Ömer Türker, Ahlâkî Müeyyidenin İmkân ve Zorunluluğu başlığı ile Konferansını Gerçekleştirdi

30 Kasım -1

“İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi” nin ikinci dönemi kapsamında, “Ahlaki Müeyyide Üzerine Konuşmalar” serisinin ilki “Ahlâkî Müeyyidenin İmkân ve Zorunluluğu” başlığı ile proje koordinatörü Ömer Türker tarafından gerçekleştirildi.

Konuşmasına ahlâkî müeyyidenin tartışılma zemininin, öncelikli olarak “ahlâkî” nitelemesinin kapsamının belirginleşmesiyle ortaya çıkacağını söyleyerek başlayan Türker, herhangi bir fiili ahlâkî olmakla nitelerken, fiile insan iradesiyle gerçekleşmesi hasebiyle, iyilik ve kötülük anlamlarının katılmasını yani fiile değer yüklenmesinin kastedildiğini dile getirdi. Buna göre, eğer insan fiilleri özgür irade ile gerçekleşmiyorsa, o fiilin iyi ve kötü olduğundan söz edilememektedir. Diğer taraftan, insanın özgür olup olmadığı meselesi, ahlâk ile yakından alakalı olmakla birlikte, ahlâkın değil metafiziğin problemi olduğuna dikkat çeken Türker, ahlâkın insanın özgür olduğu varsayılmadan konuşulabilir bir alan olmadığını vurguladı. İnsanın özgür iradesi ile meydana getirdiği bütün fiillerin ahlâklılık ya da ahlâksızlık ile nitelenebileceğini ifade eden konuşmacı, bu fiillerin bir kısmının bireyin doğrudan gerçekleştirdiği, bir kısmının ise bireyin ilave bir takım sıfatlara sahip olarak gerçekleştirdiği fiiller olduğunu dile getirdi. Bu durumu, bireyin doğrudan gerçekleştirdiği fiiller, toplumsal varlık kategorisine sokabileceğimiz müesseselerin ya da heyetlerin aracılık ettiği durumlar değil, bireyin yalın olarak gerçekleştirebileceği fiillerdir şeklinde açıklayan Türker, aracılıkla kastedilenin ise, bireyin fiili meydana getirirken bir takım toplumsal vasıtaların ve yapıların veya kabullerin “aracı” olması olduğunu söyledi.

Bunu insanın temel güçleri –şehvet, öfke ve nazari güç- üzerinden irdeleyebileceğimizi söyleyen konuşmacıya göre, insani varlık alanında gerçekleşen her fiil, bu üç gücün neticesi ya da asarı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu eylemlerin bir kısmı, iktisadi bir kısmı siyasi olmakla nitelenebilmekle beraber, fiillerin evvelemirde birey tarafından gerçekleştiriliyor olması bakımından, ahlâkîlikle nitelendiğini belirten Türker, bu manada ahlâkın alanının, ahlâk dışında görebileceğimiz bütün alanları kuşattığını ve insanın hiçbir eyleminin ahlâkîlik tavsifi dışında kalamayacağını vurguladı.

Vasıtalı fiillerde ahlâkîlik ölçütleriyle, ahlâklı olup olmama durumlarının birbirinden tefrik edilmesi gerektiğini söyleyen konuşmacı, bir fiil hangi vasıta ile insana nispet ediliyorsa, o vasıta ile fiilin iyilik ve kötülük ölçütlerinin tayin edileceğini dile getirdi. Diğer taraftan, bireyin o fiili yapmasının iyi ya da kötü olduğunun vasıta tarafından tayin edilemeyeceğine dikkat çeken Türker, iyilik ve kötülüğün, bireyin tamamen özgür iradesi ile o fiile değer katması ile ortaya çıkacağını, bu sebeple de ahlâk ya da değerin insani varlık alanının tamamıyla ilgili olduğunu ifade etti.
Buraya kadar yapılan tartışmaların bizi, diğer bir sonuca götüreceğini söyleyen konuşmacıya göre; ahlâk dediğimiz alan bir disiplin haline dönüştürüldüğünde, ameli alanda ya da insani varlık alanındaki herhangi bir tikel disiplinden söz etmediğimizi, insani varlık alanının bütününe ilişkin bir araştırma olarak ahlâktan bahsedildiğini vurguladı. Bu düşüncesini, klasik anlamıyla fizik teorisinden hareketle açıklayan Türker, teorik fiziğin tümel olana tekabül etmesi gibi, ahlâk ilminin de, ameli ilimler içerisinde tikele değil, tümel olana işaret ettiğine dikkat çekti. Konuşmacıya göre, ahlâkın tümel bir disiplin olmasının nihai gayesi, insanın kendisine yönelik farkındalığını tebarüz ettirmesi ve bunun çeşitli aşamalarda taayyün ettiğinin ortaya konulması olduğunu dile getirdi.
Vasıtasız fiillerde müeyyidenin, herhangi bir dış müeyyide olarak görülmesinin imkansız olduğunu dile getiren Türker’e göre, müeyyide bu durumda tamamen vicdani olmak durumundadır. Kişinin insanın varlığına ilişkin nihai algısına bağlı olarak bir vicdani müeyyide ortaya çıktığını, bu sebeple de metafizik bir gaye nosyonu kabul edilmeden, müeyyide kavramının da temellendirilemeyeceğini söyleyen konuşmacıya göre, gaye olmaksızın, fiile katılan iyilik ve kötülük değerlerinden bahsedilememektedir.

İnsanın yalın haliyle gerçekleştirdiği fiillerin, müeyyide kapsamında değerlendirilebilmeleri için, metafizik gayenin kullanılması gerektiğini söyleyen Türker, bu tür eylemlerin vasatının bireyin kendisi olduğunu ifade etti. Türker’e göre, bireyin dışına taştığı takdirde vasat toplumsal yapılar tarafından inşa edilmekte, şayet birey belirli bir dine mensup olduğunda ise, mesela İslam dini özelinde, bireyin doğrudan davranışlarında müeyyidenin en belirgin hali pişmanlık ve tövbe gibi dini kavramlar olacaktır. Vasıtalı fiilerde ise, vasıtanın oluşturduğu vasata bağlı olarak müeyyidenin çok geniş bir alanı olduğunu söyleyen konuşmacı, söz gelimi vasıta, siyasi bir organizasyon mesela devlet olduğunda, ahlâkın müeyyidesinin tamamen hukuki olacağını, dolayısıyla da, bu noktada hukuki olan aynı zamanda ahlâkî olan olacağını belirtti. Diğer taraftan, konuşmacıya göre herhangi bir vasat, bize iyilik ve kötülük değerlerini somutlaştırmaya imkan verirken, bu durumda iyilik ve kötülüğün ne olduğu tayin edememektedir. Herhangi bir yapının icra ettiği müeyyidenin, dayanması gerektiği ahlâkî müeyyideden bağımsızlaştığı, koptuğu ölçüde zulüm olduğunu, değerleri gözettiği ölçüde de adalete varacağını söyleyen Türker, adalet ve zulüm kavramlarının bu nedenle, ahlâkî kavramlar olduğuna, bundan dolayı İslam filozoflarının, adaletin en üst erdem olduğunu düşündüklerine dikkat çekti. Vasıta, uygunluk ölçütlerini ahlâkî bir şekilde belirleyemediğinde, bu durumun değerler çatışmasına neden olacağını ve kişinin üst değerleri tercih edebilmek adına, yapıyla çatışmak durumunda kalacağını söyleyen Türker, sivil itaatsizlik ya da farklı şekillerde, ahlâk adına yapılan isyanın vasıta olan yapının müeyyide belirleme salahiyetini kaybettiği esnada ortaya çıkacağını belirtti.

Konferans geniş katılımcı kitlesinin sorularıyla devam etti.

ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ