03 Ağustos 2023

RÖPORTAJ | Serkan Nergis: “Bu afet, böylesi felaketlere yeterli insan gücüyle hazır olmadığımızı ortaya koymuş oldu”

Kendinizi tanıtır mısınız?

İsmim Serkan Nergis. İHH İnsani Yardım Vakfında mütevelli heyet üyesiyim. Yaklaşık olarak 15 yıldır İHH’da çalışıyorum. Bugüne kadar 80’in üzerinde ülkede yardım çalışmalarında bulundum. Bunların içerisinde tsunami, deprem, sel felaketleri ve savaş bölgeleri gibi alanlar vardı. Ya ekiplerin içerisinde oldum ya da ekiplerin koordinasyonunda yer aldım. 15 yıldır da aktif olarak bilfiil yardım çalışmalarında bulunuyorum.

Afet bölgesinde çalışmalarınızı yürütürken nelerle karşılaştınız?

Biz İHH olarak, genellikle bu süreçleri kendi içerisinde belli alanlara ayırırız. Örneğin, deprem gibi afetlerde öncelikli olan arama kurtarmadır. İlk 3 gün, 72 saat dediğimiz bu süre oldukça kritiktir ve önemlidir. O noktada ilk yaptığımız şey, arama kurtarma ekiplerimizin tamamını bölgeye sevk etmek oldu. Yaklaşık olarak 1507 kişilik tamamı eğitimli ve tamamı gönüllülerden oluşan profesyonel arama kurtarma ekibini bölgeye yönlendirdik. Onların yaşadığı sorunlardan biri, hava muhalefeti nedeniyle bölgeye ulaşma noktasında bazı gecikmelerin olmasıydı. Hem karayolları hem havayolları hem de hava muhalefeti bölgeye ulaşmada sorun çıkarttı diyebiliriz. Bölgeye ulaştıkları zamanda da bölgedeki en büyük sorunlardan bir tanesi iletişimdi.

Sadece arama kurtarma değil, genel olarak afet bölgelerinde yapılan çalışmalarda herkes için geçerli iki unsur vardır. Bir tanesi iletişimdir, ikincisi koordinasyondur. Eğer iletişim çökerse koordinasyon da çöker. Bu nedenle Maraş, Adıyaman ve Malatya gibi illerde iletişimin çökmesi çok büyük koordinasyon sıkıntılarına neden oldu. Ekipler bölgeye hızlıca ulaşabildiklerinde depremden etkilenmiş, sokakta kalan insanlar ile ilgilenirler. Bu noktada da ulaşımla alakalı karayollarında yine aynı sıkıntıları yaşadık. Bölgede de ilk 1-2 gün ciddi bir koordinasyonsuzluk vardı. Bu da açıkça söylemek gerekirse özellikle birinci gün için bizim bir noktada normal karşıladığımız bir şey. Çünkü oranın tamamı afet bölgesiydi. Bu durum bizim için geçerlidir, AFAD için de geçerlidir. Örneğin, Adana gibi bir ilde yıkım olursa ve oraya AFAD müdahale edemezse, başka bir ilin AFAD ekibi o bölgeye gelerek müdahale eder.

Ama şöyle bir durum var, yardıma gelecek ekipler de depremzede. Hatay da depremzede, yardım için oraya ya Maraş gelmek zorunda ya da Antep’in gelmesi lazım, onlar da depremzede. Onlara da Adıyaman’dan yardım gelmesi lazım ya da Malatya’dan gelmesi lazım, onlar da depremzede. İşte bu noktada bazı problemler ortaya çıktı ve iletişimin olmaması bu sıkıntıları artırdı. Mesela iş makineleri. Biz birinci gün sabah 07:30 civarında yola çıkmıştık. Niğde otobanında iki defa kar fırtınasına yakalandık. Kendi aracımızla beklemek zorunda kaldık çünkü kar fırtınası vardı ve hava şartları çok uygun değildi. Kaza olmuş, tır yan yatmış, yolu kapatmış; iki yerde çok uzun süre beklemek zorunda kaldık. Daha sonra polisler gelerek ambulanslara ve bölgeye gidecek daha ufak araçlara yol açtı. Ama bir de şunu düşünün, iyi gidebilecek iş makineleri tırlarla gidiyordu. Hem hava muhalefeti hem orada hava muhalefetinden dolayı oluşan kazalar, belli noktalarda gecikmelere sebep oldu. Bu yüzden bazı sıkıntılar ve problemler yaşandı. Ama ilk andan itibaren herkes var gücüyle, ne yapabiliyorsa orada elinden geldiği kadarıyla çalışmaya, öğretmeye çalıştı.

Bölgede sizi en çok etkileyen olay neydi?

Az önce de konuşmanın en başında söylediğim gibi, ben son 15 yıl içerisinde 80’den fazla ülkeye insani yardım çalışması için gittim. Bunların içerisinde büyük depremler, yıkımlar, açlık, kuraklık, çığ felaketleri var. Hatta Halep bombalandığı zaman ben de o civardaydım. Yani Suriye’nin içerisindeki savaş zamanlarına da denk geldim. Arap Baharı döneminde o olayların yaşandığı bütün ülkelerde ilk andan itibaren bulundum.

Ama ben ömrü hayatım boyunca böyle bir yıkım, böyle bir afet görmedim. Çünkü çok geniş bir alana yayılmış, çok büyük bir yıkımdan bahsediyoruz. Şunu açıkça söylemek isterim: Dünya üzerinde hiçbir ülke böyle bir afete hazırlıklı olamaz. Her ne kadar biz afetlere hazırlıklıyız desek de bu çok büyük, çok yıkıcı bir afetti. Dünya üzerinde hiçbir ülke, 24 saatte, hatta 48 saat içerisinde burada çok net bir koordinasyon sağlayamazdı. Çünkü çok geniş bir alan, çok fazla enkaz, çok fazla yıkılmış bina var. Ama buradan da şunu çıkartabiliriz: Hem devlet olarak hem sivil toplum olarak arama kurtarma noktasında aslında ne kadar eksik olduğumuzu görmüş olduk. İlk başta bunları söyleyebilirim.

Şimdi bizi etkileyen diğer şeylere geldiğimiz zaman da mesela ben ilk gün yola çıktım, öğleden sonra akşam üzeri Adana’ya ulaştım ve bölgeleri gezerek gittim. Adana’dan İskenderun’a geçtim. İskenderun’dan da Antakya’ya geçtim. Mesela Antakya’ya geçtiğim zaman şok olmuştum. Yani ilk verdiğim tepkiyi hatırlıyorum “Artık Antakya diye bir yer yok.” demiştim. Çünkü biz Suriye’de çok yoğun çalışma yaptığımız için ana depolarımızdan ve koordinasyon merkezlerimizden bir tanesi Hatay Reyhanlı’da ve oraya gittiğimizde Antakya’ya da gideriz, sokakları gezerken bildiğimiz yerler. Yani burası neresiydi, burada ne vardı, bu hangi yer, nerede yemek yemiştik? Çünkü yıkılmamış yer veya hasar almamış neredeyse hiçbir bina yoktu.

Bizi etkileyen noktalardan bir tanesi de çok acı olan bir şey, enkazlarda polis var, AFAD görevlileri var, başka kurumlar var, arama kurtarma ekipleri var, ama çok fazla da enkaz var. Enkazlardan ses geliyor, nereye kadar ve nasıl müdahale edeceksiniz, bu noktada çok zorlandık. Mesela bir enkazda arama kurtarma çalışması yapıyorsunuz, ses geliyor, başka bir aile geliyor “Benim burada çocuğum var, annem var, yardımcı olabilir misiniz?” diyor. Bir arkadaşımızı gönderiyoruz gerçekten de oradan ses geliyor ama ekibi ikiye bölemiyorsunuz veya ekipmanları bölemiyorsunuz. Bizlerde gerçekten çok büyük yaralar ve izler bıraktı. İnsanlara ulaşamıyor olmak yani… Onun haricinde, mesela bir arkadaşımız beni de çok etkileyen bir şeyden bahsetti. Bulduğumuz cenazelerin büyük bir kısmı, özellikle aileler, birbirlerine sarılarak vefat etmişler. İnsanın sevdiğine sarılması son anlarında yapabilecekleri tek şey.

Bir tane örnek var, bunu birçok yerde anlatıyorum. Beni çok etkilemişti bu örnek. Maraş’ta arkadaşlarımız bir enkazda, ses geliyor, enkazda çalışmaya başlıyorlar, çok uzun süre çalışıyorlar. Sonra bir tane ablamıza ulaşıyorlar ama ablamız enkazdan çıkmak istemiyor çünkü yanında bebeği var, bebeği vefat etmiş. Ablamızın söylediği şey şu: “Benim Maviş’im burada vefat etti, ben onu bırakıp nasıl çıkarım?” Arkadaşımız ne söylediyse ablamızı ikna edemiyor. En sonunda diyor ki: “Abla ben buraya seni çıkartmak için geldim, seni buradan çıkartmadan ben de çıkmam. Öleceksek de beraber öleceğiz.” Ablamız da “Ben de sana kıyamam ama.” diyor ve sonra o vesileyle çıkıyor. Yani enkazda çocuğu vefat ettiği için çıkmak istemeyen insanlarla karşılaştık. Bunlar gerçekten çok zordu.

Arama kurtarma fiziksel olarak çok zor bir iştir. Enkaza girersiniz, bazen 10 saat çalışırsınız, hatta 20 saat çalıştığınız zamanlar olur. Ama burada öyle bir şey yok, yani çok fazla enkaz var, çok fazla ulaşılması gereken yer olduğu için aynı ekipler özellikle ilk iki günde saatlerce dinlenmeden çalışıyorlardı. Mesela ekip 10 kişi diyelim, çok yoruldular. Ancak bir iki tanesi kenara geçiyor, bir iki saat dinleniyor. Onlar geliyor, diğer bir iki kişi gidiyor. Fiziksel olarak çok fazla yoruluyorlar. Bunun dışında burada duygusal olarak da arama kurtarmadaki ekip arkadaşlarımız çok büyük sıkıntılar yaşadı.

İşin özü şudur, orada çalışmaya başladığınız zaman, bir tane canı kurtarmak için, bir kişiyi daha enkazdan çıkarabilmek için adrenalin çok yükselir. Yani çok büyük bir duygu patlamasıyla çalışırsınız, ona ulaşmak için elinizden gelen her şeyi yaparsınız. O an dünya ile irtibatınız kesilir, yorgunluk da hissetmezsiniz. Tek amacınız oradaki kişiyi sağ salim oradan çıkarmaktır. Bazı şeylerle karşılaşırsınız, örnek veriyorum, cenaze ile karşılaşıyorsunuz. Bir çocukla karşılaşırsınız, çocuğa ulaşırsınız. Onunla konuşursunuz, çıkarana kadar ona moral verirsiniz ki kendi direncini de artırsın. Çıkardıktan sonra asıl duygu patlaması o zaman yaşanır. Çünkü o anda o kişiyi kurtarmışsınızdır, bir rahatlama olmuştur. Bu sefer de geriye dönüp yaşadıklarınız gözünüzün önüne gelir, inanılmaz bir duygu patlaması yaşarsınız. Burada arama kurtarmacıların duygusal olarak da hazır olmaları gerekir.

Ama mesela bu depremde burada çok zorlandık çünkü en tecrübeli arkadaşlarımızın bile bugüne kadar görmediği şeylerle karşılaştık. Bu yoğunlukta ben çok fazla yere gittim, benim için hiçbir problem yoktu. Eğitimini tamamlamadığım için enkaza giremem, ama o ekiplerin içerisinde yer alırım. Çok fazla cenaze görmüşümdür, cenazelerin çıkarılmasına yardımcı olmuşumdur, taşınmasını da yardımcı olmuşumdur, sokakta görmüşümdür veya savaş zamanının bombalanan yerlere hızlıca gidip ne yapabiliriz çalışması yapmışızdır. Yani ben çok etkilenmezdim ta ki çocuğum olana kadar. Benim kızım doğduktan sonra artık bende bile bazı değişiklikler oldu, çünkü bu sefer bir yere yardım çalışmasına gittiğiniz zaman bir çocuk cenazesi görseniz veya bir çocuğa yardım etmek isteseniz, ister istemez o çocuğun yerine kendi çocuğunuzu koyuyorsunuz. Bu da arama kurtarma çalışmalarında veya bu tarz insani yardım çalışmalarında bulunan insanların en büyük problemlerinden bir tanesidir.

Arama kurtarmacılarımızın neredeyse tamamı gönüllü olan insanlar, yani inanmış insanlar. “Ben ne yapabilirim, bir işin ucundan nasıl tutabilirim, birisine nasıl destek olurum?” deyip ve Allah’ın rızasını gözeterek, herhangi bir teşekkür beklemeden, sadece Allah’ın rızasını kazanmak, bir insana yardım etmek amacıyla bu işlere girmiş insanlardır. Zaten bizim asıl motivasyonumuz budur. Yani bizi ayakta tutan, bizi bu kadar dinamik yapan, bizi bu kadar güçlü yapan şey, niyetimizin yalnız Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’ın rızasının peşinden koşmak, onun yolunda gitmek olması ve ona layık kul olup, onun ümmetine, onun insanlarına yardımcı olmaktır. Bir tane çocuğu enkazdan çıkarmak, bir tane babanın sırtına bir tane mont vermek, bir tane annenin boğazından sıcak çorba geçirmek ve bunun mükafatını bu dünyada veya ahirette almak, temel motivasyonumuzdur. Bütün zorluklara karşı bizi de ayakta tutar. Mesela şunu söyleyeyim, bu kadar şey yaşandıktan sonra, bir tane daha bu tarz bir şey olsun, arkadaşlarımızın hiçbiri “Biz bunları yaşadık, biraz dinlenelim, psikolojim iyi değil.” diye hiç düşünmeden yine aynı şekilde, aynı motivasyonla, aynı çalışmaları yapmak için bu bölgeye giderler.

Gönüllü olmak ya da sahaya gitmek isteyenlere ne söylemek istersiniz?

Bununla alakalı şöyle söyleyeyim; mesela ben ekibimle birlikte 1. gün yola çıktığım zaman birçok insandan telefon aldım, gönüllerimizden aldım, kendi çevremizden aldım, “Biz de gelmek istiyoruz, ne yapabiliriz?” dediler. Ben onlara gelmemelerini söyledim. Çünkü bölge ve afet tecrübesi olmayan insanlar az önce de bahsettiğimiz gibi hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak belli sıkıntılara sebep olabilirler. Mesela psikolojik olarak bu tarz afetlere hazır olmayan insanlar oraya gittiği zaman çok büyük bir şokla karşılaşırlar, biz bunları birebir gördük, bunlara birebir şahit olduk. İlk defa bu kadar büyük bir afet gören gönüllüler veya dışarıdan bireysel olarak gelen insanlar ciddi psikolojik problemler yaşadılar.

Bizim insanlara işin gönüllülük noktasında söylediğimiz şey ise; hangi görüşten olursanız olun, hangi ideolojiden olursanız olun, sivil toplum kuruluşlarıyla irtibatlı olun, onların içerisinde yer alın, belli bir teşkilat ve belli bir koordinasyon içerisinde yer alın. Böylece, aslında koordinasyonsuz 100 kişiyle, koordineli 5 kişi arasındaki farkı çok rahat görebiliyorsunuz. Koordine olmuş 5 kişi, koordine olmamış 100 kişiden daha fazla, daha efektif iş yapabilir. İşin gönüllülük kısmında dediğim gibi birçok sivil toplum kuruluşu ve bu tarz çalışmalar yapanlar var. İnsanlar kendilerine yakın gördükleri kurumların içerisinde yer alsınlar. Çünkü burada sadece bu afette değil, bundan sonrası için de aslında bir eğitimli kişinin bile nelere sebep olduğunu, kaç tane can kurtardığını birebir gördük. Ayrıca, bu afet aslında devlet olarak da sivil toplum olarak da böylesi felaketlere yeterli insan gücüyle hazır olmadığımızı da çok net bir şekilde ortaya koymuş oldu.

Bu deprem aslında bölgenin depremi değil, ben öyle yorumluyorum. Bu, bütün Türkiye’yi etkileyen bir deprem oldu, bu Türkiye’nin depremiydi. Psikolojik olarak, mental olarak, ekonomik olarak, her yönüyle bütün Türkiye’yi etkileyen bir deprem oldu. Bazı insanlar, bir şey yapamamanın acısını ve sıkıntısını yaşadılar, ellerinden bir şey gelmediği için ağlayarak dua ettiler. Bu noktada hem fiziksel olarak hem mental olarak hem de duygusal olarak kendini güçlü ve hazır hisseden insanlar, mümkün olduğunca kendilerine yakın olan kurumlarda bu tarz afetlere yönelik eğitimler alsınlar. Buradan sivil toplum kuruluşlarına da aynı şeyi söylemek lazım.

Mesela sivil toplum kuruluşlarından arama kurtarmaya beklenmez. Aslında İHH’dan da beklenmezdi. Çünkü İHH’nın çalışma alanları içerisinde arama kurtarma az bir şekilde yer alıyordu. Mesela ben arama kurtarma yapmasam kimse “İHH neden arama kurtarma yapmıyor?” demezdi. Ama ben bunu kendime bir sorumluluk aldım. Bu eksikliği gördüğüm için bunun üzerine profesyonelleştim. Bu nedenle, şu anda Türkiye’nin en büyük arama kurtarma ekibine sahip sivil toplum kuruluşu olarak İHH var. Aynı şekilde, biz bağlantılı olduğumuz bütün sivil toplum kuruluşlarının arama kurtarma ekiplerini ekonomileri ve insan güçleri el verdiği şekilde güçlendirmeleri için teşvik ediyoruz. İlla çok büyük ekipler olmasına gerek yok. 10 veya 15  kişilik bir ekip kurulsa bu ekip belki orada 10 kişi veya 15 kişi daha kurtarabilirdi. Dolayısıyla hem gönüllülerin hem sivil toplum kuruluşlarının arama kurtarma yönünde güçlendirilmeleri gerektiğini düşünüyoruz ve herkese de bu tavsiyede bulunuyoruz. En nihayetinde, biz bir deprem ülkesiyiz.