SALGIN SONRASI TOPLUM

Salgın ve Aile: Eski Eğilimler, Yeni Zorluklar

Mahmut Hakkı Akın

İstanbul Medeniyet Üniversitesi

Giriş


Covid-19 salgını bütün dünyanın olağan gidişatının değişmesine ve olağanüstü bir dönemin yaşanmasına sebep oldu. Bu olağanüstü dönemde pek çok ülkede belirli sürelerle sokağa çıkma yasakları, bazı sektörlerde çalışmaya ara verme gibi kısıtlamalar getirildi. Buna bağlı olarak toplum hayatının rutin sürekliliğinde kırılmalar yaşandı. Tarihsel tecrübe doğal afetler, salgın hastalıklar, savaşlar, ekonomik ve siyasi krizlerin sadece bir toplumsal kurumu değil, toplumu oluşturan bütün kurumları etkilediğini gösterdi. Covid-19 virüsünün dünya genelinde yayılmasında da benzer bir etki ortaya çıktı. Toplumsal hayatın sürekliliği kesintiye uğradı, bütün toplumsal kurumlar salgının oluşturduğu yeni şartlardan etkilendi.

Salgının en önemli etkilerinin görüldüğü kurumlardan biri de aile oldu. Ailenin insanlık tarihinde toplumsallık temelinde ilk ve kurucu kurum olduğu kabul edilir. Buna göre aile, yeme, içme ve barınma ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ekonominin; rol dağılımı ve kendi içinde otoriteye bağlı ast-üst ilişkileriyle siyasetin; sosyalleşmeye kaynaklık etmesiyle eğitimin ve manevi bir bağlanma ve dayanışma kaynağı olması dolayısıyla dinin bir arada var olduğu en temel kurum olarak tanımlanmıştır. Toplumu bütünüyle kendi içinde barındıran ve sürdüren bir kurum olduğuna ve bu özelliğinin başka hiçbir toplumsal kurumda bulunmadığına vurgu yapılmıştır. Tarım ve sanayi toplumlarında ailenin işlevleri üzerinden yapılan karşılaştırmalar, ailenin görevlerinin başka kurumlara ve toplumsal birimlere aktarıldığına ve zamanla birtakım farklılaşmalar yaşandığına işaret etse de aile var olmaya devam etmiştir.

Modern dönemde yaşanan krizler de aileyi etkilemiştir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecinde işçi ailelerin bütün fertleriyle uzun süreler fabrikalarda ve madenlerde çalışması, ailenin en çok etkilendiği ve yapısal değişime uğradığı süreç olmuştur. Bu nedenle toplumda yeni şartlara göre bir dayanışma üretme anlayışına sahip olanlar, ailenin korunması noktasında hassas görüşlere sahip olmuştur. Çünkü ailenin yaşadığı tahribat sadece ailenin mahremiyet sınırlarında kalmamış, diğer kurumları ve toplumu da bütünüyle etkilemiştir.

Toplumlar tamamen düzenli yapılara sahip olsalardı aileyi toplumsal bütünleşmeye sosyalleşme süreciyle dahil olan bir kurum olarak tanımlamak yeterli olabilirdi. Çünkü böyle bir durumda toplumların yerleşmiş normlarının ve değerlerinin nesillere aktarımının ve rol dağılımının kendi sürekliliğinde devam etmesi beklenirdi. Üstelik böyle bir durumda toplumsal değişme istisnai bir olay ve hatta sapma olarak kabul edilebilirdi. Aile, toplumsal değişmenin etkilerinin farklı şekillerde karşılık bulduğu bir kurumdur. Nesiller arasında değişime uyum sağlanabileceği gibi çatışmalar da çıkabilir. Bu etkiler, ailede çocuk sayısının azalması, yeni aile tiplerinin ortaya çıkması, kadınların ve erkeklerin evlilik yaş ortalamasındaki değişim, boşanma oranlarındaki değişim, boşanma sebeplerinin çeşitlenmesi, aile içi şiddet gibi pek çok ölçülebilen ve ölçülemeyen konu üzerinden takip edilebilir. Covid-19 salgınının sebep olduğu ve yaklaşık iki yıl devam eden olağanüstü dönem, bir toplumsal kurum olarak ailede farklı etkiler oluşturdu.


Kapanma Sürecinde Aile Dinamikleri


Salgın süreci, genel bir toplumsal karantina ürettiği için toplumun büyük kesiminin vaktinin çoğunu evde geçirmesine sebep oldu. Bu durum, insanlık tarihi açısından da olağanüstü bir durumdur. Çünkü ailenin kendi varlığını sürdürdüğü bu mekan, tarih boyunca aile fertlerinin her biri için belli sınırlılıklarda kullanılmıştır. Yerleşik hayata geçilmesiyle kadınların çocukların bakımına daha fazla vakit ayırmak zorunda olmaları sonucunda ev içinde daha fazla role sahip oldukları kabul edilmiştir. Buna rağmen bütünüyle ailenin bütün fertlerinin ev içinde kalmaları istisnai bir durumdur. İşte bu istisna hali, ailelerin bütün fertleriyle bir arada daha fazla vakit geçirmelerine ve yeni bir durumu tecrübe etmelerine sebep olmuştur. Salgının sebep olduğu bu durum hem çocuklar hem de ebeveynler için aile içi yeni bir sosyalleşme imkanı olarak tanımlanabilir. Çünkü bütün fertleriyle eve kapanmış ailenin ev içindeki hayatlarını yeniden düzenlemeleri gerekmiştir. Bu tecrübe, geçici olduğu düşünülse bile önemli bir değişimdir ve her değişim sürecinde olduğu gibi kendi içinde sorunlar üretme potansiyeline sahiptir.

Salgın döneminin başlarında kapanma kararları üzerinden salgının herkesi eşitlediği gibi söylemler özellikle medyada sıklıkla yer almıştı. Aslında salgın, olağanüstü bir süreç olarak eşitsizlikleri sürdürmenin de ötesinde yeni eşitsizlikler üretti. Ekonomik geliri iyi olup kapanmayla birlikte kazançlarında herhangi bir eksilme olmayanlarla dar gelirli olanların, işlerini kaybedenlerin ya da düzenli çalışamadıkları için ücretlerinde kesinti yapılanların salgın tecrübeleri farklı oldu. İş hayatında uzaktan çalışma imkanına sahip olan sektörler ile doğrudan metanın üretilmesi, taşınması ya da satılmasına bağlı sektörler arasında farklı tecrübeler yaşanmıştır. Bunun yanında ilkokuldan üniversiteye eğitimin internet üzerinden devam etmesi, internete erişim kaynaklarına sahip olma bakımından eşitsizliklere bağlı olarak farklı şekillerde tecrübe edilmiştir. Dolayısıyla kapanmaya bağlı olarak aile içinde bütün fertlerin rollerini yeniden düzenlemeleri, makro ve mikro etkilerin ürettiği karmaşık bir sürece bağlı olarak devam etmiştir. Bu karmaşık etkiler ve oluşan belirsizlik halinin aileler içinde de yönetilmesi gerekmiştir.





Şekil 56. Gelir grubuna göre “Aile ilişkilerim daha güçlü hale geldi” ifadesi (min. 1 – maks. 5)

Kaynak: Şentürk ve Bozkurt, 2022, s.192.


Her ne kadar makro veriler genel durumu ölçülebilir değerler üzerinden tespit etse de olağanüstü durumların ürettiği çatışma ve gerilimin bazı dayanışma örüntüleri ürettiği de kabul edilebilir. Bu nedenle aile dahil olmak üzere toplumsal kurumlarla ilgili tamamen genellenebilecek yargılardan ziyade alternatif durumların varlığına dikkat etmek gerekir. Olağanüstü durumun oluşturduğu gerilimi aile içinde aşmaya çalışmak, ailenin birincil ilişkilere kaynaklık etmesi, dolayısıyla birbirine daha da yakınlaştırması ve bağlaması gibi aileyi güçlendiren etkiler de yaşanabilmektedir. Burada ailenin kendini ve üyelerini korumacı bir anlayışla dayanışma üretme potansiyeli kendisini göstermektedir.

Bu durum salgın sırasında yapılan bazı araştırmalarda takip edilebilir. Salgın dolayısıyla kapanmanın ardından etkilerin ilk takip edildiği 2020’nin Nisan ayında 5.338 kişiden oluşan bir örneklem üzerinde yapılan bir araştırmada “Aile içi ilişkilerim daha güçlü hale gelmiştir” ifadesine “katılıyorum” diyenler %35,1 ve “kesinlikle katılıyorum” diyenler %19,5’tir. Aynı araştırmada “Ailemde iletişim problemleri arttı” önermesine “kesinlikle katılmıyorum” cevabı verenlerin oranı %28,7 ve “katılmıyorum” diyenlerin oranı %35’tir (Şentürk ve Bozkurt, 2022, s. 185-7).

Ayrıca evlerine dönen üniversite öğrencilerine yapılan geniş çaplı bir araştırmada “Aile içi ilişkilerimiz değişmedi” diyenlerin oranı %52,2 iken “İlişkilerimiz daha da iyileşti” diyenlerin oranı %35,9’dur (Barış ve Taylan, 2020, s. 26). Sınırlı örneklemler üzerinden yapılan çalışmalarda da değişen oranlara rağmen benzer bir durum tespit edilebilir (Özyürek ve Çetinkaya, 2021, s. 100). Dolayısıyla salgının aile üzerindeki etkilerinin sadece olumsuz olduğunu söylemek ve bu şekilde bir genelleme yapmak yanlış olacaktır.

Şentürk ve Bozkurt tarafından yapılan araştırma, gelir dağılımına göre aile içi ilişkilerin olumlu ve olumsuz değişmesinin anlamlı bir şekilde farklılaştığını göstermiştir. Salgın döneminde hane geliri yükseldikçe aile içi iletişimin olumlu etkilendiği ve en yüksek ortalamanın “orta üst” gelir grubuna dahil olanlara ait olduğu dikkat çekmektedir. Aile içinde iletişim problemlerinin arttığını söyleyenlerde en alt gelir grubundan en üst gelir grubuna doğrusal bir ortalama düşüşü takip edilmektedir. Aynı araştırmada meslekleriyle ve gelirleriyle ilgili kaygı yaşayanların bulundukları ailelerde aile içi iletişimle ilgili verilerin olumsuz ortalama değerlere sahip olduğu takip edilmektedir (Şentürk ve Bozkurt, 2022, s. 194-5).

 

Şekil 57. Gelir grubuna göre “Aile içinde iletişim problemleri arttı” ifadesi (min. 1 – maks. 5)

Kaynak: Şentürk ve Bozkurt, 2022, s.193 


Çocuklar

Salgına bağlı yeni sosyalleşmede aile içinde çocukların ve gençlerin ebeveynleriyle ilişkilerinde de değişmelere sebep oldu. Çocuklar, Covid-19 virüsünden biyolojik olarak ciddi şekilde etkilenmeseler de sürecin sosyal ve psikolojik etkilerine maruz kaldılar. Zira evin içinde kapalı bir hayatın çocuk sosyalleşmesi açısından riskleri bulunmaktadır ve aile içinde çocukların bu belirsiz ve olağanüstü durumdan etkilenmemeleri mümkün değildir. İngiltere’de salgından psikolojik olarak etkilenmenin çok fazla olduğu ve akıl sağlığı sorunları yaşayan çocuk sayısının 2017’ye göre 1,5 kat arttığı bilgisi haber kaynaklarında verilmiştir(Triggle, 2021).
İnsan Hakları Derneği’nin çocuklar üzerine yaptığı araştırmada salgın döneminde çocuklara yönelik ev içi şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yansımaları, eğitime erişim sorunları ve yoksullaşma riskleri tespit edilmiştir. Bu risklerin yanında araştırmada sosyalleşememe, kaygı artışı ve ebeveynlerle (bakım verenlerle) çatışma zorlukları da tespit edilmiştir (Sevinç vd., 2021, s. 33-4). Hayatın birden kesintiye uğramasıyla oluşan belirsizlik hali, toplumsal hayatı yaşama becerisi daha zayıf olan çocukların ve gençlerin tutum ve eylemlerini yönetmeleri konusunda bazı zorluklara işaret eder. Çocuk sosyalleşmesinin önemli bir unsuru olan okulun geçici olarak internet üzerinden sağlanması da genel eğitimde kesintiye sebep olmuştur. Bu kesintiler, çocukların birkaç yaş büyük ya da küçük akranlarıyla aralarında bazı sosyal ve kültürel mesafelerin oluşmasına sebep olabilmektedir. Özellikle internet kaynaklarına erişimi olmayan ve ebeveynlerinin eğitim seviyesi düşük olan çocuklar için salgının zorlayıcı etkileri daha belirgin yaşanmıştır.
TÜİK’in yaptığı araştırmalar ve tuttuğu kayıtlar, salgın döneminde çocuklarla ilgili yorum yapmaya imkan sağlamaktadır. Örneğin Tablo 1’deki TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verilerinde salgın yılları, mutluluk sebebi olarak çocukları görme oranının yükseldiği bir dönem olarak dikkat çekmektedir. Salgın öncesinde %12,8’e kadar gerileyen çocukları mutluluk sebebi olarak görenlerin oranı 2020’de %15’e ve 2021’de %16,8’e yükselmiştir. Bu oran, yıllara göre en yüksek orandır. Salgın döneminde çocukları etkileyebilecek en önemli olaylardan biri de boşanmalardır. Bir sonraki alt başlıkta detaylı tartışacağımız boşanma konusunda velayete verilen çocuk sayısı dikkat çekicidir. Salgın döneminde velayete verilen çocuk sayısında ciddi bir artış olmuştur. 2019’da 141 bin çocuk boşanma davası sonucunda velayete verilmişken, 2020’de yargılama süreçlerinin aksaması nedeniyle 126 bine düşmüş, ancak 2021’de 166 bine çıkmıştır. Olağanüstü bir dönem olan salgın döneminin boşanma oranlarında ve dolayısıyla velayete verilen çocuk sayısında artışa sebep olduğu görülmektedir. Salgın döneminde çocukların mutluluk sebebi olarak görülmelerindeki artış ile boşanmalara bağlı velayete verilen çocuk sayısındaki artışın aynı anda yaşanması da bu olağanüstü döneme özgü bir durum olarak karşımıza çıkar.

Tablo 1. Mutluluk Kaynağı Olarak Görülen Kişiler (%)
Kaynak: TÜİK, Yaşam Memnuniyeti Araştırması


Evlilik ve Boşanma

Genel bir toplumsal krizin aileye nasıl yansıyacağı konusunda akla ilk gelen göstergelerden biri boşanmadır. Çeşitli sebeplere bağlı olarak gerçekleşen boşanma, ailenin süregiden birlikteliğine son vermek anlamına gelmektedir. Evlilik, aileyi kuran ve toplumsal meşruiyetini belirleyen alt kurumdur. Eşlerden birinin ölmesi dışında evliliğin bitmesi, çoğunlukla karı-kocanın uyumlu bir aile kuramadığına işaret eder. Kültürel, ahlaki ve dini öğretiler boşanmanın toplum dayanışmasına olumsuz etkileri olabileceği konusunda uzlaşır. Bu nedenle boşanma, bazı inançlarda aileyi korumak için yasaklanmışken bazılarında hoş görülmemiş ve boşanma şartları zorlaştırılmıştır. Boşanmanın olumsuz kabul edildiği öğretilerin ve anlayışların tamamında ailenin kutsiyetine doğrudan ya da dolaylı bir vurgu söz konusudur. Ne var ki toplumların yaşadığı olağanüstü dönemler, aile yapısının değişmesine ve dolayısıyla boşanma oranlarında artışa sebep olur.
Boşanma oranlarının modernleşmeyle birlikte daha çok arttığı genel olarak vurgulanan bir durumdur. Modernleşmenin kadın ile erkek rollerini, işgücü ve aile yapısını, hanehalkı nüfusunu değiştirdiğini tahmin etmek yanlış olmaz. Ancak detaylara bakıldığında bazı farklı durumlar da dikkat çekmektedir. Boşanma oranlarındaki artışı yorumlarken düzenli bir yükseliş olduğu yanılgısına kapılmayıp dönemsel etkiler de göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim olağanüstü durumlar olarak savaş ve ekonomik kriz dönemlerinin boşanma oranlarına doğrudan yansıdığı takip edilebilmektedir. Örneğin ABD’de yirminci yüzyıl boyunca savaş ve ekonomik kriz dönemlerinde yeni nesillerin aile ve evlilik kurumlarına atfettikleri anlama bağlı olarak evlenme ve boşanma oranlarında değişim söz konusudur (Wilson, 2019). Elbette bu oranlar ve eğilimler kendi dönemlerindeki etkiler ve sebepler ile açıklanabilir. Örneğin 2000’li yıllarda ABD’de boşanmalardaki düşüş eğilimi, evlilik oranlarındaki düşüşle, hayat tarzındaki değişimlerle ve başka etkenlerle de ilişkilidir. İngiltere’de de benzer veriler takip edilebilmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı yılları bir toplumsal anomi ve bunalım dönemi olarak İngiltere’de hem boşanmaların hem de evlilik dışı çocuk sayısının ciddi bir kırılmayla artışına sebep olmuştur. Evlenme oranlarında ve boşanma oranlarındaki düşüş de yine İngiltere’de ABD’dekine benzer bir seyirle takip edilebilmektedir(Thompson vd., 2012).
Türkiye’deki verilere bakıldığında aile, evlenme ve boşanma konularında Batı’dan çok farklı bir durum olduğu net bir şekilde görülmektedir. Türkiye’de aile, en çok önemsenen ve değer verilen kurumlardan biridir. Dünya Değerler Araştırması’nın 2018 verilerine göre Türkiye’de aileyi önemseyenlerin oranı %91,8’dir. ABD’de ve pek çok Avrupa ülkesinde evlenme oranlarının düşmesiyle birlikte boşanma oranlarında da geçmişe göre düşüşler söz konusudur. Türkiye’de de evlenme oranlarında kısmi bir düşüş takip edilse bile bu oran Batılı ülkelerle kıyaslandığında hâlâ çok yüksektir. Boşanma oranlarındaki kısmi artışa rağmen Türkiye’de boşanma oranı Avrupa’daki ve Asya’daki pek çok ülkeyle kıyaslandığında ise düşük bir seviyededir.
Salgın döneminde evlenme ve boşanma sayılarında değişmeler takip edilebilmektedir. Kaba evlenme ve boşanma hızını 2011-2021 yılları arasında gösteren Şekil 3’te salgının başladığı ve devam ettiği iki yılda göstergedeki kırılma dikkat çekicidir. 2020 yılında evlenme ve boşanma sayılarındaki düşüş 2021 yılında yükselmiştir. Evlenme sayısındaki azalmada salgın döneminin etkisi bazı sebeplere bağlı olarak tahmin edilebilir. Örneğin düğün ve eğlencelerin yasaklanması pek çok aile için nikah kıyılmasının da ertelenmesine sebep olmuştur. Salgın döneminin ürettiği krizlerin boşanma sayısında kısmi bir artışa sebep olduğu tahmin edilebilir. Çünkü salgın, sadece hastalık durumunun ötesinde aile hayatını sosyal, psikolojik ve ekonomik yönlerden de etkilemiştir. Her şeye rağmen boşanmalardaki oransal artışın çok yüksek olmadığı da belirtilmelidir. 



Şekil 58. Türkiye’de Kaba Boşanma Hızı (‰)
Kaynak: TÜİK, Evlenme ve Boşanma İstatistikleri



Şekil 59. Türkiye’de Kaba Evlenme Hızı (‰)
Kaynak: TÜİK, Evlenme ve Boşanma İstatistikleri



Tablo 2. Boşanma sayısındaki artış oranı 2020’den 2021’e en çok ve en az olan iller
Kaynak: TÜİK verilerinden yazar tarafından hazırlanmış ve hesaplanmıştır.

2019 yılında kaba boşanma hızı 1,9 olup 2021’de 2,1’e yaklaşmıştır; salgının bu anlamda boşanma hızına görece küçük bir etkisi olsa da bu hususu uzun vadeli düşünmek daha doğru olacaktır. İllere göre boşanma sayısının salgın dönemindeki artışı göz önünde bulundurulduğunda da artış yüzdesinin en fazla ve en az olduğu ilk on şehir arasında büyük ya da küçük şehir olma ya da bölgesel ayrışmalarla ilgili anlamlı bir farklılaşma olmadığı görülebilir.

Şiddet

Şiddet, aile içi iletişim kopukluğunun ve pek çok sorunun bir sonucu olarak farklı şekillerde ortaya çıkabilen olumsuz bir duygusal durumdur. Aile içinde en çok başvurulan iki şiddet türünden biri psikolojik diğeri de fiziksel şiddettir. Her iki şiddet türünün de ölçülebilir veriler üzerinden tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Ancak şiddete uğrayan aile üyelerinin ilgili birimleri bilgilendirmesi halinde şiddet olayları takip edilebilir olmaktadır.
Salgın gibi olağanüstü bir durumun aile içi şiddet oranlarını yükseltebileceği tahmin edilebilir. Salgının ortaya çıkardığı belirsizlik, başlı başına kaygı verici bir olay olarak tecrübe edilmiştir. İş ve gelir kaybı yaşayanların bu belirsizlikle birlikte kaygılarının artması ve başkaca psikolojik problemler yaşamaları da beklenebilir. Ayrıca hastalığın bizatihi kendisinin ürettiği korku ve kaygı da hesaba katılmalıdır. Çünkü bu süreçte kendileri ve yakınlarının sağlığı için endişe duyanlar, karantinaya alınanlar ve yakınlarını kaybedenlerin pek çok psikolojik gerilimi birlikte yönetmeleri gerekmiştir. Dikkat çekilen etkenlere bağlı olarak salgın döneminde aile içinde psikolojik ya da fiziksel şiddetle karşılaşma ihtimalinin olağan dönemlere göre daha yüksek olması beklenebilir bir durumdur.
Dünya Sağlık Örgütü, salgın sürecinde Avrupa Birliği üyesi ülkelerde şiddet gördüğünü ilgili birimlere bildiren kadın sayısının %60 arttığını raporlaştırmıştır (Viero vd, 2021, s. 5). Benzer bir durum çocuklar için de geçerlidir. Salgın döneminde çocuklarına karşı şiddet ya da istismar dolayısıyla ilgili birimlere başvuranların sayılarında da artış yaşanmıştır (Tar vd., 2022, s. 374-5). Dünyanın farklı yerlerinde salgın döneminde yaşanan aile içi şiddet olaylarını derleyen bir çalışmada, oranları değişmekle birlikte, bütün ülkelerde psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet olaylarında artış yaşandığı ve en çok şikayet edilen şiddet türünün de psikolojik şiddet olduğu belirtilmiştir (Yıldız ve Erbil, 2022, s. 229). Bu araştırmada salgın döneminde dünyanın farklı bölgelerinde kadınların erkeklere göre daha fazla işlerinden ayrılmak durumunda kaldıkları ve cinsiyet açısından eşitsizliğe uğradıkları da veriler ve raporlar üzerinden gösterilmiştir.
Türkiye’de salgın döneminde aile içi şiddet konusunda bazı araştırmalar yapılmıştır. Salgın öncesi ve sonrası durumu gazete haberleri üzerinden analiz eden bir çalışmada, salgın öncesinde aile içi şiddetin sebebi olarak kıskançlığın yüksek bir orana sahipken salgın sonrasında bu oranın kısmen düştüğü ve kadının kocasından ayrılmak istemesine şiddetin sebep olma durumunun arttığı dikkat çekmektedir (Şahin vd., 2021, s. 7355). Sabancı Üniversitesi tarafından yapılan ve 2020’nin Haziran ve Ağustos aylarında anket uygulanarak tamamlanan “Salgın Sürecinde Çalışma Hayatı ve Ev İçi Şiddet” başlıklı araştırmada, kadın çalışanların %62’sinin salgın sürecinde en az bir şiddet türüne maruz kaldıkları tespit edilmiştir. En çok maruz kalınan şiddet türü psikolojik şiddet olmuştur (%57,6). Fiziksel şiddet (%12,2) ve cinsel şiddet (%8,6) oranları psikolojik şiddete göre daha azdır. Ankete katılan erkeklerin %5’i eşlerine şiddet uyguladıklarını ve buna sebep olarak ekonomik sorunlar ile çocuklarla ilgili sorunları öne sürmüşlerdir (Ararat vd, 2021, s. 18).

Sonuç ve Değerlendirme

Covid-19 salgınının etkilerinin çok yönlü olarak takip edilebildiği kurumlardan biri de ailedir. Aile, bu dönemde ekonomi ve eğitimle ilgili yeni durumlarla karşılaştığı gibi kapanma dönemlerinde bütün aile fertlerinin yeniden aile içinde sosyalleşmeleri de söz konusu olmuştur Salgın dönemi, farklı aile tiplerinde farklı şekillerde yaşanmıştır. Buna bağlı olarak aile içi dayanışma bağları çözülenler olduğu gibi bu dönemden aile bağlarını güçlendirerek çıkanlar da olmuştur.
Tarih boyunca olağanüstü dönemler, ailede bazı reaksiyonların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Boşanma ve şiddet, olağanüstü dönemlerin olumsuz etkilerinin sonuçları olarak görülmüştür. Sağlık problemlerinden daha çok gelir kaybı ve geleceğe ilişkin belirsizliklerin tetikleyici etkileri dikkat çekmektedir. Ayrıca süregiden hayatın birden kesintiye uğraması, rollerin yeniden tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesi adına bir geçiş süreci gerektirir. Bu geçiş sürecinin ürettiği pek çok risk vardır. Bu risklerin sebep olabileceği tükenmişlik ve manevi doyum ihtiyaçlarının aile içinde karşılanmaması durumunda şiddet ve aile birlikteliğini sonlandırma artacaktır. Türkiye’de resmî kaynaklarda ve saha araştırmalarında bu varsayım bir yönüyle doğrulanmaktadır.
Bu zor ve belirsiz dönemde birbirine daha çok bağlanan ve aile içi dayanışma bağlarını kuvvetlendiren aileler şüphesiz vardır. Ancak burada saha araştırmalarına net bir şekilde yansıyan sonuç, salgınla beraber başka değişkenlerin de sürece dahil olmasıyla aile için olumlu sonuçların ortaya çıktığı yönündedir. Burada ailelerin kullanabilecekleri kaynakların yeterli olup olmamasının belirleyici rol oynadığı yapılan çalışmalara yansımaktadır. Çalışma hayatının ev ortamına taşınması, aile içi ilişkilerde ve rollerde karmaşık bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu durum, çalışan kadın ve erkeğin yanı sıra çocukları da etkilemiştir. Ayrıca yaşanılan konutun imkanları ve sınırlılıkları da sürecin yönetilmesinde belirleyici olmuştur.
Çocuklar, salgın döneminde internet üzerinden eğitim almak zorunda kalmışlardır. İnternete erişim imkanı öncelikli bir mesele olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca ailelerin salgın sürecinde yaşadıkları olumlu ve olumsuz bütün tecrübeler, çocuklara da bir şekilde yansımıştır. Özellikle boşanma oranlarındaki yükselişe bağlı olarak velayet altına alınan çocuk sayısında ciddi bir artış olmuştur.
Türkiye, hanehalkında yaşayanları sayı olarak düşen, çocuk ve genç nüfusu azalan ve buna mukabil yaşlı nüfusu artan bir ülkedir. Bütün yaşanan bu değişimlere rağmen pek çok Batılı ülkeyle kıyaslandığında evlenme oranlarının yüksek ve boşanma oranlarının düşük olduğu bir ülkedir. Toplumun büyük bir çoğunluğu için aile, bir kurum olarak hâlâ önemsenen ve hatta kutsal sayılan bir kurumdur. Salgın döneminde aile, olağanüstü dönemin ürettiği sorunlara rağmen direnme imkanlarını da kullanmıştır. Güçlü aile yapılarının olağanüstü dönemin ürettiği riskleri aşma konusunda daha tecrübeli olduğu görülmüştür. Ailenin manevi doyum sağlama ve dayanışma kaynağı olma işlevlerinin diğer kurumların işleyişine de olumlu yansıyacağı öngörülebilir. Bu nedenle aile varlığının sürekliliğinin teşvik edilmesi de toplumun lehinedir.
Özellikle salgın döneminde aile üyelerine ekonomik güvencenin sağlanması, konut şartlarının iyileştirilmesi, eğitim imkanlarına ulaşımın kolaylaştırılması, maddi ve manevi destek birimlerinin varlığı önem kazanmaktadır. Burada dayanışmanın sürdürülmesi için yerel ve sivil aktörlerin daha aktif bir şekilde rol alması sağlanabilir.
Tek tip bir aile biçimi olmadığından politika uygulayıcılar için aile yapılarının bölgesel, sınıfsal ve lokal özelliklerinin tespit edilmesi; beklentilerinin farklılıkları göz önünde bulundurulması elzemdir. Aileler kültür, eğitim ve ekonomi gibi etkenler bakımından birbirlerinden ayrılmaktadır. Dolayısıyla ailenin sürekliliği, farklı aile tiplerinin kendine özgü durumlarının tespit edilmesini gerektirir. Burada da ulusal ve yerel, resmî ve sivil karar alıcı yönetim mekanizmalarının kendi bölgelerine ait aile gerçekliklerinin farkında olarak hareket etmeleri şarttır. Politika uygulamaları için durum tespiti adına detaylı ve odaklı araştırmaların artmasında fayda vardır. Özellikle demografik değişimlerin takip edilmesi aile kurumu açısından da büyük önem arz eder.