizliği azaltıcı bir etki göstermesi beklenmektedir. Dolayısıyla bu politika düzenlemelerinin ekonomi politikaları ile tamamlanarak olumlu seyrin kalıcı bir hale getirilmesi gerekmektedir. Bunda özellikle iş piyasalarının yapısında düzenlenmesi ve emek-yoğun bir istihdamdan katma değeri yüksek işlerin daha fazla oranda olduğu bir istihdam yapısına geçilmesi elzemdir.