MASANIN FARKLI TARAFI
Ahmet Sait Öner
Avukat Mazlum-Der GYK Üyesi
Türkiye, jeopolitik konumu, heterojen toplum yapısı, siyasi örgütlenmesi gibi nedenlerle insan hakları sorunlarının yüksek potansiyelde seyrettiği bir ülkedir. İnsan hakları alanında müspet gelişmelerin yaşandığı ve bunun elbette takdir edildiğini vurgulamakla birlikte hukukçu merceğinin daha çok menfi gelişmelere odaklandığını söylemek gerekir. İnsan hakları alanında hukukçu nöbeti, teyakkuzda bir nöbettir. Bu veçhiyle 2019 yılına baktığımızda birçok olumsuz örneklerin yaşandığı görülmektedir. Bu örnekleri ana hatları ile hatırlayalım:
2007 yılında katledilen Hrant Dink cinayetinin 2019 yılı sona erdiğinde hâlâ aydınlatılamadığı, kamu gücünün burada yetersiz kaldığı gözlemlenmiştir. İnsan yaşamının barış içinde, onurlu bir şekilde idamesinin korunması adına faili meçhul cinayetlerle tavizsiz mücadele gerekir.
28 Şubat mağdurları olarak cezaevlerinde yatan hükümlülerin yeniden yargılanma talepleri 2019 yılında da çeşitli platformlarda dillendirildi. Bir insan hakları dramına yol açan 28 Şubat yargılamaları, “iade-i muhakeme” yoluyla yeniden yapılmadıkça bu hukuk dramı sona ermeyecektir.
Mohamed Abdelhafez Ahmed Husseın isimli Mısır uyruklu, hakkında idam cezası verilen gencin THY uçağı ile Mısır’a gönderilmesi olayı, vahim bir insan hakkı ihlali olarak kayıtlara geçti. Seçilmiş bir hükûmetin askerî darbeyle indirilmesi sonucu başlayan hukuka aykırı, kanlı süreçte ülkesinden kaçan bu gencin idam cezası iddialarına rağmen iadesi, uluslararası hukuka ve iç hukuka aykırı bir işlemdi. Benzeri bir haksız geri gönderme girişimi ve hak ihlalini Rus istihbaratı tarafından İstanbul’da öldürülen Çeçen komutan İslam Canibekov’un eşi Ayshat Alieava ve yaşları 9 ile 16 arasında değişen 6 çocuğunun sınır dışı edilmek üzere karakolda tutulmaları esnasında yaşamıştık.
Sınır komşusu olması hasebiyle Türkiye, Suriye iç savaşının etkisiyle daha yoğun bir şekilde yüzleşmektedir. İnsan haklarının yurttaşa mahsus olmadığı, kim olursa olsun yeryüzü vatandaşlarını kapsadığı gerçeğinden hareketle Türkiye’ de yaşayan Suriyeli mültecilerin insan hakları ihlallerinden yana korunması, hukukun amacı ve gereğine matuftur. Bu bağlamda 2019 yılında Bolu belediye başkanlığına seçilen Tanju Özcan’ın Suriyelilere aşevinden yemek verilmeyeceği ve iş yeri ruhsatı alma imkânı tanınmayacağı şeklindeki açıklamaları, 22 Temmuz 2019 Cumartesi günü İstanbul’da yaşayan 400 Suriyelinin elleri kelepçeli vaziyette belediye otobüslerine doldurulup Suriye’ye gönderilmeleri ayrı ayrı temel insan hakkı ihlali olarak kayıtlara geçmiştir.
Kolluk şiddeti de bir insan hakları ihlali örnekliği oluşturmaktadır. 2019 yılında Gebze Cezaevi önündeki annelere yönelik polis zorbalığı, bunun en bariz örneği olarak kayıtlara geçti. Yine epeydir gözaltında işkence ve kötü muamele haberlerini işitmediğimiz Türkiye’de son dönemlerde bu konuda çeşitli haberler gündem olmakta. Özellikle Ankara Emniyet Müdürlüğü’ndeki işkence iddialarının Ankara Barosunca raporlanması ile önü alınması gereken bir insan hakkı ihlali ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Kamu otoritesi altındaki -üstelik adı emniyet olan- bir kurumda yaşanan böylesi hadiseler, insan hakları açısından endişe vericidir.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası bu ülkenin geleceğine kastetmiş darbecilere karşı etkin bir soruşturma ve kovuşturma süreci başlatılmıştır. Ne var ki darbeye iştiraki tespit edilmemiş, kendini “cemaat” mensubu olarak gören insanlara yönelik adil yargılanma, suçta ve cezada şahsilik ilkelerinin yeterince işletilemediği de gözlemlenmiştir.
HDP’li bir kısım belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılmaları ve yerlerine kayyum atanması, yasal çerçevede gerçekleşmiş olsa dahi bir menfi gelenek haline gelmesi ve seçimle iş başına gelmiş kişilerin seçimle görevlerinin sonlanması esasına aykırı olması nedeniyle endişe vericidir. Seçmen iradesine taalluk eden bu mevzularda somut bulgular elde edilmedikçe ve mahkeme hükmü bulunmadıkça kayyum atama uygulamasına başvurulmaması gerekir.
Yine ifade ve örgütlenme özgürlüğünün ihlali sayılacak bazı haksız gözaltı ve tutuklamaların yaşandığı, sokağa taşan silahsız, tamamen sivil gösterilerin engellendiğine şahit olduk. Furkan Vakfı gönüllülerinin Gaziantep Ulu Camii ve Emniyet Müdürlüğü önündeki protestolarında gözaltına alınmaları, protesto gösterilenin sonlandırılması bu bağlamda örnek olarak gösterilecek ihlallerdendir.
Yukarıda sayılan hak ihlallerine karşın Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurularda kamu aleyhine vermiş olduğu hak ihlali tespiti ve tazminat kararları ile güvenlik soruşturması yasası örneğindeki gibi hak ihlaline yol açan yasaların iptaline yönelik kararları müspet örneklik açısından son derece kıymetlidir. İnsan hak ve ihlalleri yönünden vatandaşlar lehine bir güvence fonksiyonu oluşturan bu kararlar, umut ve memnuniyet vericidir.
Sonuç olarak Türkiye’de insan hakları sorununun 2019 yılında da devam ettiğini, bu konuda ortak bir siyasi dil gelişiminin ve uzlaşının çözüme hizmet edecek ana unsurlardan birisi olarak öne çıktığını, Anayasa Mahkemesi gibi kamusal ve insan hakları örgütleri gibi sivil yapıların bu sorunların tespit ve çözümünde başat roller üstlendiğini söyleyebilirim.