COVID-19 Salgınında Türkiye’nin Uluslararası Öğrencilere Yönelik Uygulamaları
Ekonomik büyüklük ve gelişmişlik sermaye birikimi, sanayi ve teknolojik altyapıyla ilişkili olsa da bu değişkenler kadar beşeri sermaye de önem taşımaktadır. Beşeri sermayenin gelişmesini sağlayan ise kuşkusuz eğitimdir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Japonya örnekleri bu varsayımı tahkim etmektedir. Savaş esnasında altyapılarıyla birlikte tüm alanları neredeyse yerle bir edilen bu iki ülkenin çok kısa bir zaman diliminde kendilerini toparladıklarına şahit oluyoruz. Söz konusu iki ülkenin ihya teşebbüsleri eğitim alanından başlamış ve yine eğitimin refakatinde diğer alanların inşası gerçekleşmiştir. İster mevzu bahis iki ülke isterse gelişmiş ekonomiye sahip diğer ülkeler olsun bütün ekonomik ve politik müktesebatlarını sürekli canlı (belli bir felsefeye bağlı olarak eğitim alanında yapılan reform ve geliştirme çabaları) tuttukları eğitim alanına borçlular. Bu devletler eğitim konusunu hem iç hem de dış politikası bağlamında değerlendirmekteler. Gelişmiş ülkeler uluslararası ilişkiler de eğitim sektörünü bir yumuşak güç aracı olarak kullanmaktadırlar. Eğitim sektörünü ticari bir ürüne dönüştüren söz konusu devletler, birbirleri arasında da rekabet halindedirler. Ancak, yurtdışından öğrenci alımını kurumsal bir yapıya dökerek her yıl milyonlarca öğrenciyi misafir etmektedirler. Tüm ülkelerden öğrenci çekmek amacıyla yüksek tanınırlığı olan diploma programları, cazip burs ve barınma teklifleri ve araştırma altyapıları teklif etmektedirler. Bu ülkelerin eğitim formasyonundan geçen uluslararası öğrencilerin ise ülkelerine döndükleri zaman diplomasını aldığı ülkenin pratiğini (dönüştürerek veya değiştirerek) uyguladıkları görülmektedir. Bu yumuşak güç, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin birçok alanda ilişkisini şekillendirmektedir. Ufuk açıcı olması bakımından bu bağlamda yayınlanmış çalışmalara bakılabilir.
Türkiye’nin 2000’li yıllardan sonra izlediği devlet vizyonunda da eğitim alanının ve söz konusu alanla ilgili unsurların önemli yer tuttuğunu gözlemliyoruz. Bu doğrultuda hem MEB’in yayınladığı vizyon belgeleri hem de YÖK’ün yayınladığı strateji belgeleri önemli bilgiler içermektedir. YTB’nin kurulması ve Maarif Vakfı’nın tesis edilmesine ek olarak TÜBİTAK’ın uluslararası öğrenci ve akademisyenlere yönelik daha önce de var olan ama 2000’li yıllardan sonra daha da artan destek bursları, sağlık ve barınma gibi ihtiyaçların karşılanması, Türkiye’nin eğitim alanında uluslararasılaşmasına yönelik öne çıkan uygulamalar oldu. Uluslararası öğrencilerin ikamet işlerinin son on yılda ciddi anlamda kolaylaştırılması ve Göç İdaresi’nin bu istikamette yaptığı işler, bazı harç kalemlerinin iptal edilmesi gibi gelişmeler başta akraba ve komşu ülkeler olmak üzere birçok ülkeyle eğitim alanında anlaşmaların yapılması, yurtdışı eğitim faaliyetlerinin Türkiye’nin kontrolüne geçmesi, böylece kamuoyuna hesap verilebilirlik, güvenirlik ve şeffaflığın temin edilmesi, yerli ve milli gayelere hizmet eder hale getirilmesi gibi etkenler olumlu sonuçlar vermektedir. Daha somut dille konuşacak olursak, Türkiye’nin uluslararası öğrencilere yönelik eğitim stratejisi ve yurtdışında yürütmekte olduğu eğitim faaliyetleri birçok ülkeye örnek olacak bir şekilde düzenlenmiş ve yürütülmektedir. Zaman zaman bazı sorunlar çıkmakla birlikte –ki bu sorunların kahir ekseriyeti tikel ve yereldir- Türkiye’nin eğitim alanında uluslararası marka olma politikası hem işler durumdadır hem de belirli kura(u)msal mantıkla var olmaktadır.
Tüm dünyanın mücadele ettiği COVID-19 salgını her alanda olduğu gibi eğitim alanında da bazı yeni olguların ortaya çıkmasına veya daha önce var olan ama yaygınlığı/işlevselliği olmayan olguların işlevsellik kazanmasına neden oldu. Ayrıca hiçbir ülkenin küresel çapta bir salgınla mücadele etme pratiği olmadığı için bu süreçte deneme-yanılma mantığı esas alınarak icraatlar yapıldı. Peki, Türkiye’nin –uluslararası alanda bir eğitim markası olma vizyonu çerçevesinde- uluslararası öğrencilere yönelik hangi icraatları oldu ve bu süreci başarılı bir şekilde yönetebildi mi? Diğer ülkelere kıyasla Türkiye’nin sağlık sisteminin çok iyi bir düzeyde olması, uluslararası öğrencilerin en temel avantajına dönüşmüş oldu. Yapılan anket çalışmalarına ve sosyal medyada halen devam eden yorum ve konuşmalara baktığımız zaman Türkiye’de eğitim alan uluslararası öğrencilerin salgın sürecinde sağlık sisteminin işleyişinden memnun olduklarını görüyoruz. Türkiye vatandaşları gibi uluslararası öğrencilerin Genel Sağlık Sigortası’ndan yararlanabilmeleri özellikle COVID-19 salgını sürecinde diğer gelişmiş ülkelerde eğitim alan uluslararası öğrencilere kıyasla Türkiye’de eğitim alan uluslararası öğrencilerin en büyük artısıdır.
Bir diğer önemli detay salgın sürecinde kendi ülkesine dönmek isteyen öğrencilere sağlanan imkânlardır. Türkiye’de ilk COVID-19 vakası tespit edilmeden önce Çin’in Wuhan kentinden içinde Azerbaycan, Gürcistan, Arnavutluk, Bulgaristan uyruklu öğrencilerin de olduğu Türkiye vatandaşlarının tahliye edilme işi gerçekten üzerinde durulmayı hak eden önemli bir detaydır.
İlk COVID-19 vakasıyla birlikte Türkiye’de ikamet eden ve kendi ülkelerine gitmek istemeyen uluslararası öğrencilere bazı olanaklar da tanındı. İkamet izin süreleri salgın dolayısıyla uzatıldı, GSS süresi biten ve bitmekte olan öğrencilerin sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri sağlandı, güvenli bir şekilde barınma ve diğer ihtiyaçları karşılandı. Salgın süresinde uzaktan eğitim konusunda en başarılı 5 ülkeden birinin Türkiye olması da uluslararası öğrencilerin yüzünü güldüren diğer bir unsur oldu. İster Türkiye’de kalmaya devam eden isterse kendi ülkelerine dönmeyi tercih eden uluslararası öğrenciler üniversitelerinin sundukları uzaktan eğitim hizmetinden azami ölçüde yararlanma imkânı buldular.
Toparlayacak olursak, COVID-19 salgını Türkiye’nin eğitim alanında uluslararası marka olma yolunda önemli bir sınavı oldu ve olmaya da devam ediyor. İlgili sınavdan diğer ülkelere kıyasla, başarılı bir şekilde geçtiğimiz kanaatindeyim ve bu süreçte yükseköğretim kurumlarımızın özverili çalışmaları, YÖK ve MEB’in yoğun mesaisinin gelecek senelerde, bahusus salgın dönemi sonrasında Türkiye’yi yurtdışı eğitim konusunda cazip bir ülke haline getireceğini düşünmekteyim.