PISA 2018’de Türkiye: İstikrarlı Olumlu Gelişme Gösteren Ülke
Giriş
OECD’nin 2018 yılında yaptığı yedinci PISA testi ve araştırmasının raporu 3 Aralık 2019’da yayınlandı. 2018’de Türkiye’nin de içinde olduğu 37 OECD üyesi ile 42 katılımcı ülke ya da ekonomi PISA testine katıldı. OECD üyesi ya da katılımcı ülke ve ekonomiler, PISA testinden okuma, matematik ve fen alanlarında aldıkları puanlara göre sıralandı. Her üç yılda bir yapılan ve ülkelerin eğitim kalitesine göre sıralandığı PISA ister istemez bütün katılımcı ülkelerde, araştırmacıların, gazetecilerin, düşünce kuruluşlarının, velilerin, öğrencilerin ve kaçınılmaz olarak politikacıların ve hükümetlerin gündemine oturan bir olgu olmayı başarıyor.
PISA Testi sonuçlarının yayınlanması ile birlikte her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de bir önceki sonuçlara göre ülke sıralamasının yükselip yükselmediği, hangi alanlarda ne yönde gelişmeler olduğu, cinsiyet farklılıklarının eğitime nasıl yansıdığı, bölgeler ve okul türleri arası farklar, eğitim ortamlarının niteliği, öğretmenlerin niteliği, eğitim içeriklerinin uygunluğu ve öğrenme öğretme süreçlerinin çeşitliliği gibi PISA testinin ve araştırma sonuçlarının bulguları çerçevesinde tartışmalar yapılıyor. Çoğunlukla PISA sonuçlarında yer alan detaylı tabloların özeti niteliğindeki tablolar ile bu özetler üzerinden bir önceki dönemle karşılaştırmalı yüzeysel analizlerin ötesine geçmeyen bu tartışmalar eğitim sisteminin sorun alanları konusunda bir fikir verse de derinlemesine ve gerçekçi bir yol haritası için yeterli alt yapı oluşturmuyor.
PISA sonuçlarının analizi ile ilgili temel sorun PISA testi ve araştırmasının sonuçlarının yalnızca eğitim bilimcilerin, kısmen MEB’in ve eğitim alanında çalışma yapanların yani eğitim camiasının gündeminde yer almasıdır. PISA testinin ve araştırmasının sonuçlarının ortaya koyduğu resme bakıldığında bir eğitim sisteminin çıktılarını belirleyen unsurların salt eğitimle ilişkili konular olmadığı açıkça görülecektir. Bölgeler arası farklılıklar, sosyo-ekonomik düzey farklılıkları, ulusal ekonomilerin derinlik ve istikrarı, kültürel kodlar eğitim sistemlerinin çıktıları üzerinde belirleyici olmaktadır.
PISA’nın 2000 yılından itibaren yani ilk çeyreğini tamamlamak üzere olduğumuz 21. yüzyılın başından itibaren her üç yılda bir yapılıyor olması ülkelerin eğitim alanında 20 yıla yakın bir zaman dilimindeki gelişimlerini göstermesi bakımından da ayrıca boylamsal olarak analiz edilmesi gereken bir boyutu vardır. Ülkelerin ve Türkiye’nin eğitim alanındaki politika, öncelik ve stratejilerinin etkileşimlerinin anlaşılması bakımından kayda değer bir veri seti sunduğu ortadadır.
Ayrıca PISA test ve araştırma sonuçlarında 21. yüzyıla özgü koşulların bütün dünyada eğitim sistemlerinde ne tür bir eğilimin olduğunu göstermesi bakımından da bugün yapılan yüzeysel karşılaştırmalardan daha derinlikli, karşılaştırmalı ve etkileşimli analizlere imkan verdiği gibi, bizi bu analizleri yapmaya da yönlendirmektedir.
Son 20 Yılda Türkiye’de Eğitim Politikaları ve PISA Serüveni
2003, 2006, 2009, 2012, 2015 ve nihayet 2018 yıllarındaki PISA testi sonuçları bu çerçevede değerlendirildiğinde Türkiye’nin bu yıllarda geliştirdiği politikalar ve uygulamalarla sıkı bir ilişkisi olduğu söylenebilir.
İlk PISA Testi: 2003
İlk PISA testine katıldığımız 2003 yılında 15 yaşındaki yani çoğunlukla 9. sınıfta okuyan öğrencilerimiz, 1998-1999 öğretim yılında uygulamaya geçen zorunlu ve kesintisiz 8 yıllık ilköğretimin birinci ya da ikinci mezunları idi. Liselere geçişte farklı katsayı uygulaması ile Anadolu liselerinin ve imam hatip liselerinin orta kısımları da bu dönemde kapatılmıştı. Bu sebeple mesleki eğitime devam eden öğrenci sayısındaki dramatik düşüş, akademik liselerdeki öğrenci sayısını aşırı düzeyde artırmış, meslek liselerinin sınıfları ise neredeyse boş kalmıştı. Bu yıllarda derslik ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısındaki büyük artış ile birlikte eğitimde niteliğin gündemde en son sırada kaldığı yıllar yaşandı. Ayrıca 17 Ağustos depremi ve 2001 ekonomik krizlerinin ardından yapılan 2003 PISA testinin sonuçlarının, yaşanan toplumsal dalgalanmaların etkisinde kaldığı ve sonuçların bu bağlamda değerlendirilmesi doğru analiz için bir kapı aralayacaktır.
PISA 2006
Türkiye, 2006 yılında yapılan üçüncü PISA testine ikinci kez katıldı. 2006 yılında 15 yaş grubundaki öğrenciler, bir önceki dönemde yaşanan krizlerin gölgesinde zorunlu kesintisiz 8 yıllık eğitime 1998-1999 öğretim yılında başlayan grubun ilk mezunları olarak PISA testine katıldılar. 2004-2005 öğretim yılında pilot uygulaması yapılan davranışçılıktan yapılandırmacılığa geçiş değişimin ilk uygulaması 2005-2006 öğretim yılında liselerde de kademeli olarak başladı. Bu uygulamanın ilk yılında 9. sınıfta olan öğrencilerimiz PISA testine katıldılar. Lise eğitim süresinin üç yıldan dört yıla çıkarıldığı bu dönemde liselerdeki derslik, öğretmen, öğretim ortamı ve materyal eksikliklerinin yanında asayiş ve disiplin sorunları da daha fazla görünür olmuştu. 2005 yılında yeniden düzenlenen Ortaöğretim Kurumlarına Geçiş Sistemi (OKS) 2006 yılında 9. sınıfta okuyan öğrencilerin akademik yeterlikleri üzerinde ne düzeyde olumlu ya da olumsuz etkisi olduğu da ayrıca analiz edilmesi gereken bir husustur. Nitekim daha öncesinde her okul türünün kendi sınavını yaptığı sistemden bütün okul türlerine aynı sınav ile öğrenci seçimi yapılan yeni sistemin ilk uygulaması o yıl gerçekleşmişti.
PISA 2009
Türkiye’nin katıldığı 3. PISA testi, 2009 yılında gerçekleşti. Öğretmen ve derslik açığının hızla kapatılması çabaları, okullara bilgisayar, internet ve nispeten daha ferah ve donanımlı eğitim ortamlarının sağlanmasına yönelik politikaları şartlı nakit transferi gibi kız çocuklarının okullaşma oranını artırıcı politikalar eklendi. 2009 yılı aynı zamanda 2005 yılında yapılandırmacı yaklaşım uygulamalarının başladığı 6. sınıfların 15 yaş grubu öğrencileri oluşturduğu ilk yıl olarak da ele alınmalıdır. Yapılandırmacı öğretim paradigmasına uygun müfredat ve öğrenme-öğretme süreçlerinin ilk deneyimleyen öğrenci grubu olarak PISA testine katıldılar. Ortaöğretime geçişte 2007 yılında uygulamaya konulan SBS ile 6, 7 ve 8. sınıflarda sınav yapılmasının da PISA sonuçlarına ne oranda ve ne yönde etki ettiğine dair yeterli veri ve analize sahip değiliz.
PISA 2012
2012 yılında yapılan 5. PISA testine Türkiye dördüncü kez katıldı. Bu dönemde Türkiye’de en çok konulan ve devrim niteliğinde bir proje olduğu iddia edilen FATİH Projesinin hayata geçmeye başladığı yıllardır. Gerçi FATİH Projesi, bütün ülkede aynı yıl hayata geçmiş bir proje değildir. Bununla beraber 9. Sınıflara tabletlerin dağıtıldığı ve sınıflara akıllı tahtaların monte edildiği yeni bir dönem olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu uygulama dışında nispeten istikrarlı bir dönemden sonra 9. Sınıf öğrencilerinin PISA test ortalamalarında nisbi yükseliş gözlendi.
PISA 2015
2015 yılı PISA testi ortalamalarında, Türkiye bütün olumsuz koşullara rağmen 4 dönemlik az ama istikrarlı yükselişinin ardından dramatik bir düşüş yaşadı. Okuma, matematik ve fen puanlarının tamamında yaşanan bu düşüşün analizinin etraflıca yapılmadığı kanaatindeyim. 2015 yılı, Türkiye’de dershane tartışmalarının gölgesinde ve dershanelerin kapatılmasıyla ortaya çıkan açığın etkisinde kalıp kalmadığı yeteri kadar araştırılmamıştır. Okullarda açılan destek kurslarının yeterliliği tartışmalıdır. 2013’te uygulamaya konan TEOG sistemiyle ortaöğretime geçiş uygulamalarında yeni bir dönem başladı. Bu dönemde kasım ve nisan aylarında öğrencilerin kendi okullarında yapılan sınavların öğrencilerin akademik yetkinliklerini ne düzeyde etkilediğine dair yeteri kadar veri ve analize de sahip değiliz. Ancak 2015 PISA sonuçlarında Türkiye için negatif farklılığın en belirgin gerekçesi 2012’de zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasıyla ortaöğretim çağ nüfusunun okullaşma oranının %70’lerden %90’lara doğru hızlı artışı dikkatle incelenmelidir. PISA raporunda da kısmen dile getirilen bu durum, derslik ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısında yükselmeye sebep olduğu gibi ortaöğretimi açık öğretim yoluyla sürdüren öğrenci sayısını da artırdı. Diğer taraftan 2012 yılında yükseköğretime geçişte uygulanan katsayı farkının tamamen uygulamadan kaldırılmasıyla meslek liselerine ve imam hatip liselerine yöneliş de arttı. İmam hatip ortaokulları da bu dönemde yeniden açıldı. Gerçi imam hatip ortaokullarında okumaya başlayan öğrenciler 2015 yılında henüz 8. sınıf öğrencisi olduklarından 2015 PISA testi sonuçlarındaki düşüşle doğrudan ilişkisi olduğunu söylemek mümkün değildir. 2015 PISA testini etkileme düzeyi oldukça düşük olsa da özel okullara kayıt yaptıran düşük sosyoekonomik düzeydeki ailelere ödenen teşvikten yararlanma oranı en yüksek ortaöğretim kurumlarına yani 9. sınıflara kayıt olan öğrencilerde olmuştur. Bu dönemde lise düzeyinde özel okul oranı en hızlı yükselen kademe olmuştur. Bu yükselişte aynı dönemde kapanan dershanelerin “temel lise” olarak devam etmelerinin etkisini de göz önünde bulundurmak gerekir. Bütün bu çalkantıların 2015 PISA sonuçlarındaki düşüşle ilişkisinin etraflıca analizinin gerektiği ortadadır.
PISA 2018
PISA’nın Türkiye için “istikrarlı olumlu gelişme” gösteren ülke betimlemesinin en sık vurguladığı 2018 testi sonuçları tartışmasız sevindiricidir. Türkiye’nin 1998’de zorunlu eğitimi 8 yıla çıkardığı, 2005’te ortaöğretimi 4 yıla çıkardığı ve 2012 yılında zorunlu eğitimi 12 yıla çıkardığı yani sürekli öğrenci artışı ile öğretmen, derslik, donanım, içerik ve yöntem konusunda sürekli geliştirici politikaları ile istikrarlı olumlu gelişme göstermesi arasındaki sıkı ilişki göz ardı edilemez. Nitekim 2018 yılında, 2012’de 12 yıllık zorunlu eğitim nispeten düzene girmiş ve bir önceki PISA sonuçlarında güçlü bir düzelme yaşanmıştır. 2012 yılında büyük tartışmalara ve zorluklara sebep olan okula başlama yaşının 60 aya çekilmesi ile ilgili uygulama ile okula başlayan öğrenciler henüz PISA testine girmediklerinden onların durumu ile ilgili bir etkiden söz etmek mümkün değildir. Bununla birlikte 1998 ile karşılaştırıldığında okul öncesi eğitime dahil olan öğrenci sayısındaki düzenli artışın (6 yaş düzeyinde %30’lardan %70’lere ulaşan bir oran) yıllar içinde PISA test ortalamalarındaki artışta önemli bir etken olduğu açıktır.
Son 20 Yılda Türkiye’deki Diğer Gelişmeler ve PISA
Eğitim çıktılarını ve dolayısıyla PISA sonuçlarını etkileyen eğitim dışı koşullarda da 2000’li yıllar boyunca önemli gelişmeler yaşandı. Bu gelişmelerin en dikkat çekici olanı yükseköğretimde okullaşma oranının ve mezun sayısının artması oldu. 1993’te Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde açılan 23 üniversitenin ardından 2003 yılından itibaren de 100’e yakın üniversitenin açılmasıyla yükseköğretime erişimde önemli bir gelişme sağlandı. Bu gelişme 25-64 yaş arası nüfusun 2000’de %9 olan üniversite mezunu oranını %30’lara çıkardı. Yine 2000’li yıllarda kentli nüfus oranı %90’lara çıktı. Kişi başına düşen gelirde önemli artışlar sağlandı. Kentlerde belediyecilik, sağlık, sosyal, kültürel, sportif ve sanatsal etkinliklerin ve mekanların artmasıyla sosyokültürel sermayede önemli bir gelişme yaşandı. Evdeki ve sokaktaki sosyokültürel sermayenin yükselmesinin okuldaki başarıya etkisi PISA’nın da araştırma sonuçlarında vurguladığı önemli parametrelerden biridir.
Küresel Eğilimler ve PISA
Son olarak 90’lı yıllardan itibaren küresel bir dalga halinde bütün ülkeleri etkileyen bilgi teknolojilerindeki gelişmeler, üretim, tüketim, iletişim, ulaşım, pazarlama, hukuk, demokrasi, bireysel haklar, çevre gibi alanlarda önemli gelişmeler yaşanmasına yol açtı. Bunlara ek olarak çok kültürlülük, göçler ve uluslararası diğer etkileşimler öğrenme öğretme içeriklerini, yöntemlerini, ortamlarını, öğretmen yeterliklerini, okulların yapı ve tasarımını, eğitim sistemlerinin yapılanmalarını ve en önemlisi eğitim talep projeksiyonlarını kökten değiştirdi.
Son Söz Olarak
Bütün bu çalkantı arasında PISA’nın belirlediği 6 yeterlik düzeyinde alt düzeylerde bulunduğumuz, bölgesel ve okul türleri arasındaki akademik yeterlik farklılıkların yüksek olduğu gerçeği, kızların ve genel olarak dezavantajlı grupların ve göçmenlerin eğitime erişimi konusunda eksiklerimizin olduğu gerçeği önümüzde çözülmesi gereken sorun alanları olarak durmaktadır.
Bununla birlikte PISA sonuçlarının Türkiye bakımından yüksek sesle söylediği ve duymamızı istediği ana mesajın nicelik sorunlarını OECD ortalamasına yakın bir düzeye getirmiş bir ülke olarak nicelikten ödün vermeden istikrarlı nitelik artışına odaklanmamız ve bunu en az birkaç yıl kararlılıkla sürdürmemiz gerektiğidir.
Nitekim en çok vurgulanan öğretmen niteliği konusunda Türkiye’ye 1998’de başlayan öğretmen açığını hızla kapatmak için atadığı 700 bine yakın 20 yıldan az kıdemli ve giriş ve deneyim evrelerinden uzmanlık evresine geçmiş, yeni nesil öğrencilerle iletişimi kolaylıkla kurabilen, öğrenmeye, gelişmeye açık ve işini severek yapan öğretmen ve okul yöneticisi kadrosuyla OECD’nin ve PISA’ya katılan 79 ülke ya da ekonominin en avantajlı ülkelerinden biridir.
PISA 2018 raporunda ayrıca görülmesi gereken bir başka detay daha vardır ki bunu da göz önünde bulundurmamızın moralimizi yükselteceği düşüncesindeyim. PISA, “istikrarlı olumlu gelişme” kaydeden ülkelerden biri olarak Türkiye’yi tasnif ettiği tabloda “olumsuz gelişme” gösteren ülkeler olarak da Kore, Hollanda, Danimarka, Tayland, Avustralya, Finlandiya, İzlanda, Yeni Zelanda ve İsveç’i saymaktadır. Bu gerçek bile kendi başına PISA sonuçlarına ilişkin ezbere dayalı değerlendirmelerden daha titiz analizlere yönelmemiz gerektiğin işaret etmektedir diye düşünüyorum.