AİHM Kararları Çerçevesinde Türkiye’nin 2020 İnsan Hakları Karnesi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kurulduğu tarihten günümüze kadar uluslararası düzeyde bireylerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) yer alan haklarının fiilen korunmasında aktif bir şekilde rol oynayan en önemli denetim mekanizmasıdır. Sözleşmeye taraf olan devletler, kendi egemenlik alanı içerisinde bulunan gerçek ve tüzel kişilere karşı sözleşmede yer alan hak ve özgürlükleri koruma yükümlülüğü altındadır. Başka bir deyişle AİHS’ye taraf ülkelerde yaşayan bireylerin, Sözleşmede yer alan haklarının ihlal edilmesi durumunda AİHM’ye başvurma imkânları bulunmaktadır.  

Mahkeme’nin her yıl yayınladığı “Yıllık Rapor”la Türkiye gibi sözleşmeye taraf olan devletlerin aleyhine yapılan başvurular, verilen ihlal kararları ve sayılarına dair istatistikler açıklanmaktadır. Söz konusu raporda yer alan Türkiye hakkındaki istatistikler incelendiğinde Türkiye’nin İnsan Hakları Karnesi ortaya çıkmaktadır. 

AİHM İstatistikleri 

AİHM önüne gelen yaklaşık son on yılın iş yükü dağılımına bakıldığında yıllara göre farklılık gözlemlenmektedir. 2012 yılı ile 2017 yılları arasındaki derdest başvuru sayısında azalma olmuş, 2012 yılında 128.100 olan derdest başvuru sayısı 2017 yılının sonu itibariyle 56.250‘ye düşmüştür. Ancak 2017 tarihinden sonraki süreçte derdest başvuru sayısı artarak devam etmiştir. 2020 yılına gelindiğinde bu sayının 62.000’e vardığı görülmektedir. Ancak bu artışa rağmen, 2012 yılı ile 2017 yılları arasındaki derdest başvuru sayısı kıyasladığında dikkat çekici bir düşüşün olduğu görülmektedir.

Söz konusu tarihlerde Türkiye’nin taraf olduğu derdest başvuru sayısı incelendiğinde ise 2012’de 16.876 olan başvuru sayısı 2015 yılına kadar azalma göstermesine rağmen 2016 yılında artmıştır. 2018 yılında ise 7.107 ile en düşük başvuru sayısı görülmüştür. 2019 ile 2020 yılını kıyasladığımızda derdest başvuru sayısı 2019 yılında 9.236 iken 2020 yılına gelindiğinde 11.750’ye çıkmıştır. Ülkeler arası 2020 yılı derdest başvuru sayısı sıralamasında Türkiye, Rusya’dan sonra 2. sırada yer almakta ve akabinde Ukrayna gelmektedir. 

AİHM’in raporundaki yıl içinde yapılan başvuru dağılımına bakıldığında 2019 yılında toplam 44.500 başvurudan 7.274 başvuru Türkiye aleyhine yapılmıştır. 2020 yılına gelindiğinde ise toplamda 41.700 başvurudan 9.104 başvuru Türkiye aleyhine yapılmıştır. Görüldüğü üzere 2020 yılına gelindiğinde, Türkiye aleyhine yapılan başvuru sayısında ve toplam sayı içindeki oranda önemli bir artış olduğu tespit edilmiştir. 2015 yılından itibaren bakıldığında ise, 2017 yılındaki başvuru sayısı dikkat çekmektedir. Bunun muhtemel sebebi, 2016 yılında yaşanan FETÖ darbe girişimi sonucunda açılan davaların AİHM’ye taşınmasıdır.




Şekil 6. AİHM Önünde Bekleyen Toplam Derdest Başvuru Sayısı, 2012-2020





Şekil 7. AİHM Önünde Bekleyen Derdest Başvuru Sayısı, Türkiye, 2012-2020




Şekil 8. Yıl İçinde Türkiye Aleyhine AİHM’e Yapılan Başvuru Sayısı, 2015-2020


Diğer taraftan nüfus yoğunluğuna göre değerlendirme yapıldığında, ülkeler arası sıralama değişiklik göstermektedir. Türkiye’de 2020 yılında her 10.000 kişiye düşen başvuru oranı 1.09 olarak belirtilmiştir. Bu konuda en yüksek oran ile (3.50) Karadağ birinci sırada, 2.65 oran ile Sırbistan ikinci sıradadır ve akabinde 2.49 oran ile Bosna Hersek gelmektedir. Türkiye ise 13. sırada yer almaktadır. Nüfus yoğunluğu önemli bir faktör olduğundan ülkeler hakkında değerlendirme yapılırken dikkate alınması gerekmektedir. Bu veriler ışığında değerlendirme yapıldığında, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin aleyhine başvuru sayısının çok olmasının, insan hakları ihlalinde ülkeler arası sıralamada ilk sıralarda yer alacağı anlamına gelmediği görülmektedir.




Şekil 9. AİHM’nin Türkiye Hakkında Verdiği İhlal Kararlarının Dağılımı, 2014-2020


AİHM’nin önüne gelen Türkiye aleyhine verilen hak ihlalleri dava konusuna göre ayrım yapılarak incelendiğinde; 2019 yılı ile 2020 yılındaki hak ihlallerinin sıralaması kısmen benzerlik göstermekle birlikte toplam verilen ihlal karar sayısının azaldığı (%11.4) dikkat çekmektedir. 2019 yılında Türkiye kararlarında en az bir hakkın ihlal edildiği karar sayısı 96 olarak belirtilmiştir. Sıralama kısmen benzerlik göstermekle birlikte, 35 kararla en çok ihlal ifade özgürlüğü hakkına ilişkin olarak verilmiş, devamında 16 kararla özgürlük ve güvenlik hakkı hakkında ihlal verilmiş ve akabinde 13 ihlal kararıyla adil yargılanma hakkı gelmiştir. 2020 yılında ise AİHM’in Türkiye kararlarında en az bir hakkın ihlal edildiği karar sayısı 85 olarak verilmiştir. En çok ihlal edilen üç hak 2019 yılıyla benzer olmakla birlikte, bu üç hakkın sıralaması değişmiştir. Bu kararlardan 31 kararla en çok ihlal ifade özgürlüğü hakkına ilişkin olarak verilmiş, onu 21 kararla adil yargılanma hakkı takip etmiş ve akabinde özgürlük ve güvenlik hakkı 16 kararla üçüncü sırada yer almıştır. 

Öte yandan Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru İstatistikleri incelendiğinde 2020 yılında toplam 14.273 karardan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği karar sayısı 9.039 ile ilk sırada yer almaktadır. Devamında 2.764 ile mülkiyet hakkı ve akabinde 605 ihlal kararıyla ifade özgürlüğü gelmektedir. 

AİHM ile AYM’nin Türkiye hakkında verdiği kararlar benzer hak ihlallerinin olduğunu göstermektedir. Adil yargılanma hakkı AYM kararlarında en çok ihlal kararı verilen haklarda ilk sırada iken AİHM kararlarında ikinci sırada yer almaktadır. İkinci olarak ifade özgürlüğü hakkı hem AİHM hem AYM kararlarında en çok ihlal verilen haklardan biridir. AİHM’de ilk sırada ve AYM’de üçüncü sırada yer almaktadır. Bu da vatandaşların adil yargılanma ve ifade özgürlüğü hakkında iç hukuktaki bireysel başvuru yolunu tükettikten sonra uyuşmazlıkları çözmek için AİHM yolunu çokça tercih ettiklerini göstermektedir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kararlarına uyumun arttırılmasıyla insan hakları hukukunun yayılması noktasında önemli adımlar atılabilecek ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine verilen ihlal sayılarının azaltılması mümkün olabilecektir.

30 Nisan 2021 tarihinde açıklanan “İnsan Hakları Eylem Planı Uygulama Takvimi”nde, eylem planının ikinci amacı olarak yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkının güçlendirilmesine yer verilmiştir. Eylem planı kapsamında, bu başlık altında yedi farklı hedef ve bu hedefleri gerçekleştirmek amacıyla faaliyetler planlandığı görülmektedir. İlgili amaç başlıkları altında belirlenen hedefler kapsamında öngörülen faaliyetler somut biçimde ele alınmıştır.  Eylem planında adil yargılanma hakkına dair hedeflerin olması; rapor hazırlanırken AİHM’nin Türkiye’yle ilgili kararları ile Anayasa Mahkemesi kararlarının, raporlarının ve tavsiyelerinin dikkate alındığını göstermektedir.

AİHM önünde bütün ülkelere dair verilen 2020 yılı ihlal kararlarına bakıldığında, 287 adil yargılanma hakkı, 208 özgürlük ve güvenlik hakkı ve 194 işkence yasağı, insanlık dışı ve kötü muamele kararı verilmiştir. Türkiye ile kıyasladığımızda adil yargılanma hakkı ihlallerinin, Türkiye gibi diğer ülkelerde de çözüme kavuşturulması gereken önemli bir mesele olduğu görülmektedir. İşkence, insanlık dışı ve kötü muamele yasağı ihlallerine göre değerlendirme yapıldığında Türkiye aleyhine işkence yasağının ihlaline dair herhangi bir ihlal kararı verilmemiş olup insanlık dışı ve kötü muamele hakkında verilen ihlal kararı 2 olarak belirtilmiştir. 

İşkence yasağı, insanlık dışı ve kötü muamele ihlalleri açısından değerlendirme yapıldığında 1959-2020 yılları arasında Türkiye aleyhine verilen işkence yasağı ihlal kararı 31, insanlık dışı ve kötü muamele ihlalleri 341 olarak gözükmektedir. Son üç yıllık döneme bakıldığında, 2018 yılında işkence yasağı ihlali hiç verilmemişken insanlık dışı ve kötü muamele ihlali 11, 2019 yılında işkence ihlali hiç verilmemiş iken kötü muamele 12 olarak verilmiş ve 2020 yılına gelindiğinde işkence yine sabit ve ihlal kararı verilmemişken insanlık dışı ve kötü muamele ihlalinin 2’ye indiği görülmüştür. Söz konusu ihlal karar sayıları göz önünde bulundurulduğunda 2020 yılında azalan ihlal karar sayıları Türkiye’nin bu konudaki ihlallerin önüne geçtiğini göstermektedir. Diğer taraftan yaklaşık 10 yıl önceki verileri incelediğimizde, 2008 yılında işkence yasağı ihlalinin 3, insanlık dışı ve kötü muamele ihlalinin 30, 2009 yılında işkence yasağı ihlalinin 2, insanlık dışı ve kötü muamele ihlalinin 28 ve 2010 yılında gelindiğinde işkence ihlalinin 3, insanlık dışı ve kötü muamele ihlalinin 32 olduğu görülmektedir. Avrupa Konseyi’nin yürüttüğü proje kapsamında hazırlanan raporda da Türkiye’nin son 20 yılda “işkenceye sıfır tolerans politikasının” uygulanmasının bir sonucu olarak, işkenceye ve kötü muameleye karşı sert ve ağır yaptırımlar içeren düzenlemeler yaptığı belirtilmiştir. Bununla birlikte uluslararası standartlarla uyumlu olarak çok sayıda mevzuat ve yapısal değişikliklerin de hayata geçirilmesiyle birlikte hem raporda belirtildiği üzere hem de mezkûr verilerden de görüleceği üzere işkencenin sorun olmaktan çıkarıldığı ve kötü muamele ihlallerinin de son derece azaldığı söylenebilecektir (Yıldız, 2019). 


Demirtaş Kararı

Türkiye gündeminde de genişçe yer verilen Demirtaş Kararına 2020 yılı AİHM yıllık raporunda da yer verilmiştir. Bu kısımda öncelikle Selahattin Demirtaş hakkında verilen Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kararlarına ve devamında AİHM sürecine yer verilecektir. Anayasa Mahkemesi tarafından, Demirtaş’ın yaptığı bireysel başvuru kapsamında iki farklı karar verilmiş olup hâlâ derdest olan 20 Eylül 2019’da başlayan mevcut tutukluluğuna ilişkin başvurusu da mevcuttur. 

AYM’ye yapılan 2016 tarihli başvuru, uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Mahkeme, ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddiasını, tutuklamanın hukuki olmadığına dair iddialara yaptığı değerlendirmeleri dikkate alarak açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. Bununla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın da kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. 21.12.2017 tarihli kararda, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kurumsal sosyal medya hesabından yapılan çağrılar sonrasında başlayan ve kamuoyunda “6-7 Ekim Olayları” sonucu çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanması hususları dikkate alındığında, yapılan çağrı ile söz konusu şiddet olayları arasında illiyet bağı kurulmasının mümkün olduğu belirtilmiştir. 

2017 tarihli diğer başvuru ise tutukluluğun suç yönünden azami tutukluluk süresini aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması, tahliye talepleri ile tutukluluğa yönelik itirazların karara bağlanmaması ve tutukluluk incelemelerinin yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. 09.06.2020 tarihli kararda, başvurucunun tutukluluğunun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olduğunu söylemenin mümkün olmadığı ifade edilmiş olup kişinin tutukluluğunun makul süreyi aşması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine dair iddianın kabul edilebilir olduğuna, diğer iddiaların kabul edilemez olduğuna ve 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir. 

Diğer taraftan Demirtaş’ın AİHM başvurusu; AİHS’nin 5. maddesinin (özgürlük ve güvenlik hakkı) 1., 3., 4. fıkralarının, 10. maddesi (ifade özgürlüğü), 5. maddeyle bağlantılı olarak 18. maddesi (Haklara getirilecek kısıtlanmaların sınırlanması) ve Ek 1 Numaralı Protokol’ün 3. maddesinin (Serbest seçim hakkı) ihlali iddiasını içermektedir. 22 Aralık 2020 tarihinde verilen Büyük Daire kararı ile Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. ve 3. fıkrasının, 10. maddesinin, Sözleşme’ye Ek 1 numaralı Protokol’ün 3. maddesinin ve Sözleşme’nin 5. maddesiyle bağlantılı olarak 18. maddenin (Hakların kısıtlanmasının sınırlanması), Türkiye ile ilgili ilk defa olarak, ihlal edildiğine karar verilmiştir. Ancak Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır. İlgili madde kararlarına ilişkin değerlendirme yapılırken şu gerekçelere yer verilmiştir:

Mahkeme 10. maddenin ihlal edilip edilmediğine dair iddiaları milletvekilinin ifade özgürlüğü, ortada bir müdahale olup olmadığı, müdahalenin kanunla öngörülüp görülmediği temelinde değerlendirmiştir. İfade özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanun niteliği gerekliliğiyle bağdaşmaması, anayasa değişiklikleriyle birlikte Anayasa’nın 83. maddesinin ilk fıkrasının başvurucuya uygulanmasının düşünülmemesi ve ayrıca, başvurucunun davasında terörle alakalı suçları düzenleyen maddelerin yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin meseleler sebebiyle Mahkeme, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

5. maddenin 1. fıkrası ve 3. fıkrası yönünden değerlendirme yaparken yerel mahkemenin zayıf delillere dayandığına, tutukluluğa gerekçe yapılan eylemlerin çok geniş yorumlandığına ve TCK 314. maddenin yapılacak keyfî müdahalelere karşı yeterli korumayı sağlamadığına yer verilmiştir. Sözleşme’nin 5. maddesinin gerekli gördüğü suçu işlemiş olabileceğine dair “makul şüphe” standartlarını karşıladığı ortaya koyulamadığından Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bununla birlikte mahkeme, bir kişinin tutukluluğunun devamının geçerliliği için tutuklunun suç işlediğine dair makul bir şüphenin devamlılığının olmazsa olmaz (sine qua non) olduğunu tekrardan vurgulayarak Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrasının da ihlal edildiğine karar vermiştir. Ayrıca Sözleşme’nin 5. maddesiyle bağlantılı olarak 18. maddenin de ihlal edildiğine karar verilmiştir.

5. maddenin 4. fıkrası yönünden bireysel başvuru süreci dikkate alındığında Anayasa Mahkemesi önünde geçen on üç ay dört günlük sürenin “kısa” olarak değerlendirilemeyecek olmasına rağmen Mahkeme, davanın kendine özgü koşullarında, Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varmaktadır.

Mahkeme, başvurucunun görev süresi boyunca milletvekili statüsünü koruması gerçeğine rağmen tutukluluğunun, halkın kanaatlerinin özgürce ifade edilmesine, seçilme ve mecliste bulunma hakkına haksız bir müdahale teşkil ettiği için Meclis faaliyetlerine katılmasının fiilen imkânsız olduğu gerekçesiyle Sözleşme’ye Ek 1 Numaralı Protokol’ün 3. maddesinin ihlal edildiği kanaatine varmıştır. 

Sözleşme’nin 46. maddesinin 1. fıkrası çerçevesinde Mahkeme, başvurucunun derhâl serbest bırakılması için gerekli her türlü tedbirin davalı devlet tarafından alınması gerektiği kanaatinde olduğuna yer vermiştir. 

Diğer taraftan ilgili AİHM kararına karşı, Yargıç Chanturia’nın Kısmen Muhalefet Şerhi, Yargıç Yüksel’in, Yargıç Paczolay’ın katıldığı kısma muhalefet şerhi ve Yargıç Yüksel’in kısmen mutabık kısmen muhalefet şerhleri bulunmaktadır.

Yargıç Chanturia’nın kısmen muhalefet şerhinde ulusal makamların Sözleşme’nin herhangi bir şekilde ihlal edilmesi hâlinde bunu giderme yükümlülüğü, başvurucunun Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrası altındaki şikâyeti bakımından sağlandığına yer verilmiştir. 




Yargıç Yüksel’in, Yargıç Paczolay’ın katıldığı kısmi muhalefet şerhinde, özet olarak Anayasa Mahkemesi’nin Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrası Sözleşme’nin kalbinde yatan ikincillik ilkesinin önemi göz önüne alındığında, başvurucunun artık Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlalinin mağduru olduğunu iddia edemeyeceğine yer verilmiştir. Ayrıca  mevcut davada, başvurucunun Eylül 2019’da emredilen ikinci tutukluluğunun, ihlal tespit edilen şikâyetler arasında yer almaması, ikinci tutukluluk kararı konusunun şu anda Anayasa Mahkemesi önünde bekleyen başka bir bireysel başvurunun konusu olması sebebiyle ikincillik ilkesine uyulması gerekliliği ve Büyük Daire’den başvurucunun ikinci tutukluluğunun incelemesini talep etmediği göz önüne alındığında, Sözleşme’nin 46. maddesi uyarınca çoğunluğun vardığı sonuca karşı oy kullandığı ifade edilmiş ve Sözleşme’nin 46. maddesinin uygulanmaması gerektiği yönünde kanaatte bulunulmuştur.

Yargıç Yüksel’in kısmen mutabık kısmen muhalefet şerhinde de benzer gerekçelere yer verilmiş,  5. madde kapsamında olmayan ikinci tutukluluğun, Sözleşme’nin 18. maddesi uyarınca da incelenmeye devam edilmiş olmasını yerel mahkemelerde bekleyen ve 5. madde kapsamındaki şikâyette yer almayan bir hukuki sorun olması sebebiyle çoğunluğun görüşünü ve yaklaşımını kabul etmediğine vurgu yapılmıştır.  Bunlarla birlikte çoğunluk Sözleşmenin 10.maddesi kapsamında kanun niteliği taşımadığı için başvurucunun ifade özgürlüğüne müdahalenin kanunla öngörülmemiş olduğu kararına katılmamıştır. Gerekçe olarak, başvurucunun haklarına müdahalenin hem öngörülebilir hem de “kanun niteliği” gerekliliğine uygun olarak yasayla öngörüldüğü ve acil bir sosyal ihtiyaca karşılık gelen ve izlenen meşru amaç ile orantılı olarak demokratik bir toplumda gerekli olduğu sonucuna varmakta olduğu belirtilmiştir. Son olarak, 5. Maddenin 1. Fıkrasına dair ulusal makamların, başvurucunun bir suç işlediğine dair makul bir şüphe olduğu sonucuna varmak için yeterli gerekçeleri olduğu kanaatinde olduğuna yer verilmiştir. 

Sonuç

İlgili rapor incelendiğinde adil yargılanma hakkının, hem AİHM önüne gelen toplam karar sayısında hem Türkiye aleyhine açılan ihlal karar sayısında en çok ihlali verilen hak olduğu görülmektedir. Adil yargılanma hakkı, demokratik hukuk devletinin en önemli temellerinden biri olduğundan ihlal sayısındaki artış adli mercilerin üzerinde durması gereken ve çözüme kavuşturulması gereken bir meseledir. Bu artışın nedenleri analiz edilmeli ve kamu makamlarınca dikkatlice değerlendirilmelidir. 

Bununla birlikte AİHM ihlal kararlarının dağılımıyla AYM ihlal kararları dağılımının da benzerlik gösterdiği görülmektedir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluna verilen önemin arttırılmasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine verilen ihlal sayılarının azaltılması mümkün olabilecektir. 

Diğer taraftan 2020 yılında AİHM önüne gelen toplam hak ihlali kararları arasında işkence yasağı, insanlık dışı ve kötü muamele ihlalleri ikinci sırada yer almasına rağmen Türkiye aleyhine verilen bu konudaki ihlal kararlarının azalması, Türkiye’de gerekli tedbirlerin uygulanmasıyla önemli bir yol alındığını ve Türkiye’nin bu konudaki ihlallerin önüne geçtiğini göstermektedir.

Sonuç olarak, istatistikî verilere dayanan Türkiye’nin insan hakları karnesi dikkate alınarak çözüme kavuşturulması gereken meseleler hakkında gerek uluslararası düzeyde gerek ülke çapında tedbirler alınmasıyla bu ihlallerin önüne geçilmesi mümkün olabilecektir. İşkence yasağı, insanlık dışı ve kötü muamele ihlallerine dair alınan yol gelecek vadetmektedir. Ayrıca ilgili AİHM ve AYM istatistiksel verileri, raporları ve tavsiyeleri doğrultusunda hazırlanan İnsan Hakları Eylem planında yer verilen faaliyetlerin etkin bir şekilde uygulanması ile ihlal kararlarının azaltılmasına dair geleceğe yönelik somut adımlar atılabilecektir.