Giriş
Covid-19 salgını ile dünya çok önemli ve beklenmedik bir deneyim yaşadı ve neredeyse eş zamanlı olarak kapanan okullar bize küreselleşmenin eğitimdeki topyekun etkilerini gösterdi. Şüphesiz ki bu salgından en olumsuz etkilenen kesim sosyo-ekonomik olarak en kırılgan ve dezavantajlı kesim oldu. Halihazırda yüksek enflasyon ya da savaş gibi olağanüstü durumlarla mücadele eden ülkelerin bu büyük sorunlarının üstüne bir de salgının ortaya çıkması, hükümetlerin, ailelerin ya da eğitime destek veren kuruluşların eğitimi destekleme kapasitesini dikkat çekici bir şekilde azalttı. Covid-19 eğitimle ilgili bazı yerleşik alışkanlıkların da değişmesine neden oldu. Okulların aniden kapanması ile birlikte modern toplumun okula endeksli gündelik hayat planlamasının (örneğin çalışan ebeveynlerin çocuklarını bırakacakları güvenilir kişiler bulamaması vb.) alt üst olması pek çok yeni ve radikal kararın bu sürede alınmasına yol açtı.
Salgın sürecinde yüz yüze eğitimin aniden kesintiye uğraması sonucunda eğitimin nasıl sürdürüleceğine ilişkin planları olmayan ebeveyn ve çocuklar oldukça zorlandı. Ülkelerin çıkış yolu olarak uyguladığı acil ve uzaktan eğitim girişimleri zamanla çevrimiçi platformların gözde haline gelmesine ve eğitimin yerleşik bazı uygulamalarının sarsılmasına da yol açmış oldu. Diğer yandan bu süreçte eğitim açısından bazı eşitsizlikler ve riskler kadar fırsatlar da ortaya çıkmış durumda. Dolayısıyla, eğitim uygulamalarında nelerin mümkün olabileceğine dair bu acil endişelerin ötesine de bakılması gerekiyor. Ekonomik, sosyal ve siyasi refah anlamında çoklu etkileri düşünüldüğünde eğitim sistemlerini tartışmak için verimli bir dönemdeyiz. Salgın sonrasında ortaya çıkan özellikle dezavantajlı sosyal kesimlerdeki öğrenme kayıplarının telafisi ise ancak güçlü ve kapsayıcı kamu eğitim uygulamaları ile mümkün görünüyor.
Salgın ve Eğitimde Eşitsizliklerin Yükselişi
2019’un başlarında dünya genelinde ortalama 1-1.5 milyar kadar öğrenci okula giderken bile, pek çok ülkede eğitim sistemlerinin tüm öğrenciler için nitelikli ve etkili eğitim olanakları sunamadığına ve eşitsizliklerin arttığına dair küresel bir fikir birliği söz konusuydu. UNESCO’nun (2020a) raporuna göre salgınla birlikte klasik anlamdaki eğitimden çekilen ve okuldan uzak kalan öğrencilerin oranı, dünyadaki tüm öğrencilerin %91’ine tekabül edecek büyüklüğe erişti. OECD ülkelerine bakıldığında Covid-19 salgınında okullarını en uzun süre açık tutan ülkeler ABD, Avusturya, İsveç, İzlanda ve Japonya olurken okulları en uzun süre kapalı olan ülkeler Meksika ve Türkiye oldu (ERG, 2021). Türkiye’de bu dönemde Mart 2020 ile Mart 2021 arasında ilkokul 1. sınıflar 15 gün, 2-3 ve 4. sınıflar ise yalnızca 10 gün okula gidebildi. Diğer sınıflar ise neredeyse hiç okula gitmedi.
Tahmin edileceği üzere bu eşitsizliklerin en çok mağdur ettiği kesim yoksullar oldu. Düşük gelirli ülkelerde çocukların büyük çoğunluğu zaten var olan ekonomik eşitsizliklerin mağduru iken eğitimde salgın sürecinde yaşanan aksaklıklar eşitsizlikleri daha da derinleştirdi. Ayrıca salgının psikolojik, sosyolojik ve ekonomik etkilerine bağlı olarak ortaya çıkan stres, bazı çocukların aile içi şiddete daha fazla maruz kalmasına yol açtı (Save The Children, 2020). Okulların kapanmasıyla birlikte dijital teknolojiye ya da internete yeteri kadar sahip olamayan çocukların bir kısmı temel okuryazarlıktan mahrum kalmış, sosyal ve duygusal açıdan yeterince gelişememiştir. Okulun sosyalleşmeyi sağlayıcı yönü ele alındığında akran öğrenmesi ve etkileşiminin de bu süreçte mümkün olmaması önemli bir eksiklik olarak görülüyor. Bu durum öğrenme kaybı olarak nitelenen olgunun dezavantajlı kesimler tarafından daha derinlemesine yaşandığının da bir göstergesi. UNICEF’e (2022) göre Covid-19’un neden olduğu bu öğrenme kayıpları bazı kesimler için neredeyse başa çıkılamaz seviyelere ulaştı.
Türkiye’de uzun süreli kapalı kalan okulların ve uzaktan eğitimde yaşanan kesintilerin neticesinde salgın sonrası öğrenme kaybının düzeyine ilişkin büyük ölçekli bir çalışma yapılmadı. Ancak farklı ülkelerde yapılan çalışmalar, öğrenme kayıplarının öğrenci başarılarını önemli ölçüde azalttığını gösteriyor. Örneğin okulların yaklaşık olarak dokuz haftalığına kapatıldığı Belçika’da yürütülen son çalışma, öğrencilerdeki öğrenme kaybının matematikte %17; yabancı dilde %20 oranında arttığını ortaya koymaktadır. İlgili kayıplar, dezavantajlı konumda bulunan öğrencilerin yoğunlukta olduğu okullarda daha ciddi seviyededir (Maldonado ve De Witte, 2020).
Almanya’da da birtakım verilere dayalı olarak Covid-19 kaynaklı okul kapanışlarından kaynaklanan öğrenme kayıplarının oldukça fazla olduğuna dair bazı bulgular mevcuttur. Özellikle Haziran 2020’de okulların kapatıldığı ilk dönemden sonra okula devam eden çocukların ebeveynleri üzerinde gerçekleştirilen büyük ölçekli bir çevrimiçi ankete göre hayli olumsuz durumlara dikkat çekilmektedir (Grewenig ve ark., 2020). Bu anket kapsamında yazarlar, öğrencilerin bir dizi farklı etkinliğe günde kaç saat harcadıklarına ilişkin çeşitli verileri analiz etmişlerdir. Bu veriler hem okulların kapalı olduğu döneme hem de öncesine aittir. Bulgular öğrencilerin okulla ilgili etkinliklere harcadıkları sürenin, okulların kapanması sırasında yarı yarıya azalarak günde 7,4 saatten 3,6 saate düştüğünü göstermektedir. Ayrıca öğrencilerin üçte birinden fazlası okulla ilgili etkinliklere günde en fazla 2 saat, dörtte üçü ise en fazla 4 saat harcadığını belirtmiştir. ERG’nin (2021) raporunda okulları salgın döneminde kısmen açık olan ülke sayısının oldukça az olduğu, okulları tamamen kapalı ya da ara tatilde olan ülke sayısının da hayli fazla olduğu dikkati çekmektedir.
Şekil 60. Evde Öğrenme Konusunda Ebeveynlere Yönelik Destek Politikaları Olan Ülkelerin Gelir Grupları İçindeki Oranı
Kaynak: UNESCO, 2020b
Ortaya çıkan bir diğer önemli durum ise Covid-19 öncesi büyük ölçüde öğretmenlerin ve okulun sorumluluğuna bırakılan eğitim ve öğretimde ebeveyn desteğinin ve katkısının daha gerekli hale gelmesidir. Bu süreçte ekonomik, akademik ve kültürel sermaye bakımından avantajlı olan toplumsal kesimler evde kendi çocukları için destekleyici öğrenme ortamları sunabilmişken yine ekonomik ve kültürel sermaye bakımından dezavantajlı olan aileler bu desteği yeteri kadar sunamamıştır. Bu durum belirgin bir öğrenme farklılığını ortaya çıkarmış ve eşitsizliklerin diğer yönünü göstermiştir. Bu süreçte pek çok aile ve ebeveyn çocuklarına nasıl destek vereceğini bilemediğinden özellikle proaktif biçimde hareket eden gelişmiş ülkelerde ailelere yönelik çevrimiçi profesyonel pedagojik destekler sunulmuştur. Türkiye’de ise EBA platformu ve TV kanalları ile süreç yürütülmüş; ancak internete erişimin kısıtlı olduğu yerlerde; ayrıca teknolojik cihazları ya da yüksek hız ve kapasitede internet aboneliğini satın alma gücü zayıf olan kesimlerde sürekli aksamalar olmuştur. MEB verilerine göre EBA, salgın döneminde en çok tıklanan internet siteleri arasında yer almıştır.
Yükseköğretim düzeyindeki akademik çalışmalarda da bazı önemli kesintiler söz konusu olmuştur. YÖK’ün (2022) raporuna göre salgın sürecinde öğrencilerle iletişimde büyük ölçüde zorlanıldığı ve ders dışı akademik çalışmaların aksadığı belirtilmiştir. Eşitsizliğin ve kaybın en çok hissedildiği diğer bir kesim ise özel eğitim alan öğrenciler ve aileleri olmuştur. Büyük ölçüde profesyonel bir destekle ve öğretmen eşliğinde eğitimlerini sürdürmeleri gereken özel gereksinimli çocukların eğitimi aksamış ve bu konuda bilgisi olmayan aileler nasıl hareket edeceklerini bilememiştir.
Covid-19 sürecinde çocuk işçiliği ve okul terkleri önemli diğer riskleri ve eşitsizlikleri meydana getirmiştir. TEDMEM’in (2020) Okul Değerlendirme Raporu’na göre bu süreçte okul öncesinde %2,8; ilköğretimde %0,28; ortaöğretimde %1,48’lik bir okul terki riskinden söz edilmektedir. Bu risk grubu çocukların büyük kısmı salgın döneminde mevsimlik işçi olarak çalışan çocuklardan, göçmenlerden, özel gereksinimli bireylerden ya da salgında işini kaybeden ve ailesine destek olan çocuklardan meydana gelmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun ve UNICEF’in ortak raporuna göre (2019) salgın sürecinde çocuk işçiliği ile mücadele konusunda son yirmi yılda elde edilen kazanımların büyük kısmının kaybedildiği tahmin edilmiş ve yoksulluk düzeyinde meydana gelen bir puanlık artışın çocuk işçiliğinde 0,7 puanlık bir atış meydana getirdiği vurgulanmıştır. Dünya genelinde herhangi bir düzenli geliri olmayan yoksul ve kırılgan grupların sayısının oldukça fazla olduğuna dikkat çekilen bu raporda özellikle çocukların okuldan erken ayrılıp kayıt dışı işçilik yapmaya başlayabileceği dile getirilmektedir.
Salgın Sonrası Eğitimde Fırsatlar: Öğrenmenin Her Yerdeliği
Covid-19 salgınında eğitimde radikal biçimde atılan bazı adımlar ve internet tabanlı çeşitli uygulamalar neticesinde elde edilen bazı kazanımlar eğitimin artık okul merkezli olmasının şart olmadığı ve her yerde, her zaman olabileceği konusunda bazı yeni alışkanlıklar kazandırmaya başladı. Bu süreçte eğitim, akademik kurumlar aracılığıyla çevrimiçi alanlarda devam etmiş olsa da öğrenciler, sanal turlar ve dersler yoluyla, sanal laboratuvarlarda, sanal müzeler ve kütüphanelerde vs. etkileşimli ve son derece ilgi çekici öğrenme ortamlarını keşfetmeye başladı. Covid-19 salgınının ders tasarımı üzerinde kalıcı bir etkisi olması muhtemel görünüyor. Salgının kısıtlamaları, eğitimcilere hedeflenen kavramları öğretmek için yeni stratejiler düşünme fırsatı sağladı. Öğretim yaklaşımlarının yeniden düşünülmesi zorunlu ve aceleye getirilmiş olsa da yaşanan bu deneyim, çevrimiçi bağlamın imkan ve kısıtlamaları içinde öğrenmeyi en iyi şekilde kolaylaştıran stratejileri yeniden düşünmek için nadir bir şans olarak hizmet etmiş görünüyor (Lockee, 2021). Bu eşsiz çevrimiçi öğrenme deneyimi öğretmenlerin de derslerini farklı bir yöntem-teknik ile tasarlayabileceklerini göstermiş oldu. Daha ilerleyen süreçlerde eğitimin bireyselleştirilmesi, kişiye özgü modellerle ve tasarımlarla çeşitlendirilmesi de mümkün görünüyor.
Eğitimde dijitalleşme her ne kadar bireysel öğrenmeleri zenginleştirse ve çeşitlendirse de okulun sahip olduğu çeşitli değerlerin ve kültür aktarımının, enformel öğrenmelerin ve sosyalleşmenin, çeşitlilerin yerini alması elbette ki mümkün değildir. Okul aynı zamanda her bir çocuğa kabul görmesi, kendini değerli hissetmesi ve etkileşime dahil olması için önemli bir fırsat sunmaktadır. Eğitimdeki dijital dönüşümün çocukların sosyal öğrenme ve sosyal gereksinimlerini sağlaması beklenen bir durum değildir. Bununla birlikte eğitimdeki dijital hareketlilik her bir çocuğa kendi ilgi ve istidadı doğrultusunda okul müfredatında yer almayan ancak öz öğrenmelerine uygun içeriklere ulaşım imkanı da sunmaktadır. Bu da okul dışında da olsa öğrenme hazzını yaşayabilme adına önemli bir fırsat olarak ele alınabilir.
Çevrimiçi öğrenme elbette ki tek başına bütünüyle bir okulun yerini alamaz. Nitekim dünyanın dört bir yanındaki okullar Covid-19’un etkisinin azalmasıyla kapılarını derhal çocuklara açtı ve öğrenciler fiziki olarak sınıfları yeniden doldurdu. Ancak bundan sonra hâkim olacak olan anlayış öğretmenlerin hem çevrimiçi hem de çevrimdışı olarak sınıfları yöneteceği harmanlanmış bir öğrenme biçimi olmalıdır. Bu zorlayıcı unsur öğretmenlerin teknoloji ile eğitimi daha yakından takip etmeleri ve dijital teknolojideki yenilikleri eğitime uyarlayarak dersleri daha ilgi çekici ve kolay öğrenilebilir şekilde tasarlamalarına zemin oluşturacaktır.
Çevrimiçi ve esnek öğrenmenin, geleneksel kampüs/okul tabanlı eğitim deneyiminin yerini alması gerekmez. Bilakis bir sonraki muhtemel büyük kesinti için senaryoların hazırlanması ve eğitim sisteminin dayanıklı (resilient) kılınması demektir. Çevrimiçi ve esnek öğrenme, öğrencilerin nasıl öğrenmek istediklerine ilişkin seçimler yapma, öğrenme ve öğretme ortamları ve kurumlarıyla etkileşim kurma konusunda yetkilendirildiği verimli öğrenme deneyimleri oluşturmamızı sağlamıştır ve sağlamaya da devam edecektir. Açık ve esnek öğrenmenin benimsenmesi, özel koşulları ne olursa olsun kimseyi geride bırakmayan öğrenme ve öğretme operasyonları ve işlemleri inşa etmek için bize karşılaştırılabilir olanaklar sağlama potansiyeline sahiptir ve bu durumda, eğitim özgürleştirici bir güç olarak hizmet etmeye devam edecektir.
Eğitim sektöründe açık, esnek ve teknolojiyle geliştirilmiş öğrenmenin giderek daha fazla benimsenmesi, öğrencilerin etkileşimleri ve öğrenme ortamlarıyla etkileşimleri hakkında büyük veri kümelerini kullanıma sundu. Öğrencilerin eğitim deneyimlerini daha da geliştirmek için bu verileri sorgulama fırsatı, aslında öğrenme analitiğinin tamamen yeni bir eğitim araştırması alanı olarak ortaya çıkmasına yol açtı (Naidu, 2022). Ayrıca bundan sonraki süreçte eğitimde daha fazla tartışacağımız başlıklar arasında çeşitlilik ve kapsayıcılık için açıklık; esnek öğrenme fırsatlarına, işbirliğine ve rekabete açıklık, açık eğitim kaynaklarının benimsenmesi, kullanılması ve paylaşımı için açıklık yer alacaktır.
Öğretmenler Covid-19 salgını sürecinde Google, Zoom, Moodle, Hangout, Skype gibi çevrimiçi platformlarla öğrencilere ulaşmaya çalıştı. Aynı zamanda Web 2.0 araçları ile zenginleştirilmiş içerikli dijital materyallerin tasarlanması teknoloji okuryazarlığının yaygınlaşmasına olanak sağladı. Zenginleştirilmiş içerikli materyallerin öğrencilerin derslere olan ilgisini ve merakını artırdığına ve öğrenmeleri kolaylaştırdığına ilişkin literatürde çeşitli araştırma bulgularına rastlamak mümkün (Ayaz, 2016; Kaya, 2006; Şahin, 2014). Yükseköğretim düzeyinde ele alındığında dünya çapında yapmış oldukları çalışmalarla ön sıralarda yer alan üniversitelerin ve buralarda çalışan bazı akademisyen ve araştırmacıların çevrimiçi olarak kapılarını isteyen herkese açmasının kaliteli ve uluslararası eğitime erişilebilirlik konusunda önemli bir fırsat oluşturduğu söylenebilir. Bunun ayrıca üniversitelerin uluslararasılaşma düzeyine de katkı sunacağı düşünülmektedir.
Covid-19 sonrası süreçte eğitimde ölçme-değerlendirme süreçlerinin de klasik anlamdaki sınavların yerine dijital birtakım içerik ve ürün tasarımları ile gerçeklemesi kuvvetle muhtemel bir durum. Pek çok eğitimci, ödevleri ortadan kaldırarak ve değerlendirme stratejilerini tamamen değiştirerek öğrenci başarısını ölçme yollarını geliştirdi. Bu bağlamda etkileşimli tartışmalar, öğrenci liderliğinde öğretim, motivasyon ve dikkati artırmak için oyunların kullanımı gibi çevrimiçi sunum modundan yararlanan stratejiler öne çıktı. Devam etmesi muhtemel olan belirli değişiklikler arasında ödev tamamlama için esnek veya uzatılmış son tarihler, öğrenme ölçütlerinde daha fazla öğrenci seçimi ve yeni öğrenilen becerilerin ve bilgilerin anlamlı bir şekilde uygulanmasını içeren özgün deneyimler sayılabilir. Örneğin, işbirlikçi problem çözmeyi destekleyen çok sayıda yaratıcı ve sosyal medya aracını içeren ekip tabanlı projeler Covid-19 sonrası dönemde eğitimde karşılaşabileceğimiz uygulamalar içerisinde sayılabilir.
Diğer yandan bu süreçte daha iyi bir çevrimiçi eğitim deneyimi elde edebilmek için öncelikle güçlü bir teknolojik altyapıya ve bu altyapıya erişimin toplumun bütün kesimlerine eşit ve adil şekilde sağlanmasına ihtiyaç vardır. Bunun yanında eğitimcilerin dijital teknoloji okuryazarlığının artırılması, etkili sanal içerik üretebilecek becerilerinin geliştirilmesi, çevrimiçi ölçme-değerlendirme alternatiflerinin de güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu durum eğitimde daha inovatif bir bakış açısı ile yeniden bir süreç tanımı yapmayı gerektirebilir. Tüm bu gelişmeler özellikle öğretmen yetiştiren kurumların müfredatlarının gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Eğitim 4.0 ve 21. Yüzyıl Becerileri
Genel bir kabulle endüstrinin geçirdiği evrimsel süreç içerisinde dört ayrı periyodun olduğu varsayılır. Bunlardan ilki Endüstri 1.0’dır ve buhar gücü ile birlikte üretimde ortaya çıkan hareketliliği ifade eder. Endüstri 2.0 elektriğin kullanımına bağlı seri üretim sürecini kapsarken Endüstri 3.0 bilgisayar ve otomasyon sistemlerinin çalışma hayatına entegre edildiği döneme tekabül eder. Endüstri 4.0 ise günümüz dünyasında yapay zeka, nesnelerin interneti, ağlar, siber sistemler gibi dijital teknoloji temelli çalışma ve üretim hayatını ifade eder. Her endüstri devrimi kendi dönemindeki eğitim anlayışını da değişime zorlamış ve okullar kendi dışında meydana gelen bu gelişmelere ayak uydurabilmek için içerikte, öğretmen eğitimlerinde, pedagojik pratiklerde, eğitime bakış açısında zorunlu değişime gitmiştir.
Günümüzde çalışma ve üretim hayatının çok büyük bir kısmının artık ileri ve dijital teknoloji ile gerçekleşiyor olması okulların yetiştirdiği işgücünün niteliğini ve sahip olması gereken becerileri de çeşitlendirmiş ve değişime zorlamıştır. Endüstri 4.0, eğitimde yeni bir kurgu ve tasavvurun olması gerektiğini göstermektedir. Gelişmiş pek çok ülkede var olan endüstriyel süreçlere uygun eğitim tasarımları hayata geçmiş ve 21. yüzyıl becerileri olarak nitelenen bilgi-iletişim teknolojileri okuryazarlığı, inovasyon, eleştirel ve yenilikçi düşünebilme, ağ kurabilme, hız ve uyum, bilgiye erişme ve bilgiyi işleme, rekabete uyum sağlayabilme gibi becerileri okulların içerisinde ve eğitimin bir parçası olarak görmek mümkün hale gelmiştir.
Endüstri 4.0 döneminde okulun da eğitimin de aynı kulvarda olması, yani Eğitim 4.0’ın hayat bulması gerekmektedir. Aksi halde okulla çalışma hayatı arasındaki uyumsuzluk ve çelişki kaçınılmaz olacak ve anakronik bir hal alacaktır. Bu bağlamda Covid-19 sonrasında okullarda verilen eğitimin Türkiye’de yeniden çağın ihtiyaçlarına uygun şekilde tasarlanması, güncellenmesi, gerekli becerilerin verilmesi konusunda radikal değişiklikler kaçınılmazdır. Günümüzde bilginin açık bir iktidar olduğu ve bilgiyi üretenin aynı zamanda hegemonya kurduğu gerçeği göz önünde tutulduğunda okulların mevcut haliyle bu gerçekliğe ne denli uyumlu olduğu tartışmalı bir konu olmuştur. Eğitimcilerin iyi bir teknoloji kullanıcısı olmanın yanı sıra okulların da yüksek teknoloji ile güçlendirilmesi, çocukların teknoloji okuryazarı ve içerik üreticisi haline gelmesi, dijital becerileri ve yaratıcılığı güçlendirici eğitsel uygulamaların yaygınlaşması, klasik müfredatın zamanla eğitim teknolojileri ile yapısal reforma tabi tutulması kaçınılmaz durmaktadır. Salgın sürecinde ailelerin eğitimin önemli bir kısmında okulla birlikte sorumluluk üstlenmesi onların da klasik anlamdaki eğitime bakış açılarında bazı değişikliklere yol açmış görünmektedir ve bu süreçte ebeveynler kendi dijital becerilerini de geliştirerek çocuklarına gelecekte daha fazla yardımcı olmaya gayret gösterecektir.
Salgın Sonrası Eğitim Politikaları
Covid-19 süreci makro düzeyde eğitim politikaları üretenler için bir kriz yönetimi deneyimi ortaya koymuş görünmektedir. Bu deneyim, proaktif davranan ve bazı tedbirleri hızlı alma imkanı olan ülkeler için olumlu sonuçlar ortaya çıkarsa da diğer ülkelerde ciddi pedagojik ve sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öğrenci ve öğretmen nüfusu hayli kalabalık olan ve merkezi yönetimle idare edilen Türkiye’de eğitimdeki beklenmedik durumların ve krizlerin yönetilmesi zordur. Nitekim salgın sürecinde önemli bazı kafa karışıklıkları söz konusu olmuş, ne yapılacağı konusunda tereddütler meydana gelmiştir. Ancak bu olumsuz deneyim bundan Medya ve iletişim göstergeleri sonraki süreç için bir öğrenme pratiğine dönüşmeli ve makro düzeyde kriz yönetebilmeyi, esnekliği, öğrenmeyi her yere yayabilmeyi, öğretmenlerin yeni yetkinlikler ve becerilerle donatılmasını sağlamayı ve sürekli öğrenmeyi bir kültür haline getirebilmeyi, müfredatı yeni durumlara göre güncellemeyi, öğretmen adaylarının yetişmesinde güncel yetkinliklerin önde tutulmasını eğitim politikalarının ayrılmaz parçası haline getirmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.
Dünya Bankası (2020), salgın döneminde okulların kapanması şokunun öğrenme kaybına, artan okul terklerine ve daha yüksek eşitsizliğe yol açacağını ve bunula birlikte ortaya çıkan ekonomik şokun, hanehalkına zarar verdiği için eğitim talebini ve arzını baskılayarak hasarı daha da kötüleştireceğini raporladı. Salgın sonrası hasarı azaltmak ve hatta bu hasarı fırsata çevirmek için eğitim politikalarında uygulanabilecek üç ana başlık öneriliyor. Bunlar krizle başa çıkma becerisi, eğitimde devamlılığı sağlamak, sorun çözümünü hızlandırma ve geliştirme şeklinde sıralanabilir. Bununla birlikte MEB, gelecekte oluşabilecek eğitim kesintilerinin önüne geçmek veya söz konusu kesintilerin süresini kısaltmak ve bölgesel eşitsizlikleri gidermek için ilgili kurumlarla işbirliğini ilerletmeli; esnek, çoklu ve dayanıklı bir strateji ve politika üretmelidir. Salgın gibi kitlesel etkisi olan doğal, sosyal ve tıbbi olgulardan en çok olumsuz etkilenen kırılgan grupların, özel gereksinimli bireylerin, yoksulların, kısaca eşitsizliklerin mağduru olan bütün kesimlerin öncelikli olarak bu süreçten en az şekilde etkilenmesini amaçlayan birer acil eylem planının gündeme alınması proaktif bir örgüt yapılanması adına son derece önemli görülmektedir. Ayrıca öğrencilerin sosyal ve duygusal iyi oluşlarını destekleyecek profesyonel destek birimlerinin güçlendirilmesi ve aktif şekilde çalıştırılması gerekir. Teknolojiyi internet, oyun ve telefon bağımlılığı gibi olumsuz alışkanlıklar yerine öğrenme odaklı kullanmayı sağlayacak uzman desteğinin de gündemde tutulması yararlı olacaktır.
Her krizin ya da beklenmedik durumun yeni gelişmelere ve inovasyona açık fırsatlar taşıdığı dikkate alındığında hem Türkiye’de hem dünyada eğitimde paradigmatik bir dönüşümün yaşanacağı öngörülebilir. Örneğin Avrupa Parlamentosu’nun (2021) hazırladığı raporda, salgın sonrası eğitimle ilgili alınacak tedbirlerde sadece bakanlıkların değil bütün eğitim paydaşlarının eğitimde dijital altyapıyı güçlendirecek yatırımlar yapması konusunda bilinçli ve istekli olması gerektiğinin altı çizilmektedir. Yine yükseköğretim düzeyinde bazı yeni uygulamalar kalıcı hale gelebilir. Örneğin tez savunmaları, ders dışı akademik etkinlikler, farklı öğretim üyeleri ya da araştırmacıların kurduğu çevrimiçi platformlardan çeşitli akademik beceriler kazanmak bu süreçte kendisini çok daha fazla gösterecek uygulamalar arasında görünüyor.
Eğitim hem Türkiye’de hem de dünyada artık stratejik alanlardan biridir ve eğitim yönetimi ayrı bir profesyonellik ve ilgi gerektiren bir alandır. Özellikle kriz dönemlerinde eğitimi iyi yönetebilmek adına hem kurum liderlerinin hem de eğitim politikası üreticilerinin daha dikkatli ve disiplinli olması beklenir. Salgın sonrası eğitim yönetiminde artık yeni liderlik yetkinliklerinin gerekli ve kaçınılmaz olduğu görülebilir. Bununla birlikte örgütsel öğrenme kapsamında yaşı ve kıdemi ne olursa olsun tüm eğitimcilerin sürekli öğrenme anlayışını benimseyerek yeni yetkinlikler edinmesinin imkanları sağlanmalı ve bu yetkinliklerin derslerde aktif şekilde kullanılmasının önü açılmalıdır. Okulların teknolojik olarak güçlendirilmesi ve derslerde yeni teknoloji içeren uygulamaların yaygın kullanımı da aynı zamanda öğrenciler arasında dijital öğrenme kültürünün artmasına yardımcı olacaktır.
Sonuç ve Değerlendirme
Covid-19 salgını, etkilerini toplumsal hayatın her alanında olduğu gibi eğitimde de çok yakından hissettirdi ve hem kısa hem uzun vadede bazı değişimlerin ortaya çıkmasını hızlandırdı. Küresel ölçekte karşılaşılan bu kriz eğitimde okul terklerinin, eşitsizliklerin, okulların kapanmasının, eğitim aksamasının ve diğer bazı risklerin nedeni olduğu gibi bazı fırsatların da habercisi sayılabilir. Şüphe yok ki yoksulların, az gelişmiş ülkelerdeki çocukların ve dezavantajlı grupların eğitimden uzun süre yoksun kalması ciddi bir öğrenme kaybını da beraberinde getirdi. Bu durum zaten var olan toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine yol açtı. Ancak bir yandan da acil çözüm yoluyla eğitim hayatında devreye giren uzaktan eğitim ve çeşitli platformlar okul temelli eğitimin alternatifi olmasa bile destekçisi olabilecek bir mahiyet kazandı. Deneyimlenen bu süreç hayat boyu, esnek ve beceriye dayalı eğitim anlayışının temellerinin atılmasını sağladı.
Yaşanan bu kriz süreci eğitimde önemli paradigmatik bir değişimin öncülü sayılabilir. Derslerin daha farklı ve dijital platform destekli tasarlanması, uzaktan ve istenilen zamanda öğrenmelerin gerçekleşebilmesi, daha rahat ve kolay öğrenilebilir kaynaklara erişimin sağlanması, alternatiflerin çoğaltılması gibi durumlar bu süreçte artık daha bilinçli biçimde düşünülen durumlar haline geldi. Dijital becerilerin artık günümüz üretim hayatındaki yeri ve öneminin tartışmasız oluşu 21. yüzyıl eğitimindeki becerilerin ve kazanımların bu yönde olması gerektiğine işaret ediyor. Okullarda imkan kısıtı sebebiyle edinilemeyen bu tür becerilere artık farklı platformlar aracılığıyla erişimin mümkün olması akademik ya da mesleki-entelektüel beceri geliştirmenin okula bağlı olmadan da mümkün olabileceğini gösterdi. Hükümetlerin bu süreçte eğitimdeki insan kaynağını var olan ihtiyaçları karşılayacak şekilde yeniden ve güçlendirilmiş bir eğitime tabi tutması gerekli görülmektedir.
Bununla birlikte özellikle öğretmen adaylarının eğitiminde artık geçmiş yüzyılın ihtiyaçlarına uygun beceriler yerine günümüz krizlerini ve gelecekteki durumları esnek biçimde yönetebilecek becerilerin temel alındığı uygulamaların ağırlık kazanması gerekiyor. Kısacası Covid sonrası eğitimin mottosunu esneklik, her yerde öğrenme, yeni beceriler edinme, eğitimde bireysellik gibi unsurlar meydana getirecek gibi görünüyor. Türkiye bu süreçte hızlı, atılgan ve çevik davranarak ve edindiği deneyimden çıkarımlar yaparak geleceği tasarlayacak eğitsel politikaları harekete geçirdiğinde son derece yararlı sonuçlar elde edecektir. Öğretmen ve öğrenci nüfusunun bir hayli kalabalık olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Türkiye, bu süreçteki dönüşümde ileri teknoloji üreten diğer eğitim dışı paydaşlarla bir an önce harekete geçmeli ve ihtiyaç, katılım ve eşitlik temelli eğitim dönüşümünü hayata geçirmelidir.