01 Ocak 1970

Türkiye'de İslami Sivil Toplumun Dört Dönemi

Devlet ve Sivil Toplum

Sivil toplumun uzun tarihi Avrupa’da devlet ile mücadelenin tarihidir. Kavramın teorik bağlamında modern Avrupa’da sivil toplum, liberal gelenekle olan ilişkisinden dolayı devlet ve bireyin arasındaki çatışmaların dindirilmesi ve devletin birey üzerindeki baskılarının hafifletilmesine yapmış olduğu referansla tanımlanabilir. Bu sebeple siyasal düşünceler tarihi, devlet kuramı ve kamu hukuku literatüründe sivil toplum sık sık devlete yapılan göndermelerle kavramsallaştırılmış ve devlete referansla açıklanmıştır. Fakat bunun yanı sıra sivil toplumu devlet öncesi ya da devlet dışı/karşıtı olarak tanımlayan teorik çerçevelere de sıklıkla rastlanır.

Doğal hukuk kuramları içerisinde karşımıza çıkan bu perspektif, doğa durumundaki toplumun devlete geçişi ile ilgilenmektedir (Bobbio, 1993). Daha çok sosyal sözleşmeci gelenek içerisindeki kuramlarda yer alan bu sivil toplum tanımlaması, yer yer medeni topluma, yer yer de şehirli topluma referansta bulunmaktadır. Sivil toplumun devlet alanı dışında ayrı bir alan olarak kabul görmesi 18. yüzyıldan sonra olmuştur. Böylece sivil toplum bireylerin, kamusal alanda bir dizi hak ve yükümlülüklerle donatıldıkları bir alan olarak ortaya çıkmaya ve böylece bağımsız örgütlenmelere hayat vermeye başlamıştır. 1750’li yıllardan itibaren, sivil toplum, artık devlet kavramıyla ilişkilendirilmekten çıkmış, giderek devlete eşdeğer nitelikte ayrı bir kavramı temsil etmeye başlamıştır. Sivil toplumun anlamının bu şekilde dönüşümü Avrupa’daki hızlı değişim ve dönüşümlere de bir işaret olarak yorumlanmaktadır. Mardin (1990, s. 9-12) de sivil toplumun modern görünümünü kazanmasını feodalitenin çözülüşü ve burjuvazinin gelişmesi sürecinde, şehir adabı anlamını içerir hâle gelmesi sürecine bağlar. Böylece Avrupa’da bütün kavramsal formlar ve normların değişim geçirdiği bir süreçte sivil toplum düşüncesi var olan siyasi yapının değişimini işaret etmiştir. Bu durum, o dönemde liberal dünya görüşünü savunan burjuvazinin, sivil toplum kavramını, siyasi alandan bağımsız, toplumun özel yaşamına ve ekonomik pazara ayrılmış bir sosyal alan ile eş tutmasından kaynaklanmıştır. Bu noktada Hegel’in devletin hazırlayıcısı ve Smith’in piyasanın işleyişini sağlayan mekanizma olarak sivil toplum çerçeveleri son derece önemlidir. Marx’a göre ise sivil toplum burjuvazinin egemenliğini gizleyen bir kategoridir. Onun için sivil toplum, üretici güçlerin belli evrimsel gelişiminde ortaya çıkan ve bireyler arasındaki ekonomik ilişkilerin tümüdür.

Türkiye’de Devlet ve Sivil Toplum İlişkisinin Sorunlu Tarihi

Günümüzde "sivil" kavramına karşı İslami gruplarda ciddi bir çekince hâlen varlığını korumaktadır. Yusuf Adıgüzel’in (2015) yakınlarda belirttiği gibi Türk toplumunun sivil topumla hep mesafeli bir ilişkisi mevcut olmuştur. Ali Bulaç’a (2008) göre, Müslüman toplumlarda batılı bir tip olarak “sivil toplum” teşekkül etmese de sivil toplumun amaçladığı biçimde bir bağımsızlık, kısmi özerklik, toplumsal işlevlerde toplum inisiyatifi alınabilmesi söz konusudur. Bu bakımdan İslam tarihinde sivil geleneğin oldukça güçlü olduğu söylenebilir (Erkan, 2012). Gerçekten de Müslüman toplumlarda hayatın her alanını kuşatan vakıflar kurulmuş; temel eğitim, sağlık, bilimsel faaliyetler ve hata bazen güvenlik hizmetleri devletten özerk bu kuruluşlar eliyle gerçekleştirilmiştir. Sadece vakıflar değil, köy tüzel kişilikleri, ahilik, lonca ve gedik teşkilatları, medrese sistemi geniş alanların sivil inisiyatifler elinde bulunduğunu bize göstermektedir. Osmanlı Devleti bu manada adem-i merkeziyetçiliğin zirvesini teşkil etmektedir. Ancak bu derin tarihsel birikimin günümüze tam olarak aktarıldığını söylemek güç görünüyor. Bunda modernleşmenin kendine özgü yapısı kadar devlet ile toplum arasındaki gerilimler de rol oynamaktadır.

Tanzimat ile birlikte bu "sivil" kuruluşların da sistem içindeki konumu değişmeye başlamıştır. Tanzimat, devletin adem-i merkeziyetçilikten vazgeçip çağdaş Avrupa’da görülen bürokratik merkezi devlet modeline bir geçiş yapmasını sembolize eder. Böylece devlet ile sivil alanlar arasında bir ayrışma da başlamıştır. Modernleşmenin merkezileşmeye denk düşmesi aynı zamanda toplumun alanı olan sivil kuruluşların da birer birer yok olması anlamına gelmekteydi. Artık geçmişte sivil alanın işi olan pek çok şey bürokrasi eliyle organize edilmeye başlamıştır. Zamanla loncalar, gedikler, vakıflar ve medreseler birer birer ya kaldırıldılar ya da klasik sistem içerisindeki konumlarını kaybettiler. Böylece Osmanlı modernleşmesi sivil toplumun devlet tarafından kontrolü ile tanımlanmaktaydı.

Öte yandan modernleşme süreci bu geleneklerden ve kurumsal yapılardan bir kopuşu sembolize etmesinin yanı sıra; onlara yenilenmiş bir kamusal alanda ve yeni bir biçimde ortaya çıkabilme imkânını da oluşturmuştur. Bu var oluş ve imkânlar aynı zamanda devlet ile girilen uzun bir karşıtlık ilişkisinin dönüştürücü özelliklerini de bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye’de bu tarihi devlet ile İslami sivil aktörlerin karşılıklı olarak birbirini dönüştürme süreci olarak okumak gerekir.

Türkiye’de “İslami Sivil Toplum”un Dönemleri

Yukarıda ele alınan devlet-toplum ilişkileri çerçevesinde modern Türkiye’de İslami sivil toplumun oluşumu, gelişimi ve dönüşümü çeşitli dönemlere ayrılarak ele alınabilir. Bu çerçevede İslami sivil toplumun değişim tarihini dört döneme ayırarak ele almak mümkündür.

1. Kurumsal Olmayan İslami Sivil Gruplar Dönemi (1924-1950): Yukarıda belirtildiği gibi Türkiye’de modernleşmenin tarihi devletin Osmanlı toplumsal modelindeki devlet dışında tanımlanan alanların devletin merkeziyetçi bürokratik yapısı tarafından içerilmesi sürecidir. Osmanlı modernleşmesinin devamında gelen daha radikal bir modernleşme girişimi olan Cumhuriyet uygulamalarında ise devlet dışı tüm aktörler devlete rakip olarak görülmeye başlanmıştır. Çözülmenin ve dağılmanın getirdiği refleksle modern Türkiye’de kendi karar mekanizmaları dışındaki özerk yapılara şüphe ile bakılmaya başlanmıştır. Modernleşmeci bürokrasi, merkeziyeti tehdit eden her oluşumu kaldırmayı bir beka meselesi olarak görmekteydi. Böylece sivil girişimin alanı, Cumhuriyetin ilk yıllarında neredeyse bitirilmiştir. Bu yıllarda sivil kuruluş olarak varlığını sürdüren kuruluşlar Türk Kadınlar Birliği, Halk Evleri, Türk Ocakları gibi devlet eliyle oluşturulmuş paravan kuruluşlardır. Bu dönemde tarikat, tekke ve zaviyelerin ve tüm dini grup ve aktivitelerin yasak ilan edilmesi ile birlikte İslami gruplar ve yapılar kamusal yaşamdan çekilmiş, daha temelde belirli etkili şahsiyetler etrafında bir dayanışma ağı olarak varlığını sürdürmüştür. Esasında henüz çok fazla araştırılmamış bu İslami dayanışma örüntülerinin daha sonra ortaya çıkacak tüm İslami kuruluşların ve cemaatlerin temelini teşkil ettiğini söylemek mümkündür.

2. Cemaatsel Oluşumlar ve Temsil Mekanizmaları Dönemi (1950-80): Devlet dışı aktörlerin kamusal yaşama dönüşleri ancak tek partili dönemin baskıcılığının ortadan kalktığı 1950’li yıllarda olmuştur. Bu dönemde dünya siyasetindeki değişimlere paralel bir biçimde devletin kurumsal yapısındaki liberalizasyon sadece İslami sivil aktörlerin değil pek çok farklı aktörün kamusal yaşamda boy göstermeye başlamasına yol açmıştır. Ancak değişen sadece devletin kurumsal yapısı değildir. Yoğun sanayileşme, köyden kente yoğun göç, iktisadi ve toplumsal yapının ve kentsel alanın yeniden şekillenmesinin getirdiği pek çok sosyal sorunla birlikte şekillenen hızlı toplumsal değişim de 1950 sonrası Türkiye’sinin tanımlayıcı unsurlarındandır. Devletin tek başına bu kadar hızlı bir toplumsal değişimin taleplerini karşılayamaması ve ortaya çıkan sorunlara cevap üretememesi erken Cumhuriyet dönemindeki şahıslar etrafında oluşmuş İslami dayanışma ağlarının kurumsal bir mahiyet kazanmasına da alan açmıştır. Bugün köklü İslami aktörlerin kurumsal biçimler almaya başladıkları bu dönemde toplumsal sorunlara alternatif çözümler üretmek ve kimlik oluşturmak İslami sivil kuruluşların ana işlevlerinden birisi olmuştur. Bu dönemin kurumsal yapıları kendi başlarına bir aktör özeliği taşımazlar. Bu kuruluşlar ağırlıklı olarak bir toplumsal grubun dışa bakan resmi yönünü teşkil etmiş ve temsil vazifesini üstlenmişlerdir. Bugün önde gelen pek çok kuruluşun tarihi bu döneme gitmektedir.
3. Girişimci İslami Sivil Kuruluşlar Dönemi (1980-2000): Bu dönemin başlangıcı her ne kadar bir askeri darbe ile tanımlansa da asıl belirleyici etken ekonomik yaşamdaki dönüşümdür. Bu dönemde bir taraftan askeri yönetimin uygulamaları İslami sivil aktörleri baskıya uğratırken, diğer taraftan da onlara yeni bir alan açmaktadır. Özellikle 1983 yılından itibaren İstanbul ve civarında artan İslami STK’ların o dönem çalışma alanlarını 1982 Anayasası oldukça daraltmaktaydı (Kadıoğlu, 2005, s.28-29). 1995’de yaşanan yasa dönüşümü bu alanı bir nebze de olsa rahatlatmıştır. 1950 sonrası Türkiye’sinin göç ve hızlı kentleşme ile tanımlanan dayanışmacı toplumsal ilişkileri yerini liberal ekonomi politikaları ile tanımlanan bireyci girişimciliğe bırakmıştır. Bu girişimcilik sadece iktisadi alanı değil, siyasal ve sosyal yaşamı da ciddi biçimde dönüştürmüştür. Bireysel girişimcilik çerçevesinde bu dönemde bir önceki dönemin geleneksel İslami gruplarının yanısıra daha ideolojik, kimlik yapıları olan yeni kuruluşların ortaya çıktığını görmekteyiz. Ağırlıklı olarak 1970’lerin sonunda kendisini yayıncılık faaliyetleri ile şekillendiren çeşitli üniversite grupları 1980’lerin sonlarından itibaren oluşturdukları faaliyetlerini, mal varlıklarını ve ilişkilerini sürdürebilmek ve devlet karşısında bunları garanti altına alabilmek için yoğun bir vakıflaşma sürecine girmişlerdir. Böylece İslami sivil aktörler gittikçe bir grubun sadece bir kamusal yüzü olmaktan çıkarak kendi başına bir varlığı ve aktivitesi olan kurumlara dönüşmeye başlamışlardır. Bu dönemin ikinci yarısı olan 1990’larda yeni kurumsallaşmalarının eskileri de dönüştürdüğünü ve sivil toplum kuruluşu mantığının yavaş yavaş cemaatsel aktivitelerin yerine geçtiğini görmekteyiz.

4. Kurumsallaşma ve Profesyonelleşme Dönemi (2000 sonrası): 1980’lerde başlayan liberalizasyon büyük bir sosyo-ekonomik değişim oluşturmuştu; bu değişim 2000 sonrasında hızlanarak devam etmiştir. 28 Şubat sürecinin baskıcı ve anti-demokratik uygulamalarının geleneksel yapı ve ilişkileri dağılmaya zorlaması İslami sivil kuruluşların 2000’lere daha dağınık bir biçimde girmesine neden olmuştur. Aynı zamanda 90’lı yılların ikinci yarısında duraklayan liberalleşme ve küresel entegrasyon 1999 sonrasında bir taraftan Dünya Bankası denetiminde uygulanan ekonomi politikaları diğer taraftan da Avrupa Birliği adaylık süreci ile şekillenen siyasi ve hukuki değişimlerle yeniden hızlanmıştır. Küresel entegrasyon çerçevesinde bu dönemde Türkiye’de ciddi bir sosyo-ekonomik değişim yaşanmış ve pek çok toplumsal yapıyla birlikte İslami cemaat yapıları da dönüşmeye başladı. Hemen hemen her alanda kurumsal yapıların öne çıktığı ve güçlendiği bu dönemde İslami kuruluşlarda da belirgin kurumsallaşma eğilimleri ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Aynı zamanda bu dönemde yasalardaki farklılaşma, demokratikleşme, devletin bürokratik dönüşümü, siyasette uzun süren bir muhafazakar ağırlık İslami sivil aktörlerin kamusallaşmasının da önünü açmıştır. Henüz içinde yaşadığımız bu dönemin en belirgin özelliği eski tür cemaatsel zeminlerin dönüşmesi ve yeni kurumsal yapıların daha fazla öne çıkması olmuştur.

İçinden geçmekte olduğumuz bu dönemde İslami sivil kuruluşların kurumsallaşma arayışlarında belirgin bir artışın olduğunu söyleyebiliriz. 90’ların sonunda işletme dünyasında yaygınlaşan organizasyonel revizyon arayışlarının sivil kuruluşlara aktarıldığını görmekteyiz. Bunun neticesinde bütünüyle kurumsallaşan sivil kuruluşlar olduğu gibi bu süreci denemiş, yarım bırakmış ve etkilenmiş pek kuruluş da bulunmaktadır. Bu dönemde rahatlayan dernekler ve vakıflar hukuku sivil kuruluşların kurumsallaşmasına katkı sağlayan bir unsur olmuştur. Bu kurumsallaşmanın temel bileşenleri belirli alanlarda uzmanlaşma, gönüllülere göre profesyonellerin, erkeklere göre kadınların daha fazla öne çıkmasıdır. Bu dönemde geleneksel faaliyet biçimlerine göre proje temelli çalışmaların sayısı artış göstermektedir. Bu artış aynı zamanda mali kaynakların da değişimini imlemektedir. İslami sivil kuruluşların mali kaynakları arasına son 15 yılda devlet ve özel proje fonlarından sağlanan gelirler, proje sponsorlukları ve kamu destekleri girmiştir. Mali kaynaklardaki bu değişimin diğer tüm alanlara ciddi etkileri olduğunu görmekteyiz. Bu dönem aynı zamanda uluslararası faaliyetlerin gittikçe nicelik bakımından çoğalması, nitelik bakımından da gelişmesidir. Neredeyse bütün İslami sivil kuruluşlar son 15 yılda uluslararası alanda aktif olmaya başlamıştır.

Bu gelişmelerin yanı sıra İslami sivil kuruluşların dördüncü döneminde yaşanan en temel değişim devlet ile olan ilişkilerde yaşanmıştır. Yukarıda tartışıldığı üzere Türkiye’de İslami sivil kuruluşların tarihi devlet ile olan karşılıklı bir mücadelenin tarihidir. Bu tarih iki tarafın birbirine olan güvensizlikleri ile şekillenmiştir. Devletin her türlü sivil aktiviteyi kendisine rakip olarak görmesi ve özellikle İslami sivil kuruluşları engellemeye ayarlı sistematiği bu ilişkiyi ciddi bir biçimde sorunlu kılmıştır. Mukabilinde İslami sivil kuruluşlar da devlet eliyle tahrip edildiğini düşündükleri İslami bilinci yeniden geliştirmek üzere faaliyetlerini şekillendirmişlerdir. Ancak son dönem içerisinde İslami sivil kuruluşların bir sosyal refah müessesesine dönüştüğünü ve temelde devlete yardımcı bir konuma doğru evrildiğini görmekteyiz. Bu kuruluşların önemli bir grubunun artık devleti kendisinin rakibi olarak görmemekte hatta karşılıklı yardımlaşabileceği bir kurumsal yapı olarak algılamaktadır. Bu dönüşümdeki en önemli etken son 2002’den itibaren devam eden AK Parti hükümetleriyle birlikte devlette yaşanan değişimken, diğer taraftan kuruluşların yapılarında ve faaliyetlerinde yukarıda açıklanan değişimler de bunda rol oynamıştır.

Kaynakça
Adıgüzel, Y. (2015). Türk toplumunun sivil topumla mesafeli ilişkisi. Anadolu Gençlik, sayı 182, 34-37.
Bobbio, N. (1993). Thomas Hobbes and the natural law tradition. Chicago: University of Chicago Press.
Bulaç, A. (2008) Osmanlıda yukarıdan emredilen modernleşme projesi sivil hayatı daraltan ana faktördür. Sivil Toplum Kavramı Tartışmaları içinde (ss. 19-42). M. Şentürk, A. Erdoğan (Haz.), İstanbul: Kaknüs Yayınları

Erkan, E. (2012). Müslüman toplumlarda sivil toplumun imkanı. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 12(2), 195-206.
Kadıoğlu, A. (2005). Civil society, Islam in Turkey. The Muslim World, 95(1), 23-41.
Mardin, Ş. (1990). Türkiye’de toplum ve siyaset (Makaleler), M. Türköne, T. Önder (Der.). İstanbul: İletişim Yayınları

ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ