FARKLI BAKIŞTAN

Sivil Toplum 2010-2020: Etkisiz Çoğulculuk

Mehmet Ali Çalışkan

YADA Mütevelli Heyeti Başkanı

Koronavirüs salgını 2020 yılını âdeta iptal etti. Sadece 2020’yi değil görünen o ki kendinden önce siyasete, ekonomiye, sağlığa dair ne varsa artık bir tek sorunun cevabı için hatırlanacak. Neyi yanlış yaptık, neleri değiştirmemiz gerekiyor? 2020 hazır bizi bir sorgulamaya sokmuşken sivil toplumun son 10 yılına da bu gözle bir daha bakmak iyi olur. Koronavirüs hayatımıza hiç girmemiş olsa da bu bakışa ihtiyacımız vardı. Ancak salgın bu tür soruları pek çoğumuzun gündeminin ön sıralarına taşıyarak tüm çeşitliliğimiz, farklılıklarımız ve düşünme biçimlerimizle bizi ortak akla davet etmiş oldu.

Sivil toplumun son 10 yılına iyimser bir bakışla baktığımızda sayısal olarak tarihin en iyi seviyelerinde olduğunu görüyoruz. 150 binden fazla kayıtlı gönüllü kuruluş var. Enformel sivil girişimler de katıldığında göründüğünden daha büyük bir hacim oluşuyor. Tematik ve metodolojik çeşitlilik açısından da zengin bir görüntü veriyor. Dolayısıyla sayısal büyüklüğü ve çeşitliliği ile çoğulcu bir sivil alandan söz etmek mümkün. Son 10 yılda iyimserlik tarafında öne çıkan üç sivil toplum gündemi olduğunu söyleyebiliriz: Kurumsallaşma, kapasite artırma ve bağışçılık kültürünü yaygınlaştırma.

Kötümser bir bakışla kamu yönetiminin kararları ve yurttaş kanaatleri karşısında etkisiz kalan ve hukuksal alanı daralan bir sivil toplumdan söz etmek mümkün. Kötümserlik, demokrasi ve ifade özgürlüğü konusundaki gidişatımızın vahameti ile ilgili. Özellikle Gezi Davası, Büyükada Davası, medya davaları ile sivil toplumun kendini ifade etme alanı son derece daraldı. Davalar sadece yargılanan sivil toplum temsilcilerinin ifade özgürlüğünü kısıtlamıyor aynı zamanda sivil toplumun nitelikli insan kaynağının alandan çıkışına ve yeni insan kaynağının girişine engel oluyor. Öte yandan davalarda yer almasa da STK’lar bilgi, içerik, etkinlik ve öneri üretme açısından kaygılı ve temkinli bir tutuma giriyor. Üzerine çalıştıkları konularda içerik üretmekten, etkinlik düzenlemekten imtina ediyor. Bu durum sivil toplumu etkisiz hâle getiriyor. 28 Şubat’ta İslami sivil toplum dünyası ağır bir mağduriyete maruz kalmış, seküler sivil toplum ise bu durumu ya memnuniyetle ya da kayıtsızlıkla karşılamıştı. Günümüzde ise tersi oluyor. Karşılıklı kayıtsızlık, sivil toplumun müzakere ve istişare alanı olarak işlev görmesini engelliyor ve kutuplaşmanın sivil alana taşınmasının da katalizörü hâline gelebiliyor.

İyimser ve kötümser resmi birlikte değerlendirdiğimizde ortaya şöyle bir durum çıkıyor. Geçtiğimiz 10 yıl, sivil toplum dünyasının dernekler, vakıflar, sivil girişimler ile sayısal olarak zenginleştiği, kimlik, inanç, kültür gibi farklılıkların kendine sivil alanda yer açtığı, STK’ların kurumsallaşma kabiliyetlerinin arttığı, kaynak çeşitliliğine erişimin güçlendiği buna mukabil ifade özgürlüğünün sınırlandığı, sivil alanda faaliyet göstermenin suç hâline getirilebildiği, farklılıkların birbiriyle müzakereye ve etkileşime girmekten kaçındığı, kamu yönetimi ve siyasetle ilişkilerin ya politik angajmanlar ya da düşmanlık ekseninde kurulduğu bir dönem olarak özetlenebilir. Bu resim bize sivil toplumun demokratik bir toplumun inşası için hem aldığı yolu gösteriyor hem de gidilecek yol hakkında fikir veriyor.

Sivil toplum geçen 10 yılda ortaya koyduğu kurumsallaşma ve kapasite artırma odağını organizasyon düzeyinde ele aldı. Kurumsallık, performans odaklı düşünmeyi de güçlendirdi. STK’ların faaliyet raporları ya da proje dokümanları incelendiğinde hâkim dilin performans anlatımı olduğu görülüyor. Bu önemli bir merhale idi. Ancak görünen o ki sivil toplum, kurumsallaşma kapasitesi yükselse de etkisi artmadıkça rolünü oynamakta zorlanıyor. Türkiye sivil toplumunun toplumsal ve çevresel konuları ortak akıl, istişare ve müzakere ile ele alma zemini olarak işlev görmediğine dair pek çok işaret var. Sayısal hacmin ve çeşitliliğin sunduğu fırsata rağmen içe kapanma pratikleri ile fırsat kullanılamıyor. Sivil toplum bir istişare ve müzakere alanı olarak işlev görmekten ziyade birbirine benzeyenlerin kümelenme alanı gibi çalışıyor. Sivil toplum alanında faaliyet gösteren kuruluşların büyük ölçüde kendi etnik, kültürel ya da inanç bazlı kimlik alanlarına kapandığını, etkinliklerini ve içeriklerini bu kapalı ortamda ürettiklerini, seslerini ise yine kendi benzerlerinin sınırlarında tuttuklarını gözlemlemek mümkün. Bu durum sivil toplumun temel eksikliği olarak görülebilir.

Sonuç olarak sivil toplumun önümüzdeki 10 yılının gündeminde, etki kavramının stratejik bir öneminin olacağını düşünmek mümkün. “Neler yaptık” sorusu kadar “yaptıklarımız ne işe yaradı” sorusuna da cevap aranacak. Etkili bir sivil toplumun başarı göstergesini ise iki alandaki tutumun oluşturacağı söylenebilir. Birincisi farklılıkların aralarında kuracakları diyalog ve müzakere tecrübeleri, ikincisi ise kamu yönetimi ve siyaset ile kurulacak ilişki biçimleri. Birincisi içe kapanma davranışının aşılıp aşılamadığını, ikincisi ise angajman ve düşmanlık uçları dışına çıkılıp çıkılamadığının işaretlerini verecek.