TÜRKİYE'DE ADALETE ERİŞİM

Yargılamada Makul Süre ve Adalete Erişim

Ozan Tok

Sakarya Üniversitesi

Derece Mahkemelerinde Yargılama Süreleri

Adli yargılamada derece mahkemeleri, ilk derece mahkemesi ve aynı zamanda bir kanun yolu mahkemesi olan bölge adliye mahkemeleridir. Bununla birlikte delillerin değerlendirilmesi bakımından doğrudanlık ilkesinin en yoğun surette uygulandığı ilk derece mahkemeleri, uyuşmazlığa tam olarak nüfuz edebilmektedir. Uyuşmazlığın layıkıyla değerlendirilebilmesi için dava aşamaları kanunda düzenlenmiştir. Buna göre dava prosedürü davacının dava dilekçesiyle başlamakta, buna mukabil davalı savunma hakkı kapsamında cevap dilekçesi vermektedir. Böylece tarafların iddiaları ve savunmaları mahkemeye dilekçeler vasıtasıyla bildirildikten sonra yargılama başlamaktadır.

Dilekçelerin verilmesinden sonra gerçekleşen ilk aşama ön inceleme aşaması olmaktadır. Ön inceleme aşaması, tahkikata bir hazırlıktır. Mahkeme burada taraflar arasındaki uyuşmazlık noktalarını tespit eder; taraflarca gösterilip de ibraz edilmeyen belgelerin mahkemeye ibrazı için süre verilerek tahkikat aşamasına kural olarak bütün deliller toplandıktan sonra geçilmesi sağlanır. Yargılamanın en önemli aşaması olan tahkikatta ise taraflar ispat faaliyetini gerçekleştirir. Tarafların dayandıkları vakıalar bakımından hâkimde kanaat oluşturmaları sayesinde mahkeme tarafından vakıa tespiti yapılır; olaya uygulanacak hukuk değerlendirilir ve nihayet karar aşamasına geçilerek ilk derece yargılaması sona ermiş olur.

Yukarıda da gösterildiği gibi hukuk yargılamasının ağırlıklı türü olan “dava” birçok aşamadan oluşmaktadır. Bilhassa ön inceleme ve tahkikat layıkıyla yapılması, yargılamanın nihai amacı olan maddi gerçeğe uygun karar vermeyi sağlamaktadır. O hâlde taraflarca getirilen dava malzemelerinin maddi gerçeği ortaya çıkarabilecek derecede incelenebilmesi ve diğer yargılama işlemlerinin usulüne uygun olarak gerçekleştirilebilmesi ancak belirli bir zamanda gerçekleştirilebilir. Yargılama, dayandığı birçok aşamayla doğru orantılı olarak tabiatı gereği süreye muhtaçtır.

Bununla birlikte bütün bu teknik prosedürün yargılamayı taraf menfaatini zedeleyecek ölçüde uzun sürmemesi gerekir. Sürenin tarafların yargılamadan beklediği menfaati ortadan kaldırması veya önemli ölçüde azaltması, yargılamanın gerek Anayasa’da gerekse de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının gereklerine aykırılığını gündeme getirir (Anayasa m. 36, İHAS, m.6).

O hâlde yargılamanın adil yargılanma hakkının gereğine uygun olarak yapılabilmesi için sürenin ne kısa ne de uzun olması; başka bir ifadeyle yargılamanın özelliğine göre makul bir süre olması gerekmektedir (Aktepe ve Artık, 2014). Makul sürede yargılama, mahkemeden hukuki koruma talep eden kimse kadar toplumsal barışın korunmasını da hizmet eder.

Makul sürenin tespitinde uyuşmazlığın karmaşıklığı ve tarafın tutumu dikkate alınır. Tahliyeyi konu alan basit bir kira uyuşmazlığı ile imar mevzuatının hukuka aykırı uygulanması sonucu meydana gelen zararı konu alan bir uyuşmazlık, şüphesiz ki birbirinden farklı sürelere tabi olacaktır. Diğer taraftan hukuk yargılamasında iddiaların dayanağını oluşturan vakıalar ve deliller (dava malzemesi) taraflarca getirilmektedir. Tarafların vakıaları sistematikten uzak bir şekilde bildirmeleri ve göstermeleri gereken deliller konusunda özensiz davranmaları, yargılamayı uzatacaktır. Aynı şekilde kimi hâllerde tarafların yargılamayı kasten uzatmak istedikleri de görülmektedir. Süresi içerisinde gerekli usul işlemlerini yapmamaları sonucu tarafa tekrar süre verilmesi gibi hâller yargılamanın lüzumsuz yere uzamasına sebebiyet vermektedir.

2021 Yılında İlk Derece Mahkemeleri Yargılamalarındaki Ortalama Süre

İlk derece mahkemelerinden biri olan hukuk mahkemelerinin 2021 yılında baktığı toplam dosya sayısı, 2020 yılına göre yaklaşık %20 civarı artış göstermiştir. Toplam dosya sayısı ise 80 milyon nüfusa sahip bir ülkeye göre azımsanamayacak derecededir.


   
                           Hukuk Mahkemelerinde Ortalama Görülme Süresi ve Toplam Dosya Sayısı (2014-2021)

Kaynak: Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Adli İstatistikler 2021


Bununla birlikte daha fazla dosya olmasına karşın davaların görülme hızı da bir önceki yıllara göre oldukça hızlanmıştır. Bunda muhtemelen hâkim sayısındaki artış rol oynamıştır.

Kıta Avrupası’nın nüfusu ülkemize yakın olan ülkelerinden Fransa’daki ilk derece yargılamaları bakımından da benzer bir durum söz konusudur. Fransız Adalet Bakanlığının her yıl detaylı şekilde açıkladığı verilere göre 2020 yılı için Fransa’daki medeni yargı ve idari yargıya dâhil ilk derece mahkemelerinde yargılama yaklaşık 13 ay sürmektedir.


2020'deki Hukuk Davalarının Süresi (Ay Olarak)

Kaynak: Fransız Adalet Bakanlığı, “Les chiffres clés de la justice 2021”

Bir ilk derece yargılamasının 12-15 ay sürmesi tabii karşılanmalıdır. Zira ilk derece yargılaması istinaf ve temyiz yargılamasına göre en geniş tahkikatın yapıldığı yargılama olarak kendisini göstermektedir. Bununla birlikte Türk yargılama hukuku bakımından sorun teşkil eden hususlardan birini uyuşmazlık sayıları oluşturmaktadır. Unutulmamalıdır ki makul sürede yargılama, yargının iş yükü ve adli personel sayısıyla doğrudan bağlantılıdır.

Nitekim son yıllarda gerek yargıdaki hâkim sayısının artırılması gerekse de hukuk uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuğun ve ceza yargılaması bakımından da uzlaştırma gibi kurumların tesisiyle adli yargıda iş yükünün azaltılmaya çalışıldığı görülmektedir.

Yıllar içerisinde adli yargıdaki hâkim sayısı incelendiğinde Hâkimler ve Savcılar Kurulunun resmi verilerine göre Ağustos 2018’de 12.006 olan toplam hâkim sayısının (adli ve idari yargı dahil) Kasım 2021’de 15.326 olarak güncellendiği görülmektedir (HSK İstatistikleri, 2022). Üç yıl içerisinde gerçekleşen bu gözle görülür artış şüphesiz yargı kamu hizmetinin layıkıyla yapılması için önemlidir.

Bununla birlikte hâkim sayısıyla doğru orantılı olarak artan yeni dosya sayısı ise kaygı verici niteliktedir. Örneğin hukuk mahkemelerinde yıl içerisinde gelen yeni dosya sayısı bir önceki yıla göre gözle görülür bir artış göstererek 2021 yılında 2.555.842 olmuştur (bir önceki yıl 1.843 550). Diğer taraftan demografik özellikleri sebebiyle mukayese için seçtiğimiz Fransa’da 2020 yılında hukuk yargılamasının önüne gelen yeni dosya sayısı 1.096.753 olmuştur.



Hukuk Mahkemeleri Dosya Sayısının Görünümü (Milyon, 2018 – 2021)

Kaynak: Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Adli İstatistikler 2021

 

Fransa Hukuk Mahkemelerine 2020 Yılında Meydana Gelen Yeni Dosya Sayısı

Kaynak: Fransız Adalet Bakanlığı, “Les chiffres clés de la justice 2021”


İş yükünü azaltmak amacıyla hukuk yargılamasında gerçekleştirilen en önemli adımlardan biri, 2018 yılında 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nda yapılan değişiklikle dava şartı olarak arabuluculuk kurumunun ihdas edilmesi olmuştur. Her ne kadar yapılan değişikliğin müracaat bakımından tarafların tasarrufunun ön plana çıktığı arabuluculuk kurumunun tabiatına aykırı olduğu düşünülse de, zorunlu arabuluculuğun hukuk yargılamasının iş yükünü önemli ölçüde azalttığı ifade edilebilir. Örneğin 2021 yılında dava şartı olarak arabuluculuğa tabi 532.465 dosyadan 267.725 tanesinde anlaşmaya varıldığı görülmektedir. Buna göre zorunlu arabuluculuğa tabi uyuşmazlıkların yarısından biraz fazlası üzerinde uzlaşma sağlanmış ve bu dosyalar yargılamanın dışında bırakılmıştır. Bu husus yargının iş yükü üzerinde gözle görülür bir azalma sağlamıştır.


Tablo. İhtiyari ve Zorunlu Arabuluculukta Yıllara Göre Anlaşma Sağlanan ve Anlaşma Sağlanamayan Dosya Sayısı, 2018 - 2021

Kaynak: Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Adli İstatistikler 


Tablo. Uzlaştırma Dosya Sayısı ve Detayları, 2017 - 2021

Kaynak: Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Adli İstatistikler 


Benzer bir hususun ceza hukukundaki uzlaştırma kurumu için de söz konusu olduğu ifade edilmelidir. Görece cezası daha hafif olan suçlar bakımından söz konusu olan uzlaştırma kurumu, birçok uyuşmazlığın ceza mahkemelerinin konusunun dışında kalmasına yardımcı olmaktadır. Öyle ki 2021 yılında uzlaştırma teklif edilen dosyaların neredeyse yarısında uzlaşmanın sağlandığı görülmektedir. 

Yargıda Hedef Süre Uygulaması

Yargıda hedef süre uygulaması, aynı zamanda Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye’nin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde düzenlenen adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan “makul sürede yargılamayı” tesis etmek için gerçekleştirdiği bir uygulamadır. Uygulama, Soruşturma, Kovuşturma veya Yargılamada Hedef Sürelerin Belirlenmesi ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikle bu durum düzenlenmiştir. Hedef süre uygulamasının amacı adli sürecin iyileştirilmesini sağlamaktır (Yönetmelik, m. 4).

Hedef süre, ilgili dosyayla alakalı olarak ortalama işlem süresi olarak belirlenmektedir (Yönetmelik, m. 5/1-b). Adalet Bakanlığı tarafından hedef süre içerisinde gerçekleştirilmeyen soruşturma ve yargılama dosyaları incelenerek hangi sebeple hedef süreden sapıldığı sayısal veriler üzerinden açıklanmaya çalışılmaktadır.

Hedef süreye uyulup uyulmadığı soruşturma işlemleri bakımından suç şüphesinin öğrenildiği, ceza mahkemelerinde iddianamenin kabul edildiği; hukuk, idare ve vergi mahkemelerinde davanın esas kaydının yapıldığı tarihte başlamaktadır (Yönetmelik, m. 6).

Hedef süreye uyulup uyulmadığı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Projesi (UYAP) üzerinden takip edilmektedir. Zira öncelikli olarak Adalet Bakanlığına bağlı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı tarafından UYAP’a işlenmektedir. Hedeflenen sürede tamamlanamayan bütün soruşturma ve dava işlemleri, soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcısı ve davayı gören hâkim (hâkimler) tarafından UYAP’ta ilgili forma işlenecektir (Yönetmelik, m. 8).

Formların doldurulması suretiyle gerçekleşen veriler her ocak ayının başında cumhuriyet savcılıkları ve adalet komisyonu başkanlıklarının UYAP ekranında gözükür. Cumhuriyet başsavcılıkları ve adalet komisyonları, ilgili savcı ve hâkimlerin görüşünü alarak hedef süre uygulamasının tatbikatıyla alakalı olarak ellerindeki verilere dayalı bir rapor hazırlar. Rapor, Hâkimler ve Savcılar Kurulu ile Adalet Bakanlığına bağlı Strateji Geliştirme Başkanlığına gönderilir (Yönetmelik, m. 8/2, m. 8/3).

Böylece hedef süre uygulaması soruşturmayı yürüten kurumlar tarafından bir değerlendirmeye tabi tutulmakta ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından denetlenerek hâkim ve savcıların performanslarına ilişkin değerlendirmede esas alınmaktadır (Yönetmelik, m. 8/4).

Hedef süre uygulaması adli işlemlerin ve yargılamanın makul sürede yapılması bakımından etkili bir uygulama olmaktadır. Bilhassa uygulama sonucunda toplanan verilerin hâkim ve savcıların performans değerlendirmelerini etkilemesi, uygulamanın başarıya ulaşma ihtimalini artırmaktadır. Bununla birlikte hâkim ve savcıların performans değerlendirmelerinde istatistiki verilere ağırlık verilmesi birçok bakımından sakıncalıdır. Nihayetinde makul sürede işlem yapılmasını ve makul sürede yargılama yapılmasını etkileyen en önemli faktör dosya sayısı (iş yükü) ile hâkim ve savcı sayısı arasındaki orandır. Türkiye’de birçok yargı kolunda dosya sayısının oldukça fazla olduğunu dikkate almak gerekmektedir.

Diğer taraftan hedef süreye ulaşma yalnızca soruşturmayı yürüten savcı veya savcılık ile yargılamaya bakan hâkimin performansına bağlı olarak değerlendirilmektedir. Hâlbuki makul sürede adli işlem veya makul sürede yargılama yapılması başkaca birçok faktöre bağlıdır. Bu noktada özellikle hukuk yargılamasında tarafların davayı uzatmaktan kaçınması, gerekli dava malzemesini zamanında getirmesi ve kendisini avukatla temsil ettirmesi makul sürede yargılamayı sağlayacak önemli noktalardır. Türk hukukunda avukatla temsil zorunluğu mevcut değildir. Yargılama gibi teknik bir hususun bu konuda uzman olmayan taraflarca yürütülmesi hukuk davalarının makul sürede gerçekleşmesini engelleyen en önemli unsurlardan biridir.

Diğer taraftan kanunda taraflar için getirilmiş olan belirli bir usul işlemi gerçekleştirmek için hâkim tarafından süre verilmesi hususu da bazı hâllerde taraflarca suiistimal edilebilmektedir. Süresinde işlem yapılmamasıyla birlikte hâkim tarafından verilen süre kesin bir süre değilse; yeniden süre verilmektedir. İşlem süresinde yapılmadığı içinse yargılamaya devam olunamamaktadır. İş yükünden dolayı bilhassa hukuk davalarında oturumların en erken altı ay arayla yapılabildiğini de belirtmek gerektedir. Bütün bu mülahazalar birlikte değerlendirildiğinde adli soruşturmanın ama bilhassa da yargılamanın hedef süre içerisinde sonuçlandırılamaması yalnızca hâkim ve savcılara atfedilecek bir eksiklik olarak değerlendirilemez.

Kanun Yollarında Makul Sürede Yargılama

Teknik anlamda kanun yolu, derece mahkemesi kararını denetleyen bir üst mahkeme olarak tanımlanabilir. Türk hukukunda adli ve idari yargıda iki dereceli üç aşamalı bir yargı sistemi mevcuttur.

Adli ve idari yargıda iki derece mahkemesi ve bir de temyiz merci olan Yargıtay ve Danıştay bulunmaktadır. Yukarıda detaylıca incelediğimiz ilk derece mahkemesi, tahkikatın en geniş çerçevede gerçekleştirildiği yargılamadır. İlk derece mahkemesinin kararına karşı gerek adli yargıda gerekse de idari yargıda istinaf yoluna müracaat edilebilir.

İstinaf, çalışmaları ve gerekli kanun değişiklikleri çok önceden yapılsa da adli yargıda 2016 yılında yürürlüğe girmiş bir kanun yoludur. İstinaf yargılamasını yürüten bölge adliye mahkemeleri ve bölge idare mahkemeleri hem bir derece hem de bir kanun yolu mahkemesidir. Bölge adliye mahkemeleri ve bölge idare mahkemelerinin derece mahkemesi hüviyetinde olmasının sebebi, tıpkı ilk derece mahkemeleri gibi vakıa incelemesi yapabilmesi ve delilleri değerlendirebilmesidir. Öyle ki bölge adliye mahkemesi gerektiğinde oturumları duruşma açmak suretiyle yaparak tarafları dinleyebileceği gibi tanıkları dahi yeniden dinleyebilir (HMK, m. 353, CMK, m. 281). Bölge idare mahkemeleri de hukuka aykırı bulması halinde ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak, işin esası hakkında yeniden karar vermektedir (İYUK, m.45/4).

Bölge adliye mahkemesi ve bölge idare mahkemesinin kararı şayet temyiz edilebilir (temyizi kabil) bir kararsa bu karara karşı temyiz yoluna müracaat edilir. Temyiz mahkemesini yürüten Yargıtay ve Danıştay ise bir derece mahkemesi olmayıp saf bir içtihat mahkemesi karakterindedir. Dolayısıyla temyiz merci Yargıtay ve Danıştay, istisnai hâller dışında vakıa tespiti yapamaz. Yargıtay ve Danıştay esas olarak dava dosyasına giren vakıa ve delillerle bağlı olarak temyiz incelemesini yürütür ve dava malzemesinin hukuka uygun olarak değerlendirilip değerlendirilmediğini; hâkimin hukuki çıkarımının isabetli olup olmadığını inceler.

Buna göre adli ve idari yargıda istinaf ve temyiz olmak üzere teknik anlamda iki kanun yolu mevcuttur. Kanun yolunda vakıa incelemesi de yapıldığı için istinafta inceleme daha geniştir. Buna karşın temyizde kanun yolunda karar yalnızca hukuk kurallarına uygunluk yönünden incelenir.

Kanun yolu yargılamasında makul sürenin söz konusu olabilmesi hâkim ve savcı sayısı ile iş yükü arasında dengenin sağlanabilmesiyle mümkün olacaktır. Yıllara göre adli yargıdaki kanun yolu mahkemelerindeki dosya sayısı aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.

 


Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza ve Hukuk Dairelerinde Açılan Dosya Sayılarının Görünümü (2017 – 2021)

Kaynak: Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Adli İstatistikler 2021


 

 Bölge Adliye Mahkemeleri Savcı Başına Düşen Dosya Sayılarının Görünümü (2017 – 2021)

Kaynak: Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Adli İstatistikler 2021


Şekil 5 ve Şekil 6 birlikte değerlendirildiğinde, elbette istinaf kanun yolunun yürürlük tarihi de hesaba katılarak 2017-2021 yılları arasında bölge adliye mahkemelerindeki dosya sayısının önemli ölçüde arttığı görülmektedir. Bu artışa rağmen 2021 yılına doğru hâkim başına dosya temizleme oranı da oldukça yüksek bir seviyeye çıkmıştır. Bunda şüphesiz bölge adliye mahkemelerindeki hâkim ve savcı sayısının artmasının önemli katkısı bulunmaktadır.

2021 yılında bölge adliye mahkemelerinin baktığı dosya sayısı 1.842.280 olmuştur. Bunlardan 938.000’i hukuk dosyasıdır. Nüfusu ülkemize yakın olan (65 milyon) Kıta Avrupası ülkesi Fransa’da ise ikinci derece mahkemesi cour d’appel tarafından 2020 yılında bakılan yeni dosya sayısı 171.307 olmuştur. Yeni dosya sayısı bakımından aynı oran bölge adliye mahkemelerinin hukuk dairelerinde 556.446’dır. Buna göre ülkemizde ikinci derece mahkemelerinin dosya sayısı Fransa’daki muadilinden neredeyse beş misli daha fazladır. Bu husus, Türkiye’de makul sürede yargılamanın önüne geçen asıl sorunun mahkemelerimizdeki iş yükü olduğunu göstermektedir. Bu hususlar değerlendirme bölümünde ayrıca ele alınacaktır.

Yukarıda gösterilen bölge adliye mahkemelerinin dosya temizleme oranı dikkate alındığında bölge adliye mahkemelerindeki yargılamaların bir yıldan biraz daha fazla sürdüğü anlaşılmaktadır. Fransa’daki dosya sayısı dikkate alındığında ise cour d’appel tarafından yapılan yargılamalar yaklaşık on bir ay sürmektedir. Ancak Fransız hukukunda istinaf sistemlerinden geniş istinafın uygulandığını ifade etmek gerekmektedir. Geniş istinafta vakıa incelenmesi neredeyse ilk derece mahkemesindeki gibi detaylı olarak yapılmakta; oturumlar muhakkak duruşmalı olarak gerçekleştirilmektedir.

Temyiz mahkemesi Yargıtay’daki dosya sayısı istinaf kanun yolunun yürürlüğe girmesiyle birlikte gözle görülür ölçüde azalmıştır. Zira gerek temyiz parasal sınırının ve ceza sınırın yükselmesi gerekse de ikinci bir kanun yolu tesisi sebebiyle birçok karar hukuki niteliklerinden ötürü temyizin konusunu oluşturmamaktadır. İş yükünün azalması ile birçok Yargıtay Dairesi kapatılmış; temyiz yargılaması gözle görülür biçimde hızlanmıştır.

 

Tablo. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Hukuk Daireleri’ndeki Dosyaların Ortalama Karara Bağlanma Süresi, 2014 - 2020 

Kaynak: Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Adli İstatistikler 2021

Tabloda 2014 ve 2016 yıllarındaki dosya sayısının esasen 2021 yılına göre daha az olduğu göze çarpmaktadır. Ancak yalnızca bu veri üzerinden değerlendirme yapmak yanıltıcı olabilir. Zira 2021 yılına kadar birçok hukuk ve ceza dairesinin kapanmasına karar verilerek Yargıtay’ın gerçek bir içtihat mahkemesi hüviyetine dönüştürülmesine gayret edilmektedir. İş bölümüne ilişkin kararlar alınmasına rağmen bir temyiz mahkemesinde ne kadar çok daire sayısı varsa temyiz mahkemesi dairelerinin farklı karar verme ihtimali de bir o kadar artmaktadır. Bu husus bir temyiz mahkemesi için asla söz konusu olmaması gereken bir durumdur. Yargıtay’ın dairelerinin kapanması da içtihat birliğini sağlama amacı ve fonksiyonuna sahip temyiz mahkemesini bu amaca yaklaşmasını sağlamaktadır.

Yukarıda belirtilen sebeplerle tabloda makul bir değerlendirme yapabilmek için istinaf kanun yolunun yürürlüğe girdiği 2016 tarihinin bir yıl sonrası 2017 yılını ölçüt olarak almak isabetli olur. Buna göre 2017 yılında 451 olan karara bağlama süresi 2021 yılında 162 olmuştur. Buna göre temyiz kanun yolunda makul sürede yargılama yapılması bakımından önemli bir iyileşmenin olduğu ortadadır. Aşağıdaki tablodan benzer bir iyileşmenin Yargıtay’ın ceza daireleri bakımından da söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.


TabloYargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Daireleri’ndeki Dosyaların Ortalama Karar Süresi, 2014 – 2021

Kaynak: Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Adli İstatistikler 2021


Temyiz mahkemesi Yargıtay, mevcut mevzuata göre ancak bozma, onama ve düzelterek onama kararı verebilmektedir. Bozma kararı verilmesi hâlinde dosya duruma göre ilgili bölge adliye mahkemesine veya ilk derece mahkemesine gönderilmekte; derece mahkemesi tarafından yeniden yargılama yapılmaktadır. Bu hâlde de verilen karar istinaf veya temyiz kanun yolu için söz konusu olan parasal sınırı aşıyorsa taraflar, istinaf veya temyiz kanun yoluna müracaat edilebilmektedir. Bu hâlde uyuşmazlık öngörülemeyen biçimde uzun sürebilmektedir.

Alman ve Fransız hukuklarında bazı hâllerde bozma kararı yerine temyiz mahkemesi hüküm vererek uyuşmazlığı tamamen sona erdirebilmektedir. Vakıaların ve delillerin tam olarak toplanmasına karşın kararın hukuka aykırı olduğu hâllerde temyiz mahkemesi de hüküm verebilmelidir. Bu yönde bir düzenleme, bazı hâllerde bozma kararıyla yargılamanın lüzumsuz yere uzamasının önüne geçebilir.

Sonuç ve Değerlendirme

Makul sürede yargılama, yargılamanın ve adli prosedürün objektif olarak hak ettiği süre içerisinde gerçekleştirilmesini konu almaktadır. Yargılama şüphesiz ki birçok teknik unsur barındıran bir prosedürler bütünüdür. Bu prosedürlerin tam olarak uygulanması şekil kurallarına uyulmasının bir gereğidir. Şekil kurallarına uyulmasıyla keyfilik engellenmiş olur. Bütün bu kuralların uygulanması ise elbette belli bir zaman almaktadır.

Makul sürede yargılamanın, uyuşmazlığa hak ettiği incelemeyi yapabilecek zaman tanıma ve lüzumundan fazla sürede yargılama yapmamayı içeren iki boyutu olduğuna yukarıda değinilmişti. Bununla birlikte Türkiye ve birçok ülkede makul sürede yargılamanın ikinci boyutu olan uzun yargılama süreleri üzerinde durulmaktadır.

Makul sürede yargılama temel olarak iki unsurla alakalıdır. Makul sürede yargılamanın söz konusu olabilmesi için dosya sayısı ve adli personel arasındaki dengenin gözetilmesi gereklidir. Türkiye’de son yıllarda yapılan birçok iyileştirmeyle birlikte makul sürede yargılama bakımından önemli adımlar atıldığı ifade edilebilir. Bu iyileştirmeler şu şekilde sıralanabilir.

  • Son beş yılda hâkim ve savcı sayısı dörtte bir oranında artırılmıştır. 2021 yılında hâkim sayısı 15.614, savcı sayısı ise 7.489’a ulaşmıştır.
  • Mahkeme ve savcılıklar önündeki dosya sayısının azaltılması için uzlaştırma ve hukuk uyuşmazlıklarında dava şartı olarak arabuluculuk kurumları kabul edilmiştir. Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığının verilerine göre iki kurum da savcılık ve mahkemeler önündeki dosya sayısının azalmasına önemli katkılar vermektedir.
  • Yargıda hedef süre uygulamasıyla soruşturma işlemleri ve yargılamalar bakımından ortalama süre hedefi konularak adli birimlerin makul sürede işlem ve yargılama yapması teşvik edilmiş; aynı zamanda denetim altına alınmıştır.
  • 2016 yılında istinaf kanun yolunun yürürlüğe girmesiyle birlikte Temyiz Mahkemesi Yargıtay’ın dosya sayısında gözle görülür bir azalma olmuştur. Gelecek dönem için de dosya sayısı azalma trendindedir.

Bu önemli iyileştirmeler elbette adli kurumları merkezine almaktadır. Ancak yalnızda adli kurumlara yönelik reformlarla makul sürede yargılama yapılmasının sağlanamayacağı kanaatindeyiz. Makul sürede yargılama yapılması meselesi aynı zamanda adli işlemlerin ve yargılamanın layıkıyla yerine getirilmesiyle birlikte düşünülmelidir. Dosyaların temizlenmesi ile gerçekten usulüne uygun ve tam bir muhakemenin gerçekleşmesi arasındaki denge mutlaka korunmak zorundadır.

Makul süre ile birlikte yargılamanın kalitesinin artırılması öncelikle hâkimler ve savcılar da dâhil olmak üzere adli personelin iyi bir eğitim almasıyla söz konusu olur. Hukuku iyi bilen bir kimse, önüne gelen uyuşmazlığı vasat bir bilgiye sahip kimselere göre daha iyi çözümleyecektir. Bu noktada adli personelin kendini geliştirmeye teşvik edilmesi şarttır. Bu husus aşağıda tekrar ele alınacaktır.

İyi yetişmiş ve alanına hâkim bir adli personel yapısı kadar makul sürede yargılama için taraflara da önemli görevler düşmektedir. Türk hukukunda birçok hukuk sisteminin aksine avukatla temsil zorunluluğu uygulanmamaktadır. Bilhassa yargılama gibi teknik bir alanda tarafın bu hususta uzman olan avukatla temsilini zorunlu kılmamak, yargılamanın kalitesini önemli derecede düşürmektedir. Bu da elbette yargılama için öngörülen makul sürenin aşılmasına sebep olabilmektedir.

Yukarıda da belirtildiği gibi makul sürede yargılamanın en önemli unsuru elbette iyi yetişmiş bir adli personel grubuna sahip olmaktır. Maalesef ülkemizde iş yükü problemi, adli personelin kendisini teorik anlamda çalışmalar yapması ve mesleki tatmin sağlamasının önüne geçmektedir. Yukarıda ilgili bölümlerde gösterilmeye çalışıldığı gibi Türkiye’de adliyenin iş yükü nüfus bakımından muadili ülkelere göre çok daha fazladır. Böyle bir iş yükü altında olan adli personelin kendisini geliştirmesi ve mesleki tatmin sağlaması da zor olmaktadır.

Buna göre makul sürede adli işlem ve yargılama yapılması için sorumluluğun yalnızca adli kurumlara ait olduğunu ifa etmek güç gözükmektedir. Toplumsal olarak uyuşmazlıkların adli mercilere aksettirilmesi gibi bir eğilimin olduğu muhakkaktır. Hâlbuki uyuşmazlıkların daha hızlı şekilde halledilmesi bekleniyorsa öncelikle uzlaşma anlayışının gelişmesi gerekmektedir. Bilhassa hukuk uyuşmazlıklarında tarafların ihtiyati arabuluculuğa ya da tahkime müracaat etmeleri uyuşmazlıkların makul sürede çözülmesine önemli katkı sağlayacaktır. Toplumda uyuşmazlıkları uzlaşmak yerine adli merciler aracılığıyla çözme eğilimi devam ettikçe istenilen makul sürede yargılama yapılmasını sağlamak mümkün olamayacaktır.