Korona Günlerinde Kamu Hukuku ve Sonrası İçin Bazı Tahminler
Dünya her yönüyle belli dönemleri bolluk, belli dönemleri kuraklık şeklinde yaşayabilmekte. Kuraklığa göre bir düzen inşasında hukuk kurallarının önemi ise büyük. Bu zaviyeden bakıldığında hukuk, hukuk ve ekonomi arasındaki ilişki düzleminde çok önemli değişimlerin ortaya çıkması yüksek bir ihtimal olarak görünüyor.
2019’un sonunda Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan koronavirüs, kimilerine göre Çin Virüsü, kamu hukuku meselelerine yeni bir yaklaşım getirecek mahiyettedir.
Dünya üzerinde yaşayan bütün insanların, virüsün yayılma hızı, sebep olduğu tahribat, gibi bir dizi problem hakkında bilgi alma ihtiyacı temel bir hak haline dönüşmüştür. Alacağı bilgiyle kendini güvende hissetmiş olacaktır birey. Hukuk devletinin de bir açıdan bireyin kendini güvende hissettiği yer olması hasebiyle, doğru bilgiye dayalı olarak bireyin kendini böyle bir dönemde güvende hissetmesi her zamankinden daha elzemdir.
Türkiye uygulamasına bakıldığında, Sağlık Bakanlığı’nın ve koronavirüs konusunda bilim kurulu üyelerinin sürekli topluma bilgi aktarma çabası içerisinde olmalarını bu şekilde okuyabiliriz. Böylece birinci ağızdan en doğru bilgiyi topluma aktarma, toplumdaki güven oluşumuna hizmet edecek, kamu düzeninin bozulmasını engelleyebilecektir.
Dolayısıyla dünya genelinde ve Türkiye’de bireyin güven ihtiyacının çok daha önemli hale gelmesi muhtemeldir. Her zamankinden daha fazla devletten güven almak isteyecektir idare edilen.
Bu noktada problem, kamu görevlilerin bilgilerin açıklanmasında şeffaf olmaları gerekliliği gösterilebilir belki de. Kamu nezdinde bir bilginin açıklanmaması veya kısmen açıklanması vatandaşlarının devletine olan güvenini sarsar.
Bilginin Kamuoyuyla Paylaşılması Nasıl Sağlanmalıdır?
Peki salgın hastalığın akıbeti konusunda çok kötü durumlar dahil bilginin kamuoyuyla paylaşılması nasıl sağlanmalıdır? Meselenin kamu düzeniyle birlikte ele alınması gerekebilir. Kamu düzeninin bozulacağı riski var ise ve bazı bilgilerin saklanması kamuoyunun güvenliği ve psikolojik olumsuz etkilerden uzak tutulmasını sağlayacaksa bilgilerin açığa çıkarılmaması bir nebze makul kabul edilebilir. Dolayısıyla şeffaflık ile kamu düzenin bozulması arasındaki dengenin korunması önem arzetmektedir. Tabi bu durum devleti paternalist bir yaklaşım içerisine de büründürmemeli. Her alanda tehlike işareti veren bir devlet düşünülemeyeceği gibi hiçbir şeyin olmadığını, normal hayata devam edilmesi gerektiğini belirten bir devlet politikası da kabul edilemez.
Türkiye korona virüsündeki kamu politikasını, başlangıçtan bu yana övgüyü hak edecek şekilde yürütmekte. Bilginin açıklanması ile kamu düzenin bozulma riski arasındaki dengeyi muhafaza etme yolunda, itidal üzere bir siyaset sergilemektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın da işaret ettiği gibi koronavirüs küresel bir salgın olmasına rağmen mücadelesi ulusal düzeyde sürmektedir. Belki radikal tahmin olacak ama bu yaklaşımı hukukun yerelleşmesine bir sebep olarak da görebilmek mümkün. Olağan dönemde, küresel hukuk, hukukun mcdonaldslaşması, küresel ticaret söylemleri dilden düşmezken, salgın hastalık durumunda küresel etkin bir mücadeleye dair çok da bir şey göremiyoruz. Dolayısıyla tüketirken tüm söylemler küresel olabiliyorken, birey tükenirken görevin ulusala düşmesi, kamu politikalarında bir yerelleşmenin, ülkelerin kendi içlerine kapanmalarının habercisi olabilir. Tıpkı dünyada her önemli ekonomik kriz sonrasında meydana gelen sınırlara, kabuğa çekilme örneklerinde olduğu gibi.
Koronavirüs, kamu hizmetleri alanında da yeni yaklaşımların ortaya çıkabileceği sinyalini verdi. Bireylerin kendi insiyatiflerine bırakılamayacak kadar önemli görülen ve bu sebeple de devletin varlık gerekçesi kabul edilen eğitim kamu hizmetleri bakımından, halen bu düşüncenin cari olduğunu, belki de ev okulu gibi çalışmaların çok daha sonraki bir zamanda tartışmaya açılabileceğini gösterdi Türkiye bakımından.
Yine sağlık kamu hizmetinin, ekâbir kamu hizmeti olduğu düşüncesi bir kez daha perçinlendi. Bu hal devletleri, sağlık alanında gelecekte daha fazla kamu harcaması ve yatırım yapmaya da götürebilir. İtalya’da özel hastanelerin devletleştirilmesi, Avrupa Birliği hukuk politikası olarak serbest piyasa düşüncesinde bariz bir sapmanın göstergesi olsa da 2020 yılında devletleştirmeyi gerçekleştirebilmek, AB bakımından bundan sonraki süreçte serbest piyasa düşüncesini de sekteye uğratabilecek mahiyettedir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin sağlık politikasında kamu-özel işbirliği (PPP) finansman modelini uygulamak suretiyle kurduğu şehir hastanelerinin işlevi işte tam da bu noktada kendini gösterecektir. Böylece sağlık kamu hizmetinin tamamıyla özel teşebbüse bırakılamayacak kadar önemli olmasıyla birlikte kamu hizmetinin yürütülmesinden doğan finansman ihtiyacının karşılanması için uygulanan (PPP) modelinin ne kadar da isabetli bir yöntem olduğu da ortaya çıkmış oldu.
Sonuç olarak, bu kuraklık döneminde ve kuraklık sonrasında idarenin müdahalesi her alanda daha fazla hissedilir olacaktır. Zira birey her zamankinden daha fazla devlete ihtiyaç duymaktadır.
2008 dünya ekonomik kriziyle neo-liberal hukuk ve ekonomi politikalarının tartışmaya açılması sonrasındaki gibi, şimdi ve gelecek bakımından kamu hukuku müdahalelerinin gerekliliği daha fazla gündemde olacaktır. Kamu gücü etkisinin her gün giderek artan şekilde eğitimden sağlığa, ekonomiden kültüre çok geniş yelpazede etkisinin hissedileceği, devlet merkezli bir dönemi göreceğiz. Özel teşebbüsün yetersiz kalmasıyla örneğin mesleki eğitim, tarihinde ilk kez, ülke ihtiyaçları için seferber edilebiliyor. Hem eğitim hem de ekonomik yönü olan bu durum, toplumda çok küçük görülebilecek bazı ihtiyaçların bile kamu tarafından giderilmesi gerekliliğine ulaştırıyor. Yine tüm bu ihtiyaçların küresel değil ulusal kaynaklarla tatmin edilmesi önemini topluma gösteriyor.
Kriz bir andır. Ve o an çok önemli kırılmalara sebep olabileceği gibi bazı kalp krizlerinin kalp rahatsızlığına iyi gelebileceğine benzer şekilde iyileşmelere de yol açabilir. Korona krizindeki tahminimiz iyileşmeden yana.