Sendikalar

Sendikal örgütlenme, çalışanların kendilerini sosyal ve ekonomik tehlikelere karşı korumalarında etkili olmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde önceleri Ahilik, Loncalık gibi esnaf birlikleri tarafından yapılan, çalışanların özlük haklarını koruyucu düzenlemeler, Sanayi Devrimi ile birlikte sendikalar tarafından yerine getirilmeye başlanmıştır (Saymen, 1948, s. 82-83). Ekonomik sistem içerisinde, çalışanların hak ve özgürlüklerini koruyucu düzenlemelere yer vermesinden dolayı sendikal örgütlenme, demokrasi ile yönetilen toplumların önemli özelliklerinden birisidir (Yorgun, Delen ve Bektaş, 2018, s. 1918). Örgütlenmede temel mantık, çalışanların kendilerinin tek başlarına gerçekleştiremeyecekleri işleri, sendika çatısı altında birlikte hareket ederek yapabilecek duruma gelebilmeleridir (Cradden, 2013, s. 55-56). 


Türkiye’de sendikal özgürlük 1947 yılında çıkarılan 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun ile getirilmiştir. 1963 yılındaki 274 sayılı Kanun ile ilk defa grev özgürlüğü sağlanmış olup, bunu 1983 yılında çıkarılan 2821 sayılı Kanun takip etmiştir. Günümüzde geçerliliği olan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ise 2012 yılında çıkarılmıştır. 


Türkiye’de sendikalaşma oranı OECD ülkelerinin gerisindedir. Her ne kadar son 10 yıllık dönem içerisinde sendikalaşma oranlarında az da olsa artış yaşanmış olsa da 2013 yılında % 8,88 olan sendikalaşma oranı (1.032.166 / 11.628.806), çoğu OECD ülkesinin gerisinde olup, 2020 yılı Temmuz ayında açıklanan son verilere göre % 13,66 (1.946.165/14.251.655) şeklinde gerçekleşmiştir. OECD ülkeleri istatistiklerinde ise kayıt dışı çalışanlar da dikkate alındığı için Türkiye’deki sendikalaşma oranı % 9,2 (2018) olarak açıklanmıştır. Türkiye’de SGK’nın açıkladığı verilere göre her üç çalışandan biri (2018 yılı % 33,41) kayıt dışı çalışmaktadır (www.sgk.gov.tr). Bu durum çalışanların birçoğunun sendika içerisinde yer alamaması anlamına da gelmekte olup, toplam çalışanların üçte ikisi sendika kurabilmekte, sendikalara üye olabilmekte ve sendikal mücadeleler içerisine girebilmektedir (Karakoyunlu, 2000, s. 546; Lordoğlu, 2000, s. 504). 


Türkiye’de sendikalaşma oranları kamu görevlileri ve işçiler arasında ciddi oranda farklılaşmaktadır. Sendikalaşma oranlarının kamu-özel sektör arasındaki dağılımlarına bakıldığında, sektörel olarak ciddi farklılıklar olduğu görülmektedir. Kamu görevlilerinin sendikalaşma oranı ile işçilerinki genel olarak karşılaştırıldığında, her ne kadar sendikalaşmada temel haklardan birisi olarak değerlendirilen grev hakkı olmasa da kamu görevlilerinin sendikalaşma oranının, işçilerin sendikalaşma oranlarından daha yüksek olduğu görülmektedir. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum ile 2001 yılında çıkarılan 4688 sayılı Kanun’da değişiklik yapılmış ve kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı getirilmiştir. Türkiye’de kamu görevlisi olarak çalışanların sendikalaşma oranları % 65,44 iken işçi statüsünde çalışanların sendikalaşma oranı ise % 13,66’dır (https://www. ailevecalisma.gov.tr/tr-tr/istatistikler/calisma-hayati-istatistikleri/sendikal-istatistikler). Sendikaların çok büyük bir bölümü yıllardır, daha kolay ve zahmetsiz örgütlenme imkânı sağlayan kamu sektöründe örgütlü bulunmaktadır (Uçkan ve Kağnıcıoğlu, 2009, s. 54). Kamu görevlilerinin özlük haklarının özel sektörde iş sözleşmesi ile çalışanlara göre daha güvenceli olması da özel sektörde sendikalaşma oranlarının düşük olmasında etkili olabilmektedir. 


Türkiye’de toplu pazarlık yapma düzeyi sendikalaşma oranlarının gerisindedir. Çalışma hayatında oluşmuş olan her bir Toplu İş Sözleşmesi (TİS), sendikalaşmanın gücünü de göstermektedir. Sendikalaşma oranlarını göstermesi açısından da önemli bir veri olarak değerlendirilebilir. Genel olarak iş kolu sendikacılığının benimsendiği ülkemizde, yetkili sendikanın belirlenmesinde geçerli olan kurulu bulunduğu iş kolunun % 3’ünü üye yapma şartı, daha çok çalışanı temsil edebilmesi amacıyla 2014 yılında % 1’e düşürülmüştür. Aşağıdaki tablodaki verilerden hareketle, her yıl farklı sayıda TİS imzalandığı için ortalamasına bakıldığında yıllık yaklaşık 500.000 çalışanın TİS’ten yararlandığı ortaya çıkmaktadır. Oysa ki sendikalı çalışan sayısının 1.946.165 olduğu düşünüldüğünde sendikalı çalışanların neredeyse yaklaşık olarak sadece ¼’ünün sendikaların çalışanlara önemli bir katkısı olan TİS hükümlerinden yararlandığı ortaya çıkmaktadır. 


Türkiye’de grev özgürlüğü olmakla birlikte, greve gidilmesinde bazı kısıtlamalar söz konusudur. Toplu pazarlık süreci her zaman için yapılan görüşmeler ve neticesindeki anlaşmalar ile toplu iş sözleşmesinin imzalanması şeklinde sonuçlanmayabilmektedir. Toplu pazarlık ya da toplu iş sözleşmesi hükümlerinin uygulanması aşamasındaki anlaşmazlıklar neticesinde çalışanlar işvereni kararından vazgeçirebilmek için grev gibi caydırıcı bir eylem içerisine girebilmektedir (Hicks, 1963, s. 146). Türkiye’de çıkar grevi bir “hak” olarak düzenlenmiş olup, toplu pazarlık aşamasında anlaşmazlık olması durumunda greve gidilebileceği yasal olarak düzenlenmiştir. Toplu pazarlık sürecinde elde edilen kazanımların uygulanmamasında ise greve gitmek yasal olarak düzenlenmediği için mahkemeler yoluyla hakların aranması tercih edilmiştir. 


Grev hakkının kullanımı ile ilgili çalışanların aleyhine bir durum da grevin bazı hâllerde Cumhurbaşkanlığı tarafından “genel sağlık ve millî güvenliğe tehdit olarak” değerlendirildiği sürelerde 60 gün süreyle ertelenebilmesidir ki bu durum aslında bir ertelemeden çok dolaylı yönden grevin yasaklanmasıdır. 


Yürürlükte olan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 63. maddesine göre, grev erteleme süresinin sonunda anlaşma sağlanamamışsa altı iş günü içerisinde taraflardan birinin başvurusu üzerine Yüksek Hakem Kurulu tarafından anlaşmazlık çözüme kavuşturulmaktadır ve alınan karar kesin hükmündedir. Türkiye’nin ILO tarafından eleştirilmesine ve problem yaşamasına da neden olan bu durum, grev hakkının dolaylı yönden yasaklanması anlamına gelmektedir (Caniklioğlu, 2013, s. 313). 


Sanayileşmenin ilk dönemlerinde uzun ve ağır çalışma saatleri, kötü çalışma koşulları vb. olumsuz özellikler, sendikasız çalışanlarla birlikte düşünüldüğünde, örgütlü hareket etmenin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle liberal ekonomik anlayış çerçevesinde gerçekleşen ilk sanayileşme tecrübelerinde, çalışanların emeklerinin karşılığını almak yerine emeklerinin sömürüldüğü birçok olumsuz olay yaşanmıştır. İşçi sınıfının oluşmaya başladığı ilk dönemler dikkatli bir şekilde değerlendirildiğinde kavramsal olarak sendika ifadesi kullanılsın ya da kullanılmasın örgütlü hareket etmenin çalışanlar için sağladığı yararlar daha farklı şekilde anlaşılmış olacaktır. Bu kapsamda son 10 yıllık süreçte sendikalaşma oranlarında niceliksel düzeyde artışlar gerçekleşmiş olsa da olması gerekenin çok altındadır. Bu durum TİS, grev vb. sendikal hakların kullanımını olumsuz etkilemektedir.


Tablo 9. Sendikalarla İlgili İstatistikler


*2013 Temmuz Verisi

Kaynak: Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı.