18 Mart 2022

Suriyeli Mültecilerin Entegrasyonunda Sivil Toplumun Rolü

Türkiye’nin 10 yıldır gündeminde yer alan Suriyeli Mültecileri ve entegrasyon süreçlerini Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Dr. Hilal Barın ile konuştuk. “Türkiye’deki Suriyelilerin Enterasyonunda Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü” başlıklı tezi ile STK’ların bu süreçteki rolünü sistematik bir şekilde ortaya koyan Barın, Suriyeli Mülteciler konusunda yapılan çalışmaları ve STK’ların katkısını çok yönlü olarak ele alıyor:

Göç konusu sadece göçmenin talep ve eylemiyle mi gerçekleşir; devletler için göç bir ihtiyaç mıdır?

Göç ve göçmen konusu birbiriyle girift konular. Göç, yeni bir olgu olarak sunulsa da aslında yerel bir hakikat. Her ülkenin kendi özgü tarihi içerisinde ve insan var olduğu sürece de devam edecek olan kadim bir hakikat. Dünya üzerinde baktığımız zaman devletler bazında uluslararası göç hakikatleri değişse de, göç form değiştirmekle birlikte dünyanın tarihinin başlangıcından bugüne kadar devam eden bir hareket şekli. İnsanların daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için tarih boyunca bulundukları noktadan başka bir noktaya göç ettiklerini biliyoruz. Sınırları aşan göç hareketleri tarihin en eski dönemlerinden beri devam etse de aslında hiç bugünkü kadar yoğun bir şekilde gerçekleşmiyor; son yıllarda ekseriyetle çatışmalar, savaşlar, doğal afetler, siyasi olaylar sebebiyle yoğun bir göç hareketi görüyoruz. Bu noktada devletlerin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel yapılarında ve devletlerin bugünkü demografik dağılımıyla şekillendiğini; küreselleşme, iklim krizi ve artan savaşların etkisiyle devletler bağlamında göç hareketlerinin gerçekleşiyor.

“Türkiye ‘göç veren’ ve ‘transit ülke’ tanımlamasından çıkıp, ‘göç alan’ ‘hedef ülke’ konumuna geldi” diyorsunuz. Buna neden olan dinamikler nelerdir?

Şimdi zaten Türkiye, tarihi coğrafi ve stratejik konumu nedeniyle milyonlarca göçmene hâlihazırda ev sahipliği yapıyor. Türkiye zaten göç hareketlerinin odağında bir ülkeydi ama bu son on yıldır olan Arap Baharı sonrası olaylardan da doğrudan etkilendi. Dediğimiz gibi hâlihazırda, kitabımda da yer verdiğim gibi bir muhaceret ülkesi Türkiye ve Anadolu toprakları da asırlardır farklı göç tiplerinin muhatabı olagelmiştir. Türkiye’nin göç veren transit ülke konumundan çıkıp, göç alan hedef ülke konumuna gelmesinin nedeni, Türkiye’nin en çok da savaşların ve istikrarsızlıkların yaşandığı Orta Doğu ve Asya ülkeleriyle Avrupa ülkeleri arasındaki jeopolitik konumudur. Türkiye bu nedenle zorunlu kitlesel göç hareketlerinin muhatabı haline geldi. Biliyorsunuz ki şu anda dünyadaki en çok mülteci popülasyonuna sahip olan ülkeyiz (4 milyona yakın Suriyeli ülkemizde barınmakta).  Arap Baharı sonrası Türk olmayan nüfusların göçü bu tarihte çok arttı. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en büyük kitlesel göç hareketi Arap Baharı sonrası Mart 2011 oldu. Suriye Savaşı ile eski göç deneyimlerine hem nitelik hem nicelik olarak uzak kalan Türkiye’nin Suriyeliler için hedef ülke konumuna geldiğini görüyoruz.

Kitapta üç tür göçmen entegrasyonundan bahsediyorsunuz: Toplumsal, kültürel ve siyasi. Türkiye’de en çok hangisi ile karşı karşıyayız?

Göç kapsamlı bir konu olduğundan gerek dünyada gerekse Türkiye’de sosyal bilimlerde pek çok çalışmanın ve araştırmanın konusu oldu. Şimdi burada baktığımızda göçler, göç olgusunun siyasileşmesi, göç yönetiminin giderek artmasıyla birlikte göçün birçok yeni formu olmasına rağmen entegrasyon boyutunun önemi hem göç alan hem de göç veren ülkeler açısından her geçen gün artıyor. Türkiye’de maalesef en başından beri herhangi bir göç, iskân ve entegrasyon politikası yoktu. Onun için Türkiye’de bunların hangisiyle karşı karşıyayız dediğimizde son Suriyeli göçü için net bir şey söylememekle birlikte daha önceki Bulgar göçleri için bir iskân ve göç politikasının olduğunu görüyoruz. Şu anda daha yeni İçişleri Bakanlığı’nın bir seyreltme politikası, gönüllü geri dönüş çalışmalarının olduğunu görüyoruz ama bir uyum ve entegrasyon politikasından bahsetmek maalesef mümkün değil.

Suriyeli göçmenlerin entegrasyonunda STK’lar hangi alanlarda süreci desteklediler?

Türkiye Suriye’den gelen savaş mağdurlarını 2011 yılından itibaren açık kapı politikasıyla birlikte kabul etti. Suriyeli göçmenlerin temel ihtiyaçlarının karşılanması noktasında devletin yardımlarına ek olarak farklı alanlarda çalışmalar yapan STK’lar hayati rol üstlendi. Bu yeni durumda sahada STK’ların çalışmalarına da ihtiyaçlar arttı tabi ki. Suriyelilerin mevcut varlığına yanıt verebilmek için faaliyet merkezlerini değiştiren, genişleten STK’lar oldu hatta Suriyelilerin yoğun olduğu bölgelerde ikinci, üçüncü temsilciliklerini açtıklarını gördük ve STK’lar zaman zaman hayırseverlik çizgisinde zaman zaman hak temelli bir perspektifte çalışmalarını yürüttüler. Bazı yerel ve ulusal STK’lar temel faaliyetlerini bu bağlamda uzmanlaşma ve yoğunlaşma temelinde kurarken bazıları da nerdeyse tüm sektörlerde aktivite üretmeye başladı. STK’lar bu noktada hizmet ve yardımlarla kuruluş amaçları çerçevesinde tüzüklerinde belirtilen görev alanlarından da daha fazla çalışma yürütmeye başladılar ve gerçekten baktığımızda bu Suriyeli popülasyona, nerdeyse bir ülke nüfusuna yakın insanın söz konusu olduğu bu krizin yönetilmesinde ulusal ve uluslararası STK’lar çok önemli roller oynadılar. Şimdi bunlara baktığımızda benim kendi kitabımın çalışmasının odağında da STK’ların Suriyeliler için insanı yardım, nakit yardımı, psiko-toplumsal destek, istihdam, hukuki danışmanlık, toplumsal hizmetler, sağlık hizmetleri, eğitim, mesleki eğitim, kültür sanat etkinlikleri, farkındalık yaratma kampanyaları, konferanslar, çalıştaylar, hizmetlere erişim ve bilgi paylaşımı noktasında birçok faaliyetleri olduğunu görüyoruz. Saha düzeyinde aktif faaliyet gösteren STK’ların farklı gönüllülük motivasyonlarıyla gece gündüz çalıştıklarını gördük ve belki de farklı motivasyon ve yöntem perspektiflerine sahip olmalarına rağmen farklı ideolojilerden de STK’lar, işçi sendikaları, işçi grupları, ihtiyaç temelli hizmet sağlayan olağan koşullar altında aynı sorunun üzerine eğildiler ve anlattığımız bu alanlarda muazzam boyutlarda çalıştılar. Bu süreçte STK’ların Suriyelilere destek olmak için ilişkiler kurmaları, entegrasyon faaliyetlerini devam ettirmesi, koordineye dayalı yardım ve destek sistemi belirli ölçülerde gerçekleştiğini gördük.

10 yılı aşkın süredir Türkiye’nin gündeminde olan Suriyeli göçmenler konusunda Türkiye yaptığı çözüm çalışmalarını kalıcılık üzerinden mi yürütüyor yoksa geçici olduklarına dair bir inanç mı var?

Türkiye en başından beri özellikle hak temelli bir perspektiften ziyade “misafir” söylemini kullanarak, “sığınmacı” ve “mülteci” tanımlamasını kullanmayarak hep bir geçicilik üzerinden, “geldiler ve gidecekler” söylemi üzerinden hareket etti. Türkiye’deki Suriyelilerin durumu daha çok geçici bir yapı üzerinde kurulduğu için aslında bu konudaki çözümlerin de hep geçici çözümler olduğunu görüyoruz. Özellikle Suriyelilerin birçoğunun kalıcı olduğu düşünülürse bir tarafıyla, devletin bu soruna karşı daha kalıcı çözümler üretmesi gerekiyor ya da en azından Suriyelilerin bir kısmının Türkiye’de kalıcı olduğu gerçeğiyle yüzleşmesinin ve acilen kalıcı entegrasyon politikalarının hayata geçirilmesi gerekiyor. 

Yazının devamı için tıklayınız.