PANDEMİNİN HUKUK BİLANÇOSU
Dünya tarihinde kimi zaman masalsı kimi zaman kıyamet senaryoları şeklinde dinlediğimiz salgın gibi küresel çapta sarsıcı olayların tarihin tozlu sayfalarında kaldığını düşünmek insan için çok da uzak olmayan felaketlerden uzaklaşmanın bir yoluydu. 2020 yılının başlarında ortaya çıkan COVID-19 pandemisi kimsenin tahmin edemeyeceği çapta yayılarak pandemi ilan edilmesine sebep olmuştur. Yirminci yüzyılda yaşanan bu pandemiyi ilginç kılan durum ise; bilimin artık zarar görmeyecek derecede geliştiğinin düşünüldüğü bir çağa denk gelmesidir. Hukuk devleti olmanın sürekli olarak sorgulandığı ve birey haklarının gündemden hiç düşmediği yirminci yüzyılda, küresel çapta yayılan bir virüs ilk etapta keskin biçimde devletlerin sorumluluğunu gündeme getirmiştir. Bu sebeple virüs ile mücadelede etkin muhatabın ve sorumlunun insan değil, devlet olduğu yanılsaması ortaya çıkmıştır.
COVID-19 pandemisi kira hukukundan icra-iflas hukukuna, işverenin sorumluluğundan kişisel verilerin işlenmesine, sözleşmelerden çekin ibrazına kadar hukukun neredeyse bütün alanlarını etkilemiştir. Aynı zamanda toplumun ortak ve genel ihtiyacını gidermek için çalışan idarenin kendisinin ve idare hukukunun, anayasa ve insan hakları hukuku ile birlikte pandemi sürecinde daha fazla gündeme geldiğine şahit olunmuştur.
Mevcut hukuk kuralları öngörülebilen veya tecrübe edilmiş konulara ilişkin olarak hazırlanmaktadır. En yakın tarihli olarak bundan yüz yıl kadar önce İspanyol gribi ile dünya ölçeğinde bir sağlık krizi ile karşılaşılmışken; Çin’den bütün dünyaya yayılan koronavirüsü, devletlere, artık tarihte kaldığı düşünülen bir tecrübeyi yeniden hatırlatmıştır. Her yeni durum gibi bu yeni durumun da yeni kurallara ihtiyacı olmuştur. Hukuk da kendisini bu yeni duruma göre yapılandırmalı, hukuk güvenliğini temin eden, etkin mücadelenin aktörlerini, yetkilerini ve sınırlarını netleştiren hızlı bir dönüşüme açık olmalıdır.
Yaşanılan süreç göstermiştir ki, önümüzdeki yıllarda yeniden böyle bir salgın tehdidi ile karşılaşıldığında temel hak ve özgürlükleri sınırlandırma konusunda özgürlük-yasak dengesini daha sağlıklı biçimde gözetmiş tedbirlerin yasal zeminini şimdiden öngörmek ve felaket ile karşılaşıldığında ne yapılması gerektiğini biliyor olmak icap etmektedir.
COVID-19’un Hukuk Takvimi
İlk olarak 1 Aralık 2019’da Çin’de ortaya çıkan COVID-19 hastalığı ile mücadele için Türkiye’de 10 Ocak 2020’de Sağlık Bakanlığı bünyesinde Koronavirüs Bilim Kurulu oluşturulmuştur. Söz konusu bilim kurulunun kararları, salgın dönemi boyunca alınacak hukuki tedbirlerin de gerekçesini oluşturmak bakımından önemlidir.
Bu durum idarenin kararlarında bilimi her zaman bu kadar önemseyip önemsemediği, idarenin her konuda bilimi referans alıp almadığı, bazı bilim alanlarının hükûmetler için daha stratejik ve hassas olup olmadığı gibi hususları gündeme taşımıştır. Bu soruların yanı sıra “İktidar ile bilim arasındaki ilişkide bir hiyerarşi var mıdır?”, “Yoksa eşitlik mi söz konusudur?”, “İktidar-bilim arasındaki ilişki, salgın süresince yaşadıklarımızdan etkilenerek yeni bir evreye geçer mi?” gibi sorular da gündeme gelmiştir.
Ortaya çıkan yeni tip koronavirüs salgını nedeniyle ilk alınan karar, İstanbul Havalimanı’na Çin’den gelen tarifeli uçakların yolcularının, termal kameralarla kontrolden geçirilmeye başlanması olmuştur. Alınan önlemler sayesinde COVID-19 pandemisinin en geç geldiği ülkeler arasında bulunan Türkiye’de ilk vaka 11 Mart 2020 tarihinde görülmüştür. Alınan tedbirler bu tarihten itibaren kademeli olarak artırılmıştır.
12 MART 2020
Biyosidal Ürünler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
Söz konusu yönetmelik değişikliği ile birlikte cerrahi el dezenfektanı gibi insan vücuduna doğrudan temas eden biyosidal ürünlerin kalitesinin ve güvenliğinin arttırılması amaçlanmıştır. Buna ek olarak, üretimde verimliliği arttırabilmek ve ithalatta bağımlılığı azaltabilmek amacıyla deniz suyu ve tuz gibi ham maddeleri yerli kaynaklardan temin edilebilen “yerinde üretilen aktif klor” gibi biyosidal ürünlere izin verilmesi ve içme-kullanma suları ile havuz sularında dezenfektan olarak kullanılması mümkün hâle getirilmiştir.
13 MART 2020
Kamu Görevlilerinin Yurt Dışına Çıkış İzni Konulu 2020/2 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi
COVID-19 salgınında yüz otuz bin vakanın görülmüş olması ve beş bine yakın insanın hayatını kaybetmesi, virüsün yüksek bulaşıcılığa sahip olması, aşı ya da özel bir ilacının geliştirilememiş olması sebebiyle hastalığın insan sağlığı için yüksek risk barındırdığı tespit edilmiş ve bilim kurulunun önerileriyle hastalığın ülkeye gelişi önlenmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda genelge ile kamu hizmetlerinin yürütülmesinde herhangi bir aksamaya sebebiyet vermemek için tüm kamu görevlilerinin gerek görev gerek şahsi sebeplerle yurtdışına çıkışı durdurulmuştur.
18 MART 2020
İhracı Kayda Bağlı Mallara İlişkin Tebliğ (Tebliğ No: İhracat2006/7)’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (İhracat 2020/5)
Etil alkol, kolonya, dezenfektan, hidrojen peroksit ve yalnız meltblown kumaş ürünlerinin ihracının, kayda bağlı mallar listesine eklenmesi öngörülmüştür.
20 MART 2020
Organizasyonların Ertelenmesi Hakkında Genelge
Genelge ile, Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu’nun tavsiyesiyle açık ve kapalı alanlardaki toplantı ve aktivitelerin Nisan ayı sonuna kadar ertelenmesi uygun görülmüştür.
21 MART 2020
Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitim Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
Yeni düzenlemeyle 26 Nisan 2014 tarihli yönetmeliğin 11. maddesinin “Uzmanlık öğrencileri, uzmanlık eğitimi uygulamasından sayılmayan işlerde görevlendirilemez.” şeklindeki 4.fıkrasına ek yapılmıştır. Buna göre deprem, sel baskını, salgın hastalık gibi olağan dışı ve hizmetin normal olarak sürdürülemediği hâllerde uzmanlık öğrencileri, hekimlik görevlerini yürütmek üzere eğitim gördükleri kurumun dışındaki aynı ilin sağlık tesislerinde üç ayı geçmemek üzere görevlendirilebilecektir. Ayrıca bu görevlerde geçen süreler eğitim süresinden sayılacaktır.
22 MART 2020
İcra ve İflas Takiplerinin Durdurulması Hakkında Cumhurbaşkanı Kararı
COVID-19 tedbirleri kapsamında 30.04.2020 tarihine kadar, nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç, yurt genelinde yürütülmekte olan icra ve iflas takiplerinin durdurulmasına, taraf ve takip işlemlerinin yapılmamasına, yeni takip talebi alınmamasına ve ihtiyati haciz kararlarının icra ve infaz edilmemesine karar verilmiştir.
COVID-19 Kapsamında Kamu Çalışanlarına Yönelik İlave Tedbirler ile İlgili 2020/4 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi
Genelge ile, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlara uzaktan çalışma, dönüşümlü çalışma gibi esnek çalışma yöntemlerinin uygulanabileceği düzenlenmiştir. Buna göre, dönüşümlü çalışanlar fiilen göreve gelmedikleri süre zarfında idari izinli sayılırlar. Daha önce COVID-19 kapsamında idari izinli sayılanlar, yeni bir karar verilinceye kadar idari izinli sayılmaya devam edeceklerdir.
25 MART 2020
Bazı Sanayi Ürünlerinin İthalatında Tarife Kontenjanı Uygulanması Hakkında Cumhurbaşkanı Kararı
Karar ile, bazı kimyevi maddeler için gümrük vergisi oranı % 0’a düşürülmüştür.
COVID-19 Salgını Nedeniyle Zarar Gören Esnaf ve Sanatkârların, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketince Düşük Faizli Kredi Kullandırılmasına İlişkin Kararlar Kapsamındaki Kredi Borçlarının Ertelenmesine Dair Ekli Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Cumhurbaşkanı Kararı
İthalat Rejimi Kararına Ek Cumhurbaşkanı Kararı
Karar ile, dökme etil alkol’de gümrük vergisi oranı %0’a düşürülmüştür.
2 NİSAN 2020
COVID-19 Salgınının Kamu İhale Sözleşmelerine Etkisi ile İlgili 2020/5 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi
Bu genelge, COVID-19 salgınının sosyal ve ekonomik hayattaki etkilerinin önlenmesi ve azaltılması amacıyla çıkarılan genelgelerdendir. Genelgeye göre “Ortaya çıkan durumun yükleniciden kaynaklanan bir kusurdan ileri gelmemiş olması, yüklenicinin sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmesine engel nitelikte olması ve yüklenicinin bu engeli ortadan kaldırmaya gücünün yetmemesi şartlarının birlikte gerçekleştiğinin tespit edilmesi üzerine süre uzatımı verilmesine veya sözleşmenin feshine karar verilebilecektir.”
17 Nisan 2020
7244 Yeni Koronavirüs (COVID-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
22 Nisan 2020
Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliğinin “Bildirime Esas Bulaşıcı Hastalıklar Listesi” başlıklı EK-1’ine 81. madde olarak “COVID-19 (yeni koronavirüs hastalığı)” eklenmiştir.
15 Mayıs 2020
Paket Tur Sözleşmeleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
İlgili yönetmeliğe COVID-19 salgını sebebiyle sözleşmenin feshini düzenleyen bedel iadelerinin süresini içeren geçici madde eklenmiştir.
30 Haziran 2020
Yeni Koronavirüs (COVID-19) Nedeniyle Dışsal Etkilerden Kaynaklanan Dönemsel Durumlar Kapsamındaki Zorlayıcı Sebep Gerekçesiyle Kısa Çalışma Uygulanan İşyerleri İçin Kısa Çalışma Ödeneğinin Süresinin Uzatılması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 2706)
Karar ile, kısa çalışma ödeneğinin süresi bir ay uzatılmıştır.
23 Temmuz 2020
COVID-19 Salgını Nedeniyle Zarar Gören Esnaf ve Sanatkârların, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketince Düşük Faizli Kredi Kullandırılmasına İlişkin Kararlar Kapsamındaki Kredi Borçlarının Ertelenmesine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 2781)
31 Temmuz 2020
Yeni Koronavirüs (COVID-19) Nedeniyle Dışsal Etkilerden Kaynaklanan Dönemsel Durumlar Kapsamındaki Zorlayıcı Sebep Gerekçesiyle Kısa Çalışma Uygulanan İşyerleri İçin Kısa Çalışma Ödeneğinin Süresinin Uzatılması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 2810)
26 Ağustos 2020
COVID-19 Kapsamında Kamu Çalışanlarına Yönelik Tedbirler ile İlgili 2020/11 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi
Genelge, çalıştırılma biçimine bakılmaksızın kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlara uzaktan çalışma, dönüşümlü çalışma gibi esnek çalışma yöntemleri uygulanabileceği ve bununla ilgili yetkililerin belirlenmesi hususlarını içermektedir.
31 Ağustos 2020
Yeni Koronavirüs (COVID-19) Nedeniyle Dışsal Etkilerden Kaynaklanan Dönemsel Durumlar Kapsamındaki Zorlayıcı Sebep Gerekçesiyle Kısa Çalışma Uygulanan İşyerleri İçin Kısa Çalışma Ödeneğinin Süresinin Uzatılması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 2915)
Karar, kısa çalışma ödeneğinin süresinin, 30.07.2020 tarihli 2810 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile uzatılan bir aylık süreden sonra başlamak üzere iki ay uzatıldığını içermektedir.
21 Ekim 2020
Yeni Koronavirüs (COVID-19) Salgını Kaynaklı Zorlayıcı Sebep Gerekçesiyle; Bakım Merkezlerinde Bakım Hizmeti Sunulabilmesi ve Hizmet Alımıyla Bakım Hizmeti Sunulabilmesi İçin Bazı Şartların 17.04.2021 Tarihine Kadar Aranmaması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 3096)
Karar; COVID-19 salgını sebebiyle, bakım merkezlerinde bakım hizmeti sunulabilmesi için gereken gelir ölçütü ve ağır engellilik şartlarının ve hizmet alımıyla bakım hizmeti sunulabilmesi için gereken gelir ölçütü şartının, 17 Nisan 2021 tarihine kadar aranmayacağına dair hükmü içermektedir.
27 Ekim 2020
Yeni Koronavirüs (COVID-19) Nedeniyle Dışsal Etkilerden Kaynaklanan Dönemsel Durumlar Kapsamındaki Zorlayıcı Sebep Gerekçesiyle Kısa Çalışma Uygulanan İşyerleri İçin Kısa Çalışma Ödeneğinin Süresinin Uzatılması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 3134)
Karar, kısa çalışma ödeneğinin süresinin 30.08.2020 tarihli 2915 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile uzatılan iki aylık süreden sonra başlamak üzere iki ay daha uzatıldığını içermektedir.
01 Aralık 2020
Yeni Koronavirüs (COVID-19) Nedeniyle Dışsal Etkilerden Kaynaklanan Dönemsel Durumlar Kapsamındaki Zorlayıcı Sebep Gerekçesiyle Yapılan Kısa Çalışma Başvuru Süresinin Uzatılması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 3238)
23 Aralık 2020
Yeni Koronavirüs (COVID-19) Nedeniyle Dışsal Etkilerden Kaynaklanan Dönemsel Durumlar Kapsamındaki Zorlayıcı Sebep Gerekçesiyle Yapılan Kısa Çalışma Başvuru Süresinin Uzatılması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 3316)
Yeni Koronavirüs (COVID-19) Nedeniyle Dışsal Etkilerden Kaynaklanan Dönemsel Durumlar Kapsamındaki Zorlayıcı Sebep Gerekçesiyle Kısa Çalışma Uygulanan İşyerleri İçin Kısa Çalışma Ödeneğinin Süresinin Uzatılması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 3317)
24 Aralık 2020
Koronavirüs Salgını Nedeniyle Verilecek Hibe Desteği Programı ve Uygulama Esasları Hakkında Tebliğ
Tebliğ ile, koronavirüs salgını sebebiyle ticari faaliyetleri etkilenen esnaf ve sanatkârlar ile gerçek kişi tacirlere verilecek hibe destek programının usul ve esasları belirlenmektedir. Tebliğe göre hibe desteği; gelir kaybı desteği ve kira desteği olmak üzere iki şekilde ve 2021 yılının Ocak, Şubat ve Mart ayları olmak üzere üç ay olarak sağlanacaktır. Tebliğ ayrıca destek programına başvuru, değerlendirme, itiraz ve ödeme ile ilgili hususları da içermektedir.
Küresel Salgın – Küresel Hukuk
Seyahatin çok kolaylaştığı yirmi birinci yüzyılda, COVID-19 kısa sürede dünyanın çeşitli yerlerine ulaşarak küresel bir sorun hâline gelmiştir. Küresel bir örgüt olan Dünya Sağlık örgütünün resmî sitesindeki basit bir incelemeyle de anlaşılacağı üzere aşı onayları, maske, mesafe ve hijyen tavsiyeleri, evinde kalan kadınların şiddete uğraması olgusuyla nasıl hareket etmesi gerektiğine dair tavsiyeler, birey hakları ile devletin çakışan sınırlamaları bütün dünya ülkeleri için ortak bir paydayı oluşturmuştur. Ancak tavsiyeler ve gündemde yer alan kaygılar incelendiğinde her ne kadar ortak bir görüntü arz etse de, yüzyılımızın en büyük sorunlarından olan eşitsizlik mevzusu koronavirüs ile mücadele sürecinde kendini apaçık göstermiş, pandemi süreci hem ülkeler arası hem vatandaşlar arası eşitsizlik sorununu derinleştirmiştir. Çok sayıda devletin, ilan edilen salgın sonrasında mücadele için gerekli kaynaklardan mahrum olduğu; özellikle aşıya erişim konusunda aşı şirketlerine sipariş verme aşamasına dâhi gelmemiş ülkeler var iken bazı ülkelerin ihtiyacının üzerinde aşı teminine gidebildiği görülmüştür.
COVID-19 salgının uluslararası boyutunu rapor kapsamında detaylıca ele almayacak olmakla birlikte, ifade etmek gerekir ki; küresel sorunların temel özelliği, zenginliği ve gücü ne seviyede olursa olsun hiçbir devletin tek başına çözemeyeceği, dolayısıyla iyi bir küresel yönetimi ve uluslararası hukukun koordinasyonunu zaruri kılan nitelikte sorunlar olmalarıdır. Bu özelliği dolayısıyla da küresel meseleler, tıpkı insanın bağışıklığı gibi devletlerin bağışıklık sisteminin güçlü olmasına göre onlara etki etmekte, zayıf olanı meseleye yani hastalığa yenik düşürebilmektedir.
COVID-19 salgınını bireysel haklar ile idarenin sınırlamaları üzerinden ele aldığımızda, başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere, küresel örgütlerin tavsiye ve direktifleriyle ulusal idare hukuku bakımından faaliyetlere girişildiği ve bu minvalde tedbirler alındığı görülmektedir. Bu kuruluşların esnek hukuk kuralları olarak ifade edilebilecek tavsiyeleri -ki bunlara soft law denmektedir-ön plandadır.
Koronavirüs gibi bütün dünyayı saran salgın süreçlerinde elbette toplumun sağlığı ve bilimin gerekleri göz önünde bulundurularak hareket edilmek zorundadır. Ancak bu ikisinin zorunluluğu, toplumsal veya tıbbi meşruiyetin varlığı, hukuki meşruiyetin doğrudan kabulü anlamına gelmemektedir. Olağan şartlar dışında yaşanan savaş, seferberlik gibi hâllerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması gerekse dâhi bu sınırlandırmaların da bir hukuku vardır ve bu dönemlerde de hukuka riayet elzemdir. Uluslararası ve ulusal mevzuat hükümleri ile temel hukuk ilkelerine aykırı herhangi bir düzenleme her ne kadar şartlar olağanüstü kabul edilse dâhi hukuka uygun kabul edilemeyecektir. Toplumun sağlığı kadar hukukun sağlıklı işlemesi de bir ülke için elzemdir.
Salgınla mücadelede ilk günden itibaren ülkeye girişin geciktirilmesini de içerecek şekilde dikkatli ve kamuoyunu bilgilendirici bir politika yürütülürken alınan tedbirler zamanla kamuoyunun tepkisini çekmiştir. Eğitimin devam etmemesi, sokağa çıkma kısıtlamaları, iş yerlerinin kapatılması gibi tedbirler, sosyal hayatın durması noktasında tartışmalara sebep olurken alınan tedbirlerin hukukiliği de hukukçuların tartışmalarına konu olmuştur. Tedbirlerin bir kısmının kanuniliği bir kısmının ise hangi makamca hangi tür hukuki işlem (genelge, karar vb.) ile alındığı, tartışmaların bir başka boyutunu teşkil etmiştir.
Hukuk devletinin sahip olması beklenen öngörülebilir olma hâlinin COVID-19 gibi beklenmeyen durumlarda dâhi işleyebilmesi hukuka güven açısından önem arz etmektedir. İdare elbette kolluk faaliyeti kapsamında, kamu düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla çeşitli tedbirler uygulayabilir. Ancak kural olarak idare, kamu düzenini korumayı sağlayacak dâhi olsa, temel hak ve özgürlükleri sınırlandırıcı tedbirleri yasal dayanağı olmaksızın alamamaktadır. Koronavirüs ile mücadelede farklı ülkelere bakıldığında Fransa’nın olağanüstü hâl ilan ettiği görülmektedir. Bunun yanı sıra İtalyan hukukunda, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması kural olarak bizdeki gibi “ancak kanunla düzenleme” yapılması hâlinde mümkünken, COVID-19 salgın hastalığıyla mücadele kapsamında Giuseppe Conte Hükûmeti tarafından çıkarılan Bakanlar Kurulu kararlarıyla (yani düzenleyici işlemler) olağandışı bir hukuki sürecin yaşandığı, dolayısıyla normlar hiyerarşisine dair bilinen kaidelerin dondurulduğu, askıya alındığı ileri sürülmüştür.
Toplumsal yaşamın önem arz eden alanlarının kanunla düzenlenmesi anayasal bir zorunluluk olmakla birlikte bunun, mümkün ya da arzu edilen sonuçlara ulaşmak bakımından elverişli olmadığı, kimi zaman gereken hızı sağlayamadığı bilinmektedir. Anayasa, bu gibi durumlar için Cumhurbaşkanı’na, tehlikeli salgın hastalık sebebiyle olağanüstü hâl ilan etme yetkisi ve kararnameler ile gereken bütün tedbirlerin alınabilme imkânını tanımıştır. Olağanüstü hâl ilan edilene kadar geçecek sürede herhangi bir aksama olmaması adına, Türkiye’de de Fransa’da kabul edildiği gibi, olağanüstü koşullar teorisi kabul edilebilirdi. Olağanüstü koşullar teorisi de ancak bu dönüşüm gerçekleştirilene kadar başvurulabilecek –acil yardım düğmesi gibi– bir dayanaktır. Ancak ülkemizde koronavirüs ile mücadele süreci, olağanüstü hâl ilan edilmeksizin olağan dönemde geçerli olan mevzuat hükümleri dâhilinde yürütülmeye çalışılmıştır.
Olağanüstü hâl ilan edilmemesi sebebiyle, alınan bütün tedbirlerin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan, “temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.” hükmüne uygun olması beklenmektedir. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili sınırlamalarda kanuna dayanmanın yanı sıra, yine m. 13’te belirtildiği üzere, sınırlamanın hukuka uygunluğu Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmamaya da bağlanmıştır. Söz konusu tedbirler kanuna dayanarak ve haklı bir gerekçeyle yapılmış olsa dâhi, tedbirlerin ölçülülüğü konusu tartışmaya müsaittir. Hatta başlangıçta problem teşkil etmese de tedbir süresinin uzamasıyla ölçülülük ilkesi tartışılır hâle gelebilmektedir.
Alınan tedbirler, Anayasa’da güvence altına alınan başta seyahat özgürlüğü, çalışma hayatı, eğitim hakkı, din ve vicdan özgürlüğü gibi birçok hak ve özgürlük bakımından sınırlamalar içermektedir. Sokağa çıkma yasağının ve on dört günlük zorunlu karantinanın “kişi hürriyeti ve güvenlik hakkı”nı, camilerde namaz kılma yasağının “ibadet hürriyeti”ni, okulların kapatılmasının “eğitim ve öğretim hakkı”nı, maske takma zorunluluğunun “kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı hakkı”nı, işçi çıkarma yasağının “sözleşme hürriyeti”ni, seyahat kısıtlamasının “yerleşme ve seyahat hürriyeti”ni ihlal ettiği iddia olunabilecektir. Alınan tedbirlerden bir kısmının (maske takma zorunluluğu, sağlık personelinin istifa etmesinin ve alkollü içeceklerin satışının yasaklanması gibi) kanuni dayanağı bulunmamakta, bir kısmının ise (iş yerlerinin kapatılması, işçi çıkarma yasağı, icra takiplerinin ertelenmesi vb. tedbirler) kanuni dayanağı bulunsa da Anayasa’nın ilgili maddelerindeki (m.18, 23, 24, 35, 48) sınırlama sebepleri arasında “genel sağlık” yer almadığı için olağan dönemde kanunla dâhi sınırlanamamaktadır. Buna dayanarak hukukçuların bir kısmı sınırlamaların neredeyse tamamının hukuka aykırı olduğunu, olağanüstü hâl ilan edilip (Anayasa m. 15 ve m. 119) sınırlamaların da olağanüstü hâl CBK’sı ile yapılması gerektiğini savunmaktadır.
Hukukçular arasında tartışılan kısıtlamalardan bir diğerini sokağa çıkma yasakları oluşturmaktadır. İdare, sokağa çıkma yasağının kanuni dayanağı olarak 24 Nisan 1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nu veya 10 Haziran 1949 tarih ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesini göstermektedir. İl umumî hıfzıssıhha meclislerinin koronavirüs ile mücadele kapsamında aldıkları çeşitli kararlarda bu dayanak açıkça görülmektedir. Ancak 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanunu’nda salgın hastalıklarla mücadele amacıyla belirli sayıda somut tedbirlere yer verilmekte, genel bir sokağa çıkma yasağı veya belli yaş gruplarına yönelik sokağa çıkma yasağı gibi bir tedbire hukuki dayanak oluşturabilecek bir tedbirden bahsedilmemektedir. Sokağa çıkma kısıtlamaları açıkça düzenlenmediği gibi kısıtlamalar esnasında alınacak tedbirlerle ilgili hukuki çerçeve çizilmemiş, sınırlamalara ilişkin güvencelere de yer verilmemiştir. Hatta bu kanunun salt dili sebebiyle belirlilik ve öngörülebilirlik kriterlerini karşılamadığı dâhi söylenebilir.
Kanunun sokağa çıkma yasaklarına dayanak oluşturamayacağını söyleyen hukukçuların bir diğer iddiası da, kanunun öngörülen tedbirleri almaya yetkili olarak Sağlık Bakanlığı’nı gösterdiğini, ancak süreçte sokağa çıkma yasaklarının İçişleri Bakanlığı genelgeleri ve il umumî hıfzıssıhha kurulu kararı ile alındığını ifade etmektedirler. 10 Haziran 1949 tarih ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesine bakıldığında ise açıkça sokağa çıkma yasağı koyulabileceğine dair hükmün olmadığı, temel hak ve hürriyetler söz konusu olduğu için de madde hükmünde yer alan “Kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır” ifadesinin dar yorumlanması gerektiği savunulmaktadır.
2001 Anayasa değişikliğiyle 13. maddede yer alan “genel sağlık” sebebi çıkarılmış ve her bir hak için özel sınırlama sebepleri yazılmıştır. Bu sebeple olağan dönemde yapılacak her bir sınırlama için, kanuni dayanağı olsa dâhi ilgili temel hak ve hürriyetin düzenlendiği madde hükmüne bakarak “genel sağlık” sebebinin yer alıp almadığının kontrol edilmesi gerekmektedir. Sokağa çıkma kısıtlaması ile ilgili olarak kanuni dayanak var kabul edilse dâhi, seyahat hürriyetini düzenleyen Anayasa m. 23’te sınırlama sebepleri arasında genel sağlık bulunmadığından hukuka uygun olmadığı söylenebilecektir. Buna bağlı olarak uygulanan idari para cezaları da hukuka aykırı hâle gelmektedir.
Sokağa çıkma yasağı için yukarıda yazılanlar geçerli olsa da karantina uygulaması için aynı durum söz konusu değildir. Zira karantina uygulaması; Kanunun 72’nci maddesinde geçen “tecrit” tedbirine dayanılarak hasta olan veya hasta olduğundan şüphe edilenlere uygulanabilmektedir.
Tedbirlerin bir kısmının genelge ile alınması da tartışma konularındandır. İdare hukuku açısından genelge, her ne kadar yönetmeliklere benzese de yönetmeliklerden farklı olarak genelgeler ile yeni bir kural ihdas edilmez. Genelgelerin esasında özellikle bakanların, kendi astlarına uygulamakla yükümlü oldukları kanun hükümleri konusunda emirleri içeren belgeler ve iç düzene dair işlem olduğunu iddia eden hukukçular, genelgeleri normlar hiyerarşisine de dâhil etmezken aksini iddia eden hukukçular da bulunmaktadır. Tartışma da işte bu noktada genelge ile icrai bir işlem olan tedbirlerin alınıp alınamayacağı hususunda kilitlenmektedir. Genelge ile toplumun bütün bireylerini ilgilendiren kararların ve özellikle temel hak ve hürriyetleri sınırlandıran yasakların alınması, hukukun öngörülebilirlik ilkesini ihlal etmektedir. Ayrıca hak arama hürriyeti bakımından da sorun doğurmaktadır. İdare mahkemeleri tarafından genelge olarak kabul edildikleri takdirde ilk inceleme aşamasında başvurunun reddedilmesi gerekecektir. Ancak bu genelgelerin “icrai işlem” yaptıkları için mahkemeler tarafından düzenleyici genelge olarak kabul edilip denetlenmesi yolu açıktır. Yasaklar genelge değil de Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kararı veya yönetmelikler ile uygulamaya konulsa dâhi temel hak ve özgürlüklerle ilgili oldukları ve CBK’ların uygulama alanı Anayasa’da oldukça sınırlı biçimde belirlendiği için hukuka uygunluğu tartışılacaktır. Zira Anayasa’da CBK’ları düzenleyen maddede yer alan “yürütme yetkisine ilişkin konular” ifadesinin geniş yorumlanması ile temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması söz konusu olurdu ki, bu durumda kanuna dayanma şartını sağlamadığı için (Anayasa m. 13) yapılan işlem yine hukuka aykırı olacaktır. Bir diğer sorun; alınan tedbirlerin, uygun araçlarla duyurulmamasıdır. Tedbirlerin, basın açıklaması veya sosyal medya aracılığıyla duyurulması hukukun takip edilebilirliğine engel teşkil etmektedir. Örneğin alınan alkol satış yasağı ve sokağa çıkma yasakları ile ilgili Resmî Gazete’de bir belgenin bulunmaması günümüzde sorun teşkil ettiği kadar gelecekte de edecektir. Hukukta şeklin esastan önce geldiğinin altını çizmek gerekmektedir. Bahsedilen bütün hususlar birlikte düşünüldüğünde, koronavirüs ile mücadele sürecinde alınan tedbirler halkın sağlığını korumakta acil ve elzem görülse de hukuki açıdan sağlıklı bir süreç yaşanmadığı görülmektedir. Özellikle geçen süreç içerisinde kapsamlı bir kanun hazırlığı yapılmaması, 1930 tarihli Umumî Hıfzıssıhha Kanunu’nun ve 1949 tarihli İl İdaresi Kanunu’nun iki yıllık koronavirüs sürecinin sonunda dâhi alınan önlemlere dayanak kılınması hukukun geleceği açısından önümüzde durmaktadır.