2020 YILINDA YASAMA VE YÜRÜTME
2 Ocak
TBMM Genel Kurulu’nda Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi kabul edildi.
29 Ocak
Meclis’te grubu bulunan siyasi partiler, ortak bildiriyle ABD’nin sözde Orta Doğu barış planını kınadı.
28 Şubat
AK Parti, CHP, MHP ve İYİ Parti, ortak bildiriyle, Suriye’nin İdlib kentinde rejim unsurlarının Türk askerlerine düzenlediği hava saldırısını kınadı.
3 Mart
TBMM Başkanı Mustafa Şentop başkanlığında toplanan TBMM Genel Kurulu, 6,5 saat süren kapalı oturumda İdlib’deki hain saldırı ve bölgedeki gelişmeleri ele aldı.
6 Mart
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaretten hakkında soruşturma başlatılan CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç’un da aralarında bulunduğu 28 milletvekiline ait 55 dokunulmazlık dosyası TBMM Başkanlığına sunuldu.
20 Mart
AK Parti Grup Başkanvekili Mehmet Muş, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda değişikliği öngören İkinci Yargı Paketi’ni Meclis Başkanlığı’na sunduklarını bildirdi.
24 Mart
AK Parti heyeti, infaz düzenlemesini de içeren Üçüncü Yargı Paketi ile ilgili bilgi vermek için CHP, İYİ Parti ve HDP’nin Meclis Grubu’na ayrı ayrı ziyarette bulundu.
25 Mart
TBMM Genel Kurulunda kabul edilen ekonomiye ilişkin düzenlemeler içeren Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifine, COVID-19 ile mücadele kapsamında tedbirlerin de yer aldığı 15 madde eklendi. Buna göre, adli konulara ilişkin süreler 30 Nisan 2020’ye kadar durduruldu ve duruşmaların ertelenmesine yönelik HSK’ye yetki verildi.
31 Mart
AK Parti ve MHP gruplarının ortak hazırladığı infaz düzenlemesine ilişkin kanun teklifi TBMM Başkanlığına sunuldu.
2 Nisan
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Asya Parlamenter Asamblesi (APA) Başkanı olarak 44 ülkenin parlamento başkanına koronavirüsle mücadelede ortak hareket edilmesi yönünde mektup gönderdi.
14 Nisan
AK Parti ve MHP gruplarının ortak hazırladığı, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda yasalaştı.
15 Nisan
TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen Yükseköğretim Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne, Meclis’te grubu bulunan beş siyasi partinin ortak önergesiyle, sağlıkta şiddetin önlenmesine ilişkin düzenleme eklendi.
16 Nisan
TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşan Yeni Koronavirüs (COVID-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifine göre, ücretsiz izne ayrılan, kısa çalışma ödeneğinden yararlanamayan veya işten çıkarıldığında işsizlik ödeneğine hak kazanamayan işçilere günlük 39,24 lira destek sağlanacak. İşveren, her türlü iş veya hizmet sözleşmesini, ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan hâller dışında 3 ay süreyle feshedemeyecek.
17 Nisan
Meclis Başkanlığına 26. Yasama Dönemi’nden devreden ve 27. Yasama Dönemi’nde gönderilen yasama dokunulmazlığı tezkeresi sayısı 1000’e ulaşırken, bunlardan 29’u iade edildi. Meclise, son olarak İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ’ın dokunulmazlık dosyası sunuldu.
4 Haziran
TBMM Genel Kurulu’nda, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu ile HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven ve HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları’nın, haklarında mahkemelerce verilen kesinleşmiş cezalara ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri okunarak milletvekilliği düşürüldü.
11 Haziran
Çarşı ve mahalle bekçilerinin görev, yetki ve sorumlulukları ile özlük haklarını düzenleyen Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı.
18 Haziran
Kredi kartı banka sözleşmelerinin elektronik olarak uzaktan yapılması, çek mağdurlarının mağduriyetini gidermesini kapsayan ekonomiye ilişkin “torba teklif”, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek kanunlaştı.
23 Haziran
TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un ilk imza sahibi olduğu, AK Parti ve MHP milletvekillerinin imzasını taşıyan, Yassıada yargılamalarının hukuki dayanağının kaldırılmasına ilişkin 1924 Tarih ve 491 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanunun Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması ve Neden Olunan Mağduriyetlerin Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda oy birliğiyle kabul edildi.
7 Temmuz
TBMM Başkanlığına, AK Parti Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop yeniden seçildi.
10 Temmuz
Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek ibadete açılmasına ilişkin Cumhurbaşkanı kararı, TBMM Genel Kurulu’nda okundu.
11 Temmuz
TBMM Genel Kurulu’nda, AK Parti ve MHP milletvekillerinin imzasını taşıyan ve beş binden fazla avukat bulunan illerde asgari iki bin avukatla baro kurulabilmesine de imkân tanıyan Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi kabul edildi.
16 Temmuz
TBMM Genel Kurulu’nda AK Parti, CHP, MHP ve İYİ Parti TBMM grupları ortak bildiri yayımlayarak, Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik saldırısını kınadı.
22 Temmuz
Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında hazırlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
23 Temmuz
İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek kanunlaştı. Kanun; Cumhurbaşkanı’nın, COVID-19 salgını gerekçesiyle işçilerin iş akitlerinin feshedilmesinin önüne geçilmesine yönelik düzenlemenin uygulamasını üçer aylık sürelerle 30 Haziran 2021’e kadar uzatabilmesi; Cumhurbaşkanı’nın, 31 Aralık 2020 tarihi korunarak, kısa çalışma ödeneğinin süresini sektörel olarak ayrı ayrı veya bütün olarak uzatabilmesi; ekonominin normalleşmeye başlamasıyla iş yerinde haftalık normal çalışma sürelerine dönülmesinin teşvik edilmesi gibi düzenlemeleri içeriyor.
TBMM’de Dijital Mecralar Komisyonu kuruldu.
29 Temmuz
Günlük erişimi bir milyondan fazla olan yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcılarına Türkiye’de temsilci bulundurma zorunluluğu getirilmesi, temsilcilik açmayanlara kademeli olarak ceza verilmesi gibi düzenlemeleri içeren İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı.
7 Ekim
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel ile eşine şiddet uyguladığı iddia edilen Muş Milletvekili Mensur Işık’ın da aralarında bulunduğu 26 milletvekiline ait dokunulmazlık dosyaları TBMM Başkanlığına sunuldu.
Irak ve Suriye’deki tüm terörist örgütlerden Türkiye’ye yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi süresinin 1 yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
TBMM Genel Kurulu’nda, hakkında ”nitelikli cinsel saldırı” ve ”tehdit” suçlamasıyla fezleke düzenlenen Bağımsız Mardin Milletvekili Tuma Çelik’in yasama dokunulmazlığı kaldırıldı.
16 Ekim
TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’yle performans esaslı program bütçe anlayışı, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na yansıtılacak.
27 Ekim
TBMM Genel Kurulu’nda Meclis Başkanlığının, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un İslam karşıtı açıklamalarının telin edilmesine ilişkin tezkeresi kabul edildi.
28 Ekim
Tarım arazilerinin hobi bahçeleri gibi uygulamalarla bölünmelerinin engellenmesi, taklit ve tağşiş ürünleri üreten ve piyasaya arz edenlere yönelik yaptırımların ağırlaştırılmasını da içeren gıda, tarım ve orman alanında düzenlemeler içeren Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
2 Kasım
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın da bulunduğu 18 milletvekiline ait dokunulmazlık dosyaları TBMM Başkanlığına sunuldu.
3 Kasım
TBMM Genel Kurulu’nda, AK Parti, CHP, HDP, MHP ve İYİ Parti’nin ortak önerisiyle “Depremde Alınması Gereken Tedbirlerle İlgili Meclis Araştırması” açılması ve depremde alınması gereken tedbirlerle ilgili Meclis Araştırma Komisyonu kurulması kabul edildi.
11 Kasım
Vergi ve SGK prim borçlarının yapılandırılması ile istihdam teşvikine ilişkin düzenlemeleri de içeren İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
17 Kasım
Azerbaycan’a asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
27 Kasım
AK Parti, CHP, MHP ve İYİ Parti Meclis grupları ortak bildiri yayımlayarak Fransa Senatosu’nun Yukarı Karabağ ihtilafına ilişkin aldığı kararı kınadı.
16 Aralık
TBMM Genel Kurulu’nda AK Parti, CHP, MHP ve İYİ Parti grupları, ABD’nin Türkiye’ye S-400 yaptırım kararına ilişkin ortak bildiri yayımlayarak “ABD’yi bu vahim yanlıştan bir an evvel geri dönmeye” davet etti.
020 Gündeminde Yer Edinen Kanunlar ve Kanun Değişiklikleri
Yasamanın asıl işlevi olan kanunların yapımı, içeriğin oluşturulmasının yanı sıra belirli teknik aşamalardan geçmektedir. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile, yürütmenin yasamaya kanun teklifi sunma imkânı kaldırılmıştır. Bu düzenleme ile, kanun teklifi sunma yetkisi yalnızca milletvekilleri ve ilgili komisyonlara verilmiştir.
Kanunlar, toplumu ve insanı doğrudan etkileyen kuralları oluşturması bakımından ayrı bir öneme haizdir. Kanun yapımının esas sorumlusu, milleti temsilen Meclis’te bulunan milletvekilleri olsa da kanun teklifi sunma yetkisinin genişletilmesi hususu demokratik katılımı artırma açısından düşünülebilecek hususlardandır. Kanun teklifi sunma yetkisinin sivil toplum örgütlerine, meslek odalarına vb. verilmesi yahut kanun tekliflerinin online platformlardan halkın oylamasına sunulması, belirli sayıda vatandaşın imzasıyla kanun teklifi sunulabilmesi gibi yöntemler bu kapsamda düşünülebilir. Hâlihazırda komisyonlar ilgili konuda STK’ları, akademisyenleri, uzmanları, ilgili kurum ve kuruluşları dinlemekte, konu ile ilgili görüşlerini almaktadır. Elbette komisyonların bu şekilde toplumun farklı kesimleri ile görüş alışverişi gerçekleştirmesi kanun yapımını etkilemektedir. Ancak doğrudan kanun yapımına katılım imkânı söz konusu değildir.
2020 yılı yasama verilerine bakıldığında Genel Kurul’a sunulan tekliflerden altmış birinin kanunlaştığı görülmektedir. Bu kanunlardan bazıları, etkilediği kesim ve hususlardan dolayı kamuda ciddi tartışmalar yaratmıştır. Sosyal medya kanunu, avukatlık kanunu ve 2020’nin mart ayında ülkemizde de görülmeye başlayan COVID-19 sebebiyle kanuni düzenlemeye ihtiyaç duyulan alanlarda yapılan kanunlar 2020 gündeminde farklı boyutlarıyla yer almıştır.
İnfaz Değişikliği: Kamuoyu Etkisi Adaletsizlik Doğurur mu?
7242 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 70 maddeden oluşan kanun teklifi, 11 kanunda değişiklik yapılarak 15 Nisan 2020’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. COVID-19 için geçici hükümler içermekle birlikte kanunun ağırlıklı kısmı infazda yeni bir dönemin kapılarını aralayan hükümlerden oluşmuştur. Gerek ulusal gerek uluslararası hukuk, dünyanın içinden geçtiği bu süreçten etkilenmiştir. Cezaevlerinin şartları, hükümlü ve tutuklular ile birlikte yakınlarını da harekete geçirmiş ve bu kesim çeşitli mecralardan COVID-19 ile ilgili taleplerini her makama iletmiştir. Ancak infaz düzenleme talepleri, malum salgın öncesinde de toplumun bir kesimi tarafından ilgililere iletilmiştir.
Burada bir parantez açarak ifade etmek gerekir ki; sürece dair geçici düzenlemeleri de içermesi hasebiyle, 10 Mart’tan itibaren vakaların görüldüğü ülkemizde, Meclis’in aciliyet arz eden hususlar konusunda ilk günlerdeki hareket hızı dikkat çekmektedir. Ancak süreç içerisinde Meclis’in pandemi ile ilgili, özellikle tedbirlere dair, bütünlüklü bir kanun hazırlığında olmaması ve iki yıllık süreç sonucunda yeterli kanuni dayanağı sağlamayan 1930 ve 1949 tarihli kanunlara dayanarak yürütmenin tedbirler alması, sorun olarak önümüzde durmaktadır. İdarenin çeşitli yollarla hızlı karar alıp icra edebildiği bir sistemde Meclisin de aynı oranda hızlı hareket etmesi, en kritik dönemlerde dâhi hukukun işlerliğini zafiyete uğratmaması açısından önemlidir.
Ülkemizde hükümlü/tutuklu ve yakınlarından oluşan belli bir kesimin af veya infaz indirimi talepleri sıklıkla gündeme gelmiş, birçok siyasetçi tarafından af ilanı, seçim vaadi olarak verilmiş ve ne yazık ki günümüzde de verilmeye devam etmektedir. Kısa sürede bu vaatler belli bir kesim vatandaşı rahatlatan ve bunun ötesinde cezaevlerindeki doluluğu azaltan uygulamalar olsa da uzun vadede toplum için riski artıran durumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Aflar, toplum nezdinde inandırıcılığını kaybeden cezaların ve hukuka güvensizliğin temelini oluşturmaktadır. 2000’li yılların unutulmayan Rahşan Affı, yetmiş bin kapasiteli cezaevlerinin doluluğunu kırk bine düşürmüştü. Ancak bu af herhangi bir ıslaha sebep olmamış, cezaevleri üç yılda yeniden aynı rakamlara ulaşmıştı. Bugün ise cezaevinde bulunan üç yüz bine yakın tutuklu/hükümlüden doksan bini bu değişiklikten faydalanacaktır. Dolayısıyla toplumun bir kesimi için, gündeme geldiği ilk günden itibaren bu düzenleme cezaevlerinin boşaltılması amacına hizmet etmektedir. Kanunda COVID-19 nedeniyle geçici olarak yer verilen düzenleme (Geçici madde 9) ile denetimli serbestliğin bir defaya mahsus olmak üzere üç yıl öne alınması hükmünün cezaevlerindeki yoğunluğun azaltılmasını sağlayacağı açıktır.
İkinci kuşak haklardan olan sağlık hakkı, Anayasamızda sosyal ve ekonomik haklar içerisinde yer almaktadır. Sağlık hakkı, yaşam hakkı çerçevesinde ele alınıp devletin yaşatma yükümlülüğünü hatırlatmaktadır. Cezaevi koşullarında, özellikle kronik hastalığı olan risk grubundaki kişiler için bir tedbirin alınması zorunluluk olarak ilk günlerden itibaren karşımızda durmaktaydı. Ancak COVID-19 nedeniyle yasa teklifine eklenen geçici 9. madde, cezası açık cezaevinde infaz edilen hükümlüler ile kapalı cezaevlerinde bulunup açık cezaevine ayrılmaya hak kazanan hükümlülerin tamamının herhangi bir ayrıma gidilmeksizin 31 Mayıs 2020’ye kadar izinli sayılmalarını öngörmektedir. Adalet Bakanlığına verilen yetki ile bu izin süresi her defasında iki ayı geçmemek üzere üç kez uzatılabilecektir. Fıkra 5’te zikredilen hükme göre, suç ayrımı yapılmaksızın açık cezaevinde bulunanların tahliyesi öngörülmekte ve 6. fıkra çerçevesince de açık cezaevlerine geçiş kolaylaştırılarak; açık cezaevlerine ayrılmalarına bir yıl veya daha az kalanların, talepleri hâlinde geçişleri yapılacaktır. Yasa teklifinde yer alan izinli sayılma durumu, mevcut yoğunluğu azaltsa da birçok riski içerisinde barındırmaktadır. Hükümlülerin izinli sayılması, infazın devam ettiği anlamına gelip izinli sayılan sürenin cezadan düşürülmesini içerdiği kanun teklifini hazırlayanlarca da ifade edilmektedir. Konutta infaz ile karıştırılma ihtimali yüksek olan izinli sayılma, özel infaz usullerinden olan konutta infazdan farklıdır. Konutta infaz, belli bir takip mekanizmasını öngörmektedir. Oysa izinli sayılmada infazın nasıl denetleneceği, yahut kişilerin süre sonunda tekrar içeri nasıl alınacağı belirsizdir.
2020 gündeminde yasa teklifinin infaz indirimi olarak yer almasının nedenini oluşturan durum ise, denetimli serbestlik (m. 105/A) ve koşullu salıverilme (m. 107) ile ilgili hükümlerdi. Buna göre, “Koşullu salıverilme için ceza infaz kurumlarında geçirmeleri gereken sürenin beşte dördünü ceza infaz kurumunda geçiren ve açık ceza infaz kurumunda veya çocuk eğitim evinde bulunan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına” karar verilebilecek. Bu da cezasının 2/5’ini cezaevinde çeken kişinin tahliyesine imkân hazırlayan bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Madde 107 gereğince, koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için cezaevinde geçirilmesi gereken sürenin ise azaltılması öngörülmüştür. İlgili madde hükmü şu şekildedir: “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar yirmi dört yılını, diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının yarısını infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler.” Ancak bu hükme istisna getirilmiş, kamuoyunu rahatsız eden; cinsel saldırı, kasten öldürme, işkence ve eziyet suçu, cinsel dokunulmazlık, özel hayat, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan hapis cezasına mahkûm olan çocuklar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarından süreli hapis cezasına mahkûm olanlar istisna tutulmuştur.
Kamuoyunda fazlaca ses getiren suçların kapsam dışında bırakılması kamuoyunun tepkisini çekmemek üzere hareket edildiğini akla getirmektedir. Zira hakkaniyet temelli bakıldığında suçtan hareket edilmiş olması pek çok sorunu ortaya çıkarmaktadır. Örneğin insan ticareti gibi ağır cezaları gerektiren bir suçtan ceza alan bir kişi cezasının yarısını infaz kurumunda çekecekken, bir kadına söz atan kişi cezasının üçte ikisini infaz kurumunda çekecektir. Görülecektir ki yalnızca istisna olarak sayılmaları nedeniyle diğer başkaca suçlara oranla daha hafif cezayı gerektiren suçları işleyen kişiler daha ağır cezalandırılmış olacaktır. Bu örnek kamuoyu nezdinde tepki toplayan belli hadiselerden hareketle, toptancı bir yaklaşımla düzenleme yapılmasının zararlarını göstermeye yeterlidir.
Geçici 6. madde ile, 30 Mart 2020 öncesi işlenen suçlarda koşullu salıverilmesine üç yıl veya dört yıl kalanların denetimli serbestlik usulüyle infaz kurumundan çıkmasına imkân tanınmaktadır. Bu durum altı yıl ceza alan kişinin cezasının cezaevine girmeksizin infaz edilmesini sağlamaktadır. İstisna olarak belirlenen suçlar burada da istisna olma özelliğini korumakta ve bu hükmün kapsamı dışında bırakılmaktadır. Ayrıca belirtilmelidir ki, maddenin 1. fıkrası ile 2. fıkrasında belirtilen suçlar arasında çelişkiler söz konusu olup uygulamada hakkaniyetsizliğe yol açacaktır.
Bu düzenlemelerin cezaevlerinin yoğunluğunu azaltacağı düşünülse ve salgın nedeniyle zorunlu düzenlemeler olarak görünse de, izinli sayılma durumunun hakkaniyetli bir yaklaşım olmadığını ve suçlar arasında istisna tutulanların kamuoyu nezdinde tepki toplayan ancak adil olmayan durumların ortaya çıkmasına neden olan düzenlemeler olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Zira her ne kadar olağanüstü şartlar söz konusu olsa da kişinin cezası belirli olup cezaevinde geçireceği süreyi izinli olarak dışarıda geçirmesi, cezanın infaz edildiği anlamına gelmemelidir. Her ne kadar bu düzenlemeler lehe uygulamalar olsa da hukukun öngörülebilir olmasına zarar verici niteliktedir.
Kanun değişiklikleri elbette toplumun ihtiyaç ve taleplerini göz önünde bulundurarak yapılmalıdır. Ancak yalnızca belli bir kesimin taleplerini dikkate alarak veya kamuoyuna yansıyan olaylar üzerinden yapılan düzenlemeler, hukukun amacına hizmet etmemekte ve mevcut durumu daha karmaşık bir hâle getirebilmektedir. TCK’nın 86. maddesinde yapılan değişiklik, kamuoyuna yansıyan yüze kezzap atarak yaralama olayının bir sonucu olarak gözükmektedir. Kasten yaralama suçuna nitelikli hâl olarak eklenen suçun “canavarca bir hisle” işlenmesine, diğer nitelikli hâllere göre daha fazla ceza öngörülmektedir. Kezzap atarak yaralama, fiilin işleniş biçimi ile ilgili olup canavarca hisle işlenmesi ise faildeki saik ile ilgilidir ve bunun ispatı zordur. Bunun yerine birinci fıkrada zikredilen cezanın üst sınırı artırılarak, suçun cezasını artırma sonucuna daha basit bir değişiklik ile ulaşılabilecektir. Bu durum ile ilgili yapılan bir diğer değişiklik ise CMK m. 109/4’te yapılan değişikliktir. Ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen, gebe olan veya doğum yaptığı tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan şüphelilerin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına zaten CMK m. 100/1’e göre karar verilebilecekken yeni bir düzenleme yapılması kamuoyundan gelen taleplerin dikkate alındığı izleniminin verilmeye çalışıldığını düşündürmektedir.
Değişikliğin uzun soluklu düzenlemeleri içerdiği, hazırlayanlar tarafından da ifade edilmektedir. Birçok farklı düzenlemeyi içermesi ve yenilikler getirmesi, iyi hâlin uygulanmasını ağırlaştırması, infaz hâkimliğini etkili kılması, etkinlik alanını genişletmesi ve uzmanlık öngörmesi gibi düzenlemeler sebebiyle değişikliğin akıllarda bir infaz indirimi olarak yer edinmesi istenmemektedir. Nitekim genel gerekçede de üzerinde durulan husus infaz hâkimliğidir. Değişiklik ile gerçekten de yeni bir infaz sistemi öngörülmektedir. İnfaz hâkimliklerinin uzmanlaşmasını hedefleyen hükümler ile denetimli serbestlik, iyi hâl uygulamaları için kurul oluşturulması dikkat çeken hükümlerdendir. Mevcut hâlde hükümlünün iyi hâl değerlendirmesi cezaevi idari gözlem kurulu tarafından yapılmaktadır. Öngörülen sistemde ise iyi hâl değerlendirmesi 6 aylık raporlarla kurul tarafından yapılacaktır. Denetimli serbestliğe Cumhuriyet Başsavcısının veya görevlendirdiği Cumhuriyet Savcısının başkanlığında Sağlık Bakanlığı ve Aile Bakanlığından uzmanların yer aldığı idari gözlem kurulu üyeleri tarafından karar verilecektir. İyi hâl değerlendirmesinin kurul tarafından yapılacak olması, denetimli serbestliğe infaz hâkimlikleri tarafından karar verilmesi, mahkemeler tarafından verilmiş cezaların infazının tek elde toplanması, uzman hâkimlerin infaz sürecinde etkin olması mahkemeler arasında farklı durumların ortaya çıkmasına engel olabilecektir. Ancak yine de uygulamanın ne denli önemli olduğunu hatırda tutmak gerekmektedir.
Af yahut infaz indirim talebi ve talebin karşılanması, yalnızca seçim vaatleri, cezaevlerinin doluluk oranları ile ilgili olmayıp zihinlerde hukukun hakkaniyetli/ adil tecelli etmediğine dair beslenen inançla da doğrudan ilgilidir. İnfaz yasası çerçevesinde konuşulması gereken bir diğer konu, af/ infaz indirim beklentisi ve vaadinin hukuka olan güveni zedelemesi hususudur. Elbette ceza kanunlarında da tıpkı diğer kanunlarda olduğu gibi güncel düzenlemelere gidilmesi olağandır. Dünyada yaygınlaşan ceza adalet sisteminin insana değer veren bir eksene kayması, cezanın amacı ve hükümlünün topluma kazandırılması meselesi ülkemizde de talep ve ihtiyaç çerçevesinde yeniden değerlendirilecektir. Özellikle geçirdiğimiz sıra dışı günlerde gerek geçici maddeye gerek infazda kalıcı değişiklikler yapan kanunlara ihtiyaç bulunduğu tabi olarak iddia edilebilecektir. Her ne kadar bu ihtiyaç, bugün içinde bulunulan şartlar gereğince kimimiz için anlaşılır olsa da parçalı düzenlemelerin bütüne zarar vereceği kabul edilmelidir. Zihinlerde var olan hukuka güvensizlik algısının yıkılması toplum nezdinde bir bütün olup infaz indirimlerinin konuşulması ve af taleplerinin gündeme gelmesi ile yakından ilişkilidir. Nitekim değişiklikte ceza artırımları söz konusu olmasına rağmen infaz indirimleri bu artırımları anlamsız kılmaktadır. İnfaz oranlarının düşürülmesinin; maddi hatalar sonucu cezalandırılanların veya savcılık aşamasında yetersiz toplanan deliller nedeniyle haksız yere ceza alanların veya bir şekilde haklarında yanlış hüküm verilmiş olanların daha az cezalandırılmasına hizmet ettiği ve pek tabi doluluğu artan cezaevlerinin boşaltılmasına hizmet ettiği hukukçular tarafından dillendirilen iddialardandır. Sonuç olarak, yapılan her değişikliğin toplumu ve bireyi etkilediği unutulmamalı ve değişiklik ile hukuka olan güvene dair zihinlerde yeni bir soru işareti bırakılmamasına özen gösterilmelidir.
Dijital Çağın Gerekleri: Dijital Mecralar Komisyonu ve Sosyal Medya Kanunu
Günümüzde dijital ekonomi hızla ilerleyip büyürken çeşitli ve çok boyutlu hukuki düzenlemelere de ihtiyaç duyulmaktadır. Ücretsiz olarak kullandığımız dijital uygulamalara her gün yüzlerce verimizi çoğunlukla gönüllü olarak işlemekteyiz. Verinin zengin hammadde kaynağı gibi değer gördüğü günümüzde, onu elinde tutanın demokrasiyi dâhi yönlendirebildiği dünya kamuoyunca da görülmüştür. Hatırlanacağı üzere ABD seçimlerinde Facebook’un seçimi yönlendirdiği iddiaları ve yakın zamanda yine ABD’de yaşanan toplumsal kargaşa esnasında Trump’ın tweetlerinin silinmesi, sosyal medyanın küresel bir güç olarak yeni bir egemenlik oluşturduğu tartışmalarını yaratmıştır.
Bireysel hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan sosyal medya ve dijital mecralar, bireyin ötesine geçerek kurum ve kuruluşların ve hatta devletlerin vazgeçilmez birer parçası olmuşlardır. Pek çok faydasının yanı sıra özellikle sosyal medya, yalan ve saldırgan haberler ile toplumu yanlış yönlendirmenin ve gerçek veya sahte hesaplar aracılığı ile suç teşkil eden fiillerin işlendiği bir mecra olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu tür paylaşımlar dünya kamuoyunda da hukuki tartışmalar yaratmış, birçok ülkenin sosyal medya için yasal düzenlemeler yapmasının ve kurullar kurmasının zeminini oluşturmuştur.
“Dijital Mecralar Komisyonu Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”
28 Temmuz 2020’de Resmî Gazete’de yayınlanarak Meclis bünyesinde faaliyetlerini yürütmek üzere kurulan Dijital Mecralar Komisyonu, internet kullanımının zararlarının giderilmesine/ önlenmesine yönelik çabalardan biridir. Dünyada da bu alanda güncel bir hukuk düzeni inşa edilirken Türkiye’nin bu yönde bir adım atması kıymetlidir. Komisyonun havale edilen işleri görüşmekle birlikte şu görevleri bulunmaktadır: “b) internet kullanımının kanunlara, bireylerin kişilik haklarına, özel hayatın gizliliğine ve diğer temel hak ve özgürlüklere aykırı, yahut çocukların fiziksel ve psikolojik gelişimlerine zarar verici şekilde gerçekleşmesinin önlenmesi konularında görüş ve öneriler sunmak, c) internet kullanımı yoluyla işlenen suçlarla etkin şekilde mücadele edilmesi konusunda görüş ve öneriler sunmak, ç) (b) ve (c) bentlerinde belirtilen konularda uluslararası alanda kabul gören gelişmeleri izlemek, bu konular hakkında gerektiğinde yurt dışında incelemelerde bulunmak ve bu gelişmeler konusunda görüş ve öneriler sunmak, d) İnternetin hukuka uygun kullanımı konusunda kamuoyunu bilgilendirici etkinlik ve projeler yapmak.” Alanında birçok uzmanı dinleyerek çalışmalarına başlayan Komisyonun hâlihazırda gündeminde Basın Kanunu bulunmaktadır.
“İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”
Ülkemizde internet ile ilgili ilk yasal düzenleme, 2007 yılında yürürlüğe giren ve “İnternet Kanunu” olarak bilinen 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’dur. Aradan geçen süre zarfında çeşitli ihtiyaçların doğması ve internet ortamındaki değişiklikler yeni bir düzenleme yapılmasını mecburi kılmıştır. Kamuoyunda “Sosyal Medya Kanunu” olarak bilinen 7253 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun; İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun adını taşıyan 5651 sayılı Kanunda yapılan düzenlemelere ek ilave düzenlemeleri içermektedir. 7253 sayılı Kanun yürütme ve yürürlük maddeleriyle birlikte toplam dokuz maddeden oluşmaktadır. “Sosyal ağ sağlayıcı” kavramını literatüre kazandıran Kanun, sosyal ağ sağlayıcılarına; temsilci atama, başvurulara yanıt verme, verilerin Türkiye’de muhafaza edilmesi, rapor verme, erişimin engellenmesi veya içeriğin çıkarılması yükümlülükleri yüklemektedir. Kanun ayrıca unutulma hakkı hususunda yapılan düzenlemeyi içermektedir.
Sosyal ağ sağlayıcısı, kanuna göre (2020, 1/s) “Sosyal etkileşim amacıyla kullanıcıların internet ortamında metin, görüntü, ses, konum gibi içerikleri oluşturmalarına, görüntülemelerine veya paylaşmalarına imkân sağlayan gerçek veya tüzel kişileri” ifade etmektedir. Günlük erişimi bir milyondan fazla olan sosyal ağ sağlayıcısına temsilci atama yükümlülüğü getiren kanuna göre, en çok kullandığımız Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya ağları temsilci atamakla yükümlü hâle gelmiştir. Temsilci atamayan sosyal ağ sağlayıcılarına ise iki aşamalı para cezası başlangıç olmak üzere, reklam yasağı ve iki aşamalı internet trafiği bant genişliğinin daraltılması şeklinde beş aşamalı bir yaptırım süreci öngörülmüştür.
Başvurulara yanıt verme yükümlülüğü ise özel hayatın gizliliğini ihlale ilişkin saldırı olduğu gerekçesiyle sosyal ağ sağlayıcısına, kişiler tarafından yapılan başvurulara 48 saat içinde cevap verme yükümlülüğü getirmektedir. Hukuka aykırılığı hâkim veya mahkeme kararı ile tespit edilen içeriğin sosyal ağ sağlayıcısına bildirilmesi hâlinde ise 24 saat içinde içeriğin çıkarılması veya erişim engelinin getirilmesi gerekmektedir. Yükümlülüğünü yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcısı doğan zararları dava açılması şartı aranmaksızın tazmin etmekle sorumlu kılınmıştır. Erişimin engellenmesi kararlarının uygulanması ve kişiler tarafından yapılan başvurulara ilişkin istatistiksel ve kategorik bilgileri içeren raporları 6 aylık periyotlarla Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na bildirme yükümlülüğü de getirilen bir diğer yükümlülüktür. Yükümlülüğünü yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcısına idari para cezası verilmesi öngörülmüştür. Kanun, her ne kadar sosyal ağ sağlayıcısına Türkiye’deki kullanıcıların verilerini Türkiye’de muhafaza etme yükümlülüğü getirse de yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde herhangi bir yaptırımdan bahsedilmemesi Kanun’un eksikliği olarak görülmektedir. 5651 sayılı Kanun’da 8. ve 9. maddede “erişimin engellenmesi” olarak yer alan ibareler, “içeriğin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine” şeklinde değiştirilmiştir. Bu yükümlülükten, ilgili içerik ve yer sağlayıcılar ile erişim sağlayıcılar sorumlu kılınmış; kararın bildirilmesinden itibaren kararın gereğini derhâl, en geç 4 saat içinde de yerine getirme zorunluluğu eklenmiştir. Diğer maddelerle uyumlu şekilde yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde idari para cezası öngörülmüştür.
Unutulma hakkı, her ne kadar ülkemizde yasal düzenlemesi olmasa da Anayasa Mahkemesi kararlarında kendisine yer bulan ve Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın kararı ile yaygınlık kazanan bir kavramdır. 7253 sayılı Kanun’da doğrudan “unutulma hakkı” olarak isimlendirilmemekle birlikte madde içeriği, yasal düzenlemeye konu edilen hakkın “unutulma hakkı” olduğunu göstermektedir. Maddeye göre kişilik hakları ihlal edilenlerin talebi hâlinde hâkim tarafından, başvuranın adının madde kapsamındaki karara konu olan internet adresleri ile ilişkilendirilmemesine karar verilebilecektir.
Kanun yürürlüğe girdikten sonra, 22 Nisan tarihinde yayınlanan Türkiye Ticaret Sicil gazetesine göre Twitter, “İnternet içerik hizmetleri limited şirketi” unvanıyla bir şirket kurmuş ve temsilci olarak ABD’de ikamet eden Kevin Cope’u atamıştır. Facebook ise 2021 yılı başında temsilci açacağına dair bir açıklama gerçekleştirmiş ancak henüz bir temsilci atamamıştır.
Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
2020 yılına damgasını vuran en önemli kanunlardan biri, hiç şüphesiz çoklu baro sistemini getiren, 7249 Sayılı Avukatlık Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun oldu. İlgili kanun, beş binden fazla avukat bulunan illerde asgari iki bin avukatla bir baro kurulabileceğini düzenlemektedir. Daha önce her ilde bir baro bulunurken artık bir ilde birden fazla baro bulunabilecektir.
Baro yönetimlerinin seçilmesi ile ilgili mevcut uygulamanın; farklı görüş ve fikirlerin temsil edilmesine imkân tanımadığı, mevcut baroların avukatları temsilde yetersiz olduğu, mesleki dayanışmanın yerine ideolojik yapılanmaların öne geçtiği herkes tarafından bilinen bir gerçek olmasına rağmen uzun yıllar görmezden gelinmiştir. Temsilde adaleti sağlayacak şekilde farklı görüş ve fikirlerin kamu kurumu özelliği taşıyan baroların yönetimine ve TBB delegasyon yapısına yansımasının gerekliliği meslek mensuplarının çoğu tarafından kabul edilmektedir. “Nispi temsil” sistemine geçilmesi; demokrasinin tesisi ve fikirlerin özgürlüğü açısından gerekli görülmekteydi. Bu çerçevede çeşitli öneriler getirilmiş; bu önerilerden biri de ilgili kanun değişikliğinde yer alan çoklu baro sistemi olmuştur.
Kamuoyuna yansıdığı ilk günden itibaren çeşitli tartışmalara sebep olan çoklu baro sistemi, özellikle mesleğe ve meslek birliğine zarar vereceği hususunda eleştirilmiştir. Meslektaşların dayanışmasına ve savunmanın birlikteliğine hizmet etmesi gereken baroların, birer siyasi kale olarak görüleceği ve farklı fikirlerin kutuplaşmasına sebep olabileceği öne sürülen iddialar arasındadır.
Eleştiriler arasında; çoklu baro sisteminin toplumdaki pek çok farklı düşünceyi temsil eden baroların ortaya çıkmasına ve böylece hukuki ve siyasi tartışmaların tamamen ideolojik bir zeminde yürümesine neden olacağı ve zaten siyasallaşmış bir görüntü veren baroların tamamen siyasi ve ideolojik bir zeminde faaliyet yürütmesinin, hukuk sistemimizi daha parçalı hâle getireceği, mesleği daha kavgacı yapacağı ve görüş farklılıklarını daha da derinleştireceği hususları yer almıştır. Çoklu baro sisteminin özellikle meslektaşlar arasında demokratik uzlaşı zeminini ve mesleki itibarı yok edeceği eleştirileri dikkate değer görüşlerdendir. Şüphesiz parçalanmış barolardan oluşan meslek birliğinin genel olarak etkisinin azalacağı yadsınamayacaktır.
Çeşitli STK’lar, hukukçular ve avukatlar tarafından eleştirilen çoklu baro sistemine dair Hukukçular Derneği tarafından 301 kişi ile yapılan anketin verilerine göre; TBB ve baroların seçim sisteminin değişmesi gerektiğini düşünenlerin oranı bir hayli yüksektir (%86,2). Aynı anket verilerine göre, mevcut sistem değiştirilerek nispi temsil sistemine geçilmesini destekleyenlerin oranı ile çoklu baro uygulamasını desteklemeyen kişilerin oranı aynıdır (%81,4). Nispi temsili desteklemelerine rağmen çoklu baro uygulamasına karşı çıkanların %77,8’i neden olarak ideolojik ayrışmayı besleyeceğini belirtirken, %13,2’si ise mesleki dayanışmaya zarar vereceğini düşündüğünü ifade etmiştir.
Baroların demokratik bir yapıya kavuşturularak herhangi bir görüşün kalesi olmaması için yapılan önerilerden bir diğeri Baro Meclisi ve Barolar Birliği Meclisi kurulması olmuştur. Öneriye göre Baro Meclisi’nin üyeleri; stajyer avukatların temsilcisi, en genç ve en yaşlı üyelerin doğal üye olduğu gibi alternatifler düşünülerek belirlenebilecektir.
Kamuoyunda yer alan tüm eleştirilere rağmen, ilgili kanun değişikliği 15.07.2020 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’nde kanun değişikliğinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu oy birliğiyle iptal istemini reddetmiştir. Resmî gazetede yayımlanan gerekçede, baroların Anayasa 135. maddeye göre kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları oldukları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının aynı bölgede birden fazla olamayacağı yönünde getirilmiş herhangi anayasal bir sınırlama olmadığı belirtilerek aynı ilde birden fazla baro kurulmasına ilişkin Anayasal bir engel olmadığı ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra, iptal isteminde yer alan değişikliğin savunma mesleğini siyasallaştıracağı iddiasının uygulamaya yönelik bir sorun olduğu ve bu sebeple denetim kapsamının dışında kaldığı ve kanun ile yapılan düzenlemede kamu yararının bulunduğu belirtilmiştir.
“Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanın Önlenmesine İlişkin Kanun”: Tartışmanın Odağı STK’lar
Gündeme geldiği günden itibaren STK’ların ciddi anlamda tepkisine konu olan 7262 sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanın Önlenmesine İlişkin Kanun’un ismi her ne kadar kitle imha silahları ile ilgili olsa da kanun teklifinde 23.06.1983 tarihli ve 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu dâhil olmak üzere birçok kanunda değişiklik düzenlemesi yer almaktadır. Bu durum da eleştirilerin bir diğer noktasını oluşturmaktadır. Esasında kanun, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarında belirtilen organizasyonların veya bunlar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak kontrol edilen ya da bunların adına veya hesabına hareket eden kişi veya kuruluşların yasaklı işlem ve faaliyetlerde bulunduklarına ilişkin makul sebeplerin varlığı hâlinde, Türkiye’deki mal varlıklarının gecikmeksizin dondurulacağını düzenlemektedir. BMGK kararlarında belirtilen madde, malzeme ve ekipmanın ithali, ihracı, transiti ve teknolojinin transferi veya nükleer faaliyetlere ya da nükleer silah atma sistemlerinin geliştirilmesine katkı sağlanması veya destek verilmesinin yasak olacağını bildirmektedir.
Bu kanunda asıl eleştirilen husus, kanun ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne neredeyse egemenlik yetkisi tanınmasıdır. Kanunun bu yetki ile, başkaca devletlerin aldığı kararla suç ihdasının mümkün olduğu, BMGK kararları kapsamı içinde “olabilecek” kişi, kuruluş veya organizasyonlarla doğrudan, “dolaylı” kontrol edilen kişi ve kuruluşlar ya da bunların hesabına hareket eden kişi veya kuruluşlar denilerek banka, şirket, dernek, vakıf gibi kurumların “terörist” ilan edilebileceği özellikle STK’lar tarafından gündeme getirilmiş ve kanuna karşı eleştirileri kamuoyunda paylaşılmıştır.
Özellikle STK’ların karşı çıktığı bir diğer husus ise, yurtdışına yardım yapan yardım kuruluşlarına getirilen her dış yardım için bildirimde bulunma zorunluluğudur. Bu zorunluluk, esasında devletin bir denetimi gibi gözükse de idarenin bu yetki ile el koyma, faaliyeti durdurma, faaliyetten alıkoyma gibi işlemleri kolaylaştırdığı hususları STK’ların iddiaları arasında yer almıştır.
Bunun yanı sıra avukatlar için de yükümlülük getiren kanun, avukatların da tepkisine yol açmıştır. Kanuna göre, avukatlara taşınmaz alım satımı, şirket, vakıf ve dernek kurulması, idare ve devrinde şüpheli işlemleri ihbar zorunluluğu getirilmiştir. Bu kanun ile avukatların “muhbir avukat” ilan edildiği kamuoyunda dillendirilen hususlardan biri olmuştur. Kanuna göre, ihbar yükümlülüğünü yerine getirmeyen avukatların idari para cezasına çarptırılacağı ifade edilmiştir. Avukatlık Kanunu’nun 36. maddesinde düzenlenen avukatın sır saklama yükümlülüğüne ve avukatlık mesleğinin özü ve ruhuna aykırı olan bu madde, 76 baronun yaptığı ortak açıklamada da itiraza konu olmuştur. Açıklamada suç şüphesini takip etmenin savcı ve adli kolluğun görevi olduğu, avukata bu yükümlülükleri yüklemek ile onu kolluk görevlisi hâline getirmenin avukatlığın vazgeçilmez koşulu olan bağımsızlığını ortadan kaldırma anlamına geldiği vurgulanmıştır (İstanbul Barosu, 2020).
Kanunun eleştirilere konu olan bir diğer noktası ise, BMGK kararlarında alınan mal varlıklarına dair mezkûr kararları Cumhurbaşkanlığı’nın Resmî Gazete’de yayımlayarak gecikmeksizin uygulamasını içeren 36. maddedir. Bu madde kapsamında da, özellikle ABD’nin 11 Eylül sonrası terörle mücadele kapsamı altında finans alanı da dâhil olmak üzere çeşitli hususlarda rahatça terör suçlaması yapması söz konusuyken, konsey kararına dayanarak yasa çıkarmanın makul olmadığı eleştirisi tekrarlanmıştır. Türkiye’nin BM üyesi 5 ülke tarafından sürekli olarak terör suçlamaları ile muhatap olmasının da kanunun neden kabul edilmemesi gerektiğini gözler önüne serdiği iddialar arasında yer alan bir diğer husustur. Ancak bütün itirazlara ve kamuoyunda yer alan aleyhe açıklamalara rağmen Kanun, 25.12.2020 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülerek kabul edilmiş, 31.12.2020 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.