27 Mayıs 2020

Pandemi Sonrası STK'ların Odaklanması

 

STK’ların gönüllü katılım ve destekleri ile faaliyetlerini sürdürdüğü gerçeği, onları yönetim performansı, kurumsallaşma ve hedef kitle odaklılık bakımından daha duyarlı hareket etmeye zorlar. Nihayetinde nakdi ve ayni gönüllü desteklerinin ilgili STK’nın amaçlarına uygun bir şekilde ulaştırılması esastır. Makro ölçekte ise amaçlanan her STK’nın dar çevreden başlamak üzere kamu yönetiminin eksik kaldığı yerlerde toplumsal eşitsizliklerin giderilmesine katkıda bulunmak, toplumdaki paylaşma ve dayanışma duygu ve değerlerinin güçlenmesine olumlu destek vermek ve nihayetinde toplum olmanın asgari ortak paydasında buluşabilme duygusunu geliştirebilmektir. Daha da sade bir ifadeyle, insanın acizliğinin farkına varması ve paylaşmanın verdiği haz ile insanın insan olmasını hatırlamasına sağladığı katkılarla gündeme gelir STK’lar. Bu sebeple insan malından, vaktinden ve sahip olduğu bilgi ve birikimden vakfetmek suretiyle, en yakın çevresinden başlamak üzere topluma karşı sorumluluğunun gereğini de yerine getirmiş olur. Öte yandan inancı gereği sahip olduğu her birikimi de olmayanlarla paylaşması suretiyle borcunu ödemeye çalışır.


Yüzyıllar boyunca vakıf geleneğinin çok güzel örneklerine sahiplik yapmış bir medeniyetin mensupları olarak, biçim ve içerik olarak vakıf geleneğini çok fazla koruyamamış olsak da özellikle problemlerin yoğunlaştığı, paylaşma ve dayanışmanın çok önemli hale geldiği özel durumlarda bu güzel geleneğin farklı formları ile hayata geçirilebildiğini yaşı genç olanlarımız da yaşayarak görmüş oldular. Bu bağlamda çok farklı amaç ve form değişiklikleri ile STK’ların geliştiği de gözlemlenmektedir. İçinden geçtiğimiz ve COVİD-19 olarak isimlendirilmiş olan coronavirüs pandemisi döneminde de farklı form ve biçimdeki STK’ların son yıllardaki kazanımlarının da etkisiyle yüz yüze temasın çok fazla mümkün olmadığı bu günlere ilişkin farklı paylaşma ve dayanışma örneklerine şahit olundu ve olmaya da devam etmekteyiz.

Bu süreç gündelik çalışanlar ve yetenekleri kapsamında bu çalışma özellikleri bakımından başkaca bir geliri olmayan oldukça fazla insanımız ve onların ailelerin geçimi ve hayatlarını sürdürebilmeleri bakımından son yıllarda fazlasıyla artmış olan eşitsizliği büyüttü. Sürecin devamındaki gelişmelere bağlı olarak muhtemelen daha fazla sayıda insan artan eşitsizlikten olumsuz etkilenmeye devam edecek gibi görünmektedir. Yeni iş modelleri, değişen meslekler ve uzaktan çalışma ya da esnek çalışma modellerinin iş dünyasında daha fazla benimsenme eğilimlerinin artacağına ilişkin sinyallerle birlikte değerlendirildiğinde, daha fazla toplumsal dayanışmaya ihtiyaç duyulacağı kesin gibi gözüküyor.


STK’ların kısa vadede özel dönemlere ilişkin bundan önceki pek çok başarılı imtihanlarına benzer şekilde bu süreçte de genel olarak oldukça iyi bir sınav verdiği, hızla gelişen, geliştirilen ve uygulamaya geçirilen paylaşma ve dayanışma eylemleriyle işsiz kalanlar ile onların ailelerine yönelik desteklerle görüldü. Kamunun böylesine büyük bir boşluğu doldurmasının mümkün olmayacağını anlayan kişiler hem birey olarak hem de STK’lar eliyle kısa sürede dayanışma süreçlerini devreye alabildi ve kapitalizmin çok daha ileri seviyelerine erişmiş toplumlarında gözüken benmerkezci, bencil, pragmatist ve hatta oportünist davranış kalıpları yerine, çok daha diğerkâm ve paylaşımcı değerlerle eşitsizlikten etkilenenlere katkılar verilmeye çalışıldı.

İçinden geçilen pandemi sürecinin ekonomik, sosyal ve psikolojik etkilerinin yoğun olarak yaşanmaya başladığı döneme henüz girilmediğini düşünüyorum. Yaklaşık yüz yılda bir dünya ölçeğinde etkili olan böylesi süreçlerin tarihteki benzerlerinden farklı olduğu da bir gerçek. Küreselleşmeyi oldukça içselleştirdiğimiz bir dönemde bu süreci yaşıyor olmanın şoku ve sonrasındaki etkilerinin farklı olacağını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Diğer bir ifadeyle, bu süreci tarihteki benzerlerinden farklı kılan küreselleşmeye alışkın bir dünya insanlığının hemen hemen tamamıyla bu süreçle birlikte yaşamış olduğu şaşkınlık olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu sürecin etkileri ve sonuçlarının da küresel ölçekte yükü fazla olacaktır. İnsanların pek çok ihtiyaçlarının ve aynı zamanda işletmelerin girdi taleplerinin küresel tedarik zincirine ve lojistiğe bağlı olduğu günümüz dünyasında bu bağımlılığın etkilerinin nelere yol açabileceği yaşandı. Özellikle günlük hayatın idamesi için gerekli, gıda ve tarımsal ürünler, sağlık araç gereçleri, ilaçlar, enerji ve su gibi ürünlerin ne denli stratejik olduğu ve küreselleşme tedarik zincirindeki aksamalarla birlikte insanlığın gündelik hayatını sürdürebilmesinde ne denli kırılganlıklar yaşanabileceği müşahede edilmiş oldu. Ülke yönetimleri hızla korumacı ekonomi politikalarını devreye alma, stratejik ürünlerin ihracatına engel koyma ve kendi üretim kapasitelerini artırma gayretine giriştiler doğal olarak. Bu ve benzeri ekonomi politikalarının sürdürüleceği tahmin edilebilir. Her ne kadar küreselleşmeden geri dönüş olmayacağına dair beklentiler daha fazla olsa da bu korumacı ekonomi politikalarıyla birlikte talepte daralmalar ve işsizlik konularının ekonomi yönetimlerini çok daha fazla meşgul edeceği açık görünüyor. Bu gelişmelerle birlikte biraz önce ifade etmeye çalıştığımız eşitsizlik konuları da daha fazla konuşulacak gibi duruyor.


Tam da bu noktada STK’ların bu yeni dönem için faaliyet odaklanması konularına daha fazla önem vermeleri gerektiğini ifade etmek faydalı olacaktır. Özellikle eşitsizlik artışından daha fazla olumsuz etkilenmesi beklenen insanların yeteneklerine katkı sağlamaya yönelik STK çabalarına, gönüllülerin yeni iş modellerine uyum sağlayabilmelerine katkı noktasında yetenek geliştirme çabalarına katkı verecek açılımlara çok daha fazla ağırlık verilmesi gerekeceği söylenebilir. Bu bağlamda STK’ların kurumsal kapasite geliştirmelerinde gönüllüler eliyle yetenek geliştirme programları başlatmalarının uygun olacağını ifade edebiliriz. Böylelikle hem gönüllüler kendi yeteneklerini gözden geçirmiş ve hem de medeniyetimizde var olan sahip olduklarımızın borcunu ödemek sorumluluğunu da yerine getirme erdemine erişmiş olabilirler. Büyüyen eşitsizlikten daha fazla etkilenme potansiyeli olanlara bu şekilde sürekli balık vererek atalete sevk etmektense onlara balık tutmanın öğretildiği STK yapılanmasına geçilmiş olacaktır. Böylesi bir yapılanma ile STK’ların yaşadığımız dönem ve sonrası için çok daha elzem hale geleceği anlaşılan, odaklanma konusu bakımından da daha hassas bir kurumsal gelişim içerisine girmeleri mümkün olabilecektir.


Bu süreçle birlikte üretim ve tüketim dengesinin önemi ekonomi için nasıl daha iyi anlaşıldı ise STK’lar için de kaynak ve kullanım dengesinin önemi de benzer şekilde daha iyi bir şekilde anlaşılmıştır diye düşünüyorum. Odaklanma konusuna verilecek önemle birlikte her gönüllü kuruluş da kurumsal kapasitesi ile gönüllü yeteneklerini daha etkin ve verimli kullanabilmenin yol ve yöntemleri üzerinde daha fazla kafa yormaya başlamalıdır.


STK’ların odaklı çalışmaları ve gönüllü yetenekleri konularında üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus ise, hayata katılan yeni jenerasyonların gönüllü çalışmalara, STK’lara nasıl baktıklarının anlaşılmaya çalışılması yanında onların paylaşma ve dayanışma kültürlerinin nasıl şekillendiği konularına da kafa yorulmasıdır. Bu bağlamda STK’ların yeni jenerasyonların gönüllülük, paylaşma ve dayanışma kültürlerinin oluşumunda örneklik etme rolleri olduğu unutulmamalıdır. Gerçekleştirilen hemen her kampanyanın yeni kuşaklar üzerindeki etkileri de önemsenmeli ve onların farklı yetenekleri dikkate alınmak suretiyle onların rahatlıkla uyum sağlayabileceği yeni STK iş modelleri üzerinde de çalışılmalıdır.