GÖRÜŞ YAZILARI

Çıplak Arama Gerçeğimiz mi?

Ahmet Sait Öner

Avukat

Çıplak arama iddiaları işkence dönemlerindeki eski Türkiye’nin neredeyse vaka-i adiye sayılan gerçekliklerindendir. Vücut dokunulmazlığının ihlali olarak temel hak ve hürriyetlere müdahale anlamına gelen bu uygulama 2020 yılında tekrar gündem olmuştur. HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, kolluk güçlerince çıplak aramalar yapıldığını gündeme getirmiştir. Ardından sanatçı Selda Bağcan, hapse girdiği üç dönemde de çıplak arandığını dile getirince iddialar özellikle sosyal medya üzerinden yaygın olarak konuşulmaya başlanmıştır.

Çıplak arama iddialarının bu şekilde gündem olması üzerine siyasi iktidar; İçişleri Bakanlığı ve parti grup başkan vekilliği düzeyinde açıklamalar yaparak iddiaları kesin bir dille reddetmiştir. Bakanlık, bu iddiaların bir FETÖ taktiği ve refleksi olduğunu söylerken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise bu iddiayı dile getirenlerle ilgili “FETÖ lehine kasıtlı paylaşım” suçlamasıyla soruşturma başlatmıştır.

Tartışmalar siyasi arenada ve sosyal medya mecralarında bu vaziyette ilerlerken gözler geç de olsa durumun hukuki boyutuna ve yasal zemindeki pozisyonuna odaklanmıştır. 

Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik ve özellikle bahse konu yönetmeliğin 34. maddesi, çıplak aramanın usullerini düzenlemektedir. Yönetmelikte; çıplak aramanın önce bedenin üst giysileri çıkartılarak, alt giysileri ise üst giysiler giyildikten sonra çıkartılarak yapılacağı, beden çukurlarında yapılacak aramanın ise makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde önce hükümlüden talep edilerek, hükümlünün bunu yapmaması üzerine cezaevi tabibi tarafından ve aynı cinsiyetten olan güvenlik ve gözetim görevlilerince zor kullanılarak yapılacağı gibi hususlar yer almaktadır.

Her ne kadar çıplak aramanın yönetmelik düzeyinde yasal zemini olduğunu vurgulasak da bu durum çıplak aramaların her türlü meşru addedileceği anlamına gelmemektedir. Kişi ve toplum güvenliği ile hukuki güvenliğin bir arada yürümesi, insan onuruna saygının esas olması, zorunlu hâller ve ölçülülük kıstasının aşılmaması, aramaya maruz kalan kişinin kendini güvende hissedeceği bir şeffaf denetleme mekanizmasının tesisi gibi hususlar çıplak aramaları sadece yasal değil aynı zamanda hukuki ve ahlaki zemine oturtmaya hizmet edecektir. Aksi hâlde hukuka aykırı olarak yapılan her çıplak arama, devletin efendisini aşağılaması anlamına gelirken kamu gücünü kullanan kolluk açısından da bir kolluk şiddeti örnekliği oluşturacaktır.

Hukuk devletinin gereği olan hukuki güvenlik ilkesinin bir fonksiyonu da bireyin kamu gücü karşısında kendisini güvende hissetmesi şeklinde ortaya çıkar. Çıplak aramalarda ispat zorluğu da dikkate alındığında hukukun söz konusu güvenlikten önce, bireyi koruyan bir mekanizmayla onun yanında durması sağlanmalıdır. Bu bağlamda çıplak arama ile ilgili olarak Türkiye’nin 2020 yılında hukuk devletinden ayrıldığını keskin bir dille söylemek doğru olmayacaktır. Ancak hukuk devletinden polis devletine kayışta neredeyse ilk sapmanın kolluk gücü üzerinden olduğunu ve son dönemde göreceli olarak arttığı gözlemlenen kolluk şiddeti olaylarının çıplak arama konusunda da endişe verici olduğu da söylenmelidir.

Çıplak arama ile ilgili her ne kadar yönetmelik bulunsa da yasal düzenlemelerin yetersiz olduğu muhakkaktır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda çıplak arama ile ilgili doğrudan düzenleme getirilmediği, sadece iç muayene (75. Madde)  kapsamında bir çıplak müdahaleden (arama değil) bahsedildiği görülmektedir. Dolaysıyla çıplak arama ile ilgili olarak mevzuatta boşluk olduğu, yasal bir düzenleme getirilmesinin hukuk devleti ve hukuk güvenliği açısından zaruri olduğunu belirtmek gerekir.