14 Aralık 2020

İLKE Vakfı “Beyin Göçü” Çevrimiçi Paneli Gerçekleştirildi!

İLKE Vakfı sosyal meseleleri gündemine alarak nitelikli bir şekilde analiz edilmesi, bilimsel bir yöntem içerisinde araştırılması ve politika haline dönüştürülmesi uğraşısını sürdürmektedir. İnsani değerleri gözeterek gerçekleştirilen bu çalışmalar iktisat, sivil toplum, hukuk ve eğitim alanlarında devam ediyor. Bu kapsamda 8 Aralık akşamı İLKE Vakfı Eğitim Çalışma Grubu ülkemizde yoğun olarak tartışma konusu edilen “beyin göçü” olgusunu içinden geçtiğimiz şartlara uygun olarak çevrimiçi panel etkinliğiyle ele aldı. Panelin davetli katılımcıları; Anadolu Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Aypay, Aarhus Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sedat Gümüş ve Londra Üniversitesi’nden doktora öğrencisi Tugay Durak idi. İLKE Vakfı Eğitim Çalışma Grubu koordinatörü Doç. Dr. İbrahim Hakan Karataş’ın moderatörlüğünde gerçekleşen panelde “beyin göçü” olgusu yükseköğretim politikaları, nitelikli insan kaynağı, kamu ve sivil toplum kuruluşları fonları ve kurumsallaşma çerçevesinde değerlendirilmiş oldu.

Beyin Göçü Olgusunu Fark Etmek ve Hissetmek

Panelde ilk sözü alan Tugay Durak halihazırda İngiltere’de eğitim gören birisi olarak beyin göçünü Türkiye’de iken fark etmekle İngiltere’de iken hissetmenin farklılığının altını çizdi. Sonrasında kavramı tanımlayan Durak, beyin göçü olgusunun ilk olarak 1963 yılında İngiliz Kraliyet Akademisi’nin raporunda İngiliz akademisyenlerin ABD’ye kaptırılmasını tanımlarken kullanıldığını vurguladı. Buradan yola çıkarak konu ilk olarak tartışmaya bu olgunun aslında bugünkü anlamda sadece gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler için sorun olmadığına işaret ederek açıldı. Fakat günümüzde bu anlam kaymasının gerekçesi olarak gelişmiş ülkelerin beyin göçü hareketliliğini giden kişilerle etkileşimi koparmayarak korumayı başarmaları gösterildi.

Gitmek Bir Sorun Değil Bir İmkân Olabilir

Bu noktada Sedat Gümüş konunun niçin sorun olarak görülmeyebileceğini açıklayan bir katkı sundu. Gümüş’e göre beyin göçü eğer iyi bir iletişim bağı içerisinde kullanılırsa giden akademisyenin kendi ülkesi için ciddi bir network demektedir. Bir başka ifade ile giden kişi elde ettiği farklı nitelikleri projeler, seminerler, yayınlarla kendi ülkesi için de katkı olarak sunabilmektedir. Göç eden hocalar kendi ülkelerindeki öğrenciler için doktora imkanlarını iyileştiren, post doc imkanını zenginleştiren isimler olabiliyor. Sonuç olarak, beyin göçü bir sorun değil bir fayda denebilir. Diğer taraftan Gümüş’e göre bu göçte sorunlu olan kısım akademisyen tabanından ziyade diğer meslek grupları ile ilgilidir. Buna göre örneğin ülkemizde nitelikli tıp eğitimi ya da mühendislik eğitim alan kişilerin bu birikimi bir başka ülkede sunuyor olması bir sorun olarak görülebilir. Ülkemizin bu noktada ciddi problemleri vardır. Böylece bir başka sonuç olarak beyin göçü olgusu sadece akademik çevreyle sınırlı değildir denebilir.

Gençler Ülkemizi Terk Etmek İstiyor Mu?

Günümüzde beyin göçü olgusu aslında lise sonrası dönemde giderek artıyor. Bu durumu değerlendiren Aypay, nitelikli liselerden mezun öğrencilere vurgu yaparak bu öğrenciler için nitelikli eğitim olanakları ortaya çıkarılamadığı takdirde erken dönemde bir hareketliliği başlatan süreç yaşanabileceğine vurgu yaptı. Bu durum İLKE Politika Notları’nın 16.sı olan “Bilim ve Sanat Merkezlerinde Eğitim” çalışmasında da(s.18-19) ele alınmıştı. Bu bağlamda gençler arasında göç etmek motivasyonu söz konusudur. Bunun nedenleri incelendiğinde panelistler beklenildiği gibi buradaki gerekçenin başat olarak ekonomi kaynaklı olmadığının altını çizdiler. Daha fazla para kazanmaktan ziyade sosyal ve politik unsurların daha belirleyici olduğu savunuldu. Buna göre sosyal kategorisinde nitelikli eğitime erişim öne çıkarken politik kategorisinde liyakat, adil bir yarış vuruğu öne çıkmaktadır. Bu noktada Sedat Gümüş, gençlerin liyakat konusunda daha önceki nesillerde olmadığı kadar hassas olduklarını ve bu konuda ciddi rahatsızlık hissettiklerini paylaştı.

Gidenler Geri Dönüyor Mu?

Panelin bu bölümünde Tugay Durak bazı istatistikler paylaştı. Buna göre Türkiye’den yurtdışına giden öğrencilerin yaklaşık olarak %65’i gittiği ülkede kalıyor. Her ne kadar giderken bu öğrenciler geri dönme motivasyonu taşıyor olsalar da geçirilen sürenin ortalama 4-5 sene olması durumunda bu motivasyon yön değiştirmektedir. Ülkelerin de uluslararası öğrencileri ülkelerinde kalmaya ciddi teşvikleri olduğu Durak tarafından aktarıldı. Bu noktada Sedat Gümüş özellikle MEB Bursu (YLSY) ile gidenlerin geri dönme isteklerinin daha çok olduğunu vurguladı. Ancak bu öğrencilerin de doktora sonrası kazandıkları araştırma becerilerini sergileyebilecekleri bir ortam bulamamaya dair haklı kaygıları olduğu aktarıldı. Bu bölümde kendi tecrübelerini de aktaran Gümüş, dönüldüğünde ciddi bir ders programı yükü ile karşılaşıp araştırma yapmak yerine lisans düzeyinde ders anlatmakla üniversite hayatının geçtiğinden bahsetti. Hatta dönülen üniversitelerin birçoğunda yüksek lisans ve doktora programı olmadığını vurguladı. Sonuçlar olarak gidenler geri dönmek istiyor ama bunun için özellikle becerilerini kullanamayacak olmak gibi ciddi kaygıları söz konusu.

Akademik Özgürlük Sadece Bir Kavram Değil!

Gitmek ve dönmek geriliminde ilerleyen tartışmayı Ahmet Aypay kurumsallaşma ve özgürlükler konularıyla derinleştirdi. Buna göre, yurtdışında eğitim almış insanların dönmeye yakın oldukları zamanda ülkelerinde kendilerinin çalışmak arzusu taşıyacakları 3-5 uluslararası ölçekte zirveye oynayan kurumlar görmeleri gerekmektedir. Bu kurumlarda akademik özgürlük içerisinde istedikleri konuyu çalışabilmeleri, eleştirel düşünebilmeleri, proje geliştirmek için kaynak bulabilmeleri gerekiyor. Ayrıca bu kurumların dünyadan ve ülkemizden bağış alacak bir prestij yakalamaları lazım. Aksi takdirde bu kişilerin 5 yıl gibi bir süre içerisinde aldıkları eğitimin iyi niteliğinden bulundukları uluslararası olmayan bir üniversite niteliğine gerilemeleri gerçekleşiyor. Bunu yapan ülkelerden de bahseden Aypay, Kazakistan, Suudi Arabistan gibi ülkelerin bu yönde uzun vadeli yatırımlar yaptıklarını vurguladı. Sedat Gümüş Hoca da tartışmanın bu noktasında kendisini bahsedilen ülkelerden gelen tekliflerin cazipliğini ifade ederek konuyu daha somut hale getirmiştir.  Sonuç olarak ülkemizde yurtdışında sayılı üniversitelerde eğitim almış mevcut isimlerle halen birkaç tane dünyanın zirvesine girebilecek üniversiteler inşa edilememiş olmasının eksikliği belirginleştirilmiştir.

Akademik Diaspora Politikaları Gerekiyor

Panelin son bölümünde Tugay Durak diaspora olgusunu açımladı. Özellikle YTB, TİKA gibi kuruluşlarla geliştirilen politikaların akademik mecralar için de arttırılmasını önemli gördüğünü belirterek Kore örneği üzerinden yurtdışındaki akademisyenlerimizin dönmeleri gibi dönmemeleri senaryosunda da işletilebilecek bir kalkınma stratejisinin ihtiyacına işaret etmiştir. Uluslararası ilişkilerimizde yeni bir küme oluşturmamızın zor olduğunu ya da uzun vadede mümkün olduğunu belirten Durak, o zamana kadar “sahip olma, kullan” ilkesini mantıklı gördüğünü açıkladı. Bu kapsamda TÜBİTAK tarafından yürütülen Lider Araştırmacılar Programı önemli bir gelişme olarak zikredildi.

Dinamik bir akış içerisinde geçen panelde son sözler üzerinden bir sonuç ilan edilecek olursa beyin göçünün bir sorun olmaktan ötede yeni nesil yaklaşımlar içerisinde bir imkan olarak görülmesi tavsiye edilmiştir. Ülkemizin bir imkan olarak beyin göçü meselesini değerlendirmesi için de öncelikle nitelikli kurumalar inşasını gerçekleştirmesi sonrasında yurtdışında bulunan akademisyenlerini buralara davet ederek çalışmalar gerçekleştirmesinin mümkün olduğu hatta MEB’in burs politikalarıyla gidenlerin döndüklerinde farklı farklı üniversitelere dağılmayıp buralarda kümelenerek doktora programlarıyla öğrenci yetiştirmeleri adeta bir politika önerisi olarak sunulmuştur.

İLKE Vakfı Eğitim Çalışma Grubu bu türden programlarıyla ülkemiz eğitiminin sürdürülebilirliğine içtenlikle katkı sunmaya devam edecek.

Programın tamamına ulaşmak için tıklayınız



 


Düzenleyen: Hasan Remzi Eker, İLKE Vakfı Araştırma Asistanı.

ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ