ÖĞRETMENLİĞİN DÖNÜŞÜMÜ

Öğretmenlerin Mesleki Öğrenme Süreçlerinde Topluluk Yaklaşımı: Öğretmen Ağları

Emre Er

Doç. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Giriş

Bir öğretmen neden ve nasıl öğrenir? Öğretmenlerin neden öğrenmeleri gerektiği mesleğin doğası ve öğretmenlerin var oluş gerekçeleriyle ilişkiliyken nasıl öğrenecekleri daha teknik bir konu olarak ele alınabilir. Eğitim bilimleri araştırmalarının önemli bir bölümü öğretmenlerin öğrenmesinin nedenleri ve sonuçları üzerine kurgulanmıştır. Öğretmenlerin sınıf içi pratiklerini belirleyen en önemli dinamikler arasında bireysel öğrenme eğilimleri yer almaktadır. Öğretmen öğrendikçe okulda ve sınıfta öğrencilerin öğrenme süreçleri olumlu etkilenmektedir. Öğretmenlerin kendi öğretim uygulamalarından ve meslektaşlarından öğrenmelerine vurgu yapan Darling-Hamond (2008), mesleğinde uzman olan öğretmenleri “öğretirken öğrenen” ve “öğrenme yolculuğu bitmeyen” kişiler olarak tanımlamaktadır. 


Standart eğitim içerikleri ve aktarıma dayalı geleneksel yöntemlerin etkili olduğu dönemlerde öğretmenlik mesleğinin odak noktasında daha fazla bilgi sahibi olmanın öğretimin niteliğini etkileyeceği varsayımıyla “çok bilen iyi öğretir” anlayışı yer alırken, Cochran-Smith ve Lytle (1999), bunun yerine “çok tanıyan iyi öğretir” anlayışının geliştiğini vurguluyor. Bununla birlikte yazarlar, öğretmenlerin sorgulama ve araştırmaya dayalı topluluklara dahil olmasını ve özne olarak öğretmen kavramları üzerinden öğretmen öğrenmesinin yeniden tanımlanmasını önermişlerdir. Buna göre daha fazla bireyle etkileşime giren, meslektaşlarıyla ilişki kuran ve bilgi kaynaklarına ulaşma yeteneği olan öğretmenlerin mesleki becerilerinin gelişmesi kolaylaşıyor.


Geleneksel öğretmen eğitimi uygulamalarında öğretmenler özne olarak ele alınmamakta, belirli standart içeriklerin aktarılması ile sınıf içi uygulamaların iyileştirilmesi amaçlanmaktadır (Little, 1993). Bunun aksine ağ öğrenmesinde, öğretmenlerin kendi öğrenme süreçlerini tasarlamaları, karşılıklı tartışmaları ve meslektaşlarının ihtiyaç ve beklentilerine duyarlı olmaları söz konusudur. Bu sayede öğretmenlerin kendilerini öğrenme topluluğunun bir üyesi olarak görmeleri ve öğrencilerinin farklılaşan eğitimsel ihtiyaçlarına daha etkili karşılık vermeleri mümkün oluyor (Wilson ve Berne, 1999). Bu anlamda öğretmenlerin mesleki öğrenmesi, birçok eğitim reformunun da odak noktasını oluşturuyor.


Öğrenme Bulaşıcıdır!

Stanley Milgram, oldukça ilgi çekici çalışması küçük dünya deneyi (small world experiment) ile ABD’de yaşayan insanlar arasında rastgele seçilen iki kişi arasındaki ortalama sosyal mesafeyi deneysel olarak belirlemeye çalıştı. Milgram, deney kapsamında rastgele seçtiği bireylere, daha önce tanımadıkları ve Boston’da yaşayan birine sadece tanıdıklarını kullanarak bir mektubu iletmelerini istedi. Katılımcılar doğrudan tanıdıkları kişiler aracılığıyla herhangi bir formel iletişim kanalı kullanmadan mektupları belirtilen kişiye ulaştırmaya çalıştı. Deneyde yapılan hesaplamalar sonucunda ortalama altı adımda mektupların verilen adrese ulaştığı tespit edildi. Çalışma farklı örneklem gruplarında tekrarlandığında benzer şekilde ortalama altı adımda insanların tanımadıkları insanlarla bağlantı oluşturabildikleri görüldü.


Milgram’ın çalışmalarının açtığı yolda, pazarlamadan, sağlık bilimlerine, işletmeden, bilişsel bilimlere kadar geniş bir alanda bağ kurma, yakın ve uzak çevre, bireysel ağlar gibi konular dikkat çekmeye başladı. Bu bağlamda Christakis ve Fowler (2012), etkilemenin üç derecesi kuralını kavramsallaştırarak “arkadaşlarımızın arkadaşlarının arkadaşları” gibi ifade edilebilecek ve belki de hiçbir zaman doğrudan ilişki kurmayacağımız kişilerin, gündelik tercihlerimizden, kilo almamıza kadar birçok alanda kararlarımız üzerinde etkili olabileceğini gösterdi. Başka bir anlatımla yakın çevremizin kararlarımız üzerinde doğrudan olduğu kadar dolaylı ve gizil etkiler de göstermekte olduğu söylenebilir. Yeniliğin yaygınlaşması, yeni mesleki bilgi ve becerilerin dolaşıma sokulması, yeniliği özendirecek ilk öncülerin belirlenmesi gibi çalışma alanları özellikle örgüt ve yönetim bilimi açısından üzerinde araştırma yapılan ve gelişmekte olan bir alandır. Dikkat edileceği üzere örgütsel ve mesleki öğrenmenin bireysel öğrenmeyi de içine alacak şekilde bireyin yanında diğerleri için anlam oluşturması ve yeni uygulamaların kabul görmesi öncelikle sosyolojinin ilgi alanına giriyor. Öğretmenliğin görece izole bir meslek olması ve mesleki gelişimin genellikle psikolojik yönünün ön planda tutulması gibi nedenlerle eğitim reformları genellikle okulu topluluk olarak bütüncül bir bakış açısıyla değerlendiremeyerek öğretmenleri de içinde bulundukları sosyal ağdan bağımsız bireyler olarak görme yoluna gitti. Bu durum, okulların ve öğretmenlerin içinde bulundukları sosyal bağlamdan kopuk olarak ele alınması sonucunu doğurmuş ve yeni uygulamalar ile mesleki gelişimin sağlanması genellikle öğretmenlerin bireysel motivasyonları ile sınırlanmıştır.


Başarılı eğitim sistemlerinin en önemli ortak özelliklerinden birisi öğretmenlerin alternatif mesleki gelişim imkanlarına sahip olmalarıdır. Gerek sınıf içi öğretim pratiklerinde gelişim yaşanması, gerekse okulun bütününde, iş birliğine açık ve değişimi destekleyen bir kültürün yapılandırılması için öğretmenlerin mesleki gelişimi oldukça önemlidir. Dahası eğitim reformu için en önemli öğe öğretmenlerin mesleki uzmanlık düzeyleri olarak görülebilir (Fullan, 1993). Bu bağlamda okul geliştirme işinin, özünde öğretmenlerin gelişimini gerçekleştirme ve değişimi destekleyen okul kültürünü oluşturmaya olanak sağlama çabası olduğunu söylemek mümkündür (Harris, 2002, s. 113).


Eğitim reformu çalışmaları ile bilinen ve öğretmenliğin bir uzmanlık mesleği olarak yeniden ele alınması gerektiğinin üzerinde duran Hopkins (2007, s. 73), veriye dayalı olarak öğretimi zenginleştirmenin ve öğretmenlerin pedagojik yeterliklerin artırılmasının öneminden bahsediyor. Söz konusu yeterlik alanları kadar bu yeterliklerin, bireysel becerilere dönüştükten sonra nasıl yaygınlaştırılacağı yukarıda belirtildiği gibi önemli bir tartışma konusudur. Bu amaçla öğretmenlerin mesleki gelişimi amacıyla sıkılıkla başvurulan bir yöntem olan hizmet içi eğitimin, öğretmenler üzerinde oluşturduğu etki çoğu kez sadece eğitimin verildiği süreyle sınırlı kaldığından, bu yolla okulda gereksinim duyulan alanlarda gelişiminin sağlanamadığı ifade edilmektedir (Harris, 2002, s. 100). Belirli bir dönemi kapsayan eğitim programlarının yerine öğretmenlerin, okulun gelişimi için inisiyatif almasına olanak tanındığında, değişim için önemli bir potansiyel harekete geçirilebilir. Nitekim Kanada’da 1991’den bu yana uygulanan okul gelişim modeli ile okulların değişim kapasitesini artırmak amacıyla oluşturulan finansal kaynakların önemli bir kısmı, öğretmenlerin mesleki gelişimi için kullanılmaktadır (Harris ve Young, 2000, s. 35).


Öğretmenler arasında yeniliğin yaygınlaşması, okulların mesleki öğrenme topluluğu haline dönüşmesi, mesleki öğrenme kanallarının çeşitlenmesi ve öğretmenler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması eğitim bilimleri açısından önümüzdeki dönemlerde üzerinde durulacak temel başlıklar arasındadır. Bilgiye erişimin kolaylaşması ile birlikte öğretmenler açısından “Nasıl öğreneceğim?” sorusu giderek yeni ve alternatif cevapların verilebilmesi nedeniyle anlamını yitiriyor. Sosyal ağ teorisine göre gücün, aktörlerden ilişkilere doğru kaymasına tanıklık edilen bir çağda “Neyi bilmeliyim?” sorusu ise giderek yerini “Kimden öğrenmeliyim? veya “Kimi tanımalıyım?” sorularına bırakıyor.*

*Konuya ilişkin detaylı bilgi Daly, A. (2010) Social Network Theory and Educational Change kitabında yer alan “It’s not what you know, but who you know” ve “Who you know defines what you know” ifadeleri etrafında farklı kültürel ve eğitimsel bağlamlarda tartışılmaktadır.


Sosyal Sermaye Aracı Olarak Ağlar

Sermaye kavramı üzerine tarihsel süreç içerisinde klasik ve neoklasik başlıklar altında çeşitli tanımlamalar yapılmış olmakla birlikte, sosyal sermaye ile bireylerin veya grupların amaçlarına ulaşmalarında üstünlük yaratma potansiyeli taşıyan bir nevi sosyal gücün ifade edildiği anlaşılıyor. Sermaye kavramı klasik teorilerde maddi unsurların birleşimi olarak ele alınmış ve genellikle birey ve toplum açısından anlamı göz ardı edilmiştir. Oysa modern teorilerde sermaye maddi olduğu kadar bireysel ve gruba özgü bir özellik olarak ele alınıyor. Bu anlamda beşeri sermaye, kültürel sermaye ve sosyal sermaye kavramları ortaya çıkmıştır. Hatta son zamanlarda bu kavramlara ek olarak profesyonel sermaye (Hargreaves ve Fullan, 2012) ve entelektüel sermaye (Basile, 2009) gibi görece yeni kavramların ilgi çekmeye başladığı görülüyor. Söz konusu yönelim beşeri sermaye kavramı ile bireylerin sınırlı kapasitelerini öne çıkaran anlayış yerini bir topluluğun transfer edilebilir veya ortak kullanımındaki değerlerin bir fonksiyonu olarak sosyal sermayeye bırakmaya başladı. Bu açıdan kavramın yaygın olarak kabul gören tanımlamalarına göre sosyal sermaye ile karşılıklı etkileşim ve gömülü kaynaklara erişim vurgulanmaktadır. Başka bir anlatımla sosyal sermaye birey veya gruplara pek çok açıdan avantaj sağlamaktadır.


Sosyal sermaye kavramıyla, bir ağa dahil olan aktörlerin veya grupların ihtiyaçlarını karşılayan mevcut ve potansiyel kaynaklardan bahsetmek mümkündür (Nahapiet ve Ghoshal, 1998). Söz konusu tanımlama açısından bireylerin mevcut bilgi ve becerilerini içeren bilişsel, karşılıklı etkileşime dayalı ilişkisel ve ağın bütünündeki ilişkilerin niteliğinin sonucu olarak aktörlerin erişimini etkileyen kaynaklar sosyal sermaye kapsamında ele alınmaktadır. Öte yandan sosyal sermayenin mevcut ve potansiyel ihtiyaç ve kaynaklara yönelik olması nedeniyle dinamik bir yapıya sahip olduğu söylenebilir.


Lin (2001, s. 19), sosyal sermayeyi bireylerin fayda elde etmek amacıyla sosyal ilişkilerine yatırım yapması olarak tanımlıyor. Bu tanımlamaya göre sosyal sermayenin, bireysel düzeyde ele alındığı ve sosyal ağların güçlenmesi ile sosyal sermayenin gelişeceği vurgulanıyor. Bu bağlamda bir bakıma sosyal sermayenin, bireysel sosyal ağların bir çıktısı olarak görülebileceği söylenebilir. Bireylerin öncelikle içerisinde bulundukları sosyal ağların yapısı ve bireysel olarak ağdaki konumları sosyal sermayenin gelişmesinde etkilidir. Coleman (1988) ve Putnam (1993) gibi yazarlar sosyal sermayenin toplumsal boyutuna vurgu yaparak sosyal sermayeyi daha çok birey-grup ilişkisinin bir fonksiyonu olarak görmekteler. Sosyal sermayeyi oluşturan belirleyici etmenler bireylerin aralarında kurdukları ilişkiler olsa da bu yaklaşıma göre sosyal sermayenin odak noktasında toplumsal fayda yer alıyor. Konuya ilişkin ilk çalışmalarını İtalyan toplumu üzerine yapan ancak daha sonra araştırmalarını Amerika Birleşik Devletleri üzerinde yoğunlaştıran Putnam, sosyal sermayeyi toplulukların sahip olması gereken bir özellik olarak ele almakta ve bireylerin içinde yaşadıkları imkanlarına göre hareket etmek durumunda kaldıklarını belirtiyor. Bununla birlikte sosyal sermaye, bireyler arasındaki bağlantılar (sosyal ağlar) ve bu ilişkilerin sonucunda ortaya çıkan karşılıklılık (mütekabiliyet) ve güven duygusu olarak ifade ediliyor. Amerikan toplumundaki sosyolojik değişimi Bowling Alone: The Collapse and Revival of American Community isimli kitabında açıklayan yazar, ABD’de bireysel olarak bowlinge olan ilginin artmasına rağmen kulüp bazında bowling oyununa yeterli rağbetin olmadığından bahsediyor. Buradan hareketle Amerikan toplumsal yapısında bilgi ve deneyim aktarımından iş bulmaya kadar oldukça geniş bir alanda etkili olduğu düşünülen iyi organize olmuş ağların zayıfladığı şeklinde çıkarım yapılmıştır.


Sosyal sermayeye ilişkin yukarıdaki ifadeler bütüncül olarak değerlendirildiğinde sosyal sermayenin aktarım aracı olarak sosyal ağların, profesyonel meslek örgütleri ve mesleki öğrenme toplulukları gibi eğitim bilimleri alanında yoğun olarak tartışılan yaklaşımlarla ilişkili olarak açıklanması yerinde olacaktır. Başka bir ifadeyle, sosyal sermayenin oluşumu, dönüşümü ve bireyler açısından önemi sosyal ağların nitelikleriyle yakından ilişkili olarak düşünülmelidir.


Sosyal sermayeyi tanımlarken bireyi ya da topluluğu merkeze alan yaklaşımların ortak noktası, sosyal ağ yapılarının öneminin vurgulanmasıdır. Bu ilişkiyi dayalı olarak, Scrivens ve Smith (2013), sosyal sermayeyi dört boyut etrafında kavramsallaştırmaktadır. Bunlar; (i) bireysel ilişkiler, (ii) sosyal ağ desteği, (iii) sivil katılım ve (iv) güvene dayalı iş birliğidir. Söz konusu boyutların tamamı sosyal ağların niteliği üzerinde doğrudan etkilidir. Bireylerin ait oldukları sosyal ağların gücü, sosyal ağdaki konumlarından elde ettikleri güç ve sosyal ağda yer alan aktörlerin karşılıklı iş birliğine istekli olmaları gibi etmenler sosyal sermayenin belirleyicileri olarak incelenmektedir. Bu bağlamda, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı [OECD] raporunda kullanılan tanıma göre sosyal sermaye, birlikte hareket etmeyi kolaylaştıran ortak normları ve değerleri olan sosyal ağlar olarak ifade edilmektedir (2001, s. 41). Bununla birlikte Lin (2001, ss. 60-73), sosyal sermaye teorisini açıklarken sosyal ağ teorisine ilişkin şu kavramları kullanmaktadır:

  • Sosyal sermaye: Bireylere önemli kazançlar sağlamaktadır. Bireylerin sosyal sermayeye erişimleri, sosyal ağın hiyerarşisindeki yerlerinin, bağlantılarının kuvvetinin ve ağdaki konumlarının bir fonksiyonu olarak düşünülmelidir.
  • Konumsal güç: Hiyerarşide yüksek yerleri işgal edenler sosyal sermayeden daha çok yararlanırlar.
  • Kuvvetli bağların gücü: Kuvvetli bağlar ağ içerisinde bireylere kazanım sağlamaktadır.
  • Zayıf bağların gücü: Zayıf bağlar ağın dışarısından bireylere kazanım sağlamaktadır.
  • Bireysel konumun önemi: Bireysel olarak farklı kaynaklara erişimi kolaylaştıracak sosyal konumlarda yer almaktır.
  • Bireysel konum, bağ ve sosyal ağın bütünü arasındaki ilişkiler: Bireylerin elde ettikleri güç, mevcut bağlantılar ve ağın bütününe ait yapısal değişkenler sürekli birbirlerini etkilemektedir.
  • Yapısal durumsallık: Bir ağın hiyerarşisinde en yüksek konumda yer alan bireyler için zayıf bağların sağlayacakları oldukça sınırlıdır.

Buna göre bireylerin ağ içerisindeki konumları ve etkileri bireysel ve grubun bütününü ilgilendiren birtakım değişkenlerle açıklanıyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde bireylerin, ağın oluşturduğu sosyal sermayeden ne ölçüde faydalanacaklarını belirleyen etmenler hem kendi ilişkilerine hem de ağın yapısal özelliklerine bağlı olarak değişiyor. Yukarıda ifade edilen etmenler eğitim bilimleri açısından değerlendirildiğinde öğretmenlerin mesleki gelişimleri bakımından genellikle kuvvetli bağlar mesleki bilgi ve deneyimlerin paylaşıldığı ilişkileri kapsarken, zayıf bağlar ile farklı mesleklerden ve sosyal gruplardan gelen kişilerle kurulan ve diğer bağlantılara göre daha etkisiz durmasına rağmen yaratıcılığı ve yenilikçiliği beslemesi bakamından önemli sayılmaktadır. Bu noktada Granovetter (1973) tarafından ileri sürülen Zayıf Bağların Gücü (strength of weak ties) Teorisi ile bireylerin daha düşük yoğunlukta ilişki kurduğu farklı aktörlerin etkisi detaylarıyla tartışılıyor.


Sosyal Ağlar ve Öğretmenlerin Mesleki Deneyim Aktarımı

Sosyal bilimlerde yoğun olarak kullanılan istatistiki yöntemlerde bağımsızlık varsayımlarına uygun olarak veri toplanması ve analizi öngörülmektedir. Buna göre çalışmaya dahil edilen katılımcıların algı, tutum, görüş veya beklentileri birbirlerinden bağımsız olarak karşılaştırılır ve bu şekilde değerlendirme yapılır. Sosyal ağ analizi ile bireylerin bağımsız algıları yerine etkileşimlerine dayalı olarak karşılıklı bağımlılıklarının ölçülmesi söz konusudur. Örneğin örgüt ve yönetim bilimi açısından sosyal ağ yaklaşımı geleneksel örgüt kuramlarının aksine çalışanların başarılarını sadece bireysel yeterliklerinin bir sonucu olarak değil aynı zamanda örgütün ilişkiler ağında edindikleri konumun etkisiyle ortaya çıkan bir durum olarak açıklama eğilimindedir (Borgatti ve Ofem, 2010). Bununla birlikte sosyal ağ analizinin sosyal bilimler içerisinde ayırt edici yaklaşımları arasında aşağıdaki özellikleri sıralanabilir (Tüzüntürk, 2012, s. 66)

  • Aktörler ve aktörlerin hareketleri bağımsız birer birim olmaktan çok birbirine bağımlıdır.
  • Aktörler arasındaki ilişkisel bağlar kaynakların aktarılması için kanal olarak görülebilir.
  • Ağ yapısının bireysel etkinlikleri desteklediği veya engellediği düşünülmektedir.
  • Ağ modelleri aktörler arasındaki ilişkilerin sürekli örüntüleri olarak sosyal, ekonomik, politik ve benzeri yapıları etkilemektedir.


Sosyal Ağ Teorisi, eğitim örgütlerini anlama ve analiz etme açısından önemli potansiyeller taşımaktadır. Sosyal ağ analiziyle gerçekleştirilen bir araştırmada çalışmaya katılanların bireysel özelliklerinden ziyade içerisinde yer aldıkları sosyal yapıdaki konumları yani diğer aktörlerle ilişki ve etkileşimleri önem kazanmaktadır (Borgatti ve Ofem, 2010). Bu durum sosyal ilişki ve etkileşimlerin belirleyici olduğu okullarda söz konusu süreçlerin ayrıntılı bir biçimde incelenerek farklı aktörler arasındaki bilgi akışının incelenmesine olanak sağlamaktadır (Daly, 2010). Ayrıca eğitim bilimleri alanında yoğun bir şekilde araştırılan ve okulun psikolojik boyutu altında tanımlanan birçok kavramın anlaşılması açısından bireylerin karşılıklı algılarının önemli sayılabileceği söylenebilir. Örneğin, bağlılık, adalet ve güven gibi kavramlar bireylerin karşılıklı ilişkileri sonucunda ortaya çıkan ve topluluktan bağımsız olarak değerlendirilmesi zor olan olgular arasında sayılabilir. Benzer şekilde okullarda hem araştırma hem de uygulama anlamında yoğun bir biçimde ele alınan okulda değişimin yönetilmesi bağlamında öğretmenlerin birbirleriyle olan etkileşimleri oldukça önemlidir. Daly (2010), sosyal ağ yaklaşımına göre değişim stratejisi ne kadar iyi yapılandırılmış ve öğretmenlere aktarılmış olursa olsun, öğretmenlerin okul dışından gelen bir yöneticiye, uzmana veya akademisyene inanmak yerine birlikte görev yaptığı meslektaşlarına güvenme ve onlardan etkilenme eğiliminde olduklarını ifade etmektedir. Başka bir deyişle öğretmenlerin en iyi öğrendiği kişiler tanıdıkları ve güven duydukları öğretmenlerdir. Bu açıdan düşünüldüğünde okula ilişkin araştırmaların sosyal ağ yaklaşımıyla ele alınması eğitim bilimlerinde araştırma konusu olan mevcut kavramlara farklı boyutlar ekleyebileceği gibi henüz bilinmeyen çalışma alanlarının ortaya çıkmasına da yardımcı olabilir.


Öğretmenlerin mesleki gelişim süreçlerinin desteklenmesinin amacı sınıf içinde farklılık yaratan uygulamaların açığa çıkması ve yaygınlaşmasının sağlanmasıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde eğitim reformlarının amacına ulaşmasında öğretmen ile kurulan ilişki önemli yer tutmaktadır. “Dördüncü Yol” ismini verdikleri çalışmalarında Hargreaves ve Shirley (2009) sırasıyla, otokrasi, teknokrasi ve coşku dönemlerinin eğitim reformları açısından geride kaldığını ifade ederek ilham verici ve yenilikçi bir yaklaşımın gerekliliğinden bahsetmektedir. Bu yaklaşıma göre günümüzde yaygın olarak kullanılan bazı değişim argümanları üzerinden eleştirel bir değerlendirme yapılmaktadır. Tabloda mevcut ve gelecekteki değişim yaklaşımları bazı açılardan karşılaştırıldı.


Değişim Yaklaşımlarının Karşılaştırılması

Kaynak: Türkiye’de Çalışma Hayatı ve Meslekler, 2020 


Tabloda ifade edilen değişim boyutları incelendiğinde, aşağıdan yukarıya planlanan ve öğretmenler arasında bilgi ve becerilerin aktarılmasına olanak tanıyan uygulamalardan bahsedildiği görülmektedir. Ayrıca üçüncü yol olarak ifade edilen mevcut değişim yaklaşımlarını tanımlamak açısından orijinal metinde yazarlar tarafından bir metafor olarak “effervescence” (Türkçeye “coşku” olarak çevrilmiştir) kavramı kullanılmıştır. Söz konusu kavram ile suya atıldığında ani bir şekilde kabarcıklar çıkararak çözünen ve kısa sürede yarattığı hızlı değişimin ardından ortadan kaybolan ilaçlardan hareket edilerek reform yaklaşımları eleştirilmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde öğretmen öğrenmesinden hareket edilmeden tasarlanan bir reform anlayışında yaşanabilecek sorunlar ifade edilmektedir.


Öğretmenlerin mesleki öğrenmelerinin sosyal ağ yaklaşımı ile ele alındığı çalışmalar incelendiğinde bireysel ağların niteliğinin oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır. Meslekte ilk yılını doldurmamış öğretmenler arasındaki sosyal bağlantıların niteliklerinin incelendiği bir çalışmada, öğretmenlerin birbirleriyle olan etkileşimlerinde belirleyici rol oynayan bir dizi etmen ortaya konuldu (Baker-Doyle, 2012). Çalışmada öğretmenlerin bireysel özellikleri yanında okula ilişkin değişkenlerin de bağlantı kurma eğilimlerini etkilediği sonucu çıktı. Okuldaki mesleki öğrenme kültürü, öğretmenlerin öğrenciler hakkında bilgi sahibi olma isteği, öğretmenlerin mesleğe yönelik algıları ve meslekte yeni olmanın vermiş olduğu birlikte hareket etme eğilimi öğretmenlerin okulun sosyal ağında yer alma ve ilişkilerini sürdürmede etkili olan önemli değişkenler olarak sıralanıyor.


Öğretmenlerin örgütsel güven algılarının bireysel sosyal ağ örüntüleri ile ilişkilerinin ele alındığı bir çalışmada öğretmenlerin yakın arkadaşlarının güven düzeylerinin yüksek olması bireysel güven algılarını da etkiliyor (Maale, Moolenaar ve Daly, 2015). Başka bir ifadeyle güven düzeyi yüksek öğretmenlerle etkileşim halinde olan öğretmenlerin güven algıları yüksektir. Bununla birlikte aynı çalışmada öğretmenlerin sosyal ağlarında daha çok öğretmenin yer almasıyla güven algılarının yükseldiği ifade edilmektedir.


Sonuç ve Değerlendirme

Öğrenme özünde bir ilişki kurma olarak tanımlandığında, öğrenenin kurduğu bağlantılar öğrenmeyi doğrudan etkileme potansiyeli taşıyor. Bu anlamda öğrenmenin bulaşıcılığından bahsetmek mümkündür. Öğretmenler öğrenir çünkü öğrendiklerinin işe yarayacağını onlara söyleyen, anlatan veya yeni bir yöntemi uygulayan öğretmen arkadaşları vardır. Etkilenmenin üç derecesi ve altı adım kuralı dikkate alındığında öğrenme bazen hiç tanımadığımız kişiler tarafından tetiklenebilir. Bu anlamda öğretmenler için sosyal ve kültürel sermaye oldukça önemli bir etkiye sahiptir.


Türkiye’de öğretmenlerin mesleki gelişimleri literatürde “itme ve çekme” (Push and Pull Learning) olarak kavramsallaştırılan yaklaşımlar dikkate alındığında genellikle mesleki öğrenmeye “itme” olarak uygulandığı gözlemlenmektedir. Öğretmenlerin, kendi mesleki gelişim çalışmalarının planlayıcı, uygulayıcı ve değerlendiricisi olarak görülmeyerek, bir bakıma nesneleştirildikleri bu anlayışta mesleki öğrenme başlangıcı ve sonu net olarak biçimlendirilmiş bir süreç olarak ele alınmaktadır. Bu durum, öğretmenlerin kendi öğrenme süreçlerinde yeterince etkin rol alamamaları ile sonuçlanmaktadır.


Sosyal ağ yaklaşımı ile öğretmenlerin mesleki gelişim süreçlerini bireysel olmaktan çok etkileşime dayalı ve sosyal bir süreç olarak tanımlanması mümkündür. Bu bağlamda okullarda genellikle birbirinden bağımsız ve izole olarak çalışan öğretmenlerin çalışma koşulları daha fazla iletişim ve iş birliğini destekleyecek şekilde düzenlenmelidir. Bununla birlikte öğretmenliğin sadece dikey ve hiyerarşik değil yatay ve ilişkisel kariyer olarak da tasarlanması ve yenilikçi bir bakış açısıyla “uzmanlığın” ele alınması yararlı olacaktır.