GÖRÜŞ YAZILARI
Ali Osman Karaoğlu
Yalova Üniversitesi
Modern dünyada ve Türkiye’de insan hakları her zaman gündemin ana başlıklarından biri olmuştur. Bireysel insan hakları ihlallerini veya tikel gelişmeleri incelemek şüphesiz kısa bir değerlendirmenin konusu olamaz. Bu nedenle 2020 yılında Türkiye’de toplumsal olarak tartışmalara neden olan birkaç husus üzerinde durmak yerinde olacaktır. Kadın cinayetleri, ifade özgürlüğü, çevrenin korunması, İstanbul Sözleşmesi tartışmaları gibi toplumsal gündemler 2020 yılında da devam etmiştir. Ancak bu yıl özelikle iki konu kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır: Göçmenlere sınır kapılarının açılması ve COVID-19 tedbirleri.
2020 yılı başlarında görülen en önemli olaylardan biri Türkiye’nin göçmenlere sınır kapılarını açmasıdır. Bilindiği üzere Türkiye 4 milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapmaktadır. Özellikle İdlib’te yaşanan gelişmelere; Avrupa’nın Türkiye ile arasındaki antlaşmalara uymaması ve maddi yardım vaatlerini yerine getirmemesi gibi gerekçeler de eklenince Türkiye bir anda Batı sınır kapılarını açmış ve göçmenlerin Avrupa’ya geçişine izin vermiştir. Sonrasında Yunanistan güvenlik güçlerinin hem karadan hem de denizden sert müdahalesi ile birlikte sınırda birçok insan hakları ihlali yaşanmıştır. Bu anlamda uluslararası insan hakları hukukunda en gelişmiş mekanizmalara sahip olan Avrupa’nın göçmenler konusunda verdiği sınavın dramatik bir sahnesi daha yaşanmıştır. Benzer zamanda Türkiye hızlı bir şekilde COVID-19 pandemisi nedeniyle kapanma tedbirlerini hayata geçirmeye başlamıştır. 1982 Anayasasının “temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlığını taşıyan 13. maddesi “temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmünü haizdir. Bu anlamda COVID-19 tedbirleri çerçevesinde hayata geçirilen birçok uygulama -seyahat özgürlüğünden sözleşme özgürlüğüne, kanunilik ilkesinden ölçülülüğe kadar- insan hakları yönünden eleştirilmiştir. Elbette kamu sağlığının korunması insan haklarının kısıtlanması için haklı bir gerekçe olarak kabul edilmektedir. Ancak sınırlamanın sınırlarına uyulup uyulmadığı, gelecekte AYM ve AİHM kararları çerçevesinde daha net ortaya konabilecektir. Öte yandan COVID-19 süreci toplumsal eşitsizlikler ve insan hakları tartışmalarını da tetiklemiştir. Özellikle sürecin çalışanlar üzerindeki etkisi, tedbirlere uyulmadığına ilişkin kesilen para cezaları ve devlet desteklerinin miktarı toplum içerisinde bir kesim tarafından gerekli bulunurken diğer bir kesim tarafından eleştirilmiştir. Esasen benzer tartışmalara Avrupa başta olmak üzere diğer ülkelerde de rastlamak mümkündür. Nitekim İtalya’dan İngiltere’ye, Çin’den Yeni Zelanda’ya kadar her ülkenin COVID-19 pratiği farklı cereyan etmiş, Birleşmiş Milletler ve özellikle Dünya Sağlık Örgütü devletler arasında iş birliği ve ortak politika geliştirme konusunda başarılı olamamıştır.