Ahlaki Müeyyide Üzerine Konuşmalar Serisinin Dördüncüsü Gerçekleşti

30 Kasım -1

"İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi" nin ikinci dönemi kapsamında, "Ahlaki Müeyyide Üzerine Konuşmalar" serisinin dördüncüsü "Ahlâk ve Müeyyide" başlığı ile Celal Türer tarafından 19 Mayıs Salı günü 18.00’da İSAM Konferans salonunda gerçekleştirildi.

Celal Türer konuşmasına ahlâkın insanda ve insanla birlikte olduğunu söylememe gerek yok diyerek başladı. Varoluşsal bir tezahür olarak her daim bir şekilde iştirak ettiğimiz varoluşun bir ifşa biçimidir diye sözlerine devam eden Türer, fakat tüm meseleler gibi ahlâk sorununun da teknolojik bir sorun olarak ele alındığı zaman elimizden, avuçlarımızdan kaymakta olduğunu söyledi. Varoluşsal olarak tezahür eden bir meseleyi karşımızda, işte buradaymış gibi ele almanın sıkıntılar ürettiğini belirtti. Devamında, ahlâk meselesinin yaşadığımız zaman çok farkına vardığımız bir hadise olmadığının, onu üzerine refleksiyon yaptığımız zaman daha iyi anlama seviyesine geldiğimizi belirten konuşmacı, bu çerçevede ahlâkı müeyyide üzerinden inceleme, araştırmanın kendisine göre bir anlama meselesi olduğunu ifade etti. Bu anlamayı nasıl yapacağımız konusunda ise ahlâk tarihinin bize bir çerçeve sunabileceğini söyleyen Türer, bunun bir ön anlama olduğunun da farkında olduğunu da ilave etti.

Müeyyide kavramının Hilmi Ziya Ülken’in tarifiyle süjenin kendisinin yapmaya mecbur edici bir kuvvete sahip olması olarak nitelediğini aktardı. Bu anlamda anahtar süjedir ve süje de tezahür etmesi, kendisini bize dayattığı şekilde anlamamız yönünde bize bir ufuk veriyor diyerek sözlerine devam etti.

Eğer ahlâk tümüyle bir özgürlük alanı olsaydı, o zaman ahlâklı olmayı seçmeyebilirdik ama bir şekilde seçtiğimiz için bir zorunluluk alanıdır diyen Türer, eğer müeyyideyi bu zorunluluk üzerinden ele alırsak ahlâkî müeyyidenin hem deruni bir biçimde hem de harici bir biçimde tezahür ettiğini söyleyebileceğimizi belirtti. Geleneksel anlayışta da vicdandan başlıyoruz, sosyal yaptırım ve dış otorite olarak karşımıza çıkıyor diyen Türer, bu hususun aslında ahlâkın nasıl tezahür ettiğiyle ilgili bir yapıyı ortaya koyduğunu belirtti. Ahlâkın özne ile onu aşan bir alan arasındaki ilişkide cereyan ettiğini belirten Türer, bu ilişki her iki tarafın aynı anda kavrandığı bir ilişki biçimi değildir diyerek sıkıntının bu arada gerçekleştiğini ifade etti.
Biz öznenin ne bizatihi kendisini biliyoruz ne de aşkın alanın bizatihi mahiyetini biliyoruz diyen Türer, bildiğimiz hususun bu ikisi arasında gerçekleşen deneyimin kendisi olduğunu söyledi.
Türer, Hilmi Ziya Ülken’in ahlâkın aşkın alana tekabül ettiğini ve bu aşkın alanın üç özelliğinden bahsettiğini aktardı. Bunlar; birinci olarak birlikte duymayı ve anlaşmayı temsil eden bir alan olması, ikinci olarak şahsiyet oluşturmaya elvermesi ve üçüncü olarak değerlendirme alanı olduğu için sonsuz değerlendirmeler ile malul olmasıdır. Türer, farklı değerlendirmeler varsa ilişki nasıl kurulacak sorusuna ise tarafsızlık cevabını verdi.
Türer sözlerine, ahlâkî alanda öznellik sizin ona yönelmenizle başlıyor, yöneldikten sonra da aşkın alanı düzenlemesi de sabitliği oluşturuyor diyerek devam etti. Türer’ e göre eğer öznenin sadece aşkın alana irtibatı olsaydı, o zaman ahlâk diye bir hususiyetten bahsedemezdik. Ama diğer taraftan aşkın alanın düzenleme ilkesine sahip olması sebebiyle, oradaki olup bitenin özneyle ilişkisini oluşturacağını için ahlâkî deneyim ideal ile reel arasında gerçekleşir. Reel olması bakımından zamanda tezahür ediyor, ideal olması bakımından ise zaman üstü olmasını ortaya koyuyor.

Türer, geleneksel düşüncede ahlâkî müeyyide neye tekabül ediyor sorusuna cevap vererek devam etti. Grek dünyasında doğanın yasalılığı ile insan dünyasının yasalılığı otonom varlığın rasyonel doğasından kaynaklandığı konusuna değindi. Türer, Grek dünyasının bir uzlaştırma yaptığını ifade etti. Bu uzlaştırma bazen özne lehine bazen aşkın alan lehine meseleyi çözmeye çalıştı. Uzlaştırmanın duyulur dünya ile düşünülür dünyanın birbirleriyle paralel olduğu, ikisini birleştiren o rasyonel varlıktan kaynaklandığını düşünüyordu. Burada ahlâk oluşturan bir zemin buyruk zeminidir.

Devamında Türer, ahlâktaki değişimin Kant ile gerçekleştiği, yasalılığı ön plana çıkardığı için ahlâktaki buyruksal olan yasalılığa evrildiğini ifade etti. Dolayısıyla Grek dünyasında zaten bir buyruk vardı ve Tanrıdan ya da ilk akıldan kaynaklanıyordu. Ahlâk meselesi Grek dünyasından beri akledilebilirlik zemininde ele alınmıştır. Bu yüzden onun hep bilgi sorunu olarak düşünüldüğünü söyleyen Türer, hakikat meselesi açısından ahlâkın, bilgi çerçevesinde ele alındığı için kaçamayacağımız bir kesinlik içerisinden yakalanmaya çalışıldığını belirtti.

Türer; müeyyide dediğimiz hususun ister antik yunan da ister ortaçağ felsefesinde harici bir unsur olarak anlaşılmadığı, hatta erdemden daha faziletli kabul edildiğini belirtti.
Bunun arkasındaki mantığın antik yunandaki koşulluluk ilişkisinden kaynaklandığını söyleyen Türer, daha da ileri gidersek antik yunan’da müeyyidelerin ahlâkî ilkenin düzenleyicileri olarak anlaşıldığını belirtti. Bunun karşı çıkanlar şöyle der: İyi irade en yüksek iyiliğe yöneldiği için yaptırımın onun doğasını ihlal ettiğinin düşünürler.

Türer sözlerine müeyyidenin dini ahlâkta da benzer şekilde ele alındığını söyleyerek devam etti. Tanrı müeyyidenin kaynağıdır şeklinde anlaşılmıştır. İyiliğin hakiki temeline sadece Tanrı’nın iradesi ya da yasası olacağını düşüncesi dini ahlâklarda genel bir kabuldür. Böyle kabul edildiği için, ahlâk mükellefiyet, mesuliyet ve müeyyide dediğimiz üçlü doğal bileşen olarak kabul edilmiştir. Ortaçağda özellikle Hristiyan düşüncesinde ise yaptırımlar klişenin otoritesini artırmak için yapıldığını belirten Türer; Hristiyan düşüncesinde tüm yaptırımlar dini ya da doğaüstü olarak kabul edilmiş, hatta o yaptırımların ihlalinin sapkınlık olduğu kabul edilmiştir diyerek sözlerine devam etti. İslam düşüncesinde ahlâk kavramının kanuna, akla ve nihayetinde eşyanın tabiatına dayandığını hususu, üçü aynı zeminde buluştuğu düşünülerek ele alınmıştır diyen Türer, modern dünyada ahlâk kavramından bahsederek sözlerine devam etti.

Türer’e göre, modern dönemde Kant ahlâk alanında da bir devrim yapmıştır, duyulur alanı ahlâk alanından uzaklaştırmıştır. Duyulur alanın bir şekilde geri planda olması gerektiğini söylemiştir. Çünkü duyulur alan koşullu, deneysel ve bireyseldir. Sonuççu ahlâklar Kant’ın ahlâkî sezgiler üzerine inşa ettiği ahlâkın herkesi için genel geçer bir ölçüt ve olgulara dayanmadığı için problemli olduğunu görmüştür diyerek sözlerine devam eden Türer daha sonra Jeremy Bentham’ın panoptikon kavramından bahsetmiştir. Türer, devamında John Start Mill’in nitelikli bir hayat için manevi hazların gerekli olduğu düşüncesini ortaya koyduğunu belirtti. Türer’e göre Kanttan sonra sosyal müeyyide dediğimiz hadise öznenin kendisinde gerçekleşen bir şey olarak görüldü.

Bugün karşılaştığımız hususiyet üzerine konuşmaya devam eden Türer, düşünmenin modunun değiştiğini belirtti. Modern dünyada artık meselelerin niçin dairesinden çıkıp nasıl dairesine geçtiğini ifade eden Türer, niçin sorusuna verdiğimiz cevaplar bugün insanları ikna etmeye yetmiyor diyerek nasıllığını ortaya koymamızın lazım olduğunu ifade etti. Nasıllığı üreteceğimiz meselesi ise hangi düşünme evreninde meseleleri ele aldığımızla alakalıdır diyerek sözlerine devam eden Türer, modern düşünce ahlâk düşüncesini farklı bir düzlemde ele alındığını ifade etti.

Türer, modern dönemde iyilerin farklı iyilere evrildiği görülmüştür, iyinin metafiziksel varlığı zedelenmiştir ve iyiliğin normatifliği ortadan kalkmıştır diyerek sözlerine devam etti. Türer, bu durumda ahlâkî ve müeyyideyi nasıl üreteceğiz sorusu üzerine konuşmasına devam etti. Türer’e göre ahlâk meselesi üç hususiyete tekabül ediyor: İyi ve kötü konusunda bir duyarlılık geliştirme, iki şahsiyet kazanma meselesi (çünkü şahsiyet dediğimiz şey sonsuza açılan bir sürece tekabül ediyor) ve son olarak değerler sahasının çoğulcu bir ahlâka yönelme meselesidir diyerek konulara açıklık getirdi.

Türer’e göre hakikat dediğimiz hadise; varlık, bilgi ve değer arasında frekans oluşturma meselesidir. Bu çerçevede ahlâk alanının diğer alanlara önderlik edeceğini düşündüğünü belirtti. Teorilerin gücü hayata yardımcı olmasında yatar diyen Türer, cesaretle bu meselelere eğinilmesi gerektiğini çünkü halde çıkan hakikatin mümkün olan hakikatten daha değerli olduğunu ifade etti. Türer, bugün yaşadığımız zemin üzerinde ahlâk düşüncesini yeniden yorumlamamız gerekli diyerek sözlerini bitirdi.

Konferans katılımcı kitlenin sorularıyla devam etti.

ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ