UZMAN VE PAYDAŞ GÖRÜŞLERİ

Eğitim Yöneticiliği için “Sertifika” Gerekir mi?

Metin Özkan

Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi

Türkiye’de okul yöneticisi seçme ve yetiştirme ile ilgili tartışmalar güncelliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Eğitim kurumlarına, özellikle okullara, yönetici seçme konusu “ayarı bozuk terazi” gibi düzen tutmamaktadır. Kefelerden birine yeni bir ağırlık koyarak da düzeleceğe benzememektedir. 05 Şubat 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme ve Görevlendirme Yönetmeliği, yönetici olarak görevlendirileceklerde aranan genel şartlara “Eğitim Yönetimi Sertifikasına sahip olmak” şartını koymuştur. Yönetmeliği hazırlayanların bu şartla birlikte Türkiye’de daha önce uygulanmayan bir sistemin kapısını araladıklarını, kafalarındaki nitelikle ilgili beklentileri terazinin bir kefesine sertifikayı koyarak ulaşmak istediklerini tahmin edebiliriz. 

Sertifika, Türk Dil Kurumuna göre kişinin bilgi gerektiren herhangi bir konuda niteliğini gösteren belgedir. Sertifika sahibi olmayı, halkın dilinde de olan yaygın kullanımıyla, bir yetkinlik bir ehliyet olarak da değerlendirebiliriz. Dolayısıyla, eğitimin amaçlarını somut hedeflere dönüştürdüğümüz okullarımızın yöneticilerinin ehliyet sahibi olmasını isteriz. Benzer şekilde görev başında olan okul yöneticilerinin, sertifika kelimesinin anlamında da yer alan bilgilerini güncel tutmak ve kendini geliştirmek gibi amaçlarla yeniden eğitime alınacak olmaları da olumlu görülmelidir. Zira sertifika şartını getiren yönetmelik görev başında olan yöneticilerinde belirli aralıklarla (sekiz yıl) yeniden eğitime tabii olmalarını gerektirmektedir. 

Kadim bir tartışma olarak eğitimdeki yeni bir uygulama, farklı ülkelerle karşılaştırılır ve bu karşılaştırmalara farklı gerekçelerle eleştiriler yöneltilir. Okul yöneticilerinden, sertifika istendiğinde yine aklımızda başka ülkelerde nasıl oluyor sorusu gelebilir. Örneğin Güney Kore en az 20 yıllık bir öğretmenlik geçmişine ve altı haftalık bir kursun sonunda verilen okul müdürlüğü sertifikası sahip olma şartını okul müdürlüğü için zorunlu görmektedir. Singapur daha güven odaklı bir sistemle, eğitim lideri olarak kariyer yapmak isteyen öğretmenlerin mesleklerinin üçüncü yılında tercihlerini belirtmeleri ile geliştirme sürecini başlatmaktadır. Geliştirme sürecindeki adaylar merkezi olarak izlenmekte, sonunda yurtdışı gezilerin ve okul geliştirme projelerinin de olduğu altı aylık sıkı bir eğitimden geçirilmektedirler. Sertifika isteyen veya istemeyen ülkeleri örneklerle çoğaltabiliriz. Ancak iki ülke örneğinde görüleceği gibi eğitimdeki uygulamalar büyük oranda o ülkenin kültürel ve demografik yapısı ile ilgilidir. Sözgelimi Singapur, görece küçük nüfusa sahip olmasaydı okul yöneticisi adaylarına altı aylık çok kapsamlı eğitim verebilir miydi? Bu eğitimdeki sayılar 35-40 gibi küçük kalabilir miydi? Veya bir ülke Güney Kore gibi bireycilik özelliği çok düşük, toplumculuk özelliği çok yüksek olmasaydı kıdeme bu derece saygı gösterebilir miydi? Okul müdürü olmak için çoğu zaman 30 yılı aşan öğretmenlik deneyimi bir başka ülkede uygulanabilir mi? 

Yeniden Türkiye’deki mevcut duruma, başta belirttiğimiz gibi belli ki nitelik kaygısıyla konulmuş olan “sertifika” şartının nasıl uygulanabileceğine veya uygulanıp-uygulanmayacağına dönelim. Yönetmelikler hukukî bir metin olduğu ve alt hukukî metinlerle desteklenmesi gerekliliği gibi nedenlerle soyut olabilmektedir. Eğitim yönetimi sertifika programının kapsamı, içeriği, katılım koşulları, eğitim şekli, ölçme ve değerlendirmesi gibi ayrıntılarının yönergelerle belirleneceği gerekçesiyle girilmemiştir. Halen bu konuda bir yönerge yayınlanmamıştır. Dolayısıyla sertifika programının mevcut haliyle adı vardır ama kendisi yoktur. Üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen bu konuda bir gelişme de olmamıştır. 

“Ek tohumun hasını, çekme yiyecek yasını”

Anadolu’da sık kullanılan bir atasözü olarak bir işe girişmeden önce iyi hazırlık yapılması gerektiğini vurgulamaktadır. Yönetmelikte göze çarpan en büyük yeniliklerden biri olan sertifika şartı ile ilgili olarak geniş mutabakat sağlanmadığı ve hazırlıklarının yapılmadığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan bu konuyu Türkiye’de bir bilim alanının gelişimine gösterilen ilgi bakımından da sorunlu görebiliriz. Her ne kadar ek değerlendirme formlarında puan veriliyor olsa bile Eğitim Yönetimi alanından lisansüstü derecelere sahip öğretmenlerin bu eğitimlere katılmalarını zorunlu tutmak sorunludur. Sertifika şartı getirilmesi ile Türkiye’de sayıları 85’i bulan ve onlarca yıllık geçmişe sahip Eğitim Yönetimi bölümlerinin bilgi birikimi ve mezunları değersizleştirilmiştir. Sertifika, diplomanın önüne geçirilmekle kalınmamış aynı zamanda daha önce yönetici yetiştirme konusunda deneyimi olmayan bakanlık birimi, üniversitelerdeki uzmanlık alanlarının önüne geçirilmiştir. 

Diplomaya dayalı yeterlik ile sertifika arasında farklar bulunmaktadır. Bu yazının mahiyeti bakımından ayrıntıya girmeyeceğim. Ancak bakanlığın, hatta aynı dönemdeki bakanlık merkez örgütü yöneticilerinin yaptığı bir ayrımı hatırlatmakta fayda görüyorum. 29 Haziran 2020 tarihli Talim Terbiye Kurulu kararı, Bakan Yardımcısı imzası ile Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü başlığını taşıyan yazıyla duyurulmuştu. Bu kararda MEB 2023 Eğitim Vizyon Belgesine atıfla kelimesi kelimesine “sertifikaya dayalı ‘pedagojik formasyon’ uygulaması kaldırılarak yerine lisansüstü düzeyde programların açılması” vurgusu yapılarak pedagojik formasyon sertifika eğitiminin geçerliliğini yitirdiği ilan edilmişti. Buradaki özet gerekçe, binlerce öğrenciye niteliği veya işlevselliği sorgulanacak eğitimle belge vermek yerine doğrudan iş başına geçecek olanlara niteliği yüksek ve işlevsel eğitim verileceğiydi. Aynı konuyu yönetici atamaları için istenen sertifika şartı için düşündüğümüzde, neden herkese belge vermek aynı bakanlık ve bakanlık biriminin tercih ettiği bir yönteme dönüşmüştür. Oysa pedagojik formasyonda, ki o zaman da uygulanamamıştı, olduğu gibi düşünselerdi etkili bir yönetici eğitim programının kapılarını açmış olabilirlerdi. 

Sonuç olarak, Türkiye’de uygulamaya alınmaya çalışılan yeni bir fikir veya felsefe geniş bir mutabakat sağlanmadığı, ayrıntılı planlama yapılmadığı, ilkesel bir bütünlük taşımadığı için başarılı olamamaktadır. Nasıl ki pedagojik formasyon sertifika programının geçerliliğini yitirdiği ilan edildikten sonra yaşanan belirsizlik ortamı, bakan değişikliğinin ardından programların yeniden açılması ile son bulduysa, yönetmelikte istenen “Eğitim Yönetimi Sertifikası” şartı başlamadan son bulacak gibi gözükmektedir. Yani çocuk ölü doğmuştur. En azından yönetmeliğe geçici madde olarak eklenen “Eğitim Yönetimi Sertifikası şartı, bu Yönetmeliğe göre ilk defa düzenlenecek Eğitim Yönetimi Sertifika Programının kesin sonuçlarının ilan edildiği tarihe kadar aranmaz.” şartı kaosu engellemiştir. Oysa iyi bir planlamayla okul yöneticiliğinde sürekli meslekî gelişimi öne çıkartabilecek bir model kurgulanabilirdi.