İbn Sînâ'da Felsefesinde Mizaç-Ahlâk İlişkisi İLKE'de Masaya Yatırıldı
İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi kapsamında gerçekleştirilen "İslam Düşüncesinde Mizaç Teorileri" temalı yuvarlak masa toplantılarının beşincisi 25 Nisan 2015 tarihinde İbrahim Aksu’nun "İbn Sînâ Felsefesinde Mizaç-Ahlâk İlişkisi" başlıklı sunumuyla İLKE’de gerçekleştirildi.
Sunumuna insanoğlunun, merakını bedenine yöneltip onu bir inceleme nesnesi kılmasının tarihinin oldukça eskiye dayandığını ve mizaç teorisinin bu merakı gidermeye yönelik açıklamalardan birisi olduğunu belirterek başlayan Aksu, İbn Sînâ’nın mizaç fikrini anlayabilme açısından önemli olan ‘keyfiyyet’, ‘unsur’, ‘hılt’, ‘terkib ve ihtılat’ kavramlarını açıklayarak konuya giriş yaptı. Daha sonra mizacı çeşitli disiplinler açısından tanımlayarak, İbn Sînâ açısından en temelde mizacın dört nitelik ve dört unsurdan müteşekkil maddi bir yapı olarak anlaşılması gerektiğini vurgulayan Aksu, bu maddi yapının etkileme ve etkilenmeye açık bir yapı olduğunu zira bu yapının, bir taraftan organlardan cinsiyete, yaştan psikolojik durumlara varıncaya kadar canlı organizma ile bir şekilde ilişkisi bulunan şeylerden ve yine coğrafya, iklim gibi faktörlerden etkilenebildiğini bir taraftan da, insan bedenini ve nefsin kuvvetlerine ait istidatları etkilediğini ifade etti. Devamında sunumun merkezini teşkil eden mizaç-ahlâk ilişkisinin söz konusu bu etkileşimle kurulduğunu belirterek ilişkinin ‘ahlâk’ cihetini ele aldı.
Ahlâk kelimesini etimolojik olarak açıklayan Aksu, ‘ahlâk’ın ‘hulk’un çoğulu olduğunu ‘hulk’un ise İbn Sînâ’ya göre kimi fiillerin düşünülmeksizin nefsten kolaylıkla çıkmasını sağlayan bir ‘meleke’ olduğunu açıkladı. Bu melekenin kaynağının ‘ne’liği hususuna gelince İbn Sînâ’nın bu husustaki görüşünü ‘bu melekelerin bir kısmı doğuştandır bir kısmı ise sonradan kazanılmıştır’ şeklinde zikretti ve bu görüşe göre huyların doğuştan gelen kısmına "tabiî ahlâk/huylar", sonradan kazanılan kısmına ise "kazanılmış ahlak/huylar" diyebileceğimizi söyledi. Mizaç bu iki tür huyları da etkilemektedir ancak mizacın "tabiî ahlâk/huylar"la ilişkisi doğrudan olurken "kazanılmış ahlâk/huylar"la olan ilişkisi dolaylı olmaktadır. Şöyle ki; tabiî huylar söz konusu olduğunda kişinin mizacı sevinç, gam, öfke, yumuşak huyluluk, kin, utanma, gülme, ağlama, şehvet, hırs-tamah, azgınlık vb. duygu ve dürtüler açısından hangisine daha yatkınsa tabiî huyları da ona göre şekillenmektedir. Örneğin; kişinin mizacında “ahlât-ı erba‘a” danbiri olan sarı safra baskınsa kişi öfkeye daha yatkın olmaktadır. Kazanılmış huylarla mizaç ilişkisinin dolaylı olmasına gelince; Aksu, İbn Sînâ’ya göre sonradan bir huy kazanabilmenin ve kazanılmış bir huyu değiştirebilmenin yegâne yolunun, uygun bir eylemin istikrarlı bir şekilde yerine getirilmesi suretiyle bu eylemin alışkanlık halini alması ve dolayısıyla bir ‘huy’a dönüşmesiyle mümkün olduğunu belirterek mizacın buradaki rolünü şöyle açıkladı: Bir kişi mizacından ötürü cimriliğe daha yatkın olabilir ancak doğru ve istikrarlı eylemlerle bu cimriliği aşıp itidal noktasına erişebilir. Bu noktada kişi mizacından ötürü bu huyu edinmekte zorluk çekecektir. Bir başkasına ise mizacının yapısından dolayı cömertlik kolay gelirken şecaat göstermek zor gelebilir. Böylece mizaç, yeni huylar edinmede ya da bir huyu değiştirmede kişinin ne kadar zorlanacağını ya da kolaylık bulacağını belirleyerek dolaylı bir etki göstermiş olmaktadır.
Sunum sonunda mizacın ahlâk ile ilişkisi ortaya konulmuş olmakla birlikte mizacın kendisinin değişebilirliği, türsel suretlerin meydana gelmesinde bir rolü olup olmadığı, evrim teorisiyle nasıl bir ilgisi olabileceği ve hangi açılardan karşılaştırma yapılabileceği, sudur teorisi çerçevesinde nasıl anlaşılabileceği gibi birçok husus tartışmaya açıldı ve toplantı bu tartışmalarla sona erdi.