Giriş
Yeryüzünde ilk izinin görüldüğü 315 bin yıl önceden bugüne yolculuğu süren, geldiği noktada eriştiği kudretli gelişmişlik düzeyiyle gururla övünen insan, grip virüsünden (influenza) sadece biraz daha güçlü olan bir virüse, Sars-Cov-2’ye yenik düştü. Son 20 yılda görülen üçüncü uluslararası tehlike yaratan koronavirüs salgınıydı bu, ancak SARS ve MERS salgınları bu kadar etkilememişti dünyayı. Yeryüzünün insana değil, artık insanın yeryüzüne şekil verebildiği jeolojik zamanlarda, antroposen çağında koptu bu beklenmedik tufan. Yapay zekanın, asteroid madenciliğinin, kuantum mekaniğinin, transhümanizmin ve daha nicesinin tartışıldığı zamanlarda insanlık bir anda izolasyonda ve karantinada buldu kendini. Panik içerisinde eski defterler açıldı, tarihteki tecrübelere başvuruldu, yaşanan son pandemi olan 1918 İspanyol gribinin tozlu defterleri masaya kondu, daha önceden nasıl mücadele edildiyse gelişmiş aletlerimizle benzerini yapmak için kollar sıvandı. Elimizde eskilerden ne kaldıysa, 1918’in notları ne kadar iyi tutulduysa o kadar tecrübe vardı. Virüs kıtalar aşarken 21. yüzyılın üstün teknolojisi büyük oranda sadece virüsü yakından izlemeye yetebildi; virüsten daha hızlı davranıp onu önlemek hayal oldu.
Nihayet mucizevi bir hızla, aslında 15 yılda üretilebilecekken 15 ayda aşı üretebildik (Ucar, 2021a). Virüs bu sırada yüzbinlerce mutasyon geçirdi, salgının ilk başındaki vahşi varyantlar fazla öldürdüğü için hayata tutunamadı, aşılar ve sosyal tedbirler virüsün yayılımını yavaşlattı. Pandeminin sonuna doğru ortaya çıkan daha az öldürücü varyantlarsa beklendiği üzere aşılanma hızından daha yüksek bir hızla dünyaya yayılarak doğal bir bağışıklık sağlamış olabilir, ama kesin bir bilgimiz henüz yok (Ucar, 2022). Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) başkanı ufukta kara göründüğünü geçtiğimiz aylarda ilan etti (Reuters, 2022). 12 Kasım 2022 tarihi itibariyle dünya genelinde toplam 6,61 milyon kayıtlı ölüm gerçekleşti. Kayıtlı hasta sayısı ise 635 milyonu geçti. Kayda girmemiş ölüm ve hastalıklarla birlikte düşünüldüğünde bu pandeminin 1918 pandemisinden sonra yaşanan en büyük küresel sağlık krizi olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Yapısal Eksiklikler
Pandemi, insanlığın geldiği son noktada onca gelişmiş teknoloji ve uygarlık düzeyine rağmen daha en temel konulardaki açıklarımızı görünür kıldı, küresel medeniyete bir ayna tuttu, görmezden gelinen kusurlarımızla yüzleşmemiz için bir fırsat oluşturdu. “Gelişmiş ülke” kavramındaki gelişmişliğin zirvesini temsil eden ülkelerde dahi sağlık alanındaki temel eksiklikler su yüzüne çıktı. Kriz, sağlığın ötesine taşarak ekonomi, iletişim, yönetişim ve daha pek çok alanda temel eksikleri ortaya çıkardı. Sağlık alanında öne çıkan eksiklikler ise belli başlıklarda incelenebilir.
Salgınla mücadele stratejileri ve yan etkileri
Pandeminin başlangıcında yapılan en büyük tartışma, salgının yönetim stratejisiydi. Tartışma iki temel strateji arasındaydı; hafifletme (mitigation) ve baskılama (supression) (Ferguson vd., 2020). Hafifletme stratejisi virüs için herhangi bir aşı veya tedavi seçeneği olmadığından virüsün her halükarda topluma yayılacağı ve belirli düzeyde insanı kaçınılmaz olarak öldüreceğini varsayıyor, bu sebeple virüsün kontrollü şekilde toplumda serbest bırakılması gerektiğini teklif ediyordu. Bu sayede toplum virüsle yavaş yavaş karşılaşacak, ölecek olanlar daha uzun bir sürece yayılarak ölecek, yani her hastaya ihtiyacı kadar sağlık hizmeti sunulabilecek, sağlık sistemi çökmeden, sistem kapasitesi korunarak virüsün yayılımına müsaade edilecekti. Baskılama stratejisi ise sıkı önlemler alarak, gerekirse okulları kapatarak ve insanları evlerinde kalmaya zorlayarak salgının durdurulmasını; bu sırada sürdürülebilir önlemler, korunma veya tedavi seçenekleri geliştirilmesini, toplumda virüs sebebiyle ölümün en aza indirilmesini, bu çözümlere kavuşması için zaman kazanmayı teklif ediyordu. Bu ikinci görüşün topluma maliyeti çok fazlaydı, zira iş yerlerinin ve okulların kapatılması, insanların evlerine kapanması çok kısa süre için uygulanabilirdi. Özetle, hafifletme stratejisi ölümlerin kaçınılmaz olduğunu ve yavaş yavaş gerçekleşecek ölümlere göz yumulmasını, baskılama stratejisi ise tüm imkanların seferber edilmesi ile ölümlerin önlenmesini ve bir tedavi ya da aşı bulunana kadar sıkı önlemlerin sürmesini teklif ediyordu.
Bu tartışmalar sürerken bazı ülkelerde sıkı önlem almak konusunda kararsızlıklar ve kasıtlı gecikmeler oldu. İngiltere’de Imperial College tahmini ölüm ve vaka sayılarına, sağlık sistemlerinin ne zaman ve ne düzeyde çöküş yaşayabileceğine dair ilk ve en güvenilir tahminlerini yayınladığında salgının devasa boyutları ABD ve İngiltere’nin kararsızlığına son vermesine sebep oldu ve salgına karşı acilen baskılama stratejisine geçildi (Wired UK, 2020). Bu noktada, “gelişmiş ülke” deyince akla ilk gelen ABD ve İngiltere’nin dahi böyle bir salgın durumuna hazırlıksız olduğu, neye göre karar vereceklerini bilmedikleri, sıkı tedbir almakta gecikmiş olmalarının göz göre göre pek çok hayata mal olduğu İngiliz parlamentosu raporlarında yer aldı (Parliament.uk, 2021). Gelişmiş dünya pandemiye hazır olmadığı gibi müdahaleye de hazır değildi.
Bu süreçte can kaygısıyla birlikte öne çıkan diğer bir kaygı sebebi ise ekonomik ve sosyal maliyetlerdi. Alınan her bir önlemin toplumsal hayatta ağır karşılığı vardı. Örneğin, okulların kapatılması en temel insan haklarından olan eğitim hakkının ihlali anlamına geliyordu. Diğer taraftan ekonomik maliyetler trilyon dolarlar düzeyine erişti, salgının sadece ABD’ye maliyeti 16 trilyon dolar sınırını geçti (Bruns & Teran, 2022). Sağlık alanında ölüm ve hastalıklarla tsunami düzeyinde yaşanan dalgalanmalar ekonomi, toplum ruh sağlığı ve sosyal hayat açısından da hissedildi. Toplum hem salgına hem de pandemi tedbirlerine maruz kaldığı için pandeminin etkileri ile müdahalenin etkileri toplum ruh sağlığını da doğrudan etkiledi. Sağlık çalışanları dahil olmak üzere intihara yönelik eğilimler arttı (WHO, 2022). Evde uzun süre birlikte olmaktan dolayı ev içi şiddet düzeylerinde artış yaşandı, pandeminin ilk yılında kadınların %45’i şiddete maruz kaldı (Piquero, Jennings, Jemison, Kaukinen, & Knaul, 2021).
Sağlık Sistemlerinin Yetersizliği ve Hazırlıksızlığı
DSÖ Avrupa Ofisi, Avrupa ülkelerinin dünyanın en gelişmiş sağlık sistemlerine sahip olduğunu, ancak pandemiyle mücadelede hiçbir ülkenin gerekli hazırlığı olmadığını ve yeterli bir dayanıklılığa sahip olmadığını ifade ediyor (Van Ginneken vd., 2022). Bu süreçte ülkelerin pandemi eylem planları pandemi öncesinde mevcut olsa dahi bu planların yürütülmesinde ve krizin yönetilmesinde başarısız kalındığı söylenebilir. Sağlık sistemleri, ani ve yoğun biçimde ortaya çıkan talebe yanıt vermek için kurgulanmamıştı. Ülkemizin de muhtemel influenza pandemisine yönelik bir planı vardı ancak bu planlar tek başına pandeminin yönetilmesi için yeterli olmadı.
İnsan zihni afet veya kriz anlarında sağlıklı değerlendirme yapamadığı için afetlere veya krizlere hazırlık planları o krizin ortasında panik içerisinde kalmış bir insanın en basit yönlendirmelerle ne yapması gerektiğini ortaya koyan, yoğun düşünsel faaliyet ve entelektüel kapasite gerektirmeksizin uygulanabilir nitelikte belgelerdir. Pandemi planlarının ise panik yaşayan bir toplumun, bu toplumun tüm organlarındaki idarecilerin adım adım neler yapması, hangi zamanda ve koşulda nerede durması ve neleri yapması gerektiğini algoritmik olarak ifade eden planlar şeklinde düzenlenmesi ve buna yönelik alt yapının geliştirilmesi gerekirdi. Ancak bu planların başarısız olmasında, yetersiz alt yapı ve iyi fonlanmayan sağlık sistemleri, özellikle gelişmiş ülke hükümetlerinin 54 Toplumun Görünümü 2022 salgının ciddiyetine dair bilimsel uyarıları hafife alması, en yüksek ekonomik risk altındaki nüfusun korunması, toplumun bilim insanlarına ve pandemiyi yöneten kişilere karşı güvensizlik duyması gibi faktörler etkili oldu (The Lancet Respiratory Medicine, 2022).
Ülkelerin salgında aldıkları hasarları veya kaydettikleri başarıları ölçmeye yönelik henüz bir endeks geliştirilmedi ve üzerinde mutabık kalınmış ortak göstergeler yok. Ancak en önemli göstergelerinden birinin birim nüfustaki Covid-19 ölüm sayısı olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Bu noktada Türkiye’nin verilerini diğer OECD ülkeleriyle karşılaştırdık. Ancak bu karşılaştırmada ülkelerin birim nüfustaki Covid-19 ölüm sayılarını İnsani Kalkınmışlık Endeks değerlerine (Human Development Index - HDI) göre oranlayarak tüm ülkelerin benzer gelişmişlik düzeyinde (HDI=1) olması durumunda ne kadar kaybı olduğunu hesaplayarak sıraladık. Ortaya çıkan sıralama Şekil 53’teki gibidir.
Şekil 53. OECD Ülkelerinin İnsani Kalkınmışlık Endeksi 1 Puan Olacak Şekilde Düzenlendiğinde Covid-19 Ölüm Sayısı (Yüz Bin Nüfusa Oranla)
Bu sıralamada Türkiye’nin pek çok OECD ülkesine göre oldukça düşük sayıda kayıp verdiği, İskandinav ve Güney Asya ülkeleriyle benzer başarı düzeyinde olduğu açıkça söylenebilir. Türkiye’nin 38 ülke arasında 8. sırada olduğu görülmektedir. HDI düzeltmesi yapılmadan doğrudan birim nüfustaki ölüm sayıları ile karşılaştırıldığında dahi Türkiye 10. sıradadır. Bu başarının ardındaki en önemli faktör olarak, ülkemizin hafifletme değil ağır maliyetlerine rağmen baskılama stratejisini uygulaması, hastane yatak kapasitesinin fazla olması, temel sağlık hizmetleri ve salgın yönetimi alt yapısının güçlü olması, etkili bir filyasyon çalışması yapılması, sonuçta tüm bu alt yapı ve yönetsel kararları büyük bir fedakarlıkla uygulayan sağlık insan gücünün varlığı sayılabilir (Guerin, 2020; Ucar, 2021b). Nitekim pandemi öncesinde de ülkemiz hastane ve polikliniklerinde adeta afet tıbbı uygulanmakta, sağlık personelimiz insanüstü bir emekle çalışmaktaydı (OECD, 2021). Denilebilir ki Türkiye’de sağlık sisteminin zaten kapasitesinin çok üstünde çalışmaya alışmış olması, salgın sürecinden can kaybı anlamında daha hasarsız çıkmamızı mümkün kılmıştır. Ancak hekimler başta olmak üzere sağlıkta mevcut işgücünün, yoğun iş yükünü uzun vadede ne kadar kaldırabileceği şüphelidir.
Şekil 54. Hekim Başına Düşen Yıllık Muayene Sayısı, 2019 (veya daha yakın)
Kaynak: OECD Health Statistics 2021.
Not: Şili, Kosta Rika ve Yunanistan’da payda verisi çalışma izni olan bütün hekimleri içerir.
Salgın Yönetişimi ve Bilimsellik
Salgına karşı sağlık sistemlerinin hazırlığı dışında, salgının çok paydaşlı ve sektörlü yönetimi konusunda da planlamaların yetersiz kaldığı gözlemlendi. Örneğin İngiltere’de kurulan bilim kurulundaki bilim insanları, tavsiyelerinin hükümet tarafından uygulanmaması, siyaset tarafından manipüle edilmesi, toplumun duyduğu güvensizlik gibi sebeplerle görevlerinden ayrılarak bağımsız bir bilim kurulu oluşturdu ve görüşlerini bağımsız olarak kamuyla paylaştı (Carrell vd., 2020; Independent SAGE, 2021). Pek çok ülkede bilim kurulları sadece sağlık meslek mensuplarından oluştu. Halbuki yaşanan durumun pek çok sektörü doğrudan etkileyeceğinin hesaba katılması, her sektöre yönelik bilim kurulu oluşturulması, sağlık ağırlıklı bilim kurulunun ise bu kurulları koordine etmesi ve sağlık tehditlerine göre yönlendirmesi gerekirdi.
Toplumda salgının önlenmesi ve yönetimi tam olarak halk sağlığı anabilim dalının yan dalı olan epidemiyoloji uzmanlarının çalışma alanı olduğu halde ülkemizdeki bilim kurulu ağırlıklı olarak enfeksiyon hastalıkları uzmanlarından oluştu. Bilim kurulunda sadece bir halk sağlığı uzmanı yer alabildi (Memurlar.net, 2020). Sonrasında kurulan ‘’toplum bilimleri kurulu’’nda nihayet alan uzmanlarına daha çok yer verilse de bu kurulun varlığı ve çalışmaları karar vericiler nezdinde yeterli itibarı görmedi. Halbuki topluma yönelik okulların kapanması, sokağa çıkma yasağı gibi katı tedbirlerin benimsenmesi, toplumun yapısını, motivasyonunu, sağlık davranışlarını yakından inceleyen sosyal bilimlerin uzmanlık alanından istifade etmeyi gerektiriyordu. Pandeminin hastanecilik eksenli değil, toplum sağlığı politikaları eksenli yönetilmesi gerektiği küresel ölçekte gözlenmiş, pandemi düzeyinde salgınlarda hiçbir sağlık sistemi kapasitesinin ayakta kalamayacağı, salgınlarla mücadelenin anahtarının önleyici toplum sağlığı hizmetleri olduğu ağır bir maliyetle tecrübe edilmiş oldu.
Bu süreçte bilimsel bilginin dolaşımı da hızlandı. Örneğin, Çinli bilim insanlarının virüsün genetik kodunu tespit ettikten sonra bu bilgiyi yayınlaması sonra da bu bilgiye istinaden gerekli PCR test alt yapısının kurulması gerekiyordu. Normalde 1 yıla yakın sürede gerçekleşebilecek bu süreç, preprint yayıncılık yoluyla bir haftaya indirildi. BioRxiv.org ve MedRxiv.org üzerinden hakem değerlendirmesinden geçmeden, ancak bu kuruluşların bilimsel kurulları tarafından incelenerek yayınlanan çalışmalar, böylece en geç 1 hafta içinde kamuoyu ile paylaşılmış oldu. Benzer preprint yayıncılık yolları pek çok dergi tarafından da benimsendi ancak bu durum preprint yayıncılığın kontrolsüzlüğü ve bilimsel kalitenin düşmesi tehlikelerini de öne çıkardı (Kodvanj, Homolak, Virag, & Trkulja, 2022). Nitekim hakem değerlendirmesi uzun sürse de bilimsel yayıncılık süreçlerinin bel kemiğini oluşturuyor. Ancak bu süreç kamu menfaatleri adına baypas edilmiş oldu. Pandemi sonrasında preprint yayıncılığın oluşturduğu fırsatların getirdiği yan etkilerle birlikte değerlendirilmesi bilimsel yayıncılığın da kaderini belirleyecek gibi görünüyor.
Sağlık Hizmeti Kesintilerinin Eşitsiz Sonuçları
Pandemi, yoğunluktan ötürü bloke olan sağlık sistemlerinin aciliyet arz etmeyen sağlık hizmetlerini ertelemesine, bu durum ise hasta bekleme süresinin artmasına ve birikmiş bir sağlık hizmet talebine sebep oldu. Bu yükü artıran başka bir faktör ise sağlık hizmeti almaktan imtina eden toplum kesimlerinde karşılanmamış sağlık ihtiyacı sebebiyle gelişen komplikasyonlardı. Pandemi sonrasında bu biriken yükle nasıl baş edileceğinin stratejileri halen tartışılıyor. Salgın boyunca hastaların bekleme sürelerinin uzaması ve hastane dışı ölümlerin artması kadar, salgın sonrasında Uzun-Covid kavramı altında incelenen etkilerin oluşması da söz konusu oldu.
Medikal malzemeler, yoğun bakım yatakları, aşı gibi sınırlı kaynakların ihtiyaç halindeki topluma adil paylaştırılması, toplumdaki risk gruplarının belirlenmesi, sağlık ihtiyaçlarına göre önceliklendirmenin yapılabilmesi tıp etiği alanındaki uzmanların doğrudan görüşüne muhtaç iken alınan kararlarda ve toplumsal müdahalelerde bu etik kodların etkisi geri planda kaldı. En azından DSÖ’nün teknik dokümanları, bu konuda etik ihlallere dikkat edilmesi gerektiğine dair uyarılar içerdi.
Salgın döneminde pek çok önemli sağlık hizmeti, başta aşılar ve kanser tedavileri olmak üzere kesintiye uğradı (Van Ginneken vd., 2022). 54 ülkeden 356 sağlık kuruluşuyla yapılan bir çalışma kuruluşların %88,2’sinin hizmet sunmakta zorlandığı gösterdi (Jazieh & Kozlakidis, 2020). DSÖ raporuna göre 2021 başında AB ülkelerinde hastane bakımı ihtiyacının %47’si, diş sağlığı ihtiyacının %27’si karşılanamadı. İtalya’da yapılan bir çalışma 2020 yılında 10 haftalık bir sürede tespit edilen kanser vakalarının geçmiş yıllara göre %45 daha az olduğunu gösterdi. Şüphesiz bu durum insanların kanser olmadığı anlamına gelmiyor, %45 azalma, mevcut kanserlerin teşhis edilemediğine işaret ediyor (Ferrara vd., 2021). İngiltere’de bir başka çalışma ise erken kanser teşhisi sonrasında acil tedavi önerilen hastaların %27’sinin tedavisine başlanamadığını, yani göz göre göre ölüme sürüklendiğini gösterdi (The Nuffield Trust, 2022). DSÖ’nün sağlık hizmetlerinin kesintiye uğradığı ülkelerde yaptığı bir araştırma, düşük gelirli ülkelerde daha fazla hizmet kesintisi olduğunu ortaya koydu. Bu durum, sosyal tabakalaşmanın toplum sağlığı acillerinde de etkili olduğuna işaret ediyor (WHO, 2020).
Şekil 55. Alınamayan Sağlık Hizmetlerinin Oranı, 2021
Kaynak: Eurofound, 2021 Not: Veriler 2021 Baharı için AB ülkelerini kapsar
Bazı temel sağlık hizmetlerinin kesintiye uğraması doğrudan kırılgan toplum kesimlerinin hayatına mal olmaktadır. Kesintiye uğrayan sağlık hizmetleri içinde en kırılgan hizmetlerden olan anne ve çocuk sağlığı hizmetlerinin yeterince sağlanamaması sebebiyle bir milyondan fazla ek bebek ölümü olduğu tahmin ediliyor (Moynihan vd., 2021). Bu durum, ne kriz yaşanırsa yaşansın, en kırılgan hizmetlerin sürdürülmesinin önemini göstermektedir. Öyle ki toplum sağlığı acillerinde toplam sağlık kapasitesi içinde bağımsız ve minimum hizmeti sunacak müstakil bir kapasite ayrılması hayati önem taşımaktadır. Anne ve bebek sağlığı, kanser tedavileri, aşılama hizmetleri gibi en kırılgan hizmetler ikame edilemez sağlık hizmetleridir ve her şartta devamlılığının sağlanması büyük önem arz etmektedir.
Dijital Teknolojilerin Verimsiz Kullanımı
Salgın, onca gelişmiş dijital teknolojilerin varlığına ve kullanışlılığına da bir ayna tuttu. Bulut bilişim ve nesnelerin interneti çağında, İngiltere halk sağlığı kurumunun test yapılan kişilerin bilgilerini Excel dokümanları ile transfer etmesi bir skandala sebep oldu. Excel programında maksimum satır satısı 1.048.576 ile sınırlı olduğundan bu rakamdan daha fazla sayıda hastanın bilgileri Excel ile transfer edilmek istendiğinde maksimum sınır dışında kalan veriler kayboldu. Bu durumun üçüncü dünya ülkesi olarak anılan bir ülkede değil İngiltere’de yaşanması pandemi karşısında tüm insanlığın kendi alanında acizliklerine ayna tuttu (Hearn, 2020). Yine benzer şekilde Avrupa Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin (ECDC) günlük olarak yayınladığı tüm dünya ülkelerine ait vaka ve ölüm sayıları tablolarında negatif değerlerin yer alması, ölümleri ve vakaları saymakta dahi aciz kalınabildiğini gösterdi (Ucar, 2020). Bu durumlar en temel yönetsel reflekslerde bir paniğe ve yeterli düzeyde olsa dahi gelişmiş teknolojilerin kriz anlarında kullanımının yeterince pratik düzeyde olmadığına da işaret ediyor.
Pandemiyle mücadelede mobil teknolojinin ve internetin yaygın ve hatta zorunlu şekilde kullanılması, bu teknolojiye uyum sağlamamış toplum kesimlerinin de mağduriyetine sebep oldu. Mobil uygulamaların zorunlu tutulduğu durumlarda özellikle yaşlı insanlar mağduriyet yaşamış oldu. Ülkemizde de pek çok kamusal alana giriş mobil uygulama ile (HES kodları) sağlandı ancak yaşlı nüfusun bu teknolojiye uyumu konusu geri planda kaldı. Salgının hedefindeki yaşlılar salgında en çok mağdur olan kesim iken, alınan önlemlerin en büyük mağdurları da yine onlar oldular. Pandemide ortaya çıkan yeni teknolojilerin akreditasyon, lisanslama, finanse edilme sorunları da mevcuttu. Özellikle hasta lokasyon bilgilerinin büyük miktarlarda zorunlu olarak toplanması, bu bilgilerin gizliliğinin korunması sorununu da beraberinde getirdi.
Yaşanan süreç, toplum sağlığı sürveyans sistemlerinin, yani toplumdaki sağlık sorunlarının izleminin de istenilen düzeyde olmadığını göstermiş oldu. Sürveyans hızının virüsün yayılma hızından geride kalması, virüsün yayılımına müdahale imkanı bırakmamış oldu. Mobil teknoloji, pandemi mücadelesinin merkezinde yer aldı. Bu teknolojinin toplum sağlığına yönelik bilgi toplama ve sağlık risklerinin izlenmesi konusunda ne denli kritik olduğu öne çıkmış oldu. Geleneksel veri toplama yöntemlerine göre mobil uygulamalar üzerinden bireylerle doğrudan iletişimin toplum sağlığı sürveyansını yeni bir çağa taşıdığı açıkça söylenebilir. Bu zorunlu tecrübe, mobil uygulamalarla sürveyansın artık pandemi sonrası dönemin temel bileşeni olabileceğini de göstermiş oldu (Jazieh & Kozlakidis, 2020).
İnfodemi
DSÖ, hem pandemiyle hem de onun kadar tehlikeli infodemiyle savaştıklarını ifade etti. Pandemi sürecinde virüs hakkında pek az bilginin olması toplumu panik ve korkuya sevk eden yanlış bilgiler için ideal yayılma ortamı sağladı. Kendi halkına deterjan içmesini öneren siyasi liderlerden, maske takmanın zararlı olduğunu iddia eden akademik unvan sahibi kişilere dek yayılan infodemi, virüs hakkında bilgilerin artmasıyla sınırlanabildi. Bu süreçte teyit sitelerinin ne kadar kritik bir role sahip olduğu öne çıktı. Zira yanlış haberlerin yayılma hızı virüsün yayılma hızından daha fazlaydı (Patel, Kute & Agarwal, 2020)
İnfodemi ile mücadelede risk iletişiminin, yani karar vericiler ve bilim insanları ile toplum arasındaki iletişimin ne denli kritik role sahip olduğu görüldü. Risk iletişiminin pandemiyle mücadele planlarının merkezi bir bileşeni olması gerektiği anlaşıldı. Ayrıca infodemi mücadelesinde sosyal medya şirketleri ile davranış bilimlerinin işbirliği yapmasının gerekliliği öne çıktı (Jazieh & Kozlakidis, 2020). Bu konuda sosyal medya şirketlerinin komplo teorisi veya yanlış bilgiler içeren paylaşımları otomatik engelleyen yazılımlar geliştirmeleri de sosyal medya teknolojisini yeni bir aşamaya taşıdı. Bunun yanı sıra infodemik bilgileri yaymak için verilen reklamlar da yine sosyal medya kuruluşlarının onayından geçerek dolaşıma girebildi (Facebook Consumer Reports, 2020).
İnfodemi, toplumun sağlık okuryazarlığının ne denli zayıf olduğunu da göstermiş oldu. Bireylerin doğru ve yanlış bilgiyi, komplo teorileri ile güvenilir bilgileri birbirinden ayırt edememesi, infodeminin yayılımı için fırsat oluşturdu. Bu durum, sağlık okuryazarlığının önemli bir toplum sağlığı sorunu olduğunu ortaya koydu. Aynı süreçte tıbbi uzmanlığı olan kişilerin farklı ve hatta zıt görüşlerle kamusal tartışmaya katılması, medya kuruluşlarının bu tartışmaları sorumsuzca kamuya sunması toplumun uzmanlara olan güvenini de sarsmış, infodemiye zemin hazırlamış oldu.
Pandemi Sonrası Dünyanın Restorasyonunda Sağlık
Sadece sağlığın değil, hayatın tüm bileşenlerini sarsan pandemi tecrübesinden sonra sağlık sistemlerinin restorasyonu önemli bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Sağlık sistemleri pandemi sonrasında birikmiş sağlık talebi yüküyle karşı karşıya kalmıştır. Bu yükle baş edilebilmek adına DSÖ tarafından hazırlanmış olan bir politika özeti, üç temel strateji önermektedir: 1) Sağlık insan gücünün istihdam yoluyla artırılması, 2) Üretkenliğin, verimliliğin, kapasite ve sağlık talebinin yönetimi, 3) Sağlık sistemi altyapısına yatırımın artırılması, yeni hizmet modelleri geliştirilmesi (Van Ginneken vd., 2022).
Üretkenliği artırmak, kapasite geliştirmek ve sağlık talebini yönetmek; acil ve acil olmayan hizmetlerin birbirinden ayrılması, hizmet saatlerinin mesai sonrasına esnetilmesi, özel sektörle işbirliği kurarak yatak kapasitesinin artırılması, tele-tıp uygulamalarının yaygınlaştırılması, sağlık hizmet talebinin önceliklendirilmesi, sigorta kapsamının özel hastane hizmetlerine esnetilmesi, hastaların yurtdışına sevki gibi önlemleri içermektedir. Sermaye ve altyapı yatırımının artırılarak yeni hizmet modeli oluşturulması ise sağlık kurumlarının borçları ve mali durumlarının desteklenmesi, hastaların mümkün olduğunca evde tedavilerinin sağlanması, dijital altyapının geliştirilmesi ve sanal konsültasyon ortamlarının geliştirilmesini içerir.
Sağlık insan gücünün artırılması, sadece çalışan sayısının artırılmasını değil, çalışma modelleri içinde yeni mesleki rollerin de oluşturulmasını içermektedir. Ek olarak sağlık çalışanlarının çalışma koşulları iyileştirilmelidir, nitekim sağlıkta insan gücü oldukça pahalı bir kaynaktır. Böyle bir kaynağı verimli kullanmadıktan sonra kaynağın rakamsal artışını ummak lüks bir taleptir. Bu iyileştirmenin sadece maddi destek olarak algılanmaması, sağlık hizmet akışında sağlık çalışanı üzerindeki angaryaların minimize edilmesi, sağlık çalışanlarındaki tükenmişliğe yönelik ruh sağlığı desteğinin de sağlanması kritik önemdedir. Aksi durumda tükenmişlik içine giren sağlık çalışanının işi bırakması veya çalışsa dahi gönülsüz ve verimsiz çalışması önemli bir kayıp anlamına gelmektedir. Türkiye’de, başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanlarının tükenmişliği salgının katalizör etkisiyle açığa çıkmış olup, kapasitenin üstündeki iş yükünün acilen değerlendirilmesi gerektiğini gözler önüne sermiştir.
Sonuç: Yeni bir paradigma ihtimali
Muallim Naci’nin “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözü, pandemi döneminde yaşanan acıların pandemi sonrasında unutulabileceğine de yorulabilir. Pandemiden alınması gereken derslerle “yeni normal”e geçilmesi beklenirken yapılan uygulamalar “eski normal”e dönüşe işaret etmektedir. Pandemi sağlık sisteminin toplum sağlığını koruma ve geliştirme ekseninde restorasyonuna işaret ederken tam tersine poliklinik performansına dayalı hastanecilik temelinde yükselen sağlık sistemlerinin günümüz dünyasının sağlık ihtiyaçlarına cevap vermesi imkansızdır. Ağırlıklı olarak halk sağlığı çalışmaları ve temel sağlık hizmetleri sunumu ile atlatılan sürecin sonunda hastanecilik hizmetlerine ağırlık verilmesi düşündürücüdür.
Bu bağlamda Türkiye’deki pandemiyle mücadele başarısı, büyük ölçüde birinci basamak sağlık hizmetlerinin, ülkemizin salgınla mücadele altyapısının başarısına atfedilmelidir. Bu açıdan birinci basamak sağlık hizmetlerine vefa gösterilmelidir. Birinci basamak hizmeti, tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinde olduğu gibi anlık ve doğrudan ekonomi üretmese dahi ekonomiyi ve sosyal hayatı alt üst edebilecek büyük risklerden toplumu koruması itibariyle dolaylı ve daha büyük bir ekonomi üretmektedir. Ancak “sağlık” dendiği an “sağlık müdahalesi” temelli, yani tedavi ve rehabilitasyon temelli sağlık yönetim paradigması pandemide büyük bir imtihan vermiş, toplum sağlığı sorunlarıyla mücadelede temel stratejinin tedavi değil korunma olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Özetle, pandemi sonrası paradigmanın hastalığı değil, sağlığı yönetmek üzere kurgulanması gerekmektedir.
Varlık temelini toplumun hasta olması üzerine kurgulayan hiçbir sağlık sistemin özsel olarak hastalara şifa dilemesi beklenemez. Döner sermayesi toplumun hasta olmasına bağlı sağlık sistemlerinin hayatta kalması, ekonomik büyümeyi desteklemesi, sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmesi de düşünülemez. Sağlık sisteminin performansı tüm sağlık çalışanlarının sağlığı ne kadar koruduğu, ne kadar hayat kurtardığı, ne kadar sağlık sorununu önlediği ile ölçülmelidir. Bu konuda oldukça gelişmiş ölçüm metotları da mevcuttur ve gelişmiş ülkelerde uygulanmaktadır. Bu bağlamda yaşanan pandemi sistem felsefemizin yeniden tartışılması gerektiğine dair bir fırsat olarak okunmalıdır.
En önemli hususlardan bir diğeri ise yaşanan krizlerde düzenli, şeffaf ve faydalı kayıt sistemlerinin sekteye uğramasıdır. Yaşanan her bir kriz, kayıtlar iyi tutulduğu oranda tarihin ileri zamanındaki başka bir krizi bugünden önleme fırsatı sunmaktadır. Bu bağlamda ülkemizde salgın verilerinin, değerli analizlerin kopan tufanda kaybolmasını engellemek için hızlı aksiyon alınarak kayıtçılık yapılmalı, kaydedilen veriler hızla kamuyla paylaşılmalı ve bu veriler bilim insanlarınca hızla bilgiye ve aksiyon planlarına dönüştürülmelidir. Bu noktada TURCOVID19 projesi, Türkiye’deki salgın verilerinin kayıtlarını tutması, bu verileri açık veri olarak paylaşması açısından umut vadeden bir projedir. Aksi durumda verileri toplumdan esirgemenin sonucu can ve kan kaybı olmaktadır. Zira verinin bilgiye dönüşemediği bir ortamda müdahaleler de kanıta dayanamayacak, akılcı bir yönetim sağlanamayacaktır. Havacılık tarihinin kanla yazıldığı gibi sağlık tarihimiz de canla yazılmaktadır. Bu bağlamda iyi bir sağlık yönetimi, topluma kurtarılmış hayatlar olarak geri dönmektedir.