2020’DE TÜRKİYE’DE ÇALIŞMA HAYATI
Türkiye’nin sosyoekonomik yapısında makro ve mikro düzeylerde farklılaşmalar yaşanmaktadır. Bu değişimlerin başında çalışma hayatının yapısı ve işleyişinde meydana gelenler bulunur. Bunların bir kısmı ülkemizdeki iktisat politikalarından kaynaklanırken önemli bir bölümü de küresel iktisadi ve teknik gelişmelere bağlıdır. Bu alanlarda yıllık olarak veriye dayalı karşılaştırmalı analizler yapmak ve yıllık olarak yaşanan bu değişimi yorumlamak ekonominin gidişatının sosyal çıktılarını görmek bakımından önem arz etmektedir.
Son bir yılda küresel salgın ile birlikte tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çalışma ve işin biçimi ve mahiyeti kapsamlı dönüşümler yaşamaktadır. 2020 yılı tüm dünyayı etkisi altına alan küresel salgının kendine mahsus özel koşullarından ötürü çalışma hayatı bakımından sarsıntılı ve çalkantılı geçmiştir. Aşağıda da verilere dayalı olarak analiz edileceği üzere 2020 yılındaki değişimler aslında yirmi yıldır devam eden süreçlerden çok farklı değildir hatta genel eğilimi hızlandırarak sürdürme eğilimi belirginleşmiştir. Aşağıda 2020 yılında Türkiye’de iş gücü, çalışma hayatı ve meslekler temel veriler ekseninde son on yıllık eğilimler de dikkate alınarak incelenecektir.
İstihdam, İşsizlik ve Ücretler
Türkiye’de çalışma hayatını ilgilendiren konuların başında iş gücüne katılım ve iş gücünün nitelikleri bulunmaktadır. Türkiye’de genel olarak kurumsal olmayan sivil nüfusun iş gücüne katılımı gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında ciddi bir biçimde düşüktür. Özellikle tarım dışı iş gücüne katılıma bakıldığında bu oran daha da düşüktür. Bunda özellikle kadınların çalışma hayatına katılmaması, erken emeklilik, çalışma örüntülerinin emekliliği teşvik etmesi önemli bir etkendir. Ancak kadınların eğitim düzeyinin yükselmesiyle birlikte çalışma hayatına ve istihdama daha fazla katılma eğilimi de kendisini göstermektedir. Bu da işsizlik ve istihdam üzerindeki en önemli baskılardan birisi olarak karşımıza çıkar.
Türkiye’de çalışma hayatı ve istihdam ile ilgili en önemli gösterge iktisadi gelişmenin iş gücündeki gelişmelerin arkasında kalması ve ekonomik büyümenin yeterli istihdam üretememesidir. Elbette bunda hızlı nüfus artışı ile kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus miktarındaki artış da etkilidir. Ayrıca eğitimin genişlemesi ile oluşan niteliklerin de iş piyasalarında karşılığının zayıf olduğu görülebilir.
Yıllara göre iş gücü verilerine bakıldığında 15 yaş ve üstü çalışma çağındaki nüfusun 2011’den 2020’ye %15,96 artarak 62 milyon 579 bin olduğu görülmektedir. Bu veri nüfus artışının ve çalışma çağındaki nüfusun artışının devam ettiğini göstermektedir. Ayrıca bu dönemde istihdama katılım da artış eğilimdedir. İstihdama katılım oranı 2011’de %47,41 iken 2019’da %52,95 olmuştur. Bunda muhtemelen köyden kente göçün tamamlanması, eğitim oranlarının artması, hane geçim standartlarının yükselmesi gibi etkenler rol oynamıştır. Ancak 2020 yılı bu eğilimin aksi bir seyrin gerçekleştiği ve son on yıllık kazanımın geriye gittiği bir yıl olmuştur. Şekilde görüldüğü üzere, 2020 yılında istihdama katılım ciddi bir biçimde gerilemiştir. İşsizlik oranı da düşünüldüğünde neredeyse kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusun neredeyse 1/3’ten biraz fazlasının istihdam edilebildiğini söylemek mümkündür.
2020 yılı, iş gücüne katılımda ciddi bir kaybın olduğu bir yıl olarak gözükmektedir. Önceki yıl iş gücü 32 milyon 549 bin iken 2020’de bu sayı 30 milyon 873 bine düşmüştür. Çalışma çağındaki nüfusun 1 milyon 110 binlik artışı dikkate alındığında neredeyse bir o kadarının daha iş gücü piyasasından çıkış yaşadığı görülebilir. 2020’de istihdama dâhil olmayan nüfus bir önceki yıla göre 2 milyon 786 bin kişilik bir artış göstermiştir. 2014 yılında iş gücüne katılan nüfus iş gücüne dâhil olmayan nüfusu geçmişken 2020 yılında tekrar bu durumun tersine döndüğü görülebilmektedir.
Şekil 55. İş Gücüne Katılım Sayıları (2011-2020)
Kaynak: TÜİK (2020)
İşsizlik Türkiye’de yapılan araştırmalarda genellikle en önemli sosyal sorunların arasında zikredilmektedir. Özellikle son zamanlarda artan genç ve eğitimli işsizliği bu konudaki duyarlılığı artırmaktadır. Toplumda işsizliğe karşı bir duyarlılık oluştuğu söylenebilir.
Şekil 56. İstihdam ve İşsizlik (2011-2020)
Kaynak: TÜİK (2020)
Şekil 56’da görüldüğü gibi genel olarak son on yılda Türkiye’de hem iş gücüne katılımın hem de işsizliğin arttığı görülmektedir. İşsizlik oranları 2019’da %13,27 iken 2020’de %13,15 olarak gerçekleşmiştir. İşsizliğin bu düzeyde gerçekleşmesinin iki nedeni olduğu görülmektedir. Öncelikle yıl boyunca işten çıkarmanın yasaklanmış olması ve kısa çalışma ve ücretsiz izinlerin devreye alınması ve iş arayanların (iş gücüne dâhil olanların) sayısındaki düşüş. On yıllık eğilim içerisinde bakıldığında Türkiye’de ekonominin yeterince iş ve istihdam üretemediğini; nüfus artışı ve çalışma eğilimlerine uyum sağlayamadığı görülmektedir. Dolayısıyla son iki yılda işsizlik oranı 2020’de de son yıllardaki yüksek seviyesini korumuştur.
Şekil 57. Kamu Kesimi İstihdam (2011-2020)
Kaynak: TÜİK (2020)
Şekil 58. Asgari Ücretler ve Enflasyon (2011-2020)
Kaynak: TÜİK (2020)
Türkiye’de kamu tüm bileşenleri ile birlikte önemli bir işverendir. Bu anlamda kamuda devlet memur olarak da bilinen kadrolu personel, çeşitli kamu kurumlarında çalışan sözleşmeli personel, kamu şirketlerinde ve kuruluşlarında çalışan sürekli işçiler ve geçici işçilerden müteşekkil olan dört ana grupta çalışanlar söz konusudur. Bunlardan en büyük miktarı kadrolu personel tutmaktadır. 2020’de toplam kamu çalışanından yarıdan fazlası (2 milyon 970 bini) kadrolu personeldir. Kadrolu personel sayısı bir önceki yıla göre %1,05’lik bir artışla 31 bin adet artış göstermiştir. Son yıllarda kadrolu personel sayılarının yıllık olarak bu düzeyde stabil bir artışa sahip olduğu görülmektedir. 2016 ve 2017’deki düşüş dönemin özel koşulları ile ilişkilidir. Son bir yılda kamu çalışanlarında asıl artış diğer kadro türlerinde görülmüştür. Sırasıyla sözleşmeli personel sayısı %17,52’lik bir artışla 428 binden 503 bine; sürekli işçi sayısı %3,38’lik bir artışla 1 milyon 124 binden 1 milyon 162 bine ve geçici işçi ve diğer personel sayısı da %1,96’lık bir artışla 153 binden 156 bine yükselmiştir. Toplamda ise kamu çalışanı sayısı %3,17’lik bir artışla 4 milyon 644 binden 4 milyon 791 bine yükselmiştir.
Bu değişimlerle birlikte kamu çalışanlarının toplam çalışanlar içindeki payı da 2019’dan 2020’ye %16,49’dan %17,87’ye yükselmiştir. Bu oran 2011’de 13,50’dir Yıllara göre bakıldığında kamunun payının sürekli yükseldiği görülebilir. Ancak son bir yıldaki yüksek düzeyli artışta toplam çalışan sayısının azalmasının rolü daha yüksektir. Zira kamu çalışanlarının sayısı 2020 yılında sadece 147 bin artmasına rağmen toplam çalışanlar içindeki kamunun payındaki bu artış oranı yüksektir. Bunda toplam çalışan sayısının önemli ölçüde azalması etkilidir.
İstihdam ve çalışma yaşamı ile ilgili en önemli olgulardan birisi ücretlerin düzeyidir. Türkiye’de uygulanan asgari ücretler aynı zamanda genel ücretler seviyesini etkilemesi bakımından da önemlidir. Ücret artışlarında nominal değişimden daha önemlisi enflasyon karşısındaki konumudur. Son on yıldaki değişimlere bakıldığında ücret artışlarının genellikle enflasyonun üzerinde gerçekleştiği görülmektedir. Bu bağlamda yılın başında %15,03 ile yüksek bir asgari ücret artışı yapıldığı düşünülse de yıllık enflasyonun %14,6 olarak çıkması ile birlikte aslında fiilen bir ücret artışı gerçekleşmemiştir. Elbette yıl içinde yaşanan çekirdek enflasyon tartışmaları izlendiğinde bu artışın çalışanların refahını pek de olumlu etkilemediği söylenebilir.
Salgında İş Kaybı ve Önlemler
COVID-19 ve Çalışma Yaşamı: Güncellenmiş Tahminler ve Analiz (7. Baskı) başlıklı İLO raporunda belirtildiği üzere 2020’de, 2019’a göre küresel düzeyde işlerin 225 milyon tam zaman işe eş değer olan %8,8’lik bölümü kaybedilmiştir. Çalışma süresi kayıpları özellikle Latin Amerika ve Karayipler, Güney Avrupa ve Güney Asya’da yüksek olmuştur. Bu kayıplar son 40 yıldaki en büyük krizden bile daha büyüktür. Salgının etkisi ile küresel düzeyde işsizlik %1,1 ya da 33 milyon kişi arttı ve küresel işsiz sayısı 220 milyona yükseldi. Bu bağlamda bu iş gücü ve iş kaybı geçici olmaktan daha çok kalıcı bir mahiyet arz ediyor. İşini kaybedenlerin bir kısmı daimî olarak istihdam piyasalarını terk etme eğilimindedir. Bu istihdam kaybı küresel olarak toplam 3,7 trilyon gelire tekabül etmektedir. Bu meblağ toplam küresel gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYİH) %4,4’üne tekabül etmektedir. ILO’nun raporlarında bu durumdan en fazla gençlerin ve kadınların olumsuz etkilendiği belirtilmektedir. Türkiye’de 2020 yılında %14,7 dolayında çalışma kaybı yaşanmıştır. Bu oran küresel düzeydeki kaybın üzerindedir.
Tablo 14. Kurumsal Olmayan Nüfusun Yıllar ve Cinsiyete Göre İş Gücü Durumu ([+15 yaş, bin kişi)
Kaynak: TÜİK, İş Gücü İstatistikleri (2020)
Türkiye’de salgınla birlikte istihdam kaybını engellemek üzere kısa çalışma uygulaması devreye alınmıştır. İŞKUR’a göre kısa çalışma uygulaması “genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı sebeplerle iş yerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak en az üçte bir oranında azaltılması veya süreklilik koşulu aranmaksızın işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen en az dört hafta süreyle durdurulması hâllerinde, iş yerinde üç ayı aşmamak üzere sigortalılara çalışamadıkları dönem için gelir desteği sağlayan bir uygulama” olarak tanımlamaktadır. COVID-19 salgını döneminde 18 Mart 2020’de açıklanan Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi ile bu uygulama üçer aylık sürelerle uzatılarak daha geniş ve daha yaygın kullanılmaya başlanmış ve istihdamı sübvanse etmenin ve işsizliği düşürmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. Yapılan mevzuat değişiklikleri ile işverenlerin başvurması ile 120 günden uzun süredir sigortalı olan çalışanlar için uygunluk tespitinin tamamlanması beklenmeksizin, işverenlerin beyanı doğrultusunda kısa çalışma ödemesi gerçekleştirilmiştir. Günlük kısa çalışma ödeneği; sigortalının son on iki aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %60’ıdır. İşçinin kısa çalışma ödeneği aldığı süre için genel sağlık sigortası primleri ödenmektedir. İŞKUR’un yayımladığı raporda belirttiği verilere göre 2020 yılında 3 milyon 743 bin 473 kişi, kısa çalışma ödeneğinden yararlanmıştır. Bu kişiler için toplam 29 milyar 515 milyon 374 bin 990 Türk lirası ödenmiştir. Bu ödeme miktarına, kişiler adına ödenen GSS primleri, Damga Vergisi ve işlem giderleri dâhildir. 2020 yılında başvuran kişi sayısı önceki yılların çok üzerindedir.
120 günden daha az sigortalı olduğu için kısa çalışma ödeneğinden yararlanamayacak olanlara veya işverenin işten çıkarma yasağı sebebiyle iş akdini sonlandıramadığı çalışanlara yönelik olarak da 2020 yılında İŞKUR tarafından nakdi ücret desteği uygulaması yapılmıştır. Bu kapsamdaki kişilere ücretsiz izne çıkarıldıkları veya işsiz kaldıkları dönem için İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ve İŞKUR tarafından asgari ücretin üçte biri kadar ödeme yapılmıştır. Bu uygulama işten çıkarma yasağı devam ettiği sürece üç ayda bir uzatılarak sürdürülmüştür. İŞKUR 2020 Faaliyet Raporu’nda belirtildiği üzere 2020 yılında 2 milyon 291 bin 754 kişiye toplam 7 milyar 225 milyon 653 bin 409 TL nakdi ücret desteği ödemesi yapılmıştır. Buna göre Türkiye’de 2020 yılında ücretsiz izne çıkan ve fiilen işsiz olan yaklaşım 2 milyon kişi bulunmaktadır.
Uzaktan Çalışma
Son bir yılda salgın koşullarında tüm dünyada ve Türkiye’de çalışma örüntüleri ve alışkanlıklarında çok kapsamlı değişimler gerçekleşti. Aslında otomasyon ve bilişim imkânlarının gelişmesi ile birlikte bir süredir gündemde olan evden veya uzaktan çalışma bir anda tüm dünyada önemli bir seçeneğe dönüştü. Salgının başlaması ile birlikte gündeme gelen kısıtlamalar, sokağa çıkma yasakları bazı sektörler ve işler için uzaktan çalışmayı zorunlu hâle getirdi. Eğitim büyük oranda online ortama taşınırken, bankacılık ve benzeri hizmet sektörleri uzaktan çalışmaya başladı. Ayrıca mağazacılık, restoran, satış, pazarlama gibi sektörlerde de de buna bağlı olarak yeni çalışma biçimleri ortaya çıkmaya başladı.
Tabii olarak her iş ve meslek uzaktan çalışmaya müsait değildir. Uzaktan çalışma potansiyeli, her meslekte üstlenilen faaliyetlerin karışımına ve bunların fiziksel, mekânsal ve kişilerarası bağlamına bağlıdır. Bir faaliyetin uzaktan yapılabilirliğini bir işçinin bu görevi yerine getirmek için başkalarıyla etkileşime girmek veya işe özgü makine veya ekipmanı kullanmak için sahada fiziksel olarak bulunmasının gerekliliği önemli ölçüde etkilemektedir. Sabit ekipman kullanımını gerektiren birçok fiziksel veya manuel aktivite uzaktan yapılamamaktadır. Bunlar arasında bakım işleri, makine, laboratuvar ve ekipman kullanma ve mağazalardaki müşteri işlemleri yer almaktadır. Öte yandan bilgi toplama ve işleme, başkalarıyla iletişim, öğretme ve danışmanlık ve verileri kodlama gibi faaliyetler uzaktan yapmaya daha müsaittir.
Şekil 59. ABD’de İşlerin Uzaktan Yapılabilme Düzeyi
Kaynak: Mckinsey (2020)
Genel olarak eğitimli ve yüksek beceri gerektiren işlerin yarısından fazlası uzaktan çalışma ile gerçekleştirilebilirken düşük eğitimli iş gücünde bu oran beşte birlere kadar düşmektedir. Bu anlamda ISCO 08 ana gruplarına göre baktığımızda sırasıyla yöneticiler ve profesyoneller işlerinin %70’ten fazlasını ve büro hizmetlerinde çalışanlar işlerinin %70’e yakınını uzaktan çalışarak yapabilmektedirler. Bu grubu takiben teknisyenler işlerinin %40’ını hizmet ve satış elemanları %25’ini, tesis ve makine operatörleri %15’ini, nitelikli tarım, ormancılık ve su ürünleri çalışanları %10’unu uzaktan çalışarak yapabilmektedirler. Bu anlamda en dezavantajlı grup nitelik gerektirmeyen işlerde çalışanlar ve sanatkârlar ve ilgili işlerde çalışanlar en düşük düzeyde işlerini uzaktan yapabilmektedirler. Bu anlamda genel olarak bir iş zihinsel emeğe ne kadar yakında uzaktan çalışmaya da o kadar yatkındır. Sektörler açısından da baktığımızda uzaktan çalışmaya en yatkın sektörler sırasıyla eğitim, mesleki bilimsel ve teknik faaliyetler ve bilgi işlem sektörleriyken uzaktan çalışmaya en az uygun olan sektörler de tarım, ormancılık ve balıkçılık, inşaat ve imalat sektörleridir.
Bu anlamda küresel düzeyde işlerin dağılımına bakıldığında bilgi ve hizmet ekonomisine geçiş yapmış olan gelişmiş ülkelerdeki çalışma ortamı ve işlerin uzaktan çalışmaya daha müsait olduğunu, bedensel ve düşük nitelikli işlerin yoğunlaştığı kalkınmamış ülkelerde ise işlerin uzaktan çalışmaya daha az uygun olduğu görülmektedir. Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye ise bu anlamda orta sıralarda bulunmaktadır. Türkiye’de hizmet ve bilgi ekonomisine uygun yapılanan sektörlerde uzaktan çalışma daha sorunsuz bir biçimde uygulanabilirken genel olarak bu hususta bir sorun yaşanmıştır.
Türkiye’de işlerin küçük bir kısmı uzaktan çalışmaya uygun işlerdir. Bu anlamda çalışma yaşamında mesleklerin payını gösteren grafiğe geri döndüğümüzde işlerin yaklaşık %35’inin uzaktan çalışmaya müsait işlerden oluştuğu görülmektedir.
Evden çalışma imkânı ile işin getirdiği kazanç arasında yakın bir bağlantı olduğunu gösteriyor. ABD’de yapılan bir araştırma, gelir dilimlerinin en alt çeyreğinde (Alt %25) yer alan işçilerin yalnızca %9,2’sinin işi evden çalışmasına müsait iken bu oran sırasıyla ikinci çeyreklik gelir diliminde %20.1, üçüncü çeyreklik dilimde %37.3 ve en yüksek gelire sahip olan işlerde çalışanlarda ise %61,5 seviyesindedir. OECD tarafından yayımlanan Karantina Döneminde Uzaktan Çalışma Yeterliliklerinin Bölgelere Göre Maliyet Etkisi Raporu’na göre Birleşik Krallık’ta, Hollanda’da veya İsviçre’de çalışanların %40’tan fazla bir kısmının evden çalışması mümkünken, Türkiye’de çalışanların %21’inin evden çalışması mümkün. Bu oran OECD ortalamasının altında yer almaktadır. Raporda ayrıca sermayenin yoğun olduğu büyükşehirlerin, uzaktan çalışmaya daha uygun olduğunu ve bu bağlamda istanbul’un Türkiye ortalamsının 6 puan üstünde ve Doğu Anadolu’nun ise 6 puan atında yer aldığını göstermektedir. Bu anlamda uzaktan çalışma şehirlerin ulaşım ağlarından konut yapılanmasına internet sistemlerinden tüketim eğlence mekânlarına kadar çalıma hayatı ile ilgili her bir değişkeni etkileyecektir (Centre for Cities, 2020).
Uğur Aytun ve Cem Özgüzel, İLO’nun hesaplama yöntemini kullanarak yaptıkları analizde Türkiye’de de evden çalışmanın iş için gerekli beceri düzeyine göre değiştiğini belirtmektedir (2020). Buna göre dört yıllık üniversite mezunu ve üstü eğitim düzeyine sahip çalışanlar işlerinin ortalama %50’sini evden yürütebilirken, bu oran en düşük eğitimli iş gücünde %17’ye düşmektedir. Aytun ve Özgüzel, uzaktan çalışma durumunda eşitsizliklerin arttığını ve bu işlerin bölgeler arasında da eşitsiz dağıldığını göstererek olası bir bölgesel eşitsizliğe de vurgu yapmaktadırlar.
Aslında uzaktan çalışma, yarı zamanlı çalışma uzunca bir süredir dünyanın gündeminde olan bir olgudur. Özellikle gelişmiş ekonomilerde bu eğilim çoktandır kendisini göstermektedir. İş gücü hizmetler sektörüne kaydıkça ve bilgiye dayalı işler yoğunlaştıkça uzaktan çalışma imkânı da artmaktadır. Salgınla birlikte eğitim, danışmanlık ve pek çok büro işinde geleneksel alışkanlıkların kırılması uzaktan çalışmanın yaygınlaşması için tetikleyici bir unsur olacaktır. Bu anlamda Türkiye’de işlerin %17’sinin tarımda, %27’sinin sanayide olması ve hizmetlerde de bedensel yoğunluklu mekân bağımlı işlerin yoğunlukta olması Türkiye’nin bu dönüşüme henüz hazır olmadığını göstermektedir.
Sonuç: Çalışma ve İstihdam Açısından Çalkantılı Bir Yıl
2020 yılında dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını, Türkiye’de de çalışma hayatı ve istihdamda yoğun ve kapsamlı etkiler meydana getirmiştir. Salgına karşı alınan önlemler çalışma hayatında kesintilere meydana getirmiş ve pek çok işin yapılış biçimi farklılaşmaya başlamıştır. Küresel düzeyde hareketliliğin çok ciddi bir biçimde sekteye uğradığı bu dönemde turizm ve sağlık başta olmak üzere tüm sektörler önemli ölçüde etkilenmiştir. Bir dönem özellikle küresel mal ve hizmet tedariklerinde yaşanan aksaklık piyasaları ciddi bir biçimde sorunlarla karşı karşıya getirmiştir. Bu dönemde ülkemizde de hükûmetin istihdamı korumak, çalışma hayatını sürdürmek ve ekonomik hayatı sekteye uğratmamak için aldığı tedbirler bugüne kadar karşılaşılmayan yeni durum ve etkenleri tanımamıza yol açmıştır.
Çalışma hayatında ve mesleklerde 2020 yılında yaşanan gelişmeleri her ne kadar bu yılın özel koşullarından bağımsız düşünemesek de aslında bir taraftan da ortaya çıkan neticelerin ve tezahürlerin önceki dönemlerin bir devamı olduğu da görülmektedir. Belki bazı değişkenlerde bir miktar daha yüksek veya düşük bir etki ortaya çıkmış olsa da aslında çalışma hayatında son yirmi yılın (özellikle son on yılın) trendlerinin devam ettiğini görmekteyiz. Bu anlamda eğilimleri özetleyecek olursak 2020 yılının çalışma ve meslekler açısından görünümü şu şekildedir:
Ülkemizde nüfus artışına ve eğitimin genişlemesine paralel yeterli düzeyde bir istihdam oluşumu söz konusu değildir. Ekonominin yeni iş üretme kapasitesinde sorunlar devam etmektedir.
Bununla birlikte ülkemizdeki yeni işler ileri bir ekonomiyi destekleyecek şekilde nitelikli emeği gerektirecek türden bir genişleme göstermemektedir. Aksine gittikçe orta düzey veya düşük düzeyli nitelik gerektiren işlerin sayısı daha fazla artmaktadır. Bunda ekonominin teknolojik düzeyi ve katma değer üretimi de etkilidir.
Genç işsizliği ciddi ölçüde yüksektir ve artmaya devam etmektedir. Mecburi eğitim ve üniversite genişlemesi ile 15-30 yaş grubundaki gençlerin önemli bir kısmı eğitimdedir. Ancak bununla birlikte bu grubun istihdama katılımında büyük sorun bulunmaktadır. Bu grupta eğitim arttıkça işsizlik düzeyi artmaktadır. Dolayısıyla genç işsizliği sorunu katlanarak devam etmektedir.
Kadınların iş gücüne katılımının hâlâ düşük olduğu görülmektedir. Bu oran tarım dışı alanlarda %20’lerdedir. Kadınların iş hayatına ve istihdama katılımı bir dönem hızlı bir gelişme gösterse de son yıllarda potansiyel iş imkânlarının azalmasından da kaynaklı bir biçimde bu oran düşmektedir. Kadınların iş hayatına katılmaması pasif nüfusu artırmakta ve iktisadi kaynakların dağılımını sorunlu hâle getirmektedir.
Ülkemizde istihdamda tarımın payı istenilen seviyeye gerilememiş olsa da düşmeye ve hizmetler sektörünün payı da yükselmeye devam etmektedir. Bu anlamda tarımdaki iş gücünün görece yüksek oluşu kayıt dışılık, katma değerin düşüklüğü, yeni iş alanlarının oluşmaması gibi sorunlara da kaynaklık etmektedir. Öte yandan hizmetler sektörünün genişleyen kısmı teknoloji yoğun alanlar değil aksine emek yoğun ya da orta düzey nitelik gerektiren kısımlardır. Bu da ekonomik büyüme ve istihdam oluşturma açısından yeterli kaynağın oluşumunu engellemektedir.
COVID-19 salgınının iş gücü ve istihdam üzerindeki olumsuz etkisi henüz tam anlamıyla görülememiştir. Bunda alınan yaygın kamusal tedbirler ve verilen desteklerin de etkisi bulunmaktadır. Özellikle yıl boyunca işten çıkarma yasağı 2020’deki istihdam ve işsizlik verilerini anlaşılması ve yorumlanması güç bir hâle getirmiştir.
2020 yılında işsizlik çok az da olsa düşüş göstermiştir. Ancak bu rakam yanıltıcıdır. Zira istihdama katılım da yaklaşık 2 milyon 786 bin kişilik bir artış göstermiştir. Uzun bir zaman sonra 2020’de ilk defa istihdama dâhil olan çalışma çağındaki nüfusun oranı dahil olmayan nüfustan daha az olmuştur.
COVID-19 salgını kapsamında hükûmet tarafından alınan tedbirler işverene ve işçilere yönelik verdiği destekler sürecin istihdamın üzerindeki kısa vadeli etkilerini kısmen azaltmıştır. Ancak muhtemelen 2021 yılında salgının istihdam üzerindeki kalıcı ve uzun vadeli etkileri belirginleşmeye başlayacaktır.
Çalışma hayatında dijitalleşme ile birlikte gündeme gelen ve gittikçe artan uzaktan çalışma COVID-19 salgını ile birlikte çok önemli bir alternatif olmaya başlamıştır. Gelişmiş ekonomilerde işlerin yarıya yakını uzaktan çalışmaya uygunken Türkiye’de işlerin yalnızca beşte biri uzaktan çalışmaya uygundur. Ayrıca işlerin ve işletmelerin dijital altyapısı da henüz bu husustaki talepleri karşılayabilecek ölçüde gelişmemiştir. Eğitimden finansa, büro işlerinden resmî işlemlere kadar fiilî bir durum olarak uzaktan çalışma durumu ortaya çıksa da işlerin akışı ve verimlilik açısından istenilen neticeler elde edilebilmiş değildir. 2020 yılı aynı zamanda uzaktan çalışmaya hazırlıksız yakalanılan bir yıl olarak kayda geçmiştir.
Genel Değerlendirme
1980’lerden itibaren yaşanan sanayi sonrası dönüşüm ve küreselleşme ile birlikte ülkelerin sektörel yapıları farklılaşmaya başlamıştır. Bu anlamda sanayinin Güney Doğu Asya’ya kaydığını gelişmiş ülkelerde de hizmetler sektörünün öne çıkmaya başladığını görmekteyiz. İşlerin bu küresel kayışı Türkiye’yi de önemli ölçüde etkilemiştir. Ayrıca 2000’lü yıllardan itibaren kendisini gösteren ekonomideki dijitalleşme de bu anlamda önemli bir etki oluşturmaktadır. Hizmet sektörünün yükselişi, işlerin ve mesleklerin önemli değişimler yaşamasına neden olmuştur. Ülkemizde hizmetler sektörünün baskınlığı artmaya devam etse de bu niceliksel artışın niteliksel gelişmelerle beslenmesi gerekmektedir. Ülkemizdeki teknolojik düzeyi yüksek ve katma değer üreten işlerin daha fazla gelişmesi için hükûmet programlarının oluşturulması ve dönüşüm projelerinin hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Son birkaç yılda iş gücü nitelik uyuşmazlığı kendisini iyice belirgin bir biçimde göstermektedir. Bunda eğitimdeki gelişmeleri ile ekonominin birbirini desteklememesi etkilidir. Daha eğitimli bir genç nüfusun niteliklerine uygun işleri üretmede sorunlar söz konusudur. Bunun çözülebilmesi için eğitim planlaması ile istihdam programlarının uyumlu hâle getirilmesi gerekmektedir.
Ülkemizde istihdama katılımın genişletilmesi önemli bir sorundur. Son yıllarda olumlu bir yönde seyreden istihdama katılımın 2020 yılında çok ciddi bir düşüş göstermesi üzerinde odaklanılmalı ve çözümler üretilmelidir. Artan düzeyde genç işsizliği bir süre sonra istihdama katılmama sorununu beraberinde getirmekte ve böylece sorun yapısallaşmaktadır. Bu anlamda ayrıca eğitimli kadın nüfusun istihdama katılımı için özel politikalar gerekmektedir.
COVID-19 salgını sürecinde alınan tedbirler istihdam üzerindeki baskıları kısa vadede dengelemiş olsa da uzun vadede ortaya çıkacak değişim ve bozulmalar için yapısal tedbirler alınması gerekmektedir. Salgın nedeniyle 3 milyon 728 bin eşdeğer iş kaybı gerçekleşmiştir. Bu anlamda küresel salgın işlerdeki kırılganlığı artırmış, her düzeydeki eşitsizliği tetiklemiştir. Artan iş kaybı ve emeğin değersizleşmesi bir süre sonra başa çıkılamaz bir yoksulluk üretmeden dengelenmelidir.