25 Mart 2020

Evde Kalamamak! Öznenin İradesi ve Kamusal Müeyyidenin Sınırları

Kamusal müeyyide, hukuki bir zemin üzerinde işlediği için toplumsal ve örfi diğer tüm müeyyide alanlarını doğrudan etkilediği gibi onların etkisiyle de şekillenir. Modern devlet mekanizması ise hukuk aracılığıyla toplumsala bağlı olarak ortaya çıkan ahlâkî davranış kodlarına etki eder. Ahlâkın tek tek her bir insan ferdinin şahsiyetine taalluk eden boyutlarının, modern devletin kurduğu toplumsal zeminde gittikçe daha fazla “bireysel özgürlükler” alanına hapsedilmesi, hukukun zemininde olup onun da işlerliğini temin edecek daha üst bir mekanizma olarak ahlâkı ortadan kaldırmaktadır.


Aslında modern devlet hukukî olarak tanımladığı alanlarla bireysel alanı daha da kısıtlar ve bu kısıtlamanın bedeli olarak bireysel özgürlükleri çok büyük bir bağış gibi sunar. Sunulan bu bağış, insani özne olmanın anlamı ve yükümlüğünden de bir kaçıştır. Bu kabul, insan olarak var olmanın anlamında yaşanan değişimle doğrudan alakalıdır. Zira çağdaş felsefe-bilimin geldiği noktada insani öznenin bedenle açıklanamayan bir takım bilişsel özellikleri olsa da insani olarak var olmak, bir “beden”e sahip olmakla özdeş kılınmaktadır. İnsan bir beden varlığı olarak kabul edildiğinde ise her ne kadar “kendini bilme”ye dair belli belirsiz imalar taşısa da bu belirsizlik her defasında bedenin lehine olacak yorumlara konu olur. Oysa beden lehine gerçekleşecek her derinleşme, insanın hayvanlar ile ortak olan yanına temas etmekten daha ötesine geçemeyecek ve bu dünyaya dair beklentileri karşılaması ve kaygıları üstlenmesi gereken insan, hakiki anlamını tesis edemeyecektir.



İçinde bulunduğumuz dünyada insanı bedene indirgeyen bu kabul, ahlâkı ve hukuku bütünüyle şekillendirmiş ve modern devletlere de boşluk kabul etmez bir otorite ve etkinlik alanı bahşetmiştir. Hukuki müeyyide öylesine tanımlıdır ki ahlâkın kişiler üzerinde görülebilecek diğer bireysel müeyyidelerine neredeyse hiçbir açık kapı bırakılmamıştır. Ona bırakılan alan bellidir: Bedensel arzu ve isteklerini başkalarının sınırlarını ihlal etmeyecek şekilde özgürce gerçekleştirebilmek. İnsan olmanın anlamının burada olduğu, böyle düşünmeyenlere tersten bir müeyyide işletilerek dikte edilir. Kişi özgürlüğün tanımını bu şekilde yapmıyorsa onun hem devletin otoritesine boyun eğdiği hem de kendini gerçekleştirmediği düşünülür. 



Oysa insan olma çabası, kendine ve kendisinden başkasına dair her daim ayık bir zihin talep eder. Bedeniyle meşgul olan insanın ne kendini ne de ötekini görmeye mecali kalır; o ancak bedenini beğenmemekle ve ona dair huzursuzluklar geliştirmekle meşguldür. Günün sonunda kişinin kendisi ve toplumsal alanı paylaştığı öteki üzerine tefekkürü neredeyse imkansızlaşır. Halbuki insan olmanın anlamı, kendiliğinin idrakine bağlı olarak ortaya çıkan bilincin, adalet ve merhamet tesisine imkân sağlayacak eylemleri gerçekleştirmesiyle ortaya çıkar. Ancak bedenle böylesine meşguliyet ve kamusal müeyyide tarafından kuşatılmışlık, insan olmanın sorumluluğuna dair unutma ve yok sayma ile neticelenmektedir. Kamusal müdahalenin sınırları bazı zamanlarda bireysel alanın tamamını kuşatmakta eksik kalır. Halihazırda yaşadığımız küresel ölçekli korona virüsü salgını da bu zamanlardan biri. İşte bu noktada kişinin bireysel sorumluluklarını yerine getirmeye yönelik kendisine yönelteceği şahsi müeyyideler devreye girer. Bu müeyyidelerin en önemlisi ise, kişinin kendisi dışındaki insan ve canlıların yaşam alanlarını koruması ve buna dair sorumluluk almasıdır. Kendilik bilinci gelişmeyen bir insan ise ötekini düşünemez, onun acısını anlayamaz. Bencillik, oldukça paradoksal bir biçimde kendi bireyselliğini ve bunun sınırlarını tanımlayamamış olmaktan dolayı ortaya çıkar. Kamusal müeyyideyle tamamıyla kuşatılmış insan ise tüm bunları unutur; kendisine dair bir bilinç geliştirmeyi unuttuğu için kriz zamanlarına hazırlıksız yakalanır. Kamusalın müdahale edemediği alanlarda salgın benzeri bir duruma karşı insanın bireysel sorumluluk alması bu durumda nasıl mümkün olacaktır? 

Bunu anlamak için öznenin kamusal iradeyle temasına bir daha bakmak lazım. Yüzlercesi sosyal medya üzerinden sergilenen somut örneklerden de görüleceği üzere tam da gerçek anlamda bir bireysel tavır geliştirmesi gereken insani özne, yeni durum karşısında şaşırıp kalmıştır. Bocalama kaldırmayan kriz zamanını yönetmek zorunda olan kamusal otorite bu durumda çareyi yeni müdahaleler geliştirmekte bulabilir ancak. İnsani özne ise kendi bilinç alanını ve sorumluluklarını en azından hatırlama imkânı bulur. Zira “evinde kalması” beklenen insan, evinde kalma edimiyle öncelikle kendisini ama ondan daha da ötede kendisi dışındaki birçok insanı düşünmekte ve onların esenliğinin sorumluluğunu üstlenmektedir. Böylece gönüllülük perdesi altında ortaya çıkan ancak kamuyu belirleyen sermayenin dikte ettiği hazza yönelik bedensel huzursuzluklardan kurtulmak için de bir fırsat doğabilir.

 

ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ