Logo

Yayınlar

Türkiye –İran İlişkilerini Yeniden Düşünmek

İLKE Derneği Politika Notları serisine bir yenisini ekledi. Dr. Serhan Afacan’ın kaleme aldığı "Türkiye –İran İlişkilerini Yeniden Düşünmek” konulu...

Türkiye’nin Suriye Politikasına Dair Yeni Öneriler

2011 Mart’ında Suriye’de başlayan rejim karşıtı gösteriler, bölge tarihinin en kanlı iktidar mücadelesine sahne olmaktadır. Baas Partisi’nin iktidarı ele geçirdiği...

Türkiye’de Göçmenlerin Eğitimi: Mevcut Durum ve Çözüm Önerileri


İLKE Derneği Politika Notları serisinin üçüncüsü yayımlandı. İpek Coşkun ve Müberra Nur Emin’in kaleme aldığı “Türkiye’de Göçmenlerin Eğitimi: Mevcut Durum ve Çözüm Önerileri” konulu politika notunda Suriyeli göçmenlerin eğitime erişimi, süreçte yaşanan sıkıntılar ve bu sıkıntıları aşmada kullanılacak çözüm önerilerine değinildi. Dikkate değer öneriler sunan metin, uygulamaya dönük politikalar için önem arz ediyor. İLKE Derneği Politika Notları serisinin üçüncüsü yayımlandı. İpek Coşkun ve Müberra Nur Emin’in kaleme aldığı “Türkiye’de Göçmenlerin Eğitimi: Mevcut Durum ve Çözüm Önerileri” konulu politika notunda Suriyeli göçmenlerin eğitime erişimi, süreçte yaşanan sıkıntılar ve bu sıkıntıları aşmada kullanılacak çözüm önerilerine değinildi. Dikkate değer öneriler sunan metin, uygulamaya dönük politikalar için önem arz ediyor. İLKE Derneği Politika Notları serisinin üçüncüsü yayımlandı. İpek Coşkun ve Müberra Nur Emin’in kaleme aldığı “Türkiye’de Göçmenlerin Eğitimi: Mevcut Durum ve Çözüm Önerileri” konulu politika notunda Suriyeli göçmenlerin eğitime erişimi, süreçte yaşanan sıkıntılar ve bu sıkıntıları aşmada kullanılacak çözüm önerilerine değinildi. Dikkate değer öneriler sunan metin, uygulamaya dönük politikalar için önem arz ediyor. İLKE Derneği Politika Notları serisinin üçüncüsü yayımlandı. İpek Coşkun ve Müberra Nur Emin’in kaleme aldığı “Türkiye’de Göçmenlerin Eğitimi: Mevcut Durum ve Çözüm Önerileri” konulu politika notunda Suriyeli göçmenlerin eğitime erişimi, süreçte yaşanan sıkıntılar ve bu sıkıntıları aşmada kullanılacak çözüm önerilerine değinildi. Dikkate değer öneriler sunan metin, uygulamaya dönük politikalar için önem arz ediyor.

Türk Eğitim Sisteminin Sınavlarla İmtihanı


2000’li yıllarda Türk eğitim sistemine dair en çok manşetlere taşınan mesele, kademeler arası geçiş sınavları olmuştur. Zaman zaman merkezî sınavların kaldırılacağına dair manşetler atan gazeteler, çok geçmeden aynı senenin merkezî sınav birincilerini sürmanşetten vermiş hatta büyük bir iştiyakla sınavlarda sıfır çeken öğrenci sayılarını paylaşmışlardır. Politika yapıcılarından eğitimcilere, öğrencilerden velilere eğitimin tüm bileşenleri bu süreçte merkezî sınav birincilerini takdir etmekten geri duramayarak eğitim sistemimizin sınavların tekelinde olmasından yakınmışlardır. Merkezî sınavların neden olduğu sorunlar konuşularak bu sınavların bizatihi kendileri değil; uygulanış biçimleri problemli olarak görülmüştür. Bu nedenle Türkiye eğitim tarihinin son 15 yılında sadece ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavlarında 4 kez değişiklik yapılmış (LGS, OKS, SBS, TEOG) son olarak ise “eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemi” getirilmiştir. Ayrıca buna ek olarak “nitelikli okullara” yine devlet eliyle organize edilecek olan merkezî bir sınavla öğrenci alımı yapılması kararlaştırılmıştır. Aynı şekilde üniversiteye geçiş sınavları için de bir çare düşünülmüş yeni bir değişiklikle iki aşamalı TYT (Temel Yeterlik Testi) ve YKS’ye (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavları) geçilmiştir. Dershane düzenlemesi kararı ile birlikte hararetlenen merkezî sınav tartışmaları sınav sistemlerinde yapılan sık değişikliklerle devam etmiştir. Sınav sistemlerini değiştirmeye odaklı çözüm arayışları neticesinde özel liselere dönüşmesi beklenen dershaneler temel lise olurken devlet okulları dershanelerin kapatılmasından ortaya çıkan boşlukları doldurmak için destekleme kursları düzenlemeye başlamıştır. Dershanelerin kapatılma gerekçesi “okulun işlevini yerine getirmeye engel” olurken; okul dershanelerin işlevini yerine getirmeye doğru başka bir misyon taşımaya başlamıştır. Öte yandan öğrenci üzerinde baskı oluşturan sınav sistemlerinin değişme hızı da başka bir baskı ve stres kaynağı olmuştur. Öğrenci, veli, öğretmen kısaca eğitimin tüm bileşenleri bu süreçlerden olumsuz etkilenmiş; eğitim sistemimizin sınavlarla imtihanı her biri için ayrı ayrı bir sınav alanına dönüşmüştür. Bu çalışmada sınavların okul, öğretmen ve öğrenci üzerindeki etkisi tek tek incelenecek ve bu olumsuz etkinin azaltılmasına yönelik önerilerde bulunulacaktır. 2000’li yıllarda Türk eğitim sistemine dair en çok manşetlere taşınan mesele, kademeler arası geçiş sınavları olmuştur. Zaman zaman merkezî sınavların kaldırılacağına dair manşetler atan gazeteler, çok geçmeden aynı senenin merkezî sınav birincilerini sürmanşetten vermiş hatta büyük bir iştiyakla sınavlarda sıfır çeken öğrenci sayılarını paylaşmışlardır. Politika yapıcılarından eğitimcilere, öğrencilerden velilere eğitimin tüm bileşenleri bu süreçte merkezî sınav birincilerini takdir etmekten geri duramayarak eğitim sistemimizin sınavların tekelinde olmasından yakınmışlardır. Merkezî sınavların neden olduğu sorunlar konuşularak bu sınavların bizatihi kendileri değil; uygulanış biçimleri problemli olarak görülmüştür. Bu nedenle Türkiye eğitim tarihinin son 15 yılında sadece ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavlarında 4 kez değişiklik yapılmış (LGS, OKS, SBS, TEOG) son olarak ise “eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemi” getirilmiştir. Ayrıca buna ek olarak “nitelikli okullara” yine devlet eliyle organize edilecek olan merkezî bir sınavla öğrenci alımı yapılması kararlaştırılmıştır. Aynı şekilde üniversiteye geçiş sınavları için de bir çare düşünülmüş yeni bir değişiklikle iki aşamalı TYT (Temel Yeterlik Testi) ve YKS’ye (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavları) geçilmiştir. Dershane düzenlemesi kararı ile birlikte hararetlenen merkezî sınav tartışmaları sınav sistemlerinde yapılan sık değişikliklerle devam etmiştir. Sınav sistemlerini değiştirmeye odaklı çözüm arayışları neticesinde özel liselere dönüşmesi beklenen dershaneler temel lise olurken devlet okulları dershanelerin kapatılmasından ortaya çıkan boşlukları doldurmak için destekleme kursları düzenlemeye başlamıştır. Dershanelerin kapatılma gerekçesi “okulun işlevini yerine getirmeye engel” olurken; okul dershanelerin işlevini yerine getirmeye doğru başka bir misyon taşımaya başlamıştır. Öte yandan öğrenci üzerinde baskı oluşturan sınav sistemlerinin değişme hızı da başka bir baskı ve stres kaynağı olmuştur. Öğrenci, veli, öğretmen kısaca eğitimin tüm bileşenleri bu süreçlerden olumsuz etkilenmiş; eğitim sistemimizin sınavlarla imtihanı her biri için ayrı ayrı bir sınav alanına dönüşmüştür. Bu çalışmada sınavların okul, öğretmen ve öğrenci üzerindeki etkisi tek tek incelenecek ve bu olumsuz etkinin azaltılmasına yönelik önerilerde bulunulacaktır. 2000’li yıllarda Türk eğitim sistemine dair en çok manşetlere taşınan mesele, kademeler arası geçiş sınavları olmuştur. Zaman zaman merkezî sınavların kaldırılacağına dair manşetler atan gazeteler, çok geçmeden aynı senenin merkezî sınav birincilerini sürmanşetten vermiş hatta büyük bir iştiyakla sınavlarda sıfır çeken öğrenci sayılarını paylaşmışlardır. Politika yapıcılarından eğitimcilere, öğrencilerden velilere eğitimin tüm bileşenleri bu süreçte merkezî sınav birincilerini takdir etmekten geri duramayarak eğitim sistemimizin sınavların tekelinde olmasından yakınmışlardır.Merkezî sınavların neden olduğu sorunlar konuşularak bu sınavların bizatihi kendileri değil; uygulanış biçimleri problemli olarak görülmüştür. Bu nedenle Türkiye eğitim tarihinin son 15 yılında sadece ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavlarında 4 kez değişiklik yapılmış (LGS, OKS, SBS, TEOG) son olarak ise “eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemi” getirilmiştir. Ayrıca buna ek olarak “nitelikli okullara” yine devlet eliyle organize edilecek olan merkezî bir sınavla öğrenci alımı yapılması kararlaştırılmıştır. Aynı şekilde üniversiteye geçiş sınavları için de bir çare düşünülmüş yeni bir değişiklikle iki aşamalı TYT (Temel Yeterlik Testi) ve YKS’ye (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavları) geçilmiştir. Dershane düzenlemesi kararı ile birlikte hararetlenen merkezî sınav tartışmaları sınav sistemlerinde yapılan sık değişikliklerle devam etmiştir. Sınav sistemlerini değiştirmeye odaklı çözüm arayışları neticesinde özel liselere dönüşmesi beklenen dershaneler temel lise olurken devlet okulları dershanelerin kapatılmasından ortaya çıkan boşlukları doldurmak için destekleme kursları düzenlemeye başlamıştır. Dershanelerin kapatılma gerekçesi “okulun işlevini yerine getirmeye engel” olurken; okul dershanelerin işlevini yerine getirmeye doğru başka bir misyon taşımaya başlamıştır.Öte yandan öğrenci üzerinde baskı oluşturan sınav sistemlerinin değişme hızı da başka bir baskı ve stres kaynağı olmuştur. Öğrenci, veli, öğretmen kısaca eğitimin tüm bileşenleri bu süreçlerden olumsuz etkilenmiş; eğitim sistemimizin sınavlarla imtihanı her biri için ayrı ayrı bir sınav alanına dönüşmüştür. Bu çalışmada sınavların okul, öğretmen ve öğrenci üzerindeki etkisi tek tek incelenecek ve bu olumsuz etkinin azaltılmasına yönelik önerilerde bulunulacaktır. 2000’li yıllarda Türk eğitim sistemine dair en çok manşetlere taşınan mesele, kademeler arası geçiş sınavları olmuştur. Zaman zaman merkezî sınavların kaldırılacağına dair manşetler atan gazeteler, çok geçmeden aynı senenin merkezî sınav birincilerini sürmanşetten vermiş hatta büyük bir iştiyakla sınavlarda sıfır çeken öğrenci sayılarını paylaşmışlardır. Politika yapıcılarından eğitimcilere, öğrencilerden velilere eğitimin tüm bileşenleri bu süreçte merkezî sınav birincilerini takdir etmekten geri duramayarak eğitim sistemimizin sınavların tekelinde olmasından yakınmışlardır.Merkezî sınavların neden olduğu sorunlar konuşularak bu sınavların bizatihi kendileri değil; uygulanış biçimleri problemli olarak görülmüştür. Bu nedenle Türkiye eğitim tarihinin son 15 yılında sadece ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavlarında 4 kez değişiklik yapılmış (LGS, OKS, SBS, TEOG) son olarak ise “eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemi” getirilmiştir. Ayrıca buna ek olarak “nitelikli okullara” yine devlet eliyle organize edilecek olan merkezî bir sınavla öğrenci alımı yapılması kararlaştırılmıştır. Aynı şekilde üniversiteye geçiş sınavları için de bir çare düşünülmüş yeni bir değişiklikle iki aşamalı TYT (Temel Yeterlik Testi) ve YKS’ye (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavları) geçilmiştir. Dershane düzenlemesi kararı ile birlikte hararetlenen merkezî sınav tartışmaları sınav sistemlerinde yapılan sık değişikliklerle devam etmiştir. Sınav sistemlerini değiştirmeye odaklı çözüm arayışları neticesinde özel liselere dönüşmesi beklenen dershaneler temel lise olurken devlet okulları dershanelerin kapatılmasından ortaya çıkan boşlukları doldurmak için destekleme kursları düzenlemeye başlamıştır. Dershanelerin kapatılma gerekçesi “okulun işlevini yerine getirmeye engel” olurken; okul dershanelerin işlevini yerine getirmeye doğru başka bir misyon taşımaya başlamıştır.Öte yandan öğrenci üzerinde baskı oluşturan sınav sistemlerinin değişme hızı da başka bir baskı ve stres kaynağı olmuştur. Öğrenci, veli, öğretmen kısaca eğitimin tüm bileşenleri bu süreçlerden olumsuz etkilenmiş; eğitim sistemimizin sınavlarla imtihanı her biri için ayrı ayrı bir sınav alanına dönüşmüştür. Bu çalışmada sınavların okul, öğretmen ve öğrenci üzerindeki etkisi tek tek incelenecek ve bu olumsuz etkinin azaltılmasına yönelik önerilerde bulunulacaktır. 2000’li yıllarda Türk eğitim sistemine dair en çok manşetlere taşınan mesele, kademeler arası geçiş sınavları olmuştur. Zaman zaman merkezî sınavların kaldırılacağına dair manşetler atan gazeteler, çok geçmeden aynı senenin merkezî sınav birincilerini sürmanşetten vermiş hatta büyük bir iştiyakla sınavlarda sıfır çeken öğrenci sayılarını paylaşmışlardır. Politika yapıcılarından eğitimcilere, öğrencilerden velilere eğitimin tüm bileşenleri bu süreçte merkezî sınav birincilerini takdir etmekten geri duramayarak eğitim sistemimizin sınavların tekelinde olmasından yakınmışlardır.Merkezî sınavların neden olduğu sorunlar konuşularak bu sınavların bizatihi kendileri değil; uygulanış biçimleri problemli olarak görülmüştür. Bu nedenle Türkiye eğitim tarihinin son 15 yılında sadece ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavlarında 4 kez değişiklik yapılmış (LGS, OKS, SBS, TEOG) son olarak ise “eğitim bölgesi ve sınavsız mahalli yerleştirme sistemi” getirilmiştir. Ayrıca buna ek olarak “nitelikli okullara” yine devlet eliyle organize edilecek olan merkezî bir sınavla öğrenci alımı yapılması kararlaştırılmıştır. Aynı şekilde üniversiteye geçiş sınavları için de bir çare düşünülmüş yeni bir değişiklikle iki aşamalı TYT (Temel Yeterlik Testi) ve YKS’ye (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavları) geçilmiştir. Dershane düzenlemesi kararı ile birlikte hararetlenen merkezî sınav tartışmaları sınav sistemlerinde yapılan sık değişikliklerle devam etmiştir. Sınav sistemlerini değiştirmeye odaklı çözüm arayışları neticesinde özel liselere dönüşmesi beklenen dershaneler temel lise olurken devlet okulları dershanelerin kapatılmasından ortaya çıkan boşlukları doldurmak için destekleme kursları düzenlemeye başlamıştır. Dershanelerin kapatılma gerekçesi “okulun işlevini yerine getirmeye engel” olurken; okul dershanelerin işlevini yerine getirmeye doğru başka bir misyon taşımaya başlamıştır.Öte yandan öğrenci üzerinde baskı oluşturan sınav sistemlerinin değişme hızı da başka bir baskı ve stres kaynağı olmuştur. Öğrenci, veli, öğretmen kısaca eğitimin tüm bileşenleri bu süreçlerden olumsuz etkilenmiş; eğitim sistemimizin sınavlarla imtihanı her biri için ayrı ayrı bir sınav alanına dönüşmüştür. Bu çalışmada sınavların okul, öğretmen ve öğrenci üzerindeki etkisi tek tek incelenecek ve bu olumsuz etkinin azaltılmasına yönelik önerilerde bulunulacaktır.

Karşılaştırmalı Bir Perspektiften Türkiye’de Aile Politikaları


Türkiye’de değişen toplumsal koşullar ile birlikte son on yılda aileye yönelik ilgi artmış; aile ile ilgili sorunlar daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Somut demografik veriler ve saha araştırmaları neticesinde devlet, aileyi destekleyici politikalar üretmekte ve böylece kamu harcamalarında aileye ayrılan pay yükselmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000’li yıllara kadar süren siyasi istikrarsızlıklar ve iktisadi buhranlar nedeniyle Türkiye’de aile politikalarında süreklilik ve bütüncüllük arz eden bir yapılanma sağlanamamıştır. Aile politikalarındaki bu parçalı yapı, 2000 sonrası gerek ülke içi gerekse küresel düzeyde yaşanan değişimlerle birlikte daha planlı, istikrarlı ve kalıcı olması hedeflenen politikalara yerini bırakmıştır. 2011’de Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın kurulması ile bütünlüklü olarak gerçekleşmesi hedeflenen politikalar, refah dağıtımının diğer aktörlerini de sürecin içine taşımayı hedeflemiştir. 2015 yılında açıklanan Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı ile birlikte devlet temelde ailenin korunması, dinamik nüfus yapısının korunması ve iş-aile yaşamının uyumlaştırılması yönünde bir eylem planı hazırlamıştır. Son dönemde aileye yönelik hizmetlerin yaygınlaştırılması Türkiye’de aile politikaları açısından oldukça önemli gelişmelerdir. Yapılan düzenlemelerin başarısı ya da eksiklikleri ise araştırmalar ve veriler ile daha sağlıklı değerlendirilebilecektir. Bu çalışma ile sosyal refahı arttırma amacı taşıyan politikaların, refah rejimlerinde nasıl olduğu, hangi bileşenlerle birlikte değerlendirildiği ve uygulama sonuçlarının yansımaları incelenecektir. Refah rejimlerinin aile politikalarının temel izlencesi hakkında karşılaştırılabilir somut veriler elde etmek için aileyi konumlandıran yasal düzenlemelerin yanı sıra izin politikaları, bakım hizmetleri, nakit ve vergi avantajları karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Bu bağlamda Türkiye’de aile politikaları, farklı refah rejimlerinden seçilen ülkelerle karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir. Diğer refah devletleri ile benzeşen, ayrışan ve yetersiz kalan yönlerine bakılarak Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konum analiz edilecektir. Bu politika notları İLKE Gündem Konuşmaları | Türkiye’de Aile Politikaları kapsamında yayınlanmıştır. Türkiye’de değişen toplumsal koşullar ile birlikte son on yılda aileye yönelik ilgi artmış; aile ile ilgili sorunlar daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Somut demografik veriler ve saha araştırmaları neticesinde devlet, aileyi destekleyici politikalar üretmekte ve böylece kamu harcamalarında aileye ayrılan pay yükselmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000’li yıllara kadar süren siyasi istikrarsızlıklar ve iktisadi buhranlar nedeniyle Türkiye’de aile politikalarında süreklilik ve bütüncüllük arz eden bir yapılanma sağlanamamıştır. Aile politikalarındaki bu parçalı yapı, 2000 sonrası gerek ülke içi gerekse küresel düzeyde yaşanan değişimlerle birlikte daha planlı, istikrarlı ve kalıcı olması hedeflenen politikalara yerini bırakmıştır. 2011’de Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın kurulması ile bütünlüklü olarak gerçekleşmesi hedeflenen politikalar, refah dağıtımının diğer aktörlerini de sürecin içine taşımayı hedeflemiştir. 2015 yılında açıklanan Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı ile birlikte devlet temelde ailenin korunması, dinamik nüfus yapısının korunması ve iş-aile yaşamının uyumlaştırılması yönünde bir eylem planı hazırlamıştır. Son dönemde aileye yönelik hizmetlerin yaygınlaştırılması Türkiye’de aile politikaları açısından oldukça önemli gelişmelerdir. Yapılan düzenlemelerin başarısı ya da eksiklikleri ise araştırmalar ve veriler ile daha sağlıklı değerlendirilebilecektir. Bu çalışma ile sosyal refahı arttırma amacı taşıyan politikaların, refah rejimlerinde nasıl olduğu, hangi bileşenlerle birlikte değerlendirildiği ve uygulama sonuçlarının yansımaları incelenecektir. Refah rejimlerinin aile politikalarının temel izlencesi hakkında karşılaştırılabilir somut veriler elde etmek için aileyi konumlandıran yasal düzenlemelerin yanı sıra izin politikaları, bakım hizmetleri, nakit ve vergi avantajları karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Bu bağlamda Türkiye’de aile politikaları, farklı refah rejimlerinden seçilen ülkelerle karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir. Diğer refah devletleri ile benzeşen, ayrışan ve yetersiz kalan yönlerine bakılarak Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konum analiz edilecektir. Bu politika notları İLKE Gündem Konuşmaları | Türkiye’de Aile Politikaları kapsamında yayınlanmıştır. Türkiye’de değişen toplumsal koşullar ile birlikte son on yılda aileye yönelik ilgi artmış; aile ile ilgili sorunlar daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Somut demografik veriler ve saha araştırmaları neticesinde devlet, aileyi destekleyici politikalar üretmekte ve böylece kamu harcamalarında aileye ayrılan pay yükselmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000’li yıllara kadar süren siyasi istikrarsızlıklar ve iktisadi buhranlar nedeniyle Türkiye’de aile politikalarında süreklilik ve bütüncüllük arz eden bir yapılanma sağlanamamıştır. Aile politikalarındaki bu parçalı yapı, 2000 sonrası gerek ülke içi gerekse küresel düzeyde yaşanan değişimlerle birlikte daha planlı, istikrarlı ve kalıcı olması hedeflenen politikalara yerini bırakmıştır. 2011’de Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın kurulması ile bütünlüklü olarak gerçekleşmesi hedeflenen politikalar, refah dağıtımının diğer aktörlerini de sürecin içine taşımayı hedeflemiştir. 2015 yılında açıklanan Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı ile birlikte devlet temelde ailenin korunması, dinamik nüfus yapısının korunması ve iş-aile yaşamının uyumlaştırılması yönünde bir eylem planı hazırlamıştır. Son dönemde aileye yönelik hizmetlerin yaygınlaştırılması Türkiye’de aile politikaları açısından oldukça önemli gelişmelerdir. Yapılan düzenlemelerin başarısı ya da eksiklikleri ise araştırmalar ve veriler ile daha sağlıklı değerlendirilebilecektir. Bu çalışma ile sosyal refahı arttırma amacı taşıyan politikaların, refah rejimlerinde nasıl olduğu, hangi bileşenlerle birlikte değerlendirildiği ve uygulama sonuçlarının yansımaları incelenecektir. Refah rejimlerinin aile politikalarının temel izlencesi hakkında karşılaştırılabilir somut veriler elde etmek için aileyi konumlandıran yasal düzenlemelerin yanı sıra izin politikaları, bakım hizmetleri, nakit ve vergi avantajları karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Bu bağlamda Türkiye’de aile politikaları, farklı refah rejimlerinden seçilen ülkelerle karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir. Diğer refah devletleri ile benzeşen, ayrışan ve yetersiz kalan yönlerine bakılarak Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konum analiz edilecektir. Türkiye’de değişen toplumsal koşullar ile birlikte son on yılda aileye yönelik ilgi artmış; aile ile ilgili sorunlar daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Somut demografik veriler ve saha araştırmaları neticesinde devlet, aileyi destekleyici politikalar üretmekte ve böylece kamu harcamalarında aileye ayrılan pay yükselmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000’li yıllara kadar süren siyasi istikrarsızlıklar ve iktisadi buhranlar nedeniyle Türkiye’de aile politikalarında süreklilik ve bütüncüllük arz eden bir yapılanma sağlanamamıştır. Aile politikalarındaki bu parçalı yapı, 2000 sonrası gerek ülke içi gerekse küresel düzeyde yaşanan değişimlerle birlikte daha planlı, istikrarlı ve kalıcı olması hedeflenen politikalara yerini bırakmıştır. 2011’de Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın kurulması ile bütünlüklü olarak gerçekleşmesi hedeflenen politikalar, refah dağıtımının diğer aktörlerini de sürecin içine taşımayı hedeflemiştir. 2015 yılında açıklanan Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı ile birlikte devlet temelde ailenin korunması, dinamik nüfus yapısının korunması ve iş-aile yaşamının uyumlaştırılması yönünde bir eylem planı hazırlamıştır. Son dönemde aileye yönelik hizmetlerin yaygınlaştırılması Türkiye’de aile politikaları açısından oldukça önemli gelişmelerdir. Yapılan düzenlemelerin başarısı ya da eksiklikleri ise araştırmalar ve veriler ile daha sağlıklı değerlendirilebilecektir. Bu çalışma ile sosyal refahı arttırma amacı taşıyan politikaların, refah rejimlerinde nasıl olduğu, hangi bileşenlerle birlikte değerlendirildiği ve uygulama sonuçlarının yansımaları incelenecektir. Refah rejimlerinin aile politikalarının temel izlencesi hakkında karşılaştırılabilir somut veriler elde etmek için aileyi konumlandıran yasal düzenlemelerin yanı sıra izin politikaları, bakım hizmetleri, nakit ve vergi avantajları karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Bu bağlamda Türkiye’de aile politikaları, farklı refah rejimlerinden seçilen ülkelerle karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir. Diğer refah devletleri ile benzeşen, ayrışan ve yetersiz kalan yönlerine bakılarak Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konum analiz edilecektir. Türkiye’de değişen toplumsal koşullar ile birlikte son on yılda aileye yönelik ilgi artmış; aile ile ilgili sorunlar daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Somut demografik veriler ve saha araştırmaları neticesinde devlet, aileyi destekleyici politikalar üretmekte ve böylece kamu harcamalarında aileye ayrılan pay yükselmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000’li yıllara kadar süren siyasi istikrarsızlıklar ve iktisadi buhranlar nedeniyle Türkiye’de aile politikalarında süreklilik ve bütüncüllük arz eden bir yapılanma sağlanamamıştır. Aile politikalarındaki bu parçalı yapı, 2000 sonrası gerek ülke içi gerekse küresel düzeyde yaşanan değişimlerle birlikte daha planlı, istikrarlı ve kalıcı olması hedeflenen politikalara yerini bırakmıştır. 2011’de Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın kurulması ile bütünlüklü olarak gerçekleşmesi hedeflenen politikalar, refah dağıtımının diğer aktörlerini de sürecin içine taşımayı hedeflemiştir. 2015 yılında açıklanan Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı ile birlikte devlet temelde ailenin korunması, dinamik nüfus yapısının korunması ve iş-aile yaşamının uyumlaştırılması yönünde bir eylem planı hazırlamıştır. Son dönemde aileye yönelik hizmetlerin yaygınlaştırılması Türkiye’de aile politikaları açısından oldukça önemli gelişmelerdir. Yapılan düzenlemelerin başarısı ya da eksiklikleri ise araştırmalar ve veriler ile daha sağlıklı değerlendirilebilecektir. Bu çalışma ile sosyal refahı arttırma amacı taşıyan politikaların, refah rejimlerinde nasıl olduğu, hangi bileşenlerle birlikte değerlendirildiği ve uygulama sonuçlarının yansımaları incelenecektir. Refah rejimlerinin aile politikalarının temel izlencesi hakkında karşılaştırılabilir somut veriler elde etmek için aileyi konumlandıran yasal düzenlemelerin yanı sıra izin politikaları, bakım hizmetleri, nakit ve vergi avantajları karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Bu bağlamda Türkiye’de aile politikaları, farklı refah rejimlerinden seçilen ülkelerle karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir. Diğer refah devletleri ile benzeşen, ayrışan ve yetersiz kalan yönlerine bakılarak Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konum analiz edilecektir. Bu politika notları İLKE Gündem Konuşmaları | Türkiye’de Aile Politikaları kapsamında yayınlanmıştır.