Uzman Görüşü

Sınırlarımızı ve Sınırlandırmayı Tanımak Bakımından 2019’da Gündemimiz Hukuk muydu?

Osman Vahdet İşsevenler

Yalova Üniversitesi


Her modern toplum; düzen, öngörülebilirlik, istikrar vb. nitelikleri haiz olma gayesi güdüyorsa hukuk düzeninin parçaları olan tek tek normlardan evvel hukukun kendisini gündemine alması ve hukuk devleti olma zorunluluğu ile yüzleşmesi gerekir. Bu bağlamda Dicey’in hukuk devletinin ilkeleri arasında toplumda hukuk ruhunun etkin olması gereğinden bahsettiğini hatırlamamız önemlidir.  Hukuk ruhunun kabaca, düzenin hukuk eliyle kurulacağı ve korunacağı yönündeki mutabakat ve beklentiyi ifade eden bir duygu yahut tutum olduğunu ifade edebiliriz. Bizlerin bu tutumu sergileyip sergilemediğini sorgulamak adına 2019 yılında gerçekleşmiş birtakım olaylara hızlıca bakalım.


Şubat ayında bir savcı, kendisiyle aynı saatte halı sahayı kullanmak isteyen öğretmenleri gözaltına aldırdığı iddiasıyla gündeme gelmişti. Mayıs ayında ise bu sefer bir hâkimin kendisinin şikâyetçi olduğu davanın hâkimi olduğunu yazdı gazeteler. Konumuz bakımından farklı olmayan bir diğer haber ise baklavacı kardeşler hakkında. Hatırlanacağı üzere bu olayda ilgili kişiler, araçlarından inip uyuşmazlığa düştükleri kişinin aracı üzerine çıkıp aynasını parçalamıştı. Bu olayların her birinde pek doğaldır ki odak konusu olan kişiler, bir şekilde kendilerinin en azından bahsedilen eylemleri işlerken haklı olduğunu iddia etmektedirler. Her birinin farklı gerekçeleri olabilir, bu önemsizdir. Önemli olan bir şekilde haklı olduğunu düşünenin hakkını almak için ne gerekiyorsa onu yapabileceği hususunda tereddüdünün olmamasıdır. Yani kimin haklı olduğunun ve bir hakkın karşılığının nasıl verileceğinin nesnel/genel değil öznel ölçütleri olmasıdır. Hâlbuki hukuk düzeni gayrişahsi bir düzendir, iktidar bu düzende hukukundur ve ne bu durumların hakça olduğuna kişi karar verir ne de hukuki yetkiyi kullananların şahsi nitelikleri önem arz eder.


Hukuk devleti denilince ilk akla gelen durum, yasaları yapanların da yasalarca sınırlandırılmış olmasıdır. Bu, yasaları yapanların elinde yasa yapma gücü bulunanların işledikleri norm dışı edimler hususunda kayrılmamasından öte yasa yapma faaliyetini yine yasanın çizdiği daha doğrusu yasallık fikrinin çizdiği sınırlar içerisinde yürütmesini ifade eder. Basitçe yasa yapmak bir yetkidir ve bu yetki ancak belirli sınırlar içerisinde yani belirli amaçları gerçekleştirmek üzere kullanılabilir. Adı üzerinde bu kişiler yasa yapıcıdır, sınır getirecek olanların sınırsız olması diğer bir ifadeyle yasa yapmak gibi üst düzey bir yetkiyi haiz olanların keyfî olabilmeleri ne mantıken ne de işin doğasına binaen savunulabilir değildir. Bu durum yasaların esas yapıcısı halk için de geçerlidir. Abes bir örnek verelim: Bir ülkedeki tüm halk aynı yönde kanaat belirtse dahi hırsızlık, cinayet vb. her ülkede ortak olan yasakları serbest bırakan bir yasa, demokratik meşruiyet gerekçe gösterilerek savunabilir mi? Aynı durum yasa yapımına varmayan günlük edimlerimiz için de geçerlidir. İstemek, haklı olmak değildir. Hak, Hegel’in, Fichte’nin belirttiği gibi ötekiyle girilen tanıma ilişkisinde edimselleşir. Kişi kendi davasının hâkimi ve savcısı olamaz. Açıktır ki hukukla yönetilmek isteyen herkesin öznel olanın hakkın gerekçesi olamayacağını kabul etmesi gerekir. Bununla beraber içerik, ötekiyle girilen tanıma ilişkisinde oluştuğu gibi bu içerikten görece bağımsız olan sabit bir hakikat var ki o da hakka dayalı düzenin aynı zamanda biçim düzeni oluşudur yani usulün hakkı belirlediğidir. Usul hukuku bu yüzden vazgeçilmezdir: Meşru bir istek, usulsüz gerçekleştirilirse başka hakların ihlaline sebep olmakla kalmaz bizatihi bu hakkın gerçekleşmesini de engeller. Adaletin, intikam duygusunun tatmini olmadığını biliyoruz.


Hülasa evveliyatla gündelik pratiklerde kendi kendinin yargıcı olma huyunu terk etmek, hukuk devletiyle tekâmülünü tamamlayan toplumsal formasyonun öncelikli adımıdır; kişinin sosyal statüsüne göre ona uygulanacak kanunların değişmemesi, olağan kanunlar ve olağan mahkemelerce yargılanma, yasa koyanın yasayla sınırlı olması gibi yapısal özelliklerin sergilenebilmesi bu hususu idrak etmiş özneleri gerektirir.


Şimdi tekrar soralım: Ötekini, sınırlarımızı ve sınırlandırmayı tanımak gündemimizde mi?