Uzman Görüşleri
Aslı Okay Toprak
Dr. Kırklareli Üniversitesi
Salgın hastalıklar insanlık tarihinin devamlılık arz eden bir parçasıdır. Ancak uzun yıllardır küresel çapta bir salgın ile karşılaş- mayan modern dünya, COVID-19 salgınına hazırlıksız yakalanmıştır. Nitekim devletler nasıl ilerleyeceği ve yönetilmesi gerektiği ile ilgili yeterince bilgiye ve deneyime sahip olmadıkları bu kriz ile, insan sağlığının öncül niteliğini göz önünde bulundurarak ve ekonomik aktivitelerden büyük ölçüde feragat ederek mücadele etmektedir. Salgının yarattığı yıkım, yaşamımızın her alanında büyük hasarlar bırakırken ekonomik bir çöküntüyü de beraberinde getirmektedir. Birçok ülkede uygulanan kapanma kararlarının uygulandığı süreçte oldukça geniş ve karmaşık yapıda olan uluslararası üretim ağının sekteye uğraması finansman maliyetlerini arttırırken dış ticaretin büyük oranda durmasına yol açmıştır. Sonuç itibariyle hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yatırım ve üretimde düşüşler yaşanmıştır.
Küresel düzeyde yaşanan krize karşı devreye sokulan genişletici maliye politikaları, para genişlemesine yönelik para politikaları ile desteklenmiştir. Mali açıdan güçlü olan devletlerin kamu harcamaları oldukça yüksek rakamlara ulaşırken az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde söz konusu harcamalar sınırlı düzeyde gerçekleştirilebilmiştir. Bununla birlikte başta Amerikan Merkez Bankası (FED) olmak üzere uluslararası ekonomide etkili olan merkez bankalarının agresif parasal genişleme politikaları küresel enflasyon riskini tetiklemiştir. FED’in kuvvetli faiz indirimi ve yoğun finansal varlık alımları 2019 ile başlayarak 2021 yılının Kasım ayına kadar devam etmiştir. Hanehalkı tüketim harcamalarının arttırılmasını ve işletmelerin daha düşük maliyetlere katlanarak üretim gerçekleştirmesini amaçlayan bu politika, salgın sürecini atlatmak için doğru bir yöntem olarak ele alınmıştır. Ancak küresel fiyat artışlarının gözlemlenmesiyle FED, tedarik zincirindeki aksamanın yarattığı enflasyon artışının geçici olduğunu belirterek parasal genişleme politikasını kademeli olarak azaltacağını açıklamıştır. Fakat merkez bankalarının parasal genişleme politikaları sonrası resesyon ihtimalinin arttığı da belirtilmektedir. Bu noktada gelişmekte olan ülkelerin enflasyonist baskıya karşı daha kırılgan bir yapıya sahip olduğunu da belirtmek gerekir.
Yüksek borç oranları ve düşük kredi notları bu ülkeleri mali olarak sınırlandırmaktadır. Bu durum salgın süreci sonrası toparlan- manın gelişmekte olan ülkeler açısından daha uzun bir sürece yayılacağı beklentisini de arttırmaktadır. Merkez bankalarının krizin olumsuz etkisini en aza indirmek için başvurduğu parasal genişlemenin uzun dönemde yaratacağı enflasyonist baskının cari açık veren ülkelerde daha şiddetli seyretmesi beklenmektedir.
2021 küresel düzeyde enerji, kıymetli metaller ve tarım ürünlerinde fiyatların büyük sıçrayışlar gerçekleştirdiği bir yıl olmuştur. Salgın kaynaklı enflasyonist baskı ilk olarak kıymetli metallerin fiyatlarında kendisini göstermiştir (Şekil 51). Kıymetli metaller içerisinde en fazla dikkat çeken fiyat artışı ise bakırda gözlemlenmiştir (Şekil 51). Söz konusu artış yalnızca mevcut küresel krizin enflasyonist etkisi ile değil, aynı zamanda geçtiğimiz son 25 yıl içerisinde dünyanın fabrikası haline gelen Çin’in bakır, alüminyum ve demir-çelik gibi metallere olan talebindeki yükseliş ile de ilişkilendirilmektedir. Diğer yandan Çin’in artan kıymetli metal talebi günümüzün yeni teknolojileri, nüfus ve kentleşme oranlarındaki artış ile paralellik göstermektedir. Artan talebine karşın bakır oldukça yüksek finansman isteyen bir metal olması sebebiyle de yükselen bir fiyat ivmesine sahiptir. Özetle üretim kısıtlamalarının yarattığı fiyat artışlarının yanı sıra tüketime dayalı yaşam tarzımızın da bu tür emtia fiyat artışları üzerinde etkisi olduğu söylenebilir.
Salgın sonrası yaşanan ekonomik çöküntünün en can alıcı kısmı temel gıda ürünlerindeki dramatik artışlar olmuştur. COVID-19 salgını gerçekleşmeden önce de iklim değişikliği, bölgesel çatışmalar, beklenmeyen aşırı yağışlar, küçük ölçekli tarım işletmele- rinin risklerinin artması gibi pek çok nedenden dolayı akut gıda güvensizliği ön görülmekteydi. İklim koşullarına bağlı arz kısıt- larında özellikle buğday stoklarındaki önemli orandaki azalma dikkat çekmekteydi. Bu görünümüyle de gıda sisteminde köklü değişimlerin gerekliliği birçok uzman tarafından vurgulanmaktaydı. Nitekim COVID-19 salgınının neden olduğu ekonomik şok, gıda sistemi içinde yer alan tüm aktörleri etkileyerek mevcut durumu daha ağır bir hale getirmiştir. Salgın ile mücadele nedeniyle yapılan kısıtlamalar hasat yapılmasında, mevsimlik çalışma süreçlerinde ve gıda nakliyesinde aksamalara neden olarak temel gıdaların fiyatlarında hızlı yükselişler meydana getirmiştir. Salgın süresince küresel piyasalardaki nakit akışı ve finansal likidite yavaşlaması özellikle küçük ve orta ölçekli tarım işletmelerinin üretim kapasitesini etkileyecek dar boğazlara girmelerine neden olmuştur. Sonraki süreçte ise COVID-19 ile mücadeleye yönelik kısıtlamaların kalkmasıyla birlikte artan tüketici talebi de küresel düzeydeki fiyat artışlarını tetiklemiştir. İklim değişikliğinin ve hızla artan küresel talebin yarattığı enflasyonist baskının yanı sıra enerji ve tarımsal girdi fiyatlarındaki yükseliş de tarımsal emtia üzerinde enflasyonist bir baskı oluşturmuştur. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) en fazla artış gösterdiğini belirttiği ürünlerin başında bitkisel yağlar gelmektedir (Şekil 54). Temel gıda ürünlerindeki bu sıçrayışlar hâlihazırda bu ürünlere ulaşmakta zorluk çeken milyonlarca insanın mücadelesini daha da zorlaştırmıştır. FAO devam eden salgın süreci ve giderek belirsiz hale gelen iklim koşulları nedeniyle tarım emtia fiyatlarında kısa vadede bir normalleşme olasılığının zayıf olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla gıda sektöründe yer alan aktörler için kamu desteğinin gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Bu koşullar altında ise gelişmekte olan ekonomilerdeki gıda sektörü bileşenlerinin kredi imkânları açısından daha kısıtlı olması durumu ele alınmalıdır. Bu ülkelerde gıda üretiminin, işlenmesinin ve tüketiminin yeniden yapılandırılması önem arz etmektedir.
Dünya, salgına istikrarsız büyümenin ve ağır borç yükünün olduğu bir küresel ekonomik çevrede, politik ve ekolojik sıkıntıların giderek şiddetlendiği bir ortamda yakalanmıştır. Salgın öncesinin dışa açık ticaret ve yatırım ortamının kriz anında yaşadığı keskin geri dönüşler mevcut sistemin sorgulanmasına neden olmaktadır. Bu açıdan mevcut kriz 2008 Krizi ile benzerlik göstermektedir. Ancak 2008 Krizinin çok ötesinde yıkıcı etkilere sahip olması nedeniyle daha hızlı sonuçlar verecek politikaların hayata geçirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Yaygın aşılama kampanyaları, COVID-19 ile mücadeleye yönelik kısıtlamaların hafifletilmesini sağlarken bu süreçle eş zamanlı olarak küresel ekonomide hızlı bir düzelme gerçekleşmemiştir. Salgın sonrası yaşanan ekonomik şokun ardından tüm dünyada ülkelerin toparlanma süreci devam etmektedir. Artık salgının insan sağlığını tehdit etmesinden ziyade yüksek enflasyonun daha çok konuşulduğu bir döneme girmiş bulunmaktayız. Salgının yarattığı arz kesintilerinin politika yapıcıların beklentilerinin üzerinde gerçekleşmesi, fiyat baskısının çok geniş bir mal ve hizmet yelpazesine yayılması, küresel düzeyde fiyat istikrarı hedeflerine geri dönüş sürecinin beklenenden daha uzun süreceği izlenimini bırakmaktadır. Diğer bir deyişle, tüketici yaşam tarzımızın ve doğaya karşı aldığımız tavrın bir bedeli olarak yaşadığımız sal- gını kontrol altına almış olsak da enflasyonun ana kaynağı olan enerji ve gıda fiyatları yakın gelecekte geri dönebilecek gibi durmamaktadır.
Salgın, yaşanan ekonomik sıkıntıların sebebi olarak görülse de aslında uzun yıllara dayanan politikaların ve klasik kurumsal yapıların neticelerinin görülmesini tetikleyen ve bir anlamda hızlandıran bir faktör olmuştur. Bu çerçevede COVID-19 salgını başta gıda sektörü olmak üzere sosyo-ekonomik ve ekolojik yapının dönüştürülmesi ve daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir sistemin inşası için bir sinyal olarak görülmelidir.