23 Nisan 2020

Küresel Salgın’ın Küresel Etkisi: Salgın Sonrası Dünya Siyaseti

Covid-19 salgını hayatımızın her alanını etkilemeye ve dönüştürmeye devam ediyor. Salgının etkisi sadece insan sağlığı ve yaşamı ile sınırlı olmadığı gibi salgınla mücadele de aynı şekilde sadece sağlık alanıyla sınırlı değil. Ekonomiden siyasete, çalışma hayatından eğitime birçok alanı etkileyen bu kriz, salgın sonrasında bu alanların dönüşmesine sebep olacaktır. Bu dönüşüme en çok tabi olacak alanlardan bir tanesi hiç şüphesiz küresel siyaset. Salgının neden olduğu/olacağı ekonomik kriz, ülkelerin salgınla mücadelede izlediği yöntem ve etkililiği, ülkelerin kapasitesi gibi birçok faktör salgın sonrasında küresel siyasetin seyrini belirleyecek.

 

Ekonomik ve finansal açıdan birçok ülke salgının doğurduğu ve doğuracağı şokları en aza indirmek için destek paketleri açıkladılar. Örneğin salgınla mücadelede diğer Avrupa ülkelerinden daha başarılı bir çizgi sergileyen Almanya mart ayının sonunda 750 milyar avro tutarında bir yardım paketi açıkladı. Bu paketin içinde yoğun bakım kapasitesini artırma, küçük işletmelere, günlük çalışanlara uzun vadeli kredi, büyük şirketlere özel fonlar, devlet kalkınma bankasına borç verme yetkisini genişletme gibi bir düzine önlem yer almakta. Yine diğer büyük Avrupa ekonomileri, ABD ve gelişmekte olan ekonomiler salgın sonrası meydana gelecek ekonomik ve finansal krizin etkilerini azaltmak için kurtarma paketleri açıkladılar.

 

Ortaya çıkacak bu krizin etkileri, 2008-2009 küresel finansal krizde ortaya çıkan tablodan daha fazla olumsuz olacak. Mart ayı sonunda büyüme tahminleri yenilenip daralma olacağına dair tahminler açıklandı. Ülkelerin açıkladığı işsizlik fonlarına başvuranlar milyonlarla ifade ediliyor. Kısacası karşı karşıya kaldığımız salgın beraberinde oldukça radikal sonuçlar getirecek. Şüphesiz salgının ekonomik etkilerinden korunmak için yine radikal ama şeffaf ve hesap verilebilir önlemler alınırsa yaşanabilecek krizi en az hasarla atlatabileceğiz. Salgının ekonomik sonuçlarına paralel hem iç siyasette hem de küresel siyasette de değişimlere yol açacağı konusunda artık şüphe yok. Konunun uzmanlarının küresel siyasete dair hem fikir olduğu genel görüş ulusal sınırların kalınlaşacağı, ülkelerin daha fazla içe kapanacağı, küreselleşmenin yavaşlayacağı yönünde. Bu yazıda buradan hareketle hem ülkelerin iç siyasetine dair hem de uluslararası siyasete dair bazı temel hususların altını çizeceğiz.


 

Otoriterleşme Eğilimleri Uzun Vadeye Yayılır mı?


Diğer taraftan iç siyasette de aslında diğerine paralel olarak otoriterleşme eğilimlerinin artacağı, devletin hayatın birçok alanında müdahalelerinin artacağı gibi görüşler önde gelen siyaset bilimciler tarafından dile getiriliyor. Kısa vadede devletin güçleneceğini söyleyebiliriz. Ancak uzun vadede her alanında kontrolü sağlasa da krizi atlatmada başarısız olacak devletler bu dönüşümden zorunlu olarak geri adım atacaklar.

 

Salgının küresel düzeyde yayıldığı ilk zamanlarda Çin’in salgınla mücadelede başarılı olduğu medyada karşımıza çıktı. Yine otoriter ülkelerin virüsün yayılmasının önüne hızlı ve etkili önlemlerle geçtiği çokça tartışıldı. Ancak dikkatten kaçırılmaması gereken bir nokta salgınla ve krizle mücadelede başarılı olan/olacak devletler otoriter olmalarından değil, kapasiteleri mücadele etmede etkin olduğundandır. Örneğin otoriter Ortadoğu ülkelerinin birçoğu sıkı sokağa çıkma yasaklarıyla virüsün yayılmasının önüne geçmiş olabilirler ancak bu ülkelerin hem virüsle mücadele kapasitesinin olmadığını hem de sonrasında karşılaşacakları ekonomik baskı ile başa çıkamayacaklarını söylemek gerekir.

 

Minimal devlet modelinin yani devletin toplumu ilgilendiren birçok alana kısıtlı müdahalesini savunan sistemin sorgulanacağı genel bir kabul, toplumsal düzenin devam ettirilebilmesi için devlete daha çok ihtiyaç duyacağız fakat burada önümüzdeki örnekler Çin ve diğer otoriter ülkeler olmamalı, Almanya ve Güney Kore gibi salgın ile rasyonel ve sürdürülebilir bir zeminde mücadele eden demokrasiler hem kapasiteleriyle hem siyaset tarzlarıyla iyi iki örnek olarak karşımızda duruyor.

 


Popülizm Gelecek Vadetmiyor


Salgın şüphesiz ki ABD gibi küresel bir gücün uluslararası siyasetteki yerini etkileyecek. Ama küresel siyasetteki dönüşüm beklentilerine değinmeden önce ABD ve İngiltere gibi ülkelerin salgın ile mücadelede neden geç kaldıklarına ve olumsuz bir tabloya sahip olduklarına değinmek gerekir. Özellikle ABD’ye bu konuda temel eleştiriler sağlık sistemi üzerinden yapılıyor. Hiç şüphesiz böylesine otonom ve güvencesiz sistemin rolü ABD’nin bu duruma gelmesinde ana aktörlerden biri. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da ABD başkanı Donald Trump’ın başlangıçtaki rasyonel olmayan ve fevri çıkışlarının ülkenin bu duruma gelmesindeki rolüdür. Aynı şey İngiltere için de söylenebilir, salgının Avrupa’da görüldüğü ilk günlerde sürü bağışıklığı yöntemini izleyeceklerini aktaran İngiliz Başbakan Boris Johnson kısa bir süre sonra diğer ülkelerin izlediği yöntemle salgınla mücadele edeceklerini söyledi. Fakat iki ülkede de salgınla mücadele kararı alındığında virüs zaten önemli oranda yayılmıştı. Günümüz itibarıyla bu iki ülke de vaka ve ölüm sayılarının en yüksek olduğu ülkeler arasında.

 

Burada dikkat çekmemiz gereken nokta son yıllarda siyasette trend haline gelen popülist siyasetin bu iki ülkede böylesine bir krizle mücadelede iflas eşiğine gelmesidir. Popülist siyaset insan güvenliği, küresel ısınma, eşitsizlikler ve nihayetinde küresel salgın gibi birçok konuda gelecek vadetmiyor ve bu konuları görmezden geliyor. Popülist siyasetin kalıcı, stratejik, uzun vadeli, rasyonel planları olmaz onun yerine gündelik, duygulara hitap eden, seçim kazanmaya yönelik hamleler yaparlar. Bu nedenle salgın sonrası uzun vadede birçok ülkede popülist siyaset sorgulanması gerekecek.

 

 

Çin Merkezli Küreselleşme Senaryoları Tutarlı Değil


Yine en çok tartışılan konulardan bir tanesi virüsün uluslararası siyasete ve küreselleşmeye etkisi. Burada yine mutabık kalınan noktalardan birinin küreselleşmenin yavaşlayacağı veya başka bir boyut kazanacağı. Bu görüş birçok açıdan haklılık payı taşıyor. Başı boş küreselleşme vaat edildiği gibi eşitsizlikleri azaltmadı, çatışmaları durdurmadı, dünyayı daha iyi bir yer yapmadı. Ayrıca küreselleşme olgusunun da bu açıdan salgının yayılmasında nasıl bir etkisi olduğu da tartışma konusu olmalıdır. Örneğin ilk vakaların görüldüğü ve yine en yüksek sayılara ulaştığı şehirler de küreselleşmenin merkezleri konumundadır. Küreselleşmenin bu boyutunu inceleyen Yunus Kaya’nın Virüs Küreselleşmenin Yol Haritasını Takip Ediyor yazısı bu açıdan okunması gereken bir yazıdır. Bütün bunlar bir arada değerlendirildiğinde küreselleşmenin ciddi anlamda dönüşeceği söylenebilir. Bu görüşlerden biri Çin merkezli bir küreselleşme yaşayacağımız.

 

Çin’den ilk görüntüler geldiğinde, salgının Çin’in küresel yükselişinin durmasına neden olacağı, ticaret savaşında ABD’nin zafer ilan edeceği gibi görüşler dile getirilmişti. Ancak geldiğimiz noktada işler tam tersi gibi gözüküyor. Çin, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin içine düştüğü durumu fırsata çevirmeye çalışıyor. Birçok ülkeye maske, solunum cihazı, ekipman, maddi destek ve uzman desteği sağlıyor. Adına sağlık diplomasisi diyebileceğimiz bir tür siyasetle salgın sonrası süreçte uluslararası alanda konumunu belki de liderlik olarak pekiştirmeye çalışıyor.

 

Bu noktada ABD’ye bakıldığında II. Dünya Savaşından beri hemen hemen bütün küresel meselelerde lider rolü oynamışken, salgının kendilerini vurmasından sonra içe kapanıp, ulusal bir mücadeleye girişerek sadece kendi sorunlarıyla ilgileniyor. Hatta geçtiğimiz hafta Dünya Sağlık Örgütü’ne maddi desteği keseceğini açıklayarak küresel anlamda bu meseleden tamamen çekildiğini gösterdi. 2000 sonrası özellikle 11 Eylül saldırılarıyla beraber zaten çok kutuplu bir dünyadan söz ediyorduk ancak salgın sonrası dünyada artık ABD’nin konumunun daha farklı bir yerde olacağı kesinleşmiş gibi duruyor.

 

Peki Çin’in küresel siyasetteki konumu güçlenecek mi? Küreselleşme Çin merkezli mi gelişecek? Mart ayının ikinci haftası geldiğinde Çin etkili çevreleme yoluyla enfekte verilerini günlük çok düşük sayılarla ve enfekte olanların genel olarak yurt dışı kaynaklı olduğunu açıkladı. Geçtiğimiz hafta da salgının merkezi olan Wuhan’da sokağa çıkma yasağının kaldırıldığına dair görüntüler izledik. Çin virüsle mücadelede başarısını hikayeleştirmeye ve bunu yumuşak güç aracı olarak kullanmaya başladı. Salgının Çin’den sonraki merkezi olan Avrupa ülkelerine, ekonomik olarak bağımlılık yarattığı Afrika ülkelerine ve diğer birçok devlete test kipi, maske, solunum cihazı tedariki sağladı. Bu yardımları her ne kadar para karşılığı yapsa da önemli bir propaganda aracı olarak kullandı.

 

Ancak bu süreç içerisinde birçok Avrupa ülkesi Türkiye de dahil olmak üzere Çin’den gelen test kiplerinin etkisiz olduğunu açıkladı, yine bazı Avrupa ülkelerinde Çin’den gelen maskelerin standartların altında olduğuyla ilgili tartışmalar yaşandı. Bunlara paralel Çin’in vaka sayısının mucizevi şekilde azaldığını duyurması, zaten şeffaflıktan uzak bir rejimin verileri doğru bir şekilde raporlamadığı tartışmalarına neden oldu. Ayrıca salgının ilk duyulduğu günlerde saklamaya çalıştığı ve Dünya Sağlık Örgütünü yanlış ve geç bilgilendirmesi yine en çok gündeme getirilen konulardan. Bu süreçte her ne kadar yumuşak güç ve propaganda aracılığıyla küresel siyasette güçlü bir konum devşirmeye çalışsa da özellikle son günlerdeki Çin aleyhine açıklamalar ve yukarıda belirttiğimiz gerekçelerle Çin’in şu an için küreselleşmenin merkezinde olmasını bekleyemeyiz.

 

Ayrıca Çin’in birçok ürünün tedarikçisi konumunda olduğu ve büyümesini büyük oranda dünyayla yaptığı ticarete borçlu olduğunu söylemek mümkün. Şu an için bu ticaret önemli oranda azalmış durumda ve yine Çin’in salgın sırasında ticaretini yaptığı maske ve test kipi gibi acil ihtiyaç ürünlerinin etkisiz olması gelecekte ülkelerin tedarikçileri olarak Çin’e bağımlılığı bitirmek isteyeceklerdir. Yani küresel tedarik zincirlerini elinde bulunduramazsa ekonomik olarak Çin gelecek yıllarda iyi bir tabloyla karşılaşmayabilir. Bütün bunlar beraber düşünüldüğünde Çin lehine yazılan senaryoların gerçekleşmesi zor gözüküyor.

 


Çok Aktörlü Dünya Siyaseti


Salgın sonrasında bizi bekleyen dünya, güçlerin çok unsurlu ve dağınık olduğu bir dünya olacaktır. Çok aktörlü bir küresel siyaset şu an için en öngörülebilir olan. Yani ABD veya Çin gibi küresel güçlerin küresel meselelerde öncülük etmesi korona sonrası dünya siyasetinde pek olasılıklı gözükmüyor. Korona sonrasında ayakta kalabilecek ülkeler ise salgınla sağlık alanında olduğu kadar ekonomi alanında da cesaretli ama rasyonel adımlar atanlar olacaktır. Ayrıca değinilmesi gereken bir diğer nokta içinde yaşadığımız mevcut sistemin sürdürülebilir olmadığıdır. Salgın mevcut dünya sisteminin açıklarını da yeniden hatırlattı. Mevcut dünya sisteminde gereken açılımlar yapılmadığı takdirde, güvenlik, insan sağlığı ve yaşamı, belirsizlikler, fakirlik, işsizlik insanlığın temel endişeleri olmaya devam edecek. Daha adil, eşitsizliklerin ortadan kalktığı, refahın adil paylaşıldığı, insanlığın ortak sorunlarına gerçek çözümler arayan ve evrensel ahlaka tabi olan bir küresel yönetişimin olduğu dünyaya olan ihtiyaç bu salgın kriziyle beraber tekrar gün yüzüne çıktı.

ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ