28 Şubat 2022

Sivil Toplum Tanıklığında 28 Şubat

Türkiye demokrasisi tam 25 yıl önce en kara sahnelerden birine şahit oldu ve ülke bütünlüğü sosyal, siyasi ve ekonomik alanlarda kolay kolay iyileştirilemeyecek yaralar aldı. 28 Şubat’ın yansımaları toplumun birçok kesimini etkilediği gibi sivil toplumu da etkilemiş, sivil toplum kuruluşları temsilcileri o günün olumsuz izlerini silmek ve etkilerini en aza indirmek için mücadele vermişti.

28 Şubat döneminde sivil toplum çalışmalarını gerçekleştiren ve 28 Şubat’ın tanıklarından biri olan Anadolu Federasyonu Başkanı Turgay Aldemir, o günleri anlattı:

“EN BÜYÜK MAĞDUR MİLLETTİR”

28 Şubat 1997’yi, o döneme zemin hazırlayan nedenleri, yaşanan kırılmaları ve sonrasını Anadolu Federasyonu Başkanı Turgay Aldemir ile konuştuk. 28 Şubat’ta en büyük mağdurun millet olduğunu söyleyen Aldemir, “O süreçte toplumda dindarlaşma ve dinin görünürlüğü artmıştı, ekonomik alanda kurdukları teşebbüs ve girişimlerle de dikkat çeken merhamet ve vicdan sahibi sermaye oluşuyordu. Kendisini bu ülkenin ve toprakların sahibi gören devletin içine yerleşmiş kimi klikler çeşitli algı operasyonlarıyla bu durumu topluma bir öcü gibi gösterdiler ve kendi ekonomik dizaynlarını yaptılar. Bu operasyonlarda en büyük mağdur millet oldu. Milletin devasa zenginlikleri bir kısım insanların zimmetine geçti, İslami kesimle kavga bunun görüntüsüydü. Evet, burada büyük mağduriyetler oluştu ama bir toplum düşünün, onlarca yıllık kazancı çalınıyor; bankaları, şirketleri, Anadolu’daki üretim mekanizmaları, irtica adı altında uluslararası şirketlerin baskısıyla belli alanlara kanalize edildi. Anadolu’da birçok ticari girişim ve Anadolu insanının birikimleri vardı. Mesela Avrupa’daki birçok insanın birikimleri uçtu gitti, kimse de bunun hesabını soramadı. Çünkü 28 Şubat Darbesiyle bunun üstü kapatıldı” dedi.

“28 ŞUBAT’IN MUHASEBESİ SAĞLIKLI BİR ŞEKİLDE YAPILAMADI”

28 Şubat’a sadece dini cemaatler açısından bakınca meselenin iktisadi, kültürel kısmını ve gerçek muhasebeyi kaçırdığımızı söyleyen Aldemir, “Bunu da yapamadığımız için içimizdeki bir kısım insanlarımız süreç biraz normalleşince “nerede kalmıştık” moduna geçiyorlar ama burada ciddi bir muhasebeye ihtiyaç var. Bu muhasebe sağlıklı bir şekilde herkes tarafından yapılamadı. Evet, temel inanç değerlerimize karşı bir kalkışma vardı.  Bu kalkışmada da yönetimi ele geçirmek için çalıştılar fakat millet buna prim vermedi. Anadolu insanı, kendi irfanını ortaya koyarak bu oyunu bozdu ve yeni Türkiye’nin inşasını mümkün kıldı. Bu açıdan Türkiye toplumu iyi bir sınav verdi. Fakat sivil toplum örgütlerinin toplumla bağları zayıf olduğu ve bu toprakların tarihiyle yeterince irtibatlı olmadığı için çabuk yıprandılar, zamanın ruhuna uygun manevralar yapamadılar” ifadelerini kullandı.

“ONLAR ŞİDDET ALETLERİ ARIYORDU AMA…”

28 Şubat’ın uygulamalarını bizzat yaşadığını ifade eden Aldemir, “Evlerimize geldiklerinde büyük şaşkınlık yaşadılar, ‘bu ne?’ dediler. Çünkü onlar şiddet aletleri arıyordu ama duvardan duvara bir kütüphane, okuyan çocuklar, eğitimli hanımlar ve mücadele gördüler. Yargılanma sürecinde de iddianamemiz şuydu: ‘Neden fakir fukaraya yardım ediyorsunuz? Devlet bilmiyor mu bunların ihtiyaçlarını? Siz bu yolla devleti küçük düşürüyorsunuz.’ Yapılan incelemede herhangi bir suça rastlanmadığını ama bizim hayat tarzımızdan hareketle 10 yıl sonra dini esaslı bir devlet kurma potansiyelimizin olduğunu iddia ettiler. Bu iddiayla ben ve arkadaşlarım 13 yılla yargılandık. Peki bu yargılamada ne oldu? Tüm şirketlerimizin defterlerine el koydular. Fakat inceleme sonucunda hiçbir şey bulamadılar ama illa ceza vereceksiniz dediler, hâlbuki vakfımız devletten alacaklı çıktı. O kadar sağlamdık. O davaların hepsinden beraat ettik.” dedi.

“28 ŞUBAT MUHASEBEMİZİ YAPTIK VE KARARLAR ALDIK”

Tüm bu süreçler yaşanırken hem kendilerini hem de çevrelerini değiştirecek bazı değişimler olduğunu dile getiren Aldemir, “28 Şubat süreci sonrasında muhasebemizi yaparak yeni okuma alanlarına yöneldik, aileyi okuduk, baktık ki bizim aileye, kadına bakışımız, kitapta yazanla hiç uyuşmuyor. O zaman şu kararları aldık ve dedik ki:  Gizli saklı hiçbir işimiz olmayacak. Şiddet bir mücadele yöntemi olamaz ancak fiili işgalde ne yapılması gerektiğine milletimizle beraber karar vereceğiz.  Yaptığımız her işi aile merkezli yapacağız yani erkek ya da kadın egemen değil, ev odaklı bir sivil toplum ve teşkilat kuracağız. Bu mücadele evdeki sofrada konuşulacak, bir ev hikâyesine dönüşecek. Peygamber’in evinin mescidinde olmasını o zaman idrak ettik. Ondan sonra dedik ki verilecek bir toplumsal mücadelenin, yeni sapmalara uğramaması için aile merkezli olacağız. Çocuğu ailesinden kopararak vakıf, dernek çalışması yapmayacağız. Cinsiyeti değil şahsiyeti esas alacağız. Kuracağımız sivil yapılar şeffaf ve bağımsız, milletiyle ve ülkenin yapısıyla uyumlu olacak. Eksik ve yanlışları varsa bunları ilgili mercilerle müzakere ederek fikirlerimizi söyleyeceğiz. Toplumsal bütünlüğümüze ve çoğulcu kültür yapısına sahip çıkacağız. Kadim kültürümüzün mozaik yapısından vazgeçmeyecek, fikir üretimine ve düşüncenin yaşayabileceği iklimler var etmeye çalışacağız. Bunları yürütürken de özellikle bu toprakların tarihiyle ve coğrafyasıyla sağlam bir bağ kuracağız. Bunları hukuki düzlemde yaparak mali işlerin kaydı ve şeffaflığı konusunda azami dikkat göstereceğiz. Fikir kaynaklarımız açık olacak ve sahada olanlar masada olacak, sivil yapılarımızın yönetimleri seçimle belirlenecek. Sivil toplum kuruluşu olarak ıslah edilecek odak noktalarda faaliyetler sürdürecek, kurumsal kimliklerle ve ortak akılla işlerimizi yürüteceğiz. 28 Şubat muhasebemiz böyle bir dizi kararlar almamıza neden oldu” ifadelerini kullandı.

Yazının devamı için tıklayınız.