SALGIN SONRASI TOPLUM İÇİN ÖNERİLER

Yaşlılık ve yaşlanma konusu temel bir sosyal politika gündemi olmalı. Demografik yapının giderek orta yaş eksenli hale gelmesi, hem kırsalda hem şehirlerde aktif, sağlıklı ve yerinde yaşlanma ihtiyacını derinleştirecek. Yaşlı nüfusun kentsel mekanları kullanma imkan ve yatkınlıkları çok boyutlu bir düzlemde ele alınmalı. Ayrıca sosyal güvenlik sisteminin, yaşlı bakımının, sağlık hizmetlerinin ve çalışma hayatının bu demografik geçişe uygun şekilde revize edilmesi gerekiyor.

 

Hanehalklarının gelir ve yaşam koşulları dikkatli şekilde takip edilmeli ve ayrıntılı destek programları hazırlanmalı. Geçimi tek kişinin çalışmasına bağlı olan ve bilhassa asgari ücret seviyesinde geliri olan hanelere binen doğrudan vergi yükü, kriz dönemlerinde refah kaybını derinleştiriyor. Hanehalkı borçlarının azaltılması, hanelerin bilhassa büyük şehir merkezlerinde konut ve ulaşım haklarının asgari standartta sağlanması her ekonomi politikasının merkezinde olmalı. Hanehalkı tipleri sadece kişi sayısı üzerinden değil, eğitime ve istihdama katılım potansiyeli ve besleyici sosyal ilişki imkanları üzerinden de değerlendirilmelidir.

 

Toplumsal eşitsizliklerin çocukların sosyalleşme sürecine yansıması önlenmeli. Ortalama çocuk sayısı azalırken ve çocuk sahibi ailelerin büyük bir kısmı büyük şehir merkezlerinde yaşarken ailenin sahip olduğu ekonomik ve kültürel sermayenin etkisi çocuklara hem bir beklenti yükü hem de bir eşitsizlik olarak yansıyor. Şehir planlama süreçlerinin, eğitim kurumlarının, mahalli ilişkilerin ve kurumsal hizmetlerin çocukların sağlıklı, güvenli ve nitelikli bir sosyalleşme içinde büyümesine odaklanması gerekiyor. Beceri gelişimi odaklı, toplumsal hayatın adalet ve liyakat ekseninde işlediğine inancı artıracak ve akran öğrenmesini kolaylaştıracak ortamların kurulması şart.

 

Eğitim sisteminin her kademesi yeni meydan okumalar getiriyor. Okul öncesi eğitim hızla yaygınlaşırken bu kurumlarda görev yapan eğitimcilerin, idarecilerin, ortam şartlarının ve içeriğin ne kadar çocuğun yararına uygun bir kaliteye, standarda ve denetime tabi olduğu şüpheli. İlkokuldan liseye eğitimin her kademesinde yaygınlaşan özel okullar arasında yeni hiyerarşiler oluşuyor. Bölgesel olarak devlet okullarında derslik ve öğretmen başına düşen öğrenci oranlarındaki farklılaşma azaltılmalı. Bilhassa lise düzeyinde çalışma ve geçim temin etme nedeniyle eğitim sistemine duyulan inancın kaybı ve okul terki olgusunun çoklu nedenleri araştırılmalı ve sadece okuldan ibaret olmayan politikaların konusu olmalı.

 

Yükseköğretimin programlarının asgari kalitesi ve kalıcı verimleri yükseltilmeli. Bütün dünyada yükseköğretim olgusu artık istihdam edilebilirlik, beceri gelişimi ve nitelik uyumu ekseninde tartışılıyor. Türkiye’de eğitim sermayesi artarken diplomadan beklenen dikey sosyal hareketlilik ve kariyer umutlarının, mevcut istihdam piyasalarının yetersiz genişlemesi nedeniyle karşılıksız kalması muhtemel. Yükseköğretim programlarının hangi becerileri geliştirdiği ve bilhassa dezavantajlı sosyal kökenden gelen yeni kuşaklara ne sunabildiği ayrıntılı bir denetim ve planlamayı elzem kılıyor. Meselenin üniversite veya mezun sayısı değil, iş ve meslek piyasalarının yeni işgücüne hazırlıksızlığı ve kendi içinde eşitsiz tabakalaşması olduğu dikkat gerektiriyor.

 

Aktif istihdam politikaları yükseköğretim mezunlarını içermeli. Türkiye son on yılda yükseköğretim mezunu işgücünün geç ama hızlı artışına şahitlik ediyor. Meselenin bir tarafı verilen eğitimin içeriğiyle alakalı olduğu gibi diğer tarafı da istihdam piyasalarının buna ne kadar hazırlıklı olduğuyla ilgili. Nitekim İŞKUR kayıtlarında yükseköğretim mezunlarının oranının arttığını ancak işe yerleştirme oranlarının düşük kaldığını görüyoruz. Tam bu nedenle yükseköğretimin farklı alanlarından gelen genç işgücünün hangi işlerde daha verimli olacağı, özel istihdam politikalarını gerektiriyor.

 

Gelir ve servet eşitsizliğinin üstüne gidilmeli. Hem gelir hem servet eşitsizliğinin toplumsal yapıda nasıl bir tahribata yol açtığını merkeze alacak odaklı çalışmalara ihtiyaç var. Resmî kurumların ve STK’ların sosyal koruma ödemeleri ve yardımlaşma faaliyetleri kriz döneminde 17 milyonu aşkın yoksul nüfusu sefaletten kurtarabilir ancak yapısal eşitsizliklerin giderilmesi için çok boyutlu düşünmek gerekiyor. Yoksullaşma çünkü aynı zamanda şiddet, suç, eğitimden dışlanma, istihdama katılamama, kayıt dışı işlerde çalışma süreçleriyle iç içe geçerek yoksulluk döngüsü oluşturuyor. Türkiye’nin giderek tabakalaşan toplumsal yapısında eşitsizliklerin bilimsel titizlikle takip edilmesi önem arz ediyor.

 

Sağlık hizmetlerinin iç düzeni uzun vadeli biçimde ve kamu yararı gözetilerek planlanmalı. Salgında hekimler başta olmak üzere sağlık çalışanlarının iş yükünün arttığını; bazı branş ve birimlerin tüketici bir çalışma temposu içine girdiğini gördük. Türkiye’nin artık hangi bölgede hangi branştan kaç uzman hekime ihtiyacı olduğunu veri temelli projeksiyonlarla planlaması gerekiyor. Sağlık çalışanlarının çalışma şartlarının, ücret yapısının, işbölümünün kamusal fayda ve hakkaniyet ekseninde düzenlenmesi gerekiyor. Bununla birlikte sağlık hizmeti alanların tıbbi bilgi ve süreçlere asgari bilgi ve güven anlamında aşina olması için sağlık okuryazarlığı, sağlık hak ve sorumluluğu gibi konularda geniş çaplı projelere ihtiyaç var. Ayrıca Sağlık Bakanlığı’nın yıllık istatistiklerinde yer almayan erkek-kadın hekim sayısı verisinden başlamak üzere, ücret yapısı ve uzmanlık dağılımı gibi temel göstergelerin sistematik şekilde kayıt altına alınması ve sunulması gerekiyor.

 

Hukuk hizmetleri piyasası ve yargının işleyişi toplumsal ihtiyaçlara ayak uydurmalı. Türkiye’de avukatlık büyük bir dönüşüm yaşıyor; meslek kendi içinde ücret ve çalışma şartları bakımından tabakalaştığı gibi mesleğin gerektirdiği beceriler ve müvekkillerle olan ilişki biçimleri de çeşitleniyor. Bu anlamda vatandaşların ihtiyaç duyduğu nitelikte hizmete erişebilmeleri için meslek içinde oluşan piyasalaşma ve işçileşme dinamiklerinin aşındırıcı etkilerini fark etmek gerekiyor. Yargıda uzayan sürelerin hak arayışlarına olumsuz etkisi, icra dairelerinin akut durumu, ayrıca suç türlerinin bölgesel ve sosyal dağılımı müstakil düzenlemeler gerektiriyor. Sağlıkta olduğu gibi hukukta da kurumlarla toplum arasında ortak bilgi ve güven ekseninde reformlara ihtiyaç var.

 

Şiddet ve suç konularında özel araştırma birimleri kurulmalı ve uygulama odaklı projeler geliştirilmeli. Suça sürüklenen çocuklar, kadına yönelik şiddet, eğitimden dışlanan gençlerin girdiği suç sarmalı Türkiye’nin değişmeyen gerçekleri olarak çözüm bekliyor. Ekonomik kriz ve belirsizlik dönemlerinde suç ve şiddetin arttığı açık. Bu anlamda yargı kararlarının caydırıcı etkisinden başlamak üzere koruyucu kurumların ve önleyici mekanizmaların sivil toplumla işbirliği içinde tasarlanması ve yaşama hakkı başta olmak üzere çocukların ve kadınların temel hak ve özgürlükleri güçlü şekilde sağlanmalı. Şiddeti psikolojik ve politik nedenselliklerle açıklamak yerine aile, eğitim, istihdam gibi çoklu faktörlerini kuşatacak araştırmalara ihtiyaç var.

 

Konut piyasası ve politikaları, barınmanın anayasal bir hak olması temelinde düzenlenmeli. TOKİ’nin 2022 yılında başlattığı “ilk evim, ilk işyerim” projesi 8 milyonun üstünde başvuru aldı. Bu bilhassa büyük şehir merkezlerinde yaşayan alt ve orta gelir gruplarının kendi evine sahip olma talebinin yükseldiğini gösteriyor. Dolayısıyla konut kredisi uygulamalarının, toplu konut planlamalarının ve konut inşaatı sektörünün kamusal fayda gözetilerek düzenlenmesi şart. Hem şehir içi hem şehirler arası alım gücü seviyesi ve ihtiyaç tipleri ayrıntılı şekilde araştırılarak konut politikalarının veri temelli oluşturulması gerekiyor. Aksi takdirde barınma hakkının, toplumsal eşitsizliklerin en somut, sürekli ve gerilimli yaşandığı bir krize dönüşmesi an meselesi.